İNŞAAT İŞÇİLERİNİN İMZA KAMPANYASI: HEDEF TBMM

Söyleşi: Halil Burak Öz
14 Şubat 2019
SATIRBAŞLARI

İnşaat işçilerinin canına tak dedi. Üç iri kıyım şantiyede, Ekmek ve Onur İşçi Derneği’nin öncülüğünde, 11 talep çatısı altında birleşen işçiler imza kampanyasına başladı. Amaç taleplerini kamuoyunun gündemine getirmek, ardından binlerce imzayla birlikte Meclis’e götürmek. Ekmek ve Onur İşçi Derneği sözcüsü Emrah Arıkuşu ve Mecidiyeköy-Mahmutbey metro şantiyesi işçisi Taner Mutlu’yu dinliyoruz.
Fernand Léger, Les Constructeurs, 1951.

Bu imza kampanyasındaki amacınız ne?

Emrah Arıkuşu: Son dönemde inşaat işçilerinin sorunları daha da açığa çıktı. Özellikle 3. Havalimanı eylemleriyle iyice gündeme geldi. Biz bunu iki boyutta düşünüyoruz: Bir, sermayenin gözünde inşaat sektörünün önemi. İki, inşaat işçileri açısından önemi. İnşaat iş kolunda krizden kaynaklı muazzam bir çöküş var. Firmaların çoğu kapanıyor. İflas eden ya da iflas erteleme kararı aldıran firmaların çoğunun inşaat iş kolunda olduğu tespit edilmiş durumda. Fakat işçi cephesinde, işçilerin durumunun sürekli kötüleşmesine dair bir boyut var. Ne yazık ki bu durum pek gündem olmuyor. Sadece inşaat işçileri öldüğünde basında yer alıyor. İşte biz inşaat işkolundaki sorunları gözler önüne sermek, sorunlara çare aramak için bu kampanyayı başlattık. İmza kampanyası işçilerin haklarını öğrenmesini, bilinçlenmelerini sağlasın istiyoruz. Çünkü yasal haklarını da bilmiyor işçi arkadaşlar. Ayrıca, bu kampanya işçilerin haklarını talep edeceği muhatap bulmasına yardımcı olsun istiyoruz. İşçiler bu talepleri yerine getirtebilirse birçok sorunun çözülebileceğini düşünüyoruz.

Taner Mutlu

Taner Mutlu: Ücret ödememe had safhaya vardı. İnşaat malzemelerine zam gelmesinin faturası işçilerin yevmiyelerinden kesilerek ödenmeye çalışılıyor. Patronlar “iş az, işçi çok” rahatlığıyla işçinin yevmiyesini kesip malzemeye yatırıyor. Kendi kâr paylarını kısmadan devam ediyorlar. Taşeronların hepsi, kendi parasını, 200-300 işçinin parasını ana firmadan alıp konkordato ilan etmek, kenara çekilmek derdinde. Biz sermayenin kârının bir kısmından vazgeçip işçilere vermesi gerektiğini düşündüğümüz için bu imza kampanyasını başlattık.

Arıkuşu: İnşaat işkolu denince batan şirketler, borçları silinen holdingler ya da satılmayan evler gündeme geldiği için sermaye ve onunla ilgili sorunlar dikkate alınıyor. İmza kampanyamızdaki en temel talebimiz işçilerin muhatap alınması. İşçilerin muhatap alınması için Meclis’e gitmeyi hedefliyoruz. Sorunların çözüme kavuşması için çeşitli yasal düzenlemelerin Meclis tarafından yapılmasını sağlayamaya çalışacağız. Ne kadar çok insana ulaşabilirsek o kadar söz sahibi olabileceğimizi düşünüyoruz.

Mutlu: Kampanyadaki asıl amacımız şu: İşverenler işsizlik fonundaki paranın kendilerine verilmesini, kredi borçlarının silinmesini, şunun bunun yapılmasını isteyebiliyor. İşçilerin de talepleri var. Bu talepleri Meclis’e güçlü şekilde götürmek için bu imza kampanyasını başlattık ki, işçilerin talepleri de gündeme alınsın. İşçiler de bir şeyler istiyor. İşçilerin de hakları var. Sermaye işçi sınıfından geçiniyor. Bütün işler işçi sırtından yapılıyor, ama işçinin hakkı, hukuku yok. İnşaat işçisi niye görünmüyor? Ya yeraltında ya da bina içinde çalışıyor. Üstü başı kir pas içinde olduğu için kimse onu görmüyor. Kravatlıları görüyorlar, ama çimento tozunu yutanları görmüyorlar. Meclis’e imzalarla gidip “işçilerin de talepleri var” diyeceğiz.

İmza kampanyamızdaki en temel talebimiz işçilerin muhatap alınması. İşçilerin muhatap alınması için Meclis’e gitmeyi hedefliyoruz. Ne kadar çok insana ulaşabilirsek o kadar söz sahibi olabileceğimizi düşünüyoruz.

Bu kampanyayı niye mevcut sendikalar üzerinden yapmıyorsunuz?

Emrah Arıkuşu

Arıkuşu: İki buçuk milyon inşaat işçisi var, en fazla sorun yaşayan inşaat işçileri, ama en örgütsüz de onlar. İnşat işçilerinin sendikaları örgütlenme faaliyetleri yürütse de düzensiz çalışma, inşaatların kısa sürede bitip işçilerin iş değiştirmeleri nedeniyle üye sayıları çok düşük. Sendikalar üzerinden yapılacak bir çalışmanın yetersiz kalma riski var. Daha kapsayıcı olma düşüncesiyle bu çalışmayı onlarla yapmamayı tercih ettik. Bugün ihtiyacımız olan şey “şu kuruma üyeyim, bu kuruma üye değilim” mantığından ziyade, “Benim taleplerim bunlardır, ben bunları dile getirmek istiyorum. Bunun için de hak arama mücadelesi başlatıyorum” diyebilmek. Dernek açısından da biz bu çalışmayı iki yönlü düşünüyoruz. Birincisi, Ekmek ve Onur İşçi Derneği’nin diğer işkollarındaki çalışmalarına da örnek olması, kuruluşunu güçlendirmesi. İkincisi, genel olarak inşaat işçilerini kapsayan bir çalışma yapmak. Bunu sendikalar ve diğer dernekler de yapabilir, yapsınlar. Başka işler yapıyorlar takip ettiğimiz kadarıyla. Sorun çok büyük ve tek bir elden ve tek bir işle çözülemez.

Mutlu: Biz taleplerimizi doğrudan yapmak istiyoruz. Sendikaların kendi kuralları var. Ne olduğunu bilmiyoruz. Bizi hareketten vazgeçirirlerse ya da “Bunlar yerine getirilemez” diye taleplerimizden caydırırlarsa diye, kendimiz işçiler olarak başlattığımız bir kampanya yapmak istedik.

11 talebiniz var. Bunlardan “taşeronun kaldırılması” yıllardır her işçi eyleminde dile getiriliyor. İnşaat sektöründe çok yaygın olan taşeron sisteminin kaldırılması mümkün mü?

Mutlu: İşveren, yani müteahhit firma işi taşerona 5 liradan veriyorsa, taşeron alt işçiye daha düşük veriyor. Ya da işçinin hakkını alıp kaçıyor. Zaten taşeron sisteminde esas olarak ana firma kazanıyor. Hiçbir şeye karışmadan kazanıyor. Taşeron firma da çok çalıştırıyor, çok eziyet veriyor. İşçinin hakkını, hukukunu çiğniyor, kazanıyor. Taşeron sisteminde sigorta ve yevmiye kaç gün çalıştıysanız o kadar yatırılıyor. Aylık maaş, düzenli bir sigorta yok. Bir ayda on gün çalıştıysan o on günün ücreti veriliyor, o on günün sigortası yatırılıyor. Cumartesi, pazar, bayram hesaplanmıyor. 12 yıldır inşaatta çalışıyorum, 1200 gün sigorta primi ödemem var. Bunun için de taşeron sisteminin bir an önce kaldırılması gerekiyor.

Taleplerinizden biri de “inşaat işçilerinin emeklilik yaşının düşürülmesi”. Bu talebin gerekçesi ne?

Mutlu: 60 yaşıma geldiğimde 50 kiloluk çimentoyu nasıl kaldıracağım? 65 yaşına kadar çimento taşımak zorunda mıyım? O yaşa kadar bu ağır koşullarda çalışmak zorunda mıyım? Veya çalışabilir miyim? Gerekçesi bu talebimizin.

Sermaye işçi sınıfından geçiniyor. Bütün işler işçi sırtından yapılıyor, ama işçinin hakkı, hukuku yok. İnşaat işçisi niye görünmüyor? Üstü başı kir pas içinde olduğu için kimse onu görmüyor. Kravatlıları görüyorlar, çimento tozunu yutanları görmüyorlar. Meclis’e imzalarla gidip “işçilerin de talepleri var” diyeceğiz.

“Denetimlerin düzgün yapılması” talebiniz için ne söylersiniz?

Mutlu: Patron iş güvenlikçisine talimat vermesin diyoruz. Yasa, iş güvenlikçilerini doğrudan patronlara bağladı. Patron kendi iş güvenlikçisini alıp sahaya koyuyor. Sahada, mesela, iskele düzensiz kurulmuş, iskelede çalışanın can yeleği yok. İşçi iş güvenliğiyle ilgilenemiyor, çünkü bir günde çok iş çıkarmak zorunda. İskeleyi kurmak bir saatse, dört çaprazı –korkuluk ve bağlantılar– takmazsan on dakika yeter. İş güvenliği gelip bakıyor, tamam. İş güvenlikçisi patronun adamı olduğu için onun dediği patronun dediği oluyor, tamam demişse sen de tamamsın. İskele yıkılıp adam öldükten sonra da patron çıkıyor, “İntihar etti” diyor. İşçi intihar etmek için iskeleye mi çıkıyor? İş güvenlikçilerinin patronların yanından çıkarılıp bağımsız olarak bütün inşaatları düzgün ve işçiyi koruyan tarzda denetlemelerini talep ediyoruz.

“Teyze amca bir imza ver”

Keyfi çalıştırmaya ilişkin bir talebiniz de var.

Mutlu: Ben metro şantiyesinde çalışıyorum. Sabah 5’te kalkıyorum, gece 12’ye kadar çalışıyorum. Akşam 17’den sonra bütün firmalarda işçilere “Hadi bitireceğiz, şunu da yap, bitirmezsen seni çıkarırım, zaten krizdeyiz, ekmeğinden olursun” deniyor. Akşam çalışmak istemiyorsun; bittim, yorgunum, şuyum buyum yok. Adam çalışacaksın diyorsa çalışacaksın. Bunu hiçbir yerde istemiyoruz. Bu keyfi çalışmalar insanın canına mâloluyor. Kiminin ailesiyle arası bozuluyor.

Arıkuşu: Gurbette olup aylarca ailesini göremeyen işçiler var. Yasada pazar günleri tatil, ama işçilere iyilik yapılıyormuş gibi mesai yaptırılıyor. Çift yevmiye yazılması gerekirken, normal bir iş günü yevmiyesi veriliyor. Yani nereden tutsan elinde kalıyor. Gurbetçi işçiler “Kısa süreliğine geldim, ne kadar çok çalışırsam o kadar kazanırım” diye düşünmek zorunda bırakıldığı için patronlar da her türlü keyfi uygulamayı yapabiliyor.

İntihar diye duyurulan iş cinayetine şahit oldunuz mu?

Mutlu: Bir ay önce oldum. İşçinin gaz kaynağı yapması için iskele kuruyorlar. Mobil iskelenin üzerine çıkıyor, yüz kiloluk demiri tek başına kaynak yapmaya çalışırken demir düşüyor, iskele devriliyor. Demir de adamın kafasını mermere yapıştırıyor. Adam ölüyor. İnşaattaki işçiler dahi “Yazık, adam intihar etti” diyor. Şok oldum. Ne intiharı? “Ya adamın morali çok bozuktu, iskeleye çıktı, intihar etti.” Ulan adamın boynuna demir düşmüş, ne intiharından bahsediyorsun? 340 kişi çalışıyor istasyonda, o yüzden adamı tanımıyorum. Adını, ailesini araştırıyorum, bir şekilde onlara ulaşacağım.

Arıkuşu: Yöneticiler intiharı söylenti şeklinde yayıyor. Ölen kişinin arkadaşlarının da işten atılma korkusuyla sesi çıkmıyor. Herkes hastane raporunu görmüş gibi intihar diye konuşmaya başlıyor. Bu çok fazla olan bir durum.

Mutlu: Çalıştığım firmanın İSG toplantısına katıldım. Konuşulan şeyler: Kimliksiz aşağıya adam indirilmeyecek. Sağlık kitapçığı olmadan inmesin. Yeleği, bareti, ayakkabısı olmadan inmesin. El kaldırdım. “İskeleler nasıl kurulacak, çalışma alanı zemini nasıl olacak, talimatınız var mı? Karanlık odalar, giriş yasaklı yerler ve yeterli aydınlatma olmasıyla ilgili talimatınız var mı?” Proje müdürü, “Sen çok fazla konuşuyorsun, hangi firmada çalışıyorsun” diyebiliyor.

Biz taleplerimizi doğrudan yapmak istiyoruz. Sendikaların kendi kuralları var. Ne olduğunu bilmiyoruz. Bizi hareketten vazgeçirirlerse ya da taleplerimizden caydırırlarsa diye, kendimiz işçiler olarak başlattığımız bir kampanya yapmak istedik.

Arıkuşu: 6331 sayılı kanunla iş güvenliği için uyulması gereken kurallar belirlenmiş, bunları uygulatacak kişiler denetmenler. İşçiler haklarını bilmedikleri için patronun elemanı iş güvenlikçilerin dediklerine inanıyorlar. Bağımsız denetleyicilerin bunu yapması lazım. Aslında 6331 sayılı yasa işyerlerinde uygulanabilse cinayetlerin önüne geçilebileceğine inanıyoruz. Yasada işçi korunuyor, ama patrona yaptırım uygulayan tarafı yok. İş cinayeti olduğunda kan parasıyla örtbas edilmezse, şikâyet engellenmezse en iyi ihtimalle iş güvenlikçiler, sorumlu amir cezalandırılıyor, patron cezalandırılmıyor. Tabii denetmenler, müfettişler de işini düzgün yapmalı. Müfettişler geliyor, patronla çay içiyor. İşçilere soruyoruz, iş müfettişlerini gören pek yok.

Üçüncü havalimanı işçilerinin eyleminin ardından Başakşehir Hastanesi inşaatındaki işçilerin isyanıyla şantiyelerde verilen yemekler ve barınma koşulları tekrar gündeme geldi. Bu konular da talepleriniz arasında.

Arıkuşu: Taşeron sisteminden ötürü her şey maliyet kalemi olarak gündeme geliyor. Yemek ve barınma en temel gereksinim. Firmalar en az maliyetle bunu karşılamaya kalkıyor. Biz bu ihtiyaçların gerektiği gibi karşılanmasını talep ediyoruz. Başakşehir’deki arkadaşlar verilen yemeğin doyurmadığını, lezzetli olmadığını, besleyici olmadığını söylüyor. Lezzetli derken, yemeğin tadı, tuzu gibi en genel beklentiden bahsediyorum. İşçiler harcadıkları güç oranında yemekten enerji alamadıklarından çalışma güçlerinin düştüğünü belirtiyorlar. Ayrıca, yemek firmalarının da denetimi yok. Kimse hangi koşulda pişirildiğini, nasıl dağıtıldığını denetlemiyor. İçinden ya böcek ya kurt çıkıyor. Başakşehir’deki eylemin en temel nedeni yemeğin yetersiz olması. Ya pilav ya makarna çıkıyor, yanında çorba var, başka bir şey yok. Akşamki pilav ertesi gün de veriliyor, suyunun suyundan çorba yapılıyor. Ağır bir işte çalışan işçinin harcadığı kalorinin hesabına göre yemeklerin çıkması gerekiyor.

Mutlu: Taşeron, yemek firmasından maliyeti 25 lira olan yemeği üç öğünde10 liraya alıyor. Sabah kahvaltısı akşamdan geliyor. Adamlar akşamdan çıkıyor şantiyelere, kahvaltıyı dağıtıyor. Bir parça peynir, üç zeytin koyuyorlar, bir tane kahvaltılık reçel, ekmek, başka bir şey yok. Domates, salatalık vardı, şimdi pahalı diye onları da kestiler. Maliyet böyle düşürülüyor.

Prefabrikte barınmak da paralı mı?

Şu anki firmamda almıyorlar, ama TOKİ’nin inşaatlarında alıyorlar. Kişi başı aylık 100 lira. Sekiz kişi kalıyor koğuşta, 800 lira. Barınma sıfır kalite. Yattıkları yatakta, kendileri almadıysa eğer, belki elli kişi daha önce yatmıştır. Üstlerine attıkları battaniye yerlerde geziniyor. Çarşaflar tekstilde atılan parçalardan.

İşçiden koğuş parası dışında başka ne parası alınıyor?

Mutlu: Ben mermer ustasıyım, yevmiyem 150 lira. Ayakkabı parası üç ayda bir kesiliyor, 24 lira. Baret 12, yelek 8 lira. Koğuşu kiralıyor, git istersen yerde yat, onun için yatak almalısın, almazsan 50-60 lira. O yatak beş santimlik sünger. Boş ranzanın üstüne atıyorsun, demirler bata bata yatıyorsun. İnşaatta çalışan insanın vay haline…

Şantiyelerde çok kaza oluyor, işyeri hekimleri yeterli mi?

Arıkuşu: Genelde bir tane hekim oluyor, ama etkili değiller. Bir şey olduğunda, hastalandığında yeterli hizmeti alamıyorsun. İşyeri hekimliğinin yeterli derecede etkin ve düzenli şekilde verilmesi de taleplerimiz arasında.

Mutlu: İşyeri hekimi zaten yok. Özel hastanelerle anlaşıyorlar, resmi evrakta işyeri hekimi diye geçiyor, ama hekim hastanede. Maaşını işyerinden alıyor. Birinin ayağı kırılıyor, arıyorsun, işyeri hekimi yok. Bir özel araba kiralıyorlar, kapının önüne koyuyorlar, üstüne ambulans yazıyorlar. Şoförü formen. Sağlıkçısı ise bizim amelemiz. Elimizin altında çalışan elemanlar.

Buradan mesleki hastalıkların araştırılması ve tespitine ilişkin talebinize geçelim.

Mutlu: Hangi işyerine girersen gir, sana önce sağlık raporu çıkarttırıyorlar. Bu sağlık raporlarının aslında hiçbir önemi yok. Çünkü, üzerinde ambulans yazan araç var ya, ondan alıyorsun. Bir rahatsızlığın varsa da yok. Özel hastaneden de alsan böyle oluyor. Çünkü patrona dayalı çalışıyorlar.

Arıkuşu: Meslek hastalığı sonradan açığa çıkan bir hastalık biçimi. Çalıştığın yerden sonra hastalığa yakalandıysan maalesef hastalığı meslek hastalığı tanımına sokamıyoruz. İnşaatlarda tozdan kaynaklı akciğer hastalıkları, güneşte, soğukta çalışmadan kaynaklı cilt hastalıkları, ağır kaldırmadan kaynaklı bel fıtığı gibi hastalıklar üzerinden meslek hastalığı tanımının yapılması gerekiyor.

Malzeme yüzde 40 arttıysa işçinin hakkından yüzde 50 düşürüyor. Haberlerde deniyor ya, “inşaatta maliyet yükseldi”, aslında inşaat firmasının maliyeti yükselmiyor, işçinin sırtına yükleniyor. Üç-dört ay önce 250-300 liraya çalışırken şimdi 150 liraya bile çalışamıyorum.

Ücretlerin düzensiz ödenmesi konusunda da bir talebiniz var. Bu sıklıkla inşaat işçilerinin eylemlerine neden olan bir durum.

Mutlu: Ay sonu geliyor, patron “on gün bekle” diyor. İşçinin kirası, çocuğunun okulu, faturaları var. Bunlar beklemiyor. İşçi on gün bekliyor, “bir on gün daha bekle”. On gün sonra “biraz daha bekle”. Böyle böyle üç, dört, beş ayı bulabiliyor. Ya da işçi arkadaşlar alacağından vazgeçiyor. Bu şekilde insanları çalışmaya da mecbur bırakıyorlar, çünkü içeride paran olduğu için paran gidecek korkusuyla işi bırakamıyorsun, paranı da alamıyorsun ve çalışmak zorundasın. Bütün inşaatlarda artık bu krizle birlikte hak gaspı var. En kralı bile yapıyor. Mühendisi, mimarı, şantiye şefi ay başında belki alabiliyor. Ama onlara tomarla para kazandıran insanlar maaşlarını alamıyor. Bakanlık denetleyicileri işçilerin haklarını alıp almadığını denetlemesi için de gönderebilir. Bunu talep ediyoruz. Müfettiş nasıl patronla çay içebiliyorsa, lokantada 400-500 liraya yemek yiyebiliyorsa, aynı şekilde gelip işçiye sorabilir. Sadece yapması gereken ayağına inşaatta gezeceği bir ayakkabı giymesi –evet, üstü tozlanacak, ama o kadar da olsun. En azından aldığı paranın biraz hakkını vermiş olur.

Arıkuşu: İş Kanunu’na göre, yirmi gün ücret ödenmezse yirmi birinci gün işçinin işe çıkmama hakkı var, ama bunu işçinin işten atılmamasını sağlayacak şekilde nasıl uygulayacağız? Bu anlamda bir açık var. Bir de yöntem geliştirmişler. Ücreti bir ay illa içerde bırakıyorlar. İşe başlıyorsunuz, bir işi yapıyorsunuz, hak edişiniz hesaplanıyor, hesaplandıktan sonraki ay içinde ödeniyor. Bu da nereyse iki ay boyunca parasız çalışmak anlamına geliyor. Yani içeride sürekli paranız kalmış oluyor.

Taner: Şu anda böyle bir sistem var, 45 gün sonra maaşını alıyorsun. “Benim cebimde kalsın, faize yatırayım” düşüncesiyle ana yüklenicinin altındaki firmalar bunu yapıyorlar. 300 kişinin alacağını faize yatırıyor, iki ayda işçilerin bir kısmının parasını çıkarıyor. Ayrıca, işçiye vermeyip başka yerde yatırım için kullanıyor.

İnşaatlarda sigortasız çalıştırmaya ilişkin bir talebiniz var. Göçmen, kaçak işçilik de yoğun.

Mutlu: Yap-sat firmalarının neredeyse hiçbiri işçilere sigorta yapmıyor. Sigortalı çalıştırdığı söylenen işyerlerinde ise sigorta yevmiye üzerinden yatırılıyor. İnşaatta bir iş bitince öbür iş başlıyor, mermer döşemeye başlamak için sıvacının bitirmesi lâzım, o bitirince işini yapıyorsun. Böyle olunca otuz gün inşaattasın, ama yirmi gün iş alamamışsın, sana on gün iş verebilmiş, sigortanı on günlük yatırıyor. İnşaata bağlı olmana ve başka işe gidememene rağmen sigortan ödenmiyor. Seni sahaya gönderiyor, “git bak, iş var mı?” Bakıyorsun, sahada iş yok, geliyorsun. O günün sigortası yatırılmıyor. Sigortasız çalıştırmak budur. Göçmen işçileri zaten kaçak çalıştırıyor, sigorta hiç yapmıyorlar. Onlara da sigorta yapsınlar, onlar da insan, yaşama hakları var. Madem çalışıyorlar, sana kazandırıyorlar, sigorta primlerini yatır. Kendi vatandaşının sigortasını kaçırıyor, göçmeninkini öder mi?

Arıkuşu: Hava yağmurlu mesela, çalışamadın, o gün sigortanı yatırmıyorlar. İşveren kendi bütçesine göre ne kadar kısabilirse, sigorta primi ödemesini o kadar kısıyor. Türkiye’de yaygın şekilde yapılan bir diğer suç ise, asıl ücretten değil, asgari ücretten sigortanın yatırılması. Hiçbir inşaat işçisi asgari ücret düzeyinde çalışmıyor. Ağır, herkesin yapamadığı iş olduğundan ücretler asgari ücretin üstünde. Ama primler asgari ücretten yatırılıyor. İşçinin emeklilik hakkından çalınarak, vergi kaçırılarak suç işleniyor. Bunu da şöyle yapıyorlar: İşçiye iki tür maaş ödüyor, elden ve bankaya yatan olarak. Primi bankaya yatan üzerinden yatırıyorlar. AGİ paraları da iç ediliyor, işçiye ödenmiyor.

Mutlu: İşsizlik had safhada. Çoğu inşaat durdu. Yeni başlayan inşaat yok gibi. İşçiler “iş bulayım da ne kadara olursa olsun” diyor. Üç ay önce 100 lira olan çırak yevmiyesi 85’e düştü. Şantiyelerde arkadaşlarla konuşuyorum. Niye bunlara hakkımızı verelim? İş yapmazsak aç kalırız belki, ama onlar da o işi yapamadığı için aç kalacak, en çok zararı o görecek. Birlikte hareket etmeliyiz. Bu algıyı yaratmaya çalışıyorum. Dört ay önce mermerin metrekare fiyatı 35 liraydı, bugün 15’e yaptırabiliyorlar. Duvarın metrekare fiyatı 18 liraydı, bugün 11’e yaptırabiliyorlar. Fayansınki 30 liraydı, bugün 14’e yaptırabiliyorlar. Malzeme yüzde 40 arttıysa işçinin hakkından yüzde 50 düşürüyor. Haberlerde deniyor ya, “inşaatta maliyet yükseldi”, aslında müteahhidin, inşaat firmasının maliyeti yükselmiyor, işçinin sırtına yükleniyor. Üç-dört ay önce 250-300 liraya çalışırken şimdi 150 liraya bile çalışamıyorum. Şu an inşaat işçilerinin bütün hakları kesiliyor. İnşaatlarda çalışan temizlik işçileri 65-70 lira yevmiye alıyor. Asgari ücretin altında alanlar bile var.

Onu nasıl kitabına uyduruyorlar?

Mutlu Mesai yaptırıyor. Ay sonu geliyor, maaşını ve mesaisini asgari ücrete denk gelecek şekilde, mesela 1800 lira maaş, 320 mesai, bankaya asgari ücrete denk gelecek şekilde ücret diye yatırıyor. Gerisi olursa elden veriyor.

Kıdem, ihbar tazminatı hakkı talepleriniz arasında. Kıdem tazminatı alan inşaat işçisi var mı?

Arıkuşu: Genelde bir işyerinde bir yıl boyunca çalışan olmuyor. Bu yüzden kıdem tazminatı alan da yok. Bunun yasal bir açık olduğunu düşünüyoruz. İnşaat işçilerinin de kıdem tazminatı alacakları bir düzenlemenin yöntemi bulunabilir. Önerimiz, yıllık kıdem hesabı aylığa, hatta günlüğe bölünebilir. Kıdem, ihbar tazminatını işçi arkadaşlarımız maalesef bilmiyor. Bilmedikleri için de haklarını arayamıyorlar.

Mutlu: 12 yıldır inşaatlarda çalışıyorum. İhbar tazminatının ne olduğunu, kimlere verilip verilmediğini yeni öğrendim. Duymuştuk, ama ihbar tazminatı denince birini ihbar ettiğinde alınan tazminat olduğunu anlıyorduk. Şimdi hakkımızı öğrenmeye başladıkça, bu işlere girdikçe, geriye dönük sigortama bakıyorum, bir-iki yıl çalıştığım firmalar bir ay çalıştı göstermiş, çıkış yapmış, ertesi gün tekrar giriş yapmış. Kıdem, ihbar tazminatını bu şekilde engelliyorlar. Bir işçi bir firmada yıl içinde bir ay çalıştıysa, iki ay çalıştıysa, dört ay çalıştıysa, o kıdem biriksin, yıl sonunda kıdem tazminatlarını alsın.

İşçiler dolmuş, demek bir kıvılcım bekliyorlardı. Biz de Allah’ın izniyle onu ateşledik, başladık bu işe.

İmza kampanyasını nerelerde yapıyorsunuz, nasıl tepkiler alıyorsunuz, hedefiniz kaç imza?

Arıkuşu: Çalışmamız üç şantiyede başladı. Başakşehir Şehir Hastanesi şantiyesi, Zeytinburnu Yedi Mavi şantiyesi ve 3. Havalimanı Metro şantiyesi. Olumlu tepkiler geliyor. 5. Levent, Davutpaşa İnistanbul, Büyükyalı, Altınşehir, Kayaşehir hattındaki şantiyelere, Seyrantepe’deki, Fikirtepe’deki şantiyelere yoğunlaşacağız. Bu sadece İstanbul üzerinde yapılan bir çalışma değil. İzmir’deki arkadaşlar da çalışmayı başlatıyor. Oradaki büyük şantiyelere imza kampanyasını götürme durumu var. Adana’da keza başlayacak. Bursa’da beş bin kişilik bir şantiye var, orada arkadaşlar yapmak istediler. Bir de internette change.org üzerinden bir kampanyamız var. Whatsapp grupları ve sosyal medyadan duyuruyoruz. Öncelikli hedefimiz inşaat işçilerinin imzalaması, o yüzden şantiyelerde, hatta mahalle aralarındaki inşaatlarda bu çalışmayı yapıyoruz. İnşaat işçilerinin meslek grupları üzerinden kurdukları whatsapp, facebook gruplarında birçok ilden “bize de yollayın, biz de çalışma yapalım” şeklinde geri dönüşler alıyoruz. Tabii daha fazla yaygınlaşması gerekiyor.

Mutlu: Şantiye ortamında bu çalışmayı yürütüyorum. “İyi ki böyle bir şey oldu. İhtiyacımız vardı. Nasıl oldu da böyle bir şey yapabildiniz, kimden cesaret aldınız? Yeriniz nerede, üye olalım” şeklinde tepkiler alıyorum. İşçiler dolmuş, demek bir kıvılcım bekliyorlardı. Biz de Allah’ın izniyle onu ateşledik, başladık bu işe. Tabii talepleri okuyunca “Ya bırak, Meclis’e mi gidecek bu?”, “He, Meclis’te taleplerimizi okuyacağız”, “Bu sistemde Meclis’in önüne bile yaklaştırmazlar. İşçiyi kim takar? Reis seni gebertir orada” şeklinde tepkiler de oluyor.

“Reis seni gebertir orada” diyenlere ne diyorsunuz?

Mutlu: “Artık gebermişiz geberdiğimiz kadar, ölmüşüz öleceğimiz kadar. Ha sağ kalmışız ha ölmüşüz, sesimizi çıkartalım” şeklinde bir diyaloğa giriyoruz.

Arıkuşu: Az da olsa ismini yazmaya çekinenler, muhalif olarak tespit edilip yakalanma endişesi yaşayanlar var. Daha başındayız, çok farklı tepkiler alabiliriz, ama genel olarak olumlu. “Bu çok gereksiz bir çalışma, nereden çıktı” diye bir tepki kimseden gelmedi.

Kaç imza toplayacaksınız?

Arıkuşu: Beş bin imza toplayacağımızı tahmin ediyorum.

^