Geride bıraktığımız yıl 1+1 Forum’da söz alanlara iki soru sorduk: 2019’da iyi duygu uyandıran, umut veren olaylar nelerdi? 2020’de hangi alanlarda ne gibi olumlu gelişmeler olabilir? Cevapları alfabetik isim sıralamasıyla huzurlarınıza getiriyoruz…
NESLİHAN ACAR / DGD-SEN ÖRGÜTLENME UZMANI
Kadın hareketleri ve sınıfsal talepler
Tüm dünyada kadın hareketlerinin hızlı bir ivme kazanması ve mevcut isyanlarda da en ön saflarda kadınların yer alması… Bu, Türkiye’deki kadınların verdiği mücadeleyi de bilinir, duyulur ve tartışılır hale getirdi. Sokakta, fabrikalarda, üniversitelerde, evlerde kadın sorunun tartışıldığı ve her kesimden kadının mücadeleye katıldığı bir dönem yaşadık, yaşıyoruz. Kadınlar toplumsal ve somut sorunlarda daha etkin ve mobilize olabiliyorlar.
2019’da işçi sınıfının ve yoksul halkların“geçinemiyoruz” çığlığıyla isyanlar örgütlediğine şahit oluyoruz. Fransız işçi sınıfının genel grevinde de olduğu gibi, işçi sınıfı tarihsel inisiyatifi ve önderliğinde kendi birliklerini örgütlüyor. Ortadoğu’da Irak ve İran daha önce mezhepsel ve kimlik çatışmalarını yaşarken bugün insanlar sınıfsal taleplerle sokaklarda. Lübnan’dan Güney Amerika’ya kadar oluşan tüm gelişmelerin enternasyonal birliği sağlayacak adımlar atacağını düşünüyorum.
EYLEM AKÇAY / PLAZA EYLEM PLATFORMU
Greta Thunberg, Las Tesis, ILO190
2019’un en umut verici olayı, Greta Thunberg’in harekete geçmesi oldu. Bu genç insan birkaç açıdan önemli bir iş yaptı. İlk olarak, esasında “çocuklar geleceğimizdir” klişesinin, çocukların bugünkü varoluşunun ve öznelliğinin tanınmasının önünde engel olduğunu gösterdi. Çocuklar tam bugün ve kendi hayatları için doğru olanı politik olarak ve politik araçlarla talep ettiler. Bunun ne kadar güçlü bir şey olduğu ileride daha iyi görülecek. Bunda Greta Thunberg’in Asperger hastalığı dolayısıyla iklim krizini kendi hayatında deneyimlediği gayet kişisel bir sorun olarak yaşaması da etkili oldu: Bir eylemcinin evrensel bir sorunu zorunlu olarak samimiyetle kendisi için ölüm-kalım meselesi olarak gördüğüne ve doğal olarak bizi temsil ettiğine şahit olduk.
İkinci olarak, bilim ve toplum ilişkisinin politik boyutunu, konferanslarda ve akademide değil, hayatın içinde tartışma ve test etme zorunluluğunu açığa çıkardı. Bilimsel sorumluluk bilim insanlarına ve politikacılara bırakılamayacak kadar ciddi bir meseledir.
Üçüncü olarak, her ne kadar apokaliptik bir tehdit aracılığıyla da olsa, onyıllardır yanından bile geçemediğimiz, evrensel (yani kısmi veya teritoryal olmayan) bir gelecek tahayyülü kazanma umudumuzu yeniden kurdu. Politikanın gelecekle, uzak gelecekle, evrendeki konumumuzla ve türsel sorumluluklarımızla bir ilişkisi olduğunu hatırladık.
Umut verici bir diğer olay, yılın sonlarında gelen Şilili kadınların Las Tesis gösterisinin bulaşıcılığı oldu. Kadınlar gözlerini kapatıp şiddetin tüm dünya toplumlarının bugününde ve tüm organizasyonlarında, kurumlarında nasıl kurulduğunu gösterme cüretinde bulundular. Türkiye’de meclisteki kadınların kendilerini güçlendirmek ve seslerini duyurmak için bu dalgadan faydalanmaları da umut verdi.
Üçüncü umut verici gelişme, ILO 190 sözleşmesiydi. Bu sözleşme, sınıf mücadelesinin yeni cephesinin açıldığını işaret ediyor. Sermaye tarafı son onyıllardaki olağanüstü gücüne güvenerek iş hayatıyla iş dışı hayat arasındaki ilişkiyi yeniden düzenlemeye zorluyor. Bu esasında ruhsallık alanında bir sınıf mücadelesine davet çıkarmak anlamına geliyor. İşçi tarafı buna bir yandan pek toplumsallaşmayan ve bireysel trajediler, intiharlar, aşırı çalışmadan kaynaklanan ölümler ve sağlık sorunları, görünürlüğü sınırlı kalan ufak çaplı direnişler ve sermayeden bağımsızlaşan sıkı bağlarla tepki gösteriyor. Diğer yandan da geleceksizlik ve bütünsel aşağılanma çeşitli yön ve şekillerde ortaya çıkan kitlesel direnişlerle cevaplanıyor. Ancak ILO, uluslararası düzeyde ve devletlerle birlikte işçilerin olası örgütlü ve politik cevabını proaktif bir şekilde karşılamak için bir araya geliyor. Bir anlamda devletlere bu kavgada alacakları konumu soruyor. Britanya’daki yalnızlık ve intihar bakanlıklarıyla birlikte, yerleşik kurumların attığı adımlar, hayatın bütünü üzerinde yaşanacak sınıf savaşımı için savaş alanını önceden düzenlemeye çalışıyor. Bu gerçekten umut verici, çünkü yeni açılan bu cephede işçi tarafının savaşa hazırlanmasını da hızlandıracaktır.
2020’den beklentilerim bunlarla bağlantılı. Bu çağın öznelliklerinin mücadele araçlarını, mücadele repertuarlarını geliştireceğini umuyorum. Ruhsallık alanında örgütlü ve politik bir mücadelenin tanımlanması için önemli adımlar atılacaktır. Greta’nın örneklediği gibi, kişisel sorunların, o sorunları herkesin sorunu haline getirmeden çözülemeyeceği gittikçe daha fazla anlaşılacak. Benzer şekilde, toplumsal sorunların (yani tüm dünyanın sorunlarının) da kişisel sorunlar kadar önemli olduğu gittikçe daha fazla anlaşılacak.
NECLA AKGÖKÇE / FEMİNİST SENDİKACI, GAZETECİ
Düzenin dikişleri tutmuyor, sesler yükseliyor
Genel anlamda, İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinin ortak ittifak politikası sonucunda kazanılması bende umut yarattı. Birlikte olursak bir şeyler yapabiliriz gibi bir duyguya kapıldım. Fakat, beraber olduklarımızla bir adım daha atamayacağımızı da HDP belediyelerine kayyum atanması karşısındaki sessizliklerinde anlamış olduk. İyi duyguların bir kısmı bu süreçte gitti.
Türkiye’de ve dünyadaki feminist hareket, kalkışmalar aslında 2019’da bana çok umut verdi. Biliyorsunuz, 8 Mart’ta binlerce kadın feministlerin çağrısıyla Taksim’de yürüdü. 25 Kasım’da polis zoruyla kadınlara kapatılan Taksim alanı kadınların direnişiyle bu yıl açıldı.
8 Mart’ta, Latin Amerika’dan İspanya’ya pek çok ülkede feminist grevler yapıldı ve feministlerin çağrıda bulunduğu bu grevlerin önemli bir bölümüne sendikalar da katıldı. İspanya’da İspanya Sendikalar Birliği’nin, İsviçre’de sendikaların 14 Haziran’da yapılan feminist greve kadın işçi talepleriyle katılarak 24 saatlik grev yapması gerçekten de önemli ve umut verici bir gelişmeydi.
Sendikalar feministlerin çağrılarına kulak vererek hem kadın işçi taleplerini radikalleştirdiler hem de feminist hareketin ivmesiyle kadın talepleri için sokağa çıkmış oldular. Bu alandaki diğer önemli gelişme ise ILO’nun haziranda 190 sayılı sözleşmeyi (Kadına yönelik şiddet ve cinsel tacizle mücadeleyi konu edinen) kabul etmesi oldu. Bu, #MeToo hareketi ile feministlerin işyerindeki cinsel tacizi deşifre etmesi ve bu konuda sendikal hiyerarşinin bir bölümü haline gelmiş olan kadın yapılarının harekete geçmesiyle gerçekleşti. ILO’nun ve sendikaların feminist talepleri ehlileştirdiği bir gerçek, ama yine de tüm dünyada kadına yönelik şiddet ve cinsel tacize karşı yasal bir alt zemin oluşturması olumlu bir gelişme.
Üretimin, emeğin, emekçinin değersizleştiği, işçi sınıfının özel istihdam büroları aracılığıyla kiralanmaya başlandığı, kıdem tazminatı dahil çalışanların çalışmadan kaynaklanan her türlü güvencesinin ve haklarının elinden alındığı, krizle, özelleştirmelerle binlerce emekçinin işinden olduğu AKP’nin sömürü, talan ve şiddet düzeninin çeşitli toplumsal kesimler tarafından artık hiç olmazsa görülmeye başladığını düşünüyorum.
Asgari ücretli geçinemiyor, emekliye maaşı yetmiyor, memurlar sürünüyor, sürülüyor, mahkemeler çalışmıyor, hastanelerde insanlar muayene olmak için eskisine göre çok daha fazla katkı payı ödüyor, ilaçların çoğunu sigorta karşılamıyor, karşıladıklarında ise epey bir para ödemek zorunda kalıyorsunuz. İşyerlerinde kadına yönelik şiddet ve cinsel taciz arttı, kadınlar işten çıkarılma korkusuyla kımıldayamıyor… Düzene ilişkin hiçbir yapının dikişleri tutmuyor ve bu durum insanların gündelik yaşamlarını etkiledi, onları hayatlarını sürdüremez hale getirdi. İnsanlar dışarılarda daha fazla konuşmaya, seslerini yükseltmeye başladılar. Emeklilerden ev kadınlarına, herkes bir biçimde tepkisini dile getiriyor. Bunların aynı eksende toplanması lâzım. 2020 yılında bu konuda daha somut adımlar atabileceğimiz umudunu taşıyorum.
Bir de asıl umutlandığım şey, feminist grevlerin daha da yaygınlaşarak yükselmesi. Türkiye’de genç feminist arkadaşların feminist grev çalışmalarını yoğunlaştırması umut veriyor.
EMRAH ARIKUŞU / EKMEK VE ONUR DERNEĞİ SÖZCÜSÜ
8 Mart grevi, Las Tesis, 31 Mart-23 Haziran
Dünyada 8 Mart kadın grevi önemli bir eşiği işaret etti. Şili ile başlayan ve dünyaya yayılan Las Tesis eylemleri dünya genelinde kadınların ortak sorunlarını açığa çıkarmasını ve ortak bir ruh oluşturmasını sağladı. Türkiye’de ise 31 Mart-23 Haziran seçimleri halkın faşizme itirazının göstergesi oldu. Yenilmezlik zırhı delindi. Gezi’den bu yana halk güçlerinin bitmeyen arayışını gösterdi. Halkın politize olduğu, umutlandırıcı, karabasanı dağıtan bir süreç oldu 2019.
Şili, Irak, Lübnan ve başka birçok ülkedeki halk hareketleri dünyada neoliberalizmin krizini gösteriyor. Ekolojik krize karşı yapılan küresel çapta gençlerin eylemi de umudu büyütüyor.
2020’de krizin etkisi ile işçi eylemlerinin artma potansiyeli var. Şimdiden 2020’ye devreden eylemler mevcut. Metal işkolundaki toplu sözleşme de başarılı olursa işçi eylemleri yaygınlık kazanacaktır. Ama sonuç ne olursa olsun işçilerin eylemlerinde artış olacaktır. Özelikle 1 Mayıs çok kalabalık geçebilir. AKP iktidarının daha da zorlanacağı ve halkçı seçeneğin daha da öne çıkacağı bir süreç yaşanabilir. AKP kendi kitlesinde meşruiyetini yitirmeye başladı, bu dönem daha da artacaktır ve halkın önü açılacaktır.
GAYE BORALIOĞLU / YAZAR
Nice ışık yandı
Bütün alacakaranlık atmosfere rağmen dünya yüzünde umut verici pek çok olay oldu bu yıl. İklim protestoları, #MeToo hareketinin devam eylemleri, İran’da kadınların isyanı, ABD’de meclisteki muhalif sesler, Fransa’daki Sarı Yelekler, Cezayir ve Lübnan’daki protestolar, son olarak da Şili’deki Las Tesis gibi son yılların alacakaranlık atmosferini dağıtan nice ışık yandı. Bunlar görmezden gelinen, horlanan, yok sayılan gençlerin, kadınların, ötekilerin varlıklarını, kimliklerini ortaya koydukları birer haysiyet hareketi bence. Aynı zamanda göründüklerinden daha önemli bir başka umut verici gelişmenin de habercileri.
Bu hareketlerin pek çoğu kadınların liderliğinde gerçekleşiyor. İklim değişikliği aktivisti Greta Thunberg, #MeToo hareketinin öncüsü Tarana Burke, ABD tarihinin en genç kongre üyesi, Porto Rikolu, şahane kadın Alexandria Ocasio-Cortez, İzlanda’da ekonomik büyümeyi değil insan mutluluğunu önceleyen politikalarıyla ses getiren Başbakan Katrin Jakopsdottir, Brezilyalı siyaset bilimci, aktivist ve politikacı, güzel gülüşlü Tabata Amaral, İtalya’da 14 yaşında evlendirildiği kocası başka bir mafya tarafından öldürüldükten sonra tanık koruma programına alınan ve yıllar sonra ortaya çıkıp mafyaya karşı mücadele eden, seçim kampanyasını yüzünü göstermeden sürdürmek zorunda kaldığı için “yüzsüz aday” diye nitelenen, 2019’da İtalya Temsilciler Meclisi üyesi olan Piera Aiello, Türkiye’de yenilenen İstanbul seçimlerinde aslanlar gibi sandığı savunarak, bunun için uzun zamandır CHP’de göremediğimiz bir şeyi yapan, gençleri örgütleyerek savaşan ve AKP’nin İstanbul’u kaybedip Ekrem İmamoğlu’nun ikinci kez ezici bir farkla belediye başkanlığını kazanmasında büyük rol oynayan Canan Kaftancıoğlu (ki bence bu olay Türkiye’de 2019’da gerçekleşmiş nadir umut verici gelişmedir), Las Tesis’le polise, devlete, erkeklere suçlarını haykıran Şilili kadınlar, Mesih Alinejad’ın ateşlediği fitilin peşinden İran’da başörtüsü zorunluluğuna kanları, canları pahasına direnen kadınlar çok önemli bir hakikate işaret ediyor.
Artık erkeklerin saltanatı bitiyor, muhalif hareketlere öncülük eden bu kadınlar yeni bir ütopyanın habercileri. Dünya kadınların ellerine geçiyor. 2019’da bu yönde pek çok alâmet belirdi. Eminim gerisi de gelecektir.
En büyük temennim insanlığın başına musallat olan gerici, ırkçı, faşist, ahlâk yoksunu liderlerin bu dünyayı terk etmeleri. Ölmeseler bile iktidarlarını kaybetsinler. 2020 için bu dilek gerçek dışı görünebilir, ama Che Guavera’nın söylediği gibi “gerçekçi ol, imkânsızı iste”.
KORKUT BORATAV / İKTİSATÇI
Direnme dalgaları
Arjantin’de neoliberalizmin gözde temsilcisi Macri’nin başkanlık seçimini sol-Peronist Fernandez ikilisine yitirmesi umut verici oldu. Üstelik IMF ile 56 milyar dolarlık (ve büyük bölümünü kullandığı) bir kredi anlaşmasına rağmen (aslında kısmen de bu nedenle) ülkesini sürüklediği ağır bir ekonomik kriz sonrasında oldu bu. Finans kapitalin tahakkümüne Arjantin halkı tarafından sert bir darbe vuruldu. Türkiye’de ise yerel seçimlerinde AKP’nin kayıpları umut vericidir. Özellikle 23 Haziran İstanbul seçim sonuçları, AKP iktidarının dağılma sürecine girdiğini gösterdi. Toparlanması imkânsız değil, ama çok güç.
Dünya halklarının neoliberalizme ve emperyalizme karşı direnme dalgalarının süreceğini bekliyorum. İktidarları değiştirecek örgütlenmeler henüz olgunlaşmadı. Ülkeler arası büyük farklar var. Bu alanda özellikle Latin Amerika’da önemli ilerlemeler umuyorum.
HAMİT BOZARSLAN / SOSYOLOG-SİYASET BİLİMCİ
Demokrasi arzusu
Her şeye rağmen: Arap âleminde, Latin Amerika’da ve Hong Kong’da yoğun bir demokrasi arzusu, iktidarın “belirliğinden”, kleptokrasiden kurtulma arzularının dile getirilmesi… AB seçimlerinde beklenen/korkulan felaketin gerçekleşmemesi…
Ve Türkiye’de ve Rojava’da Kürt hareketinin bütün baskı ve katliamlara rağmen çökmemesi…
Bunlar 2020 için cılız da olsa bir umut veriyor.
İLHAN CİHANER / CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
Halkların isyanı, kadın hareketi, hiphop, Kazdağları protestosu
Doğrusunu söylemek gerekirse, sorularınızın beni iki nedenle dehşete düşürdüğünü şaşırarak farkettim! İlki genellikle eleştirel yaklaşmam nedeniyle “iyi”yi çok telafuz etmemiş olmadığımı farkettim. İkincisi ise “iyi duygu”yu hep siyasi alanda aradığımı farkettim. Yaşamın koşullarını genel olarak belirleyen siyaset olmakla birlikte böyle bir eşitlemenin neredeyse marazi olduğunu da kabul etmek gerek. Ama 1+1 Forum’un beni seçmesinin esasen bu kimliğim nedeniyle olduğunu kabul ederek yanıtlamaya çalışayım.
Bence dünyada 2019 yılına, kapitalist/baskıcı sistemlere başkaldıran halkların isyan hareketleri damga vurdu. Henüz hiçbiri programını, liderliğini ve ideolojisini olgunlaştırmamış olsa da bu hareketlerin insanlığı ileri bir noktaya taşıyacağı konusunda ümitvarım. İnsanlığa yüzyıllardır açlık, savaş, yıkım ve sömürüden başka bir şey vermeyen kapitalizm/neoliberalizm artık “sahipleri” tarafından da sorgulanıyor.
İklim krizi eksenli tartışmaların dünya siyasetindeki ağırlığının artmasını da geleceğimiz açısından olumlu buluyorum.
Sanırım hepimizi en çok umutlandırması gereken bir diğer olgu ise kadınların siyaset sahasına daha fazla müdahale ve itiraz etmeye başlamış olmaları. Bir kez sahaya çıktıklarında sonuç almadan bırakmamaları, direngenlikleri ve kirli ilişkilere uzaklıkları… Bizim de siyasetimizi daha fazla “feminize” etmemiz gerektiğini gösteriyor bu durum.
Geleceğe dair iyi hisler duymamı sağlayan bir diğer şey ise özellikle halkçı/halk yararına düşünen iktidarlar tarafından kullanılması koşuluyla, insanlığı ileriye götürecek bilişim, yapay zeka ve robot teknolojisindeki gelişmeler.
Dünyaya dair bu tespitlerin az çok bizde de yansımaları var doğal olarak.
Dünyadan yansıyanlara ek olarak 2019 yılının yarısında bizi meşgul eden yerel seçimler. Her ne kadar olağanüstü bir hata olarak iletişim politikalarına ve sağcılaşmaya indirgeniyor olsa ve bu haliyle risk barındırsa da, AKP/MHP iktidarının pekâlâ yenilebilir olduğunu göstermiş olması ve toplumsal muhalefetin kendisine güvenini artırdığı için önemli buluyorum.
Ama itiraf edeyim, kendimi ülkeme dair en iyi hissettiğim anlar sanırım rap/hiphop sanatçısı gençlerimizin baskının en çok hissedildiği bir anda arka arkaya çıkardıkları şarkıları dinlediğim an, Kazdağları protestosunda binlerce genç kadın ve erkekle şirket ve jandarma barikatını aştığımız an ve iki genç kızımızın saldırgan bir erkek güruhuna karşı cesaret ve sakinlikle karşı çıktıkları andı. Haksızlık etmeyeyim, Flormar ve 3. Havaalanı benzeri mücadeleler, tutuklamaların ve mahkûmiyetlerin yıldırmadığı aydınlar, siyasetçiler… Bunların hepsi ülkemizin dinamiklerinin çok güçlü olduğunu gösteriyor.
2020’de de bu dinamiklerin daha yaşanabilir bir Türkiye için tüm başlıklarda mücadele edeceklerine ve başaracaklarına inanıyorum. Ancak mevcut iktidarın devamı için neleri göze alabileceğini ve bu mücadelenin motoru olacak örgütlü yapıların/partilerin doğru konum alıp alamayacaklarını kestirememek iyimserlikle temkinliliği aşan bir kötümserlik arasında gidip gelmeme neden oluyor.
Sanırım “aklın kötümserliği, iradenin iyimserliğidir” tespitini yapıp “mücadeleye devam” demeliyiz.
ZEHRA DOĞAN / RESSAM, GAZETECİ
Kadınların dansı
2019’da bana en çok ümit veren olay yerel seçim sonuçlarıydı. Halkların itirazı olarak okudum sonuçları. Her şeye rağmen bir şeyler değişebilir diyebildim. Herkesi kapsayan, eşitlikçi yönetim biçiminin çok uzakta değil, yakında olduğunu düşündüm. Ama gel gör ki, AKP hükümetinin Kürtlere dönük saldırısında, umut uyandıran yerel yönetimler bu kez hayal kırıklığına dönüştü. Onlarca çocuğun, Havrîn Xelef’in, yaşlıların, gençlerin kendi topraklarında katledildiği işgale destek açıklamaları, birçok Kürt gibi beni de bir kez daha düşündürdü. Söz konusu Kürt olunca herkesin aynı cephede durması, ilk kez olmasa bile, yine şaşırttı. Oysa yerel seçim sonuçları umutlandırmıştı.
2020 umudum için hiç düşünmeden kadınlar demek istiyorum. Siyaset ötesi bir enerji, bir dayanışma bizdeki. En kötü atmosferlerde siyasi partilere dair fikir beyan ettiğimizde, “A partisi B partisiyle asla yan yana gelmez” deriz, ama kadınlar ne görüşte olursa olsun sokakta yan yana mücadele edebiliyor. Bugün Şili’nin, Lübnan’ın sesini politikacılar değil, kadınlar duyurdu. Duyurulan sese yine dünya kadınları ses verdi. Fransa, İngiltere, İspanya, İtalya, Türkiye ve Kürdistan’da kadınlar aynı anda meydanlarda, devletlere karşı “Tecavüzcü Sensin” diye haykırdı. Dilleri ayrı da olsa, kadınlar birbirini anlıyor. Çünkü mücadeleyi sanatla yoğuruyoruz. Erkeklerin siyaseti artık miadını doldurdu. Kurtaracaksa dünyayı kadınlar kurtaracak. 2020 kadınların dansının yılı olacak; tek bir ülkede de değil, çünkü kadınlar her yerde. 2020’de kadınlar büyük organizasyonlarla bir araya gelerek birlikte daha fazla nasıl hareket edebileceklerini konuşacak. En azından bunu diliyorum, çünkü buna ihtiyaç var.
DUYGU GÜNDOĞDU / KİRPİ SPOR KURUCUSU
Dayanışma ve yolların kesişmesi
Diğer senelerden ne kadar farklıydı 2019, bilemiyorum. Sanki iyilikler daha bir arttı, sanki kötülükler daha bir arttı. Burada da kutuplar arasındaki fark açıldı gibi. İzahı zor. Bir otobüs şoförünün beni “günaydın” diyerek karşılaması da, bir kafe görevlisinin güleryüz göstermesi de güzel hisler uyandırdı ruhumda. Çok etkiliydi bu davranışlar hayatımda. Bunlar geçmişte yok muydu? Evet, belki vardı, ama sanki bu yıl insanlar daha bir birbirine güvenme ihtiyacı içindeydi ve “bana güvenebilirsin” mesajını verme çabasındaydılar. O kadar yıprandık ve koptuk ki birbirimizden, sanki herkes birbirine dayanışmasını kanıtlama çabasına girdi. Güzel canlarla karşılaşmış olmak, güzel insanlarla tanışmak, yolların kesişmesi, bir arada olmak 2019’un benim açımdan en güzel tarafıydı.
En büyük huzurum ise evdeki iki kedi oğlum ve köpek kızım. Ve tabii ki sokaktaki çocuklarım… Baktım ki insanlaşmak oldukça çirkinleşiyor, ben de hayvanlaşmaya gayret gösterdim. İnsanlık günümüz dünyasındaki gibi egoistse, boş ver diyorum.
2020’den beklentime gelince, maalesef eli yüzü düzgün hiçbir cevabım yok. Sanırım akışına yaşamaya alışmakla alâkalı. Ama uğradığım cinsel saldırı davası üç yılın sonunda bari sonuçlansa, sokaktaki canlıları koruyup kollayabileceğim bahçeli bir evim olabilse, özel sektör korkunçluğu azalabilse, ensest, çocuk istismarı, kadın cinayeti, hayvan katliamı, iş cinayeti, yoksulluk kavramları hayatımızdan çıksa…
ONUR HAMZAOĞLU / HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ ÜYESİ
“Üçleme” ve ötesi
“Erdoğan’ın 2019 üçlemesi: Termik, simit ve güvenlik” Türkiye’de bende iyi duygu uyandıran, bana umut veren olaylar oldu!
AKP ve kadroları için Kasım 2002’de başlayan tek başına hükümet olma hali, 2010’a gelindiğinde, iktidarın parçası olmaya dönüştü. Çok kısa bir süre sonra, partinin neredeyse tüm organları yerine “bir tek kişi” var olmaya başladı. Bir yıl öncesine kadar da aldığı kararları, kim ne derse desin değiştirmeyen, vazgeçmeyen, caymayan bir tutum sergiledi AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan. Haziran 2018 genel seçimlerini de Mart ve Haziran 2019 yerel seçimlerindeki yenilgiyi de bu tavizsiz tutumuyla aştı. Tek başına karar verici olduğunu birçok açıklaması ve kararıyla doğrudan ya da dolaylı olarak gösterdi. Bununla birlikte, Aralık 2019’da, yılın en uzun gecesine kadar, kendi adına başlatılan ya da onun adına kamuoyuna duyurulmuş olan üç konuda “vazgeçti”, “vazgeçmek zorunda kaldı”. Paylaşacağım örneklerin içeriğinden çok daha fazla önemsediğim, bana umut veren, söz konusu “vazgeçmeleri” doğuran koşullar ve gelinen aşama. Üçlemenin her birinde, muhalefet partilerinin bu zamana kadar rutinleşmiş karşı çıkışlarına ek olarak, bunları oldukça aşan ve her bir konuyu kamuoyuna maleden bir biçimde, demokratik kitle örgütlerinin ve ortalama yurttaşın sahiplenişi oldu. Bu aşamadan sonrası beklemeyle, kendiliğinden değil, kabul etmeyen herkesin ve her bir siyasi ve sivil yapının doğrudan aktif muhalefetine muhtaç olsa da 2019’un en uzun gecesinde umudum yükseldi.
AKP diye bir parti uzun süre önce bitirilmişti, ama orada olanların ya da ayrılan ve atılanların başka bir yapıda siyasete dönmeyi bırakın, muhalefet edebilmesi bile olağan olmayan bir durumdu. Bir yandan ekonomik kriz, militaristleştirilen ve gündelik yaşamın bir parçası haline sokulan dış politikada yaşananlar, öte yandan AKP’den kopan ve koparılanların yürüttüğü parti kurma faaliyetlerinin tümüne rağmen, zor da olsa benzer tutum, kamuoyunun dikkatini çeken değişiklikler olmadan sürdürülebiliyordu. Ancak, ne olduysa oldu! Aralık başında, “büyü bozuldu”, “prenses, kül kedisine dönüştü”. Süreç hızla ilerledi, üç hafta içinde benzer özellikteki üç olayı hep birlikte gözlemledik.
Üçlemenin ilki: 61. Hükümet, ya da 3. Erdoğan Hükümeti tarafından 11 şehirde kurulu, kömürle çalışan 16 termik santral, 2013’te yılında patronlara satılmış-özelleştirilmişti. Aynı hükümet tarafından bu patronlara, söz konusu kömürlü termik santrallerden kükürt giderim tesisi başta olmak üzere, baca arıtma tesisi olmayan ya da yetersiz olanların bacalarına gerekli filtrelerin taktırılması için 31 Aralık 2019 tarihine kadar, altı yıllık süre ve 535.7 milyon TL de teşvik verilmişti. Sürenin sonuna gelindi, ancak taahhüt edilen, üstüne üstlük teşviki de alınan filtreler takılmadı. Baca filtresi takma zorunluluğunun süresini 30 Haziran 2022 tarihine kadar uzatmayı da içeren torba yasa teklifi, 24 Ekim 2019 tarihinde AKP TBMM Grup Başkanlığı tarafından TBMM Başkanlığı’na sunuldu. 21 Kasım 2019’da AKP’li ve MHP’li 217 milletvekilinin oyuyla kabul edildi. Ve 7193 sayılı Yasa olarak prosedürün tamamlanması için Cumhurbaşkanı’nın onayına sunuldu. Ancak, Erdoğan’ın AKP Genel Başkanı sıfatıyla sahibi olduğu yasa tasarısı ve ilgili düzenlemeyi sağlayacak olan 50. madde, AKP’li Cumhurbaşkanı kimliğiyle veto edildi.
Üçlemenin ikincisi, bildiğimiz simit üzerinden, ancak simidin sarayı üzerinden yaşandı. Ziraat Bankası’nın bir kuruluşu olan Ziraat Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı’nın Simit Sarayı’nın yüzde 51 hissesini devralmak için Rekabet Kurulu’na yaptığı başvuru, aralık ayında gündeme geldi. Gündeme gelir gelmez, sadece muhalefet partilerinin değil, aynı zamanda demokratik kamuoyunun ve neredeyse simit yiyen herkesin gündemi oldu, tepkisini çekti. Simit Sarayı ortaklarının siyasetçilerle ve akrabalarıyla ilişkileri, yatırımları vb. bir bir konuşulmaya başlandı. Tepki çok kısa sürede çığ gibi büyüdü. Birkaç gün sonra, 18 Aralık’ta, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan gazetecilerin sorularını yanıtlarken, bunu tasvip etmesinin mümkün olmadığını açıkladı. Aynı gün, başvuru Rekabet Kurulu’nun web sayfasından kaldırıldı.
Üçlemenin son olayı 21 Aralık’ta yaşandı. Bilindiği gibi, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 48. maddesine, 15 Temmuz asker kalkışması gerekçe gösterilip eklenen düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş ve karar 29 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlanmıştı. Bunun üzerine, “ilk defa ya da yeniden kamu hizmeti ve görevlerine atanacaklar hakkında yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması hükümlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin” maddeler, yeni bir torba yasa içinde uygulamaya konmak istendi. Örgütlü tepkiler kamuoyunda hızla yükseldi. Ve yılın en uzun gecesi başlarken, TBMM’de görüşülmekte olan torba yasa tasarısından güvenlik soruşturmasıyla ilgili maddeler çıkartıldı.
2019’da dünyada bende iyi duygu uyandıran, bana umut veren olayları olarak Fransa’daki “Sarı Yelekliler”i ve Aralık 2019’da yaşanan genel grev ile dünyanın neredeyse her bir köşesinin ayakta oluşu halini sayabilirim. 2020’de, “ekmek” alanından başlayarak, günlük yaşamın bütün alanlarını bir alev gibi saracak olumlu gelişmeler yaşayabilmeyi bekliyorum.
İNTİZAR / SURİYELİ GÖÇMEN
İntizarla her şey yoluna varacak
Bana transgender veya transseksüel diyorlar. Transeksüel ya da transgender, bunların hepsi bize biçilen kimlikler, ama ben bu değilim, bu kimliği ve bu tanımları kendime uygun hissetmiyorum. Küçüklüğümden beri hep kız hissediyorum kendimi. Ben kızım. Bazen ameliyat olmak istiyorum, ama etimi parçalayacaklar gibi hissediyorum. Sonra dikiş atacaklar. Büyük bir şey değişecekmiş gibi hissetmiyorum, anlatabildim mi? Neyin değişeceğini pek anlamış değilim, ben zaten kadınım. Kendim için hiçbir gün ne transgender ne de transseksüel dedim. İşte 2019’da bana en çok umut veren olay da bununla ilgili. Beni en heyecanlandıran, en mutlu eden, en büyük umut veren olay: Anneme durumumla ilgili her şeyi anlattım ve bana güzel tepki verdi. Önceden de söylediğim gibi, kendime İntizar (güzel bir şeyi umutla beklemek) ismini verdim, çünkü intizarla her şey yoluna varacak inşallah.
Tabii ki insan güzel ve iyi şeyler bekliyor. Artık düşüncelerim ve kararlarım sadece beni ilgilendirecek, kimsenin onlara müdahale etmesine izin vermeyeceğim. Her aldığım kararı kendi aklımla, sadece kendi kendime alacağım. Her şeyi mutlulukla bekliyorum ve güzel olacağına inanıyorum. Tabii ki tüm bunlar biraz vakit istiyor ve intizar…
FİLİZ KERESTECİOĞLU / HDP ANKARA MİLLETVEKİLİ
Kadınlar vazgeçmiyor!
Feminist mücadelenin, kadın hakları mücadelesinin Türkiye’de en köklü ve en dönüştürücü mücadelelerden biri olduğuna inanırım. Bu düşünceden hareketle Türkiye’ye baktığımızda, her türlü baskı ve zorbalığa, her türlü engellemeye rağmen gerek 25 Kasım’da gerek 8 Mart’ta kadınların Türkiye’nin her yerinde sokaklarda olması, gasp edilmek istenilen haklarından asla vazgeçmemek için her daim mücadele etmesi 2019’da yüzümü güldüren ve iyi hissettiren anlardır. Nitekim, dünyaya da baktığımızda özellikle Şili’den başlayan ve Fransa’ya, Almanya’ya, Lübnan’a ve başka birçok ülke gibi Türkiye’ye de yayılan Las Tesis gösterilerinin, güçlü söylemiyle birlikte ne kadar etkili olduğunu görmek mümkün. Umutluyum, çünkü kadınlar vazgeçmiyor! Kadınlar mücadele ediyor. Bu sistemi dönüştürecek olanlar da yine kadınlar olacak.
Dünyada çocukların ve gençlerin açık bir zihinle ve farklı bir akılla yürüdüklerini görebiliyorum. Bunun en güzel örneklerinden biri iklim krizi konusunda dünyaya bir manifesto sunan Greta Thunberg oldu. Çok ciddi sorunlardan biri olan iklim krizi konusunda mücadelenin yükseleceğini, yine dünyada yerli halkların 2019’da yürüttükleri mücadelenin daha da yükselebileceğini, kapitalizmin çıkışsız krizi içinde boğulan yoksulların, eğer örgütlenmeyi başarabilirlerse dönüştürücü olabileceklerini düşünüyorum. Aslında bütün dünyaya baktığınızda, bu eşitsiz, sömürü düzeninde, baskıcı rejimler tarafından kimlikleri reddedilenlerin isyan içinde olduklarını, ama karşılarındaki güçlerin de yabana atılır olmadığını görüyoruz. Buna rağmen yürütülen mücadelelerin otoriter rejimlerde ciddi sarsıntılara yol açacağını, bu mücadelelerin giderek daha fazla dönüştürücü olacağını düşünüyorum. Ülkemiz açısından da HDP’nin varlığı, onca baskıya rağmen mücadeleyi sürdürebilmemiz de bir umut kaynağıdır. İnsanlar artık partimizin bu ülkenin olmazsa olmazı olduğuna daha fazla inanıyor. Özellikle Kürt halkının barış isteğini hâlâ koruması da ayrıca insana umut veriyor.
ERTUĞRUL KÜRKÇÜ / HDP ONURSAL BAŞKANI
Sadece akıl değil, onur da ayaklandı
Toplumsal muhalefet açısından 2015-2019 arası büyük başarıların büyük yıkımlarla, büyük sevinçlerin büyük acılarla iç içe geçtiği, ama esasen savaş ve diktatörlüğün bütün demokratik birikimleri yıkarak dalga dalga yükseldiği bir dönemdi. 31 Mart 2019’da, Kürdistan’dan Batı’nın büyük şehirlerine uzanan dalgakıran diktatörlüğün Kürt halkına, Türkiye ve Kürdistan’ın demokratik ve toplumsal özgürlük güçlerine saldırısını durdurdu. Onu tek ayak üzerinde bıraktı.
Ancak, asıl “umut verici” olan, seçim mekaniğinin işleyişiyle yerel yönetimlerin el değiştirmesi değil, bu değişim sürecine yön veren yeni toplumsal-politik dinamiklerdi. Yerel seçimler sürecinde halklar, toplumsal ve politik odaklar ve güçler ile ezilen ve muhalif kimlikler arasında özgün bir demokratik davranış ortaklığı kalıbı oluştu. Bu, hiç kimsenin rica ve minneti ya da yüksek zekâsının değil, halkların kolektif bilgeliğinin eseriydi.
2015 genel seçimlerinden bu yana kendini kuvvetle duyurmaya başlayan bu yöneliş artık seçimleri “bizim parti”nin kazanıp kazanmadığıyla ilgilenmiyordu. Siyasi süreçleri Türkiye ve Kürdistan’ın “özgürlükçü”, “demokratik” ve “barışçıl” dönüşümü için bir halklar ortaklığının kuruluş imkânı açısından okuyor, bulduğu, yarattığı her imkânı diktatörlüğe direnişin hizmetine sokuyordu. Bu toplumsal-politik dinamikler partilere/partilerine sırt çevirmediler, ama onların önüne geçtiler; partiler de yönlerini onların akış doğrultusuna döndüler, aydınlandılar.
Kimse, evden eve, mahalleden mahalleye, dost sohbetlerinden halı saha maçlarına, altın günlerinden pazar alışverişlerine, kahvelerden okul kantinlerine kadar her yere yayılan bu müzakere ve istişare sürecinde mayalanan kolektif zekânın önünde duramadı. Ve, sadece akıl değil, onur da ayaklandı: İstanbul seçimlerinin iptalinin ardından ziyaret ettiği evdeki yaşlı, hasta Kürdün yattığı yerden İmamoğlu’na söyledikleri bu sürecin özetiydi: “Bizim emaneti senden alanı Allah’a havale ediyorum. Bu sefer üç katı olacak. Hepimizin izzet-i nefsine dokunmuştur!” 2019’un önemi işte burada, “izzet-i nefs”in bilgelik eşliğinde ayaklandığı yıl olmasında. Bundan daha umut verici ne olabilir?
Kürtler, 2019’da diktatörlüğün dengesini sadece “içeride” değil, “dışarıda” da yıktılar. 2019 biterken SDG önderliği Türkiye’nin Rojava istilası karşısında izlediği taktikle halklarını kanlı bir badireden ve bir soykırımın hedefi olmaktan büyük bir hızla uzaklaştırırken siyasi ve askeri güçlerini de stratejik kayıplara uğramadan geleceğe taşımayı başardı. Kürtler, Suriye’nin ortak geleceği için işleyen bir toplumsal-politik modele ve barış masasında bütün taraflarla eşit şartlarda siyasi müzakere olgunluğuna sahip olduklarını ortaya koydular. Diktatörlüğün “terörizm” tekerlemesini boğazına dizdiler. Hulusi Akar’ın, NATO zirvesi sonrasında çıkardığı bilanço diktatörlüğün uluslararası iflasını da özetlemeye yetiyordu: “Yalnız bırakıldık.”
Uluslararası alandaki en umutlu gelişme de umutsuzluğun bağrından doğdu. 2018’de, sera gazı salımı tarihteki en yüksek düzeye çıkmıştı. İnsanlık, Marx’ın tabiriyle “toplumsal metabolizmanın karşılıklı bağımlılık sürecinde ortaya çıkan onarılmaz çatlak”ın içine yuvarlanırken ortaokul-lise öğrencilerinin 2019 boyunca Avrupa ve ABD’de başlattıkları “iklim için okul grevleri” iklim krizini dünya gündeminin başına yerleştirdi. Eylülde öğrencilere katılan milyonlarca insanın “Yeryüzü Grevi” insanlığın kapitalizme çocukları aracılığıyla verdiği varoluşsal bir tepkiydi. Çocuklar “kıyamet kopacak korkusuyla ‘büyükler’in öbür ‘büyükler’e yüksek sesle söyleyemedikleri gerçeği –kıyametin çoktan kopmuş olduğunu”– bütün dünyaya haber verdiler. “Kitlesel bir yok oluşun başındayız ve sözünü edebildiğiniz tek şey para ve ebedi ekonomik büyümeye dair peri masalları,” diye haykırarak kâr eksenli kalkınma yolunun sonuna gelindiğini duyuran milyonlarca çocuğun bilinci, insanlık için 2019’un ufkunda beliren en sahici umut kaynağı oldu.
ASLI ODMAN / SOSYOLOG, İSİG ÜYESİ
Çapraz bağlar
Sorulara cevap vermek için önce tüm içimi karartan, aklımı çalıştıran kara alanları döktüm: Orman yangınları, rejimin ekonomik krizle her türlü doğal ve insan kaynağı üzerindeki yağmasını ve sömürü oranını artırması, hep aynı nedenlerle tekrar eden iş cinayetleri, onlarca yeni maden, taşocağı, imara açılan doğal ve kentsel alan, seri kadın cinayetleri… Kadına karşı şiddetin ayyuka çıktığı “içimizdeki” mikro örnekler, bile bile zehirli gıdayı yiyor, asbestli, tozlu, endüstriyel atıklar taşıyan havayı soluyor olmamız, mültecilerin kayıt yeri bahane edilerek yerleştikleri şehirlerden savaş içine sınır dışı edilmeleri, olağan hale getirilmiş kayyum atamaları, borç, ekmek ve “hane halkı reisi” intiharları, hapishanedekiler ve yeni girenler, akıl ve hukuk dışı intikam ve ibret davalarının harcadığı ömürler, sınır-ötesi askeri müdahalenin canından, yerinden ettikleri, dört yandan gelen hayvanlara şiddet haberleri…
Tüm bu büyük ölçekleri, neden ve etkileri uzun zamana yayılmış “kara haberler” karşısında, bunca baskıya rağmen ve tam da o nedenle Türkiye’de her alanda mikro muhalefetler, kayıp ve hak ihlâli odaklı sözde, programatikte, zamanın garanti ettiği zaferde değil, mekânda, savunmada buluşmuş mekânsal muhalefetler var. Neden bu kadar baskı var, çünkü direniş var. Yukarıdaki kara listenin her birine ayrı ayrı bakın, yanına bu alanda kaybı sayan, yaşamı, hakkı, hafızayı savunan kendi içindeki tüm zorluklarına rağmen varolan, evrilen oluşumları dökün… Eminim siz de baskı var, çünkü direniş var diyeceksiniz.
Bana 2020 için de umut veren şey, bu “varlar” arasında çapraz bağlar kurabilmenin mesaisi. Bunlara dokunan birleştirici, somut, mekânsal mesailerin dinamizmine olan umudum. Ki, mekân derken “buranın yerine” değindik, bu sene Şili, Lübnan, Sarı Yelekliler Fransa’sı, Hong Kong, Haiti, Endonezya, Mısır, Ekvator, Azerbaycan, Katalonya, Peru, Cezayir, Irak, İran, Venezuela, Bolivya, Gine Bissau, Gürcistan kıvılcım, ateş ve korlarıyla şenlenen mekânlar arası bir zamanlama da var. Ortak meselelerin birinden birine daha çok yanan, daha çok alev alan. Umudumuz da, beslendiğimiz yer de ortak olan.
YEŞİM ÖZSOY / TİYATRO KOOPERATİFİ
Birlik ve dayanışmanın gücü
Dünyada her şeye rağmen yeni birleşimlerin, birlikteliklerin gerçekleştiği bir sene geçirdik. Örneğin, Greta’nın gelişiyle iklim tartışmasının alevlenmesi çok önemliydi. Biz de bu bir araya gelişlerin bir örneği olarak 2019’da kurulduk. Varlık göstermeye çalışan özel tiyatroların sektörel sorunlarını aşma düşüncesinden yola çıktık, birlik ve dayanışmanın gücüne inandık, Türkiye’de ve dünyada bir ilk olan Tiyatro Kooperatifi’ni 26 Haziran 2019’da kurduk. Şu an 36 ortağımız var, sayının artacağından eminiz. 2019 itibarıyla, kamu kurumları, yerel yönetimler, özel sektör temsilcileri ve kültür-sanat hayatında rol oynayan tüm kişi ve kurumlarla özel tiyatrolar adına görüşebilecek, sorunlarımıza çözüm arayacak, projeler geliştirecek kurumsal bir yapıya kavuştuk. Bu, özel tiyatrolar adına bir ilk! Bu başlangıç, gerçekten umut ve heyecan verici.
Kendi adımıza Tiyatro Kooperatifi’nin gerçekleştireceği projeler, üretmeye çalıştığı çözümler için çok umutluyuz. Daha önceki deneyimlerden yararlanıp, gelecek için çalışıyoruz. Çok olumlu ve güzel hisler besliyoruz gelen yıla. Nefis bir başlangıç yaptık, on yıl sonrasını hayal etmek ve o hayal için somut projeler geliştirebilmek gerçekten çok umut verici.
LEVENT PİŞKİN / HUKUKÇU, LGBTİ+ AKTİVİSTİ
Turgut Uyar’ın dediği gibi
2019 Türkiye’nin toplumsal hareketler tarihinde iyi anılacak bir zaman olmayacak. Neredeyse tüm toplumsal hareketlerin bir savrulma yaşadığı, yer yer gerilediği ve hatta seslerini kaybetme riskiyle karşı karşıya geldikleri bir seneydi. Buna rağmen, sadece bileşen üyesi olduğum için değil, aynı zamanda bir hakikati de temsil ettiği için vurgulamak icap eder ki LGBTİ+ hareketi bu kuraklık içerisinde yeşerme umudu veren, en azından kuruma tehlikesini barındırmayan tek tük hareketlerden biriydi. Dört yıldır sürmekte olan “sistematik” yasaklara, ülke sathına yayılmış sansür ve engelleme girişimlerine rağmen gündemini diri tuttu her şeyden evvel. Başka deyişle “ezildik gerçi, ama horlanamadık”…
Varoluşuna yönelik tehditleri, sindirme hamlelerini, alandan silinme girişimlerini savuşturması ve alan-mekân-varoluş düzleminde varlık gösterip tüm baskıya ve tehditlere rağmen tavizsiz var olduğunu/var olacağını âlem-i cihana duyurması en umut verici durumdu. Özellikle 2019 İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’nde “söke söke” o basın açıklamasının okunması ve yasadışı muamelesi yapılan gökkuşağı bayrağının İstanbul’un göbeğinde korkusuzca açılması kurduğumuz “queer yoldaşlığın” güçlülüğünü ve daha önemlisi haklılığını kanıtladığı andı.
LGBTİ+ hareketin haklar mücadelesinden başka bir kavgası ve gündemi olması ve enternasyonalliği, özellikle enternasyonalliği, en büyük umudum. Turgut Uyar’ın dediği gibi “umut kaçınılmaz gerçektir, çünkü biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar”… İçinde birçok dünyanın olduğu bir dünya yaratma mücadelesi ivmesi var olduğu müddetçe umut beslemek için sebep var.
YASİN SANCAK / RENKLİ ORMAN EĞİTİM KOOPERATİFİ SÖZCÜSÜ
Çocuk haklarında farkındalık
2014-2015 yıllarında kooperatifimizi kurup anaokulumuzu açarken yerel yönetimlerin kapısını aşındırıp kendimizi anlatmıştık, alternatif eğitim yaklaşımlarını benimseyen, demokratik, ekolojik duruşa sahip ve kâr amacı gütmeyen kooperatif okullarının gerekliliğini anlatıp destek istemiştik. O dönem pek destek alamamıştık. İlerici bir eğitim modelini kâr amacı gütmeden yürütür hale geldiğimizde bu sefer yerel yönetimlerden gelen işbirliği talepleri bizi çok sevindirdi, gelecek için umut verdi.
Çocuk hakları ve çocuk katılımı konusunda farkındalığın artmasını, çocuklara güvenilmesini, etkilendikleri her konuda onlara daha fazla alan açılmasını ve bu coğrafyada kendine güvenen sosyal bireyler yetişmesini umuyor, bekliyorum.
KIVANÇ SEZER / YÖNETMEN
Şule Çet, Haluk Bilginer, Parazit
2019 kişisel hayatımda dayanışma yılı olarak adlandırabileceğim bir yıldı. İkinci filmim Küçük Şeyler”in dayanışmayla başlayan yolculuğu festival ve ödüllerin ardından vizyondaki dayanışma kampanyasıyla devam etti. İzleyiciye bir filmi ulaştırmak için ta en başından beri pes etmeden, yılmadan, küçük ama dev bir ekiple didindik durduk. Bu filmin yapılabilmiş olması da, seyirciye ulaşma hikâyesi de benim açımdan umut vericiydi.
2019’un güzel an ve olaylarını düşünürken epey zorlandım. 2019 skandallar ve adaletsizliklerin sahneden hiç inmediği, ama yine de buna karşı çıkışların sağdan soldan duyulur olduğu bir yıl olarak kalacak aklımda. 2019’da umut veren birkaç önemli olayı ise şöyle sıralayabiliyorum: Şule Çet’in katillerinin verilen insanüstü mücadelenin ardından müebbet cezası alması bir umuttu. Haluk Bilginer’in Emmy’de Şahsiyet dizisiyle en iyi erkek oyuncu seçilmesi ve sahnede adalet üzerine verdiği mesaj göğsümüzü kabarttı. Parazit gibi sınıfsal meseleyi can alıcı bir şekilde işleyen bir filmin Altın Palmiye alması sinemanın ve sınıfsal bakışın güncelliği adına çok kıymetliydi. Ken Loach, Dardenne Kardeşler, Cafer Panahi gibi ustaların film çekmeye devam etmesi de umut verdi.
Greta Thunberg’in iklim zirvesinde yaptığı konuşmadaki öfkesi bizi kendimize getirdi. Son olarak Ekrem İmamoğlu’nun haksız yere elinden alınan İstanbul Belediye Başkanlığı için kollarını sıvadığı konuşması büyük bir heyecan yarattı.
2020’de, kapitalist düzenin içinde dahi olsa adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün talep edilmesi anlamında toplumsal mücadeleler için zor bir yıl olabilir, ama birbirinden bağımsız adacıklar olarak görünen grevler, eylemler, bireysel çıkışlar veya sosyal medya örgütlenmeleri birbirleriyle buluştukça geleceğimize dair söz sahibi olabileceğiz. Bir de anlatacak hikâyesi olanlar hiç durmasın, harekete geçsin. Çünkü anlatılması gereken çok hikâyemiz var!
MELİKE ŞAHİN / DİRENİŞTEKİ ATAŞEHİR BELEDİYESİ İŞÇİSİ
Hak arama mücadeleleri
2019 yılında Fransa ve Şili başta olmak üzere dünyanın birçok yerindeki halk hareketleri, işçi eylem ve grevleri kapitalizmin açmazının derinleştiğini, çöküşünün kendini dayattığını gösterdi. Dünyada halkların tek kurtuluşunun sosyalizm ile mümkün olacağı gerçeği de ortada. Türkiye’de ekonomik krizin derinleşmesi, bundan en fazla etkilenen işçi ve emekçilerin direnişleri, hak arama mücadeleleri sınıf adına önemli ve umut vericiydi.
2020’de dünyada ve Türkiye’de kapitalist sistemin sorunlarının çok daha fazla derinleşeceğini, özellikle Türkiye’de koşulların zorlaşacağını düşünüyorum. Bu koşullardan en çok etkilenecek olan işçi ve emekçilerin direnişlerinin hak arama mücadelesinde ivme kazanacağını, Türkiye’de de tıpkı Şili ve Fransa örneğinde olduğu gibi ciddi halk hareketlerinin olacağını zannediyorum.
BÜLENT ŞIK / GIDA BİLİMCİ
Kötülüğün gözünün içine cesaretle bakmak
Dünyada bana umut veren olay yeryüzünden 55 milyon ışık yılı uzaklıktaki bir galaksinin merkezinde yer alan, dünyadan üç milyon kat daha büyük, süper kütleli bir kara deliğin ilk kez fotoğrafının çekilebilmiş olması. Evrenin ne kadar olağandışı cisimlerle dolu ve kavranması imkânsız bir büyüklüğe sahip olduğunu bir kez daha hatırlatan, yeryüzündeki hayatın eşsizliğini, biricikliğini derinden hissettiren bir fotoğraftı. Uzayda şimdilik ulaşabildiğimiz en yüksek hıza sahip uzay aracı ile oraya gidebilmek tahminimce 230 milyar yıl sürüyor. Yeryüzünün içinde gezinmek serbest, ama dışarısı imkânsızdır. İç karartıcı bir yanı yok bunun, aksine yeryüzüne özen göstermenin, ekoloji için verilen mücadelelerin ne kadar kıymetli olduğunu dile getiren bir yanı var.
Yıllar önce, 1990’da Voyager1 uydusunun Satürn gezegeninin yakınından geçerken çektiği Dünya fotoğrafını anımsadım o karadeliğin fotoğrafını görünce. Voyager’ın çektiği o fotoğrafın tamamında kapkara bir uzay görüntüsü vardır ve o karanlık uzayın içinde, görülmesi çok zor, minik bir ışık noktasıdır Dünya. Hepimiz o minik ışık noktasının içindeyiz. Yeryüzü milyarlarca yıldır var ve daha milyarlarca yıl da var olmaya devam edecek; insanlı veya insansız…
Karadelik fotoğrafı bu devasa büyüklükteki evrenin daha ne kadar süre var olacağına yönelik tartışmaları da tekrar canlandırmıştı. Bir yazıda evrenin bundan sonraki ömrünün 14 sayısının yanına 99 tane sıfır eklendiğinde ortaya çıkan sayı kadar olduğunu okumuştum. Böyle bir sayının işaret ettiği zaman dilimini kavramak imkânsız ve akıp giden zamanın bu kavranması zor büyüklüğü karşısında kısacık hayatlarımızın ne kadar önemsiz olduğunu düşünmeden de edemeyiz.
Ama böyle olaylar bende olağanüstü genişlikteki bu zaman dilimi içindeki kısacık ömrümüzü ezmeden, ezilmeden, sinmeden, başkalarının acılarına gözünü yummadan, kötülüğün gözünün içine bakarak yaşayabilmek mümkündür hissini uyandırıyor her defasında. Hayatı anlamlı kılan şeylerden biri de bu benim için.
Türkiye için umutlu bir şeyler söylemek ne kadar zor olsa da bana umut veren, içimi genişleten olay Barış Akademisyenleri ile ilgili davaları izleyen Barış Akademisyenleri Dava Koordinasyon grubundaki arkadaşlarımızın inanılmaz çabası. 2017 Aralık’ta başlayıp 2019’un Ekim sonuna kadar Çağlayan Adliyesi’nde her hafta en az üç gün süren duruşmaları ara vermeksizin takip etti bir grup arkadaşımız. Yapılan her duruşmayı ısrarla izlemeleri ve bütün duruşmalar bittikten sonra hep birlikte ve gülümseyerek poz verip mahkeme salonu önünde fotoğraf çektirmeleri, çekilen fotoğrafları “Barış Talebimizde Israrcıyız” ve “Akademi Biat Etmedi, Etmeyecek” sözleri eşliğinde paylaşmaları umut vericiydi. Çekilen her toplu fotoğrafta grup üyesi arkadaşları aradı gözlerim. Kaç kişi olduğumuzun bir önemi olmadığını, kötülüğü ete kemiğe büründürenlerin gözlerinin içine cesaretle ve gülümseyerek bakılabileceğini anlatan o yüzlerce fotoğraf bir araya getirilebilse keşke…
Alan sözcüğü ne kadar uygun, bilemiyorum. Ama mevcut yıkıcı gidişata karşı umut veren gelişmelerin en çok ekoloji, kadın, çocuk ve gıda alanlarında yaşanacağını düşünüyorum. Bu alanlarda yaşananlar birbirini kesen sorunlar. Mevcut sistem en fazla kadınlarla çocuklara zarar veriyor. Bunca baskı ortamına rağmen kadınların seküler bir hayat talebini ısrarla, cesaretle dile getirmeleri ise büyük bir umut kaynağı. Çocukları politik mücadelelerin, hak mücadelelerinin odak noktasına koymakta zaten çok geç kalınmıştı, ama bu konunun öneminin gün be gün daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum. Gıda ve ekoloji konusunda ise yolun sonuna geldiğimiz, artık bir şeyler yapmazsak hapı yutacağımız duygusu ve çözüm arayışları toplumda çok yaygın. Bütün bu alanların yaşanabilir bir dünya kurmak için verilecek siyasal mücadelelerde olumlu bir rol oynayacağını düşünüyorum.
MELİS TANTAN / HER YER KAZDAĞLARI İNİSİYATİFİ ÜYESİ
Yaygın talana karşı koyuş
2019 umutsuzluklarımızı biriktirdiğimiz yılların ardından umudun yeniden doğmaya başladığını hissettiğimiz bir yıl oldu. Yeniden bir araya gelebilme hallerimizin çoğaldığı, birlikte itiraz edebildiğimiz durumların daha mümkün olabildiği, bir arada başarabileceğimize inanmaya tekrar başladığımız bir yıl… İstanbul yerel seçiminin başarısının sağlandığı bu dönemin, ardından gelen bu ümitvar süreci örgütlemeye başladığını düşünüyorum.
Yıl içinde eylemlilik halini en yukarıya çıkartan Kaz Dağları’na sahip çıkmaya yaz aylarında verilen yanıt da hafifçe değişmiş olan rüzgârın yönünü kesin olarak değiştirdi. 2019’u ekoloji temalı hareketlerin değiştirici ve örgütleyici gücü olan yeni bir dönemin başlangıcı yapan şey de kanımca Kaz Dağları’nda bu yazdan beri yaşananlar…
Altın madenciliğinin ne menem bir şey olduğunu Bergama’dan deneyimlemiş olan bizler, Kaz Dağları’nda ağaç kesimi ile başlayan bu sürece dur diyebilmenin hayati önemini de biliyoruz. 5 Ağustos’ta binlerce kişinin yürüyüşü ile gündeme gelen Kaz Dağları, madenin çıkartılması planlanan tepenin yamacında çadırlı nöbetle gündemde kalmaya devam etti. Yıl sonunda 160. gününe yaklaşan gece gündüz süren nöbet, hem ekoloji mücadelesi hem madenlere karşı durma hem bir arada yaşama kültürü, hem de örgütlenme alanında büyük ve yenilikleri içeren bir deneyim. Gezi direnişinin ardından parklardaki forumlarla deneyimlemeye başladığımız, herkesin katılımcı olduğu, eşit ve bireysel katılım ve söz hakkı temelinde ilerleyen, kolektif tartışma ve karar alma süreçlerinin bir ileri aşamasına Kaz Dağları’ndaki nöbette tanıklık ettik. Birbirini nöbet alanında tanımış olan ve farklı fikirleri savunan yüzlerce kişi aksi yöndeki çabalara rağmen çadırlı nöbetin devamında ısrar ederek yeni bir direniş biçimine önayak oldu.
Konut alanlarının ve şehir merkezinin uzağında, suyun ve elektriğin olmadığı bir alanda kalmayı sürdürebilmek için tüm bu ihtiyaçları alanda karşılayabilmeyi ve tüm eksikleri tamamlayabilmeyi başaran bu direniş, en zorlu zamanlarda bile dayanışmanın neler yaratabileceğine ve ne kadar geniş çapta dayanışmalar örgütlenebileceğine iyi bir örnek oldu. Sadece bulunduğu yöreyle sınırlı kalmayan bu heyecan örgüsü başka mücadelelerle de birleşme fırsatını yarattı. Kaz Dağları direnişi sürerken Murat Dağı, Sapanca gibi mücadele alanlarıyla da dayanışmalar örerek ülkenin her yerindeki doğa talanına birlikte karşı koyabilme perspektifini de güçlendirdi. Direnişin seyri Türkiye’de bugüne kadar ekoloji alanında kurulmuş olan birliktelikleri güçlendirmeye ve süren mücadeleleri birleştirerek daha da büyütmeye uzanacak gibi görünüyor.
2020 ve sonrası Türkiye halklarının özgürlük, eşitlik, barış içinde yaşayabilmesine uzanan bir yolculuğun hareketli ve mutlu bir kısmını oluşturacak diye umuyorum. Yıl sonunda Kanal İstanbul projesine halkın verdiği tepki ile de birleşen bir hareket önümüzdeki süreçte ana mücadele alanlarından birinin ekolojik talan meselesi olduğunu ayan beyan önümüze seriyor. Ekolojik yıkım, Türkiye’nin hemen hemen her ilinde, mahallelerde, kasabalarda ve köylerde insanları bir araya getiriyor, bu mücadele insanları bilinçlendiriyor ve cesaretle örgütlüyor. Bunca yaygın bir talana karşı koyuş, tüm ülke genelinde topyekûn karşı koyuşları da mümkün kılıyor. Bu talanlar, şirket sahipleri ve bu talan projelerinden nemalananların haricinde kalan herkesi dil, din, ırk, siyasi görüş ayırt etmeksizin örgütleme ihtimalini de yaratıyor.
Türkiye’deki bu ihtimaller dünyada iklim krizine karşı 7’den 70’e sokağa çıkan hareketle birleşiyor. Bu nedenle doğayı talan eden şirketlere ve bunu destekleyen iktidarlara karşı birleşik bir halk hareketi oluşmasının ön günündeyiz. 2020’de bu mücadelelerin birbiri ardına eklemlenmesine ve büyümesine hep birlikte tanıklık edeceğiz.
SANİYE UYSAL / DEVREK GÜNEŞİ KADIN KOPERATİFİ KURUCUSU
Kendi buğdayımızı ektik
Geçtiğimiz yıl kendi buğdayımızı ektik. Tohumların toprakla buluşması bende iyi duygu uyandıran, umut veren en güzel şeydi. Buğdayımızla ürünümüzün niteliğini artırdık. Ekolojik üretime geçtik. Sürdürülebilirlik açısından da çok faydası var. Kurda kuşa yem oluyor. Ürün çeşitliliğini sağlıyor. Buğdayların tahlilleri de temiz çıktı. Son iki aydır pazarlama sorunumuz var. Onun dışında sıkıntımız yok. Yerel yönetimle işbirliğimiz de olumlu yönde arttı.
Türkiye’de insanlar uyanmaya başladı. Gıda, kooperatifleşme, birlikte üretim hızla artıyor Doğanın farkına varıyorlar. Bunlar olumlu hisler, beklentiler yaratıyor. Biz hiç umutsuz olmadık, her sorunumuzu aşma gücümüz var. Ekonomik sorunları aşabilirsek bir dükkân açmak istiyoruz. Üretimi artırmak ve istihdam yaratmak niyetindeyiz.
ÜMİT ÜNAL / YÖNETMEN
Ağır çekim, geniş açı
Dünya tarihini dev dalgalara benzeten Gombrich’ti sanırım. Tarih boyu nefret ve kötülük yükseliyor. Güçlülerin hırsı ve açgözlülüğü, yoksulların çaresizliği ve hıncı yükseliyor. Baskı ve ona karşı isyan yükseliyor. Savaşlar patlıyor, insanlar birbirini kırıp geçiriyor, sonra pişman oluyorlar, insanlık insanlığını hatırlıyor, “hepimiz kardeşiz” laflarıyla birbirine sarılıyor, yaralarını tamir ediyor… Bir sonraki dev dalgaya kadar.
Dünya şimdi yeni kötülük dalgasının en tepesinde. Dünyanın her yerinde artık canına tak demiş kalabalıklar isyan ediyor, isyanlar korkunç yöntemlerle bastırılıyor. Dünyanın hâkimleri güler yüzlü maskeyi fırlatıp kırbacı ele aldılar. Hepimiz dev dalganın kırılacağı ânı bekliyoruz.
Her şey çok ağır çekim gerçekleştiği için kendi küçük adalarımızda şimdilik idare edebiliriz. 2019 kişisel açıdan kötü geçmedi: Yeni bir film yaptım, yılın çoğunda onun için çalıştım. Bazen çabalarsın, ama sonuç güzel olmaz, bu sefer sonuç da herkesi mutlu etti. Sağlık, aşk, iş, özetle kendi küçük dünyamda sakızdan çıkan mutlu bir fal gibiydi bu yıl. Ama bunlar sadece beni ve yakın çevremi ilgilendiren mutluluklar.
Geniş açıda, hepimiz o dev dalganın tepesinde mikroskobik mahlûklarız, biliyoruz ki bu dalga bizim ömrümüz içinde gümbürtüyle kırılacak, hepimizin içinde her şeyin darmadağın olacağı endişesi var. Yine de bir insanlık inancını diri tutmaktan, birbirimize sıkı tutunmaktan, sağlam durup aklımıza mukayyet olmaya çalışmaktan başka çare yok. Dağılıp karanlık suların dibine gömülmeyelim yeter.
AYŞE BÜŞRA YILMAZ / PTT-SEN ÖRGÜTLENME UZMANI
Bağımsız sendikalar ve kadın mücadelesi
Türkiye özelinde, elbette dur durak bilmeyen işçi direnişleri umudumuzu diri tutuyor. 2018’den bu yana aralıksız devam eden direnişler, yıl içerisinde başlayan ve sürenlerle beraber, benim için özel bir yerde duranlardan örnek vermek gerekirse, Somalı maden işçilerinin direnişi. Orada bulunmuş biri olarak diyebileceğim şey, bu direniş işçi sınıfı tarihinde de önemli bir yerde duruyor. Bununla birlikte PTT taşeron işçilerinin bu yılın başlarında gösterdiği bağımsız sendika kurma iradesini de anmak gerekir. Bağımsız sendikaların önümüzdeki süreçte de yerleşik sendikal anlayışları yıkan bir yere doğru gideceğini düşünüyorum.
2019’da beni güçlü kılan şey işçi mücadeleleri oldu. Dünyada birçok farklı ülkede başlayan ve süren ayaklanmalar mevcut düzeni yıkıcı bir perspektif taşımıyor olsa da umut verici.
Bu yıl için söylediklerim önümüzdeki yıla da ışık tutuyor aslında. İşçi sınıfının yaşam koşulları günden güne kötüleşse de direniş iradeleri o oranda gelişiyor. Soma, Urfa, Eskişehir gibi herhangi bir gösteri, direniş pratiğine sahne olmamış Anadolu’nun dört bir yanında işçiler bize bir şey anlatıyor. Bağımsız sendikal mücadelelerin artacağı ve belki de kendi ufkunu da aşan işler başaracağı bir dönem bizi bekliyor.
Her dönem söyleyebileceğimiz gibi bu dönem için de kadınlardan bahsetmeden umuttan söz etmek olmaz. Kadın mücadelesi beni her daim diri tutuyor.
NALAN YIRTMAÇ / RESSAM
Çünkü her sabah bir umut
Şöyle bir best of 2019 yapabilirim: Şili’den dünyaya yayılan, Kadına Şiddetle Mücadele gününde Kadıköy’de yapılan “Suç bende değil her ne giydiysem…” diyen eylem/performans nefisti. ODTÜ mezuniyet töreninde açılan pankartlar çok iyiydi: “Baskı ve şiddetle büyüttüğünüz bu çocuklar size güzel yarınlar inşa edecek” yazıyordu bir pankartta.
Eylülde Bienal açılış töreni sırasında Fransız Sarayı bahçesinde “Osman Kavala serbest bırakılsın” eylemi oldu. Üzerinde Osman Kavala’nın portresi olan tişört ve bez çantalarla bir araya gelen kültür-sanat çalışanlarını ve sanatçılarını izleyiciler alkışlarla destekledi.
16 yaşındaki iklim aktivisti Greta’nın konuşmalarının yansımaları: Bebek parkında çocuk, veli ve birçok okulun da katıldığı iklim eylemleri.
Vegan, vejetaryen, LGBTİ+ mücadeleleri… Dizi ve film kanalı Netflix’te “homofobi öldürür” minvalinde dizilerin varlığı umut verici.
Meksikalı sanat eleştirmeni Avelina Lesperin’in verdiği bir söyleşide “çağdaş sanat nedir ne değildir, sanat piyasası ve kara para ilişkisi” konusunda söyledikleri.
2020’den umutlanabiliriz, çünkü her sabah yeni bir umut.
NAZIM DİKBAŞ / RESSAM-ÇİZER
Mutlu, umutlu seneler