13 Mayıs 2014’ten bugüne Soma’da yaşananları Çizmelerimi Çıkarayım mı? (Ayrıntı, 2017) kitabının yazarları Onur Yıldırım ve Uğur Umman’la konuşmuştuk. Express’in Mayıs 2018 tarihli 163. sayısından naklediyoruz…
13 Mayıs 2014’teki Soma’yla bugünkü Soma arasında ne gibi farklar var?
Onur Yıldırım: İktidar madencilere sus payı olarak iki asgari ücret ödedi, haftada iki gün tatil verdi, sosyal yardımlarda iyileştirme yaptı, içi yünlü montlar, önü demirli ayakkabılar vermeye başladı. Ama üretim zorlaması devam ediyor. DİSK’e üye olmak isteyen işçiler tehdit ediliyor.
Uğur Şahin Umman: İşçilerin maddi koşullarında bir iyileşme gerçekleşti. Ocaklara da teknolojik yatırımlar yapıldı. Katliamın yaşandığı madenin II. Dünya Savaşı’ndan kaldığı söyleniyordu, bu gerçek değil. Bazı panolarda konvansiyonel yöntemlerle kömür çıkarılırken bazılarında yüksek teknoloji kullanılıyordu. RFID (Radyo Frekanslı Tanımlama) sistemi de kullanılarak sert bir emek rejimi yaratılıyor Soma’da. Bir madencinin bant boyunca ne kadar gidip geldiği, ne kadar kömür çıkardığı çip yöntemiyle, RFID’le takip edilmeye başlandı. Geçmişte de teknolojiye yatırım yapılıyordu, ama sadece üretimi artırmak için. Normalde oksijen maskeleri kullanmaları gerekiyor, karbon monoksit maskesi almışlar, maskeler kontrol edilmemiş. Ortamdaki oksijen oranı yüzde ikinin altına düştüğünde karbon monoksit maskesi çalışmaz. Katliam günü madende yoğun karbon monoksitten kaynaklı olarak oksijen yok. Anayollardaki oksijenden kısamazsınız, ama işçinin maskesinden kısabilirsiniz. Soma’da hem iş güvenliğinden hem de maaştan kısmışlar. Oksijen maskeleri Eynez maden ocağında sandıkta duruyormuş. Bunu mahkeme sürecinde öğrendik. Soma’da ocaklar küçük ölçekliyken iş güvenliği kültürü oluşturmaya çalışmışlar aslında. Ama üretim ve maliyet arttıkça, özelleştirmeyle birlikte işveren nereden kısarım, nasıl hızlı kâr yaparım diye düşünüyor. Sendikanın da bu konuda kafa yorması gerekiyor. Sorduğunuzda, “işçiler toplantılara gelmiyor” diyebiliyorlar. Zonguldak’ta kuşaklar arası madencilik aktarımı var, ama Soma’da yok. Soma’da tarımla uğraşırken madenciliği küçümsemişler eskiden. Her dönemde ciddi bir sirkülasyon var madende, işçi çıkıyor, yenisi geliyor.
Yıldırım: Toprakla uğraşan Kınıklı maden işçileri var, onlar sakıncalı piyade gibi. Şirketler Kınık’tan madenci almak istemiyor. Zonguldak, Ordu, Kütahya’dan gelenler işletmenin her dediğini yapmak zorunda. Kınıklılar ise haksızlıklara isyan edebiliyor.
Soma’da sabah arabanızın üzerinde bir parmak kömürle uyanırsınız. İnsanlar “Zehir soluyoruz, ama maden ocakları olmazsa aç kalırız” der. Kanseri açlığa tercih ediyorlar. İkinci termik santralin inşaatı sürüyor Soma’da. Köylüler, “Termik santral medeniyettir” pankartları taşıyabiliyor.
Soma madenci göçü almaya devam ediyor mu?
Umman: Ediyor, biraz madencilik, biraz da enerji sektöründen göç alıyor. Göç nedeniyle inşaat yatırımları çok arttı. Ayrıca kamyonculuk çok önemli. “Kamyonlar kavun taşır” diye bir şarkısı vardı Yaşar Kurt’un, Soma’da kamyonlar kömür taşıyor. Binin üzerinde kamyon var. İstanbul’daki hafriyat kamyonları terörünü konuşuyoruz, Soma’daki durum da aynı.
Yıldırım: Karadeniz’in geçim kaynağı fındık, çay, ama maden havzalarına göç var. Görüştüğümüz madencilerin hepsi küçük çiftçi. Küçük üreticiler topraktan para kazanamayınca tarımdan kopuyor ve sabit maaşlı, sigortalı, erken emeklilik imkânı veren madenciliğe yöneliyor. İnsanlar tarımdan hiçbir şey kazanmıyor, önceden sadece karnını doyurabiliyordu, şimdilerde onu da yapamıyor. TEKEL özelleştirmesiyle Soma-Kınık-Savaştepe’de üretici tütünden para kazanamaz hale gelmiş. Şimdi de şeker fabrikaları özelleştiriliyor. Şeker pancarı üreten çiftçiler de risk altında.
Umman: Eskiden bir yere maden açıldığında spor sahaları, kültür alanları açılırdı, okul götürülürdü, şimdi hiçbir şey götürmüyorlar. Hızlı hızlı üretim yapıp çıkmak istiyorlar. Artık daha çok hava kirliliği, ekolojik tahribat götürüyorlar. Soma kırsalında her yer maden atığı. Darkale’de eski madenden kaynaklı topraktan dumanlar çıkıyor, nefes alamıyorsunuz. Kontrolsüz madencilik halk sağlığını da tehdit ediyor. Soma’da sabah arabanızın üzerinde bir parmak kömürle uyanırsınız. İnsanlar “Zehir soluyoruz, ama maden ocakları olmazsa aç kalırız” der. Kanseri açlığa tercih ediyorlar. İkinci termik santralin inşaatı sürüyor Soma’da. Köylüler, “Termik santral medeniyettir” pankartları taşıyabiliyor.
Yıldırım: Termik santral ihalesini Torku aldı. Enerji sektörüne giren bir çiftçi kooperatifimiz var! Tarımsal üretime zarar veren, doğayı tahrip eden termik santral işletmesi almak dünyada hangi çiftçi kooperatifinde görülmüş?
Eskiden bir yere maden açıldığında spor sahaları, kültür alanları açılırdı, okul götürülürdü, şimdi hiçbir şey götürmüyorlar. Hızlı hızlı üretim yapıp çıkmak istiyorlar. Artık daha çok hava kirliliği, ekolojik tahribat götürüyorlar. Soma kırsalında her yer maden atığı.
Soma’daki hastanede yanık ünitesi olmadığından madenciler ağır durumlarda başka yerlere gitmek zorunda kalıyormuş, öyle mi?
Yıldırım: En yakın yanık üniteleri Dokuz Eylül Üniversitesi’nde.
Umman: Mesele sadece yanık ünitesi değil. Pnömokonyoz denen bir madenci hastalığı var. Taştan silika denen doğal maddeyi solursunuz, sonra akciğerinizde taşlaşma meydana gelir. Çok acılı, tedavisi yok. Pnömokonyozdan korunmanın en etkili yolu havalandırma, bu yatırımlar Soma’da yeni başlıyor.
Yıldırım: İşçiler buna pek aldırış etmiyor. Normalde toz maskesiyle çalışması gerek, ama maskeyi takmak istemiyor, baretini çıkarıyor. Düzenli eğitim verilmiyor zaten. Katliam olduğunda birçok işçi maske takmayı bilmiyordu. İş güvenliği eğitimini tam anlamıyla almayan işçi madene girmemeli. Ama üç günlük madenciyi yeraltına indirebiliyorlar.
Umman: Kırkağaç soğuk hava deposunda çalışan bir görevli “13 Mayıs’ta sudan çıkmış balığa döndük, 301 kişinin madende ölmesini beklemeyiz, böyle bir şeye hazır olamaz kimse” demişti. Bilgisayarların başına meslek yüksekokulu öğrencilerini oturtmuşlardı. Cenazelerin fotoğrafları projeksiyon vasıtasıyla perdeye aktarılmıştı. Aileler perdenin başında fotoğraflara bakarak yakınını teşhis etmeye çalışıyordu. Soma’da görev yapan psikologların ailelerle travma terapisi yaptıkları konuların başında soğuk hava deposu geliyor. Ölümün mahremiyeti ayaklar altına alındı.
Yıldırım: Her cenazeye bir numara verilmişti, cenazeler isimle değil, numarayla teslim alınıyordu. Yeterince tabut bulamamışlar, marangozlarla anlaşıp tabut yaptırmışlar, bütün gece çalışmış marangozlar.
Umman: Çok sevdiğiniz bir insanın cenazesini teşhis ediyorsunuz, sağ torbadaki cenazenin ayağına basıyorsunuz. Bir aile, “Madencilere yeraltında reva gördükleri muameleyi yerüstünde de reva görüyorlar, hayat standardı denen şey bu olsa gerek” demişti.
Hukuki süreç nasıl işliyor? Sosyal medya olmasa değişir miydi manzara?
Yıldırım: Sosyal medya bilgi kirliliği de yarattı: “15 yaşında çocuk işçiler”, “Suriyeliler çalıştırılıyormuş”, “kayıtlar yokmuş” falan dendi. Aslında siyasi iktidar kendisine gelecek tepkiyi azaltmak için beraber iş yaptığı sermayeyi medyanın önüne attı. Aradan zaman geçince aynı şirkete yeni ihaleler verdi. Tam bir danışıklı dövüş. Ama sosyal medya olmasa dava süreci bu kadar sıcak yürümezdi, şirket yetkililerini ilk başta tutuklayıp sonra tahliye edebilirlerdi. Başka iş cinayeti davalarında öyle yaptılar. Ermenek’teki maden şirketinin sahipleri, haklarındaki yakalama kararına rağmen ortada yok. Torun Center’ı gördük. Toplumdan ciddi bir ses yükselmeyince iş cinayetlerinde hukuk işlemiyor.
Umman: İş cinayetlerinde soruşturma genellikle “taksirle ölüme neden olmak” üzerinden açılır. Ancak, ilk bilirkişi raporu, Enerji Bakanlığı ile Çalışma Bakanlığı’nı kusurlu ilan etti. Türkiye tarihinde daha önce böyle bir rapor çıkmamıştı. Bu rapor olmasaydı şirket patronu üç yıldır tutuklu olamazdı. Uzun süre tutuklu kalmalarında üç etken var: Bir, hâkim Aytaç Ballı’nın konuya hâkimiyeti ve davayı ciddiyetle ele alışı. Davanın sonuna gelirken Ballı’yı İzmir’e tayin ettiler. İki, ailelerin mahkemeye ilgisi ve inadı. Aileler kendilerini çok geliştirdi, bize de çok şey öğrettiler. Üç, salondaki avukatlık pratiği. Tarihi savunmalar ortaya çıktı, bunu kitaplaştıracaklar zaten.
Yıldırım: 17 Ekim 2017’den bu yana, mahkemeyi daha önce Elbistan Ağır Ceza hâkimi olan Salih Pehlivanoğlu yönetiyor. 2011’de Afşin-Elbistan’da 11 işçinin yaşamını yitirdiği, dokuz işçinin ise cenazesinin halen göçük altında olduğu maden faciasına ilişkin davada, sanıklara sadece para cezası veren bir hâkim bu. O yüzden aileler kaygılı.
Umman: Selçuk Kozağaçlı’nın tutuklanması Soma davası için de bir milât. Neden derseniz, sanıkların korktuğu, mahkeme heyetinin pürdikkat dinlediği, saygı duyduğu bir avukattı. Soma davasına çok vakıftı. Tutuksuz sanıklar ona “bıyıklı” diyorlardı, “bıyıklı konuşuyor, bakalım ne diyecek?” Kozağaçlı’nın masasında ceza hukuku kitapları olduğu kadar madencilik kitapları da vardı. Diğer avukatlar da en az Selçuk Kozağaçlı kadar konuyu ciddiye alıyor.
Yıldırım: İlk başta PKK yaptı demişlerdi. Darbe girişiminden sonra şirket avukatları “Soma’da FETÖ sabotaj yaptı” diye suç duyurusunda bulunmuş. Manisa Cumhuriyet Savcılığı da soruşturma başlattı, soruşturmada gizlilik kararı verdi. Davanın bu kadar uzamasının sebeplerinden biri de mahkeme heyetinin bir yıldır o soruşturmanın sonucunu beklemesi. Neyse ki, son duruşmada savcı mütalaayı verdi. O mütalaada, 301 kişi için ayrı ayrı verilmesi gereken ceza topluca verilmeye çalışılıyor. Ama mütalaadan sonra sabotaj iddiaları çökmüş oldu. Alp Gürkan da göstermelik bir ceza alacaktır belki. Son duruşmada şunu gördük, sanık avukatları sunulan mütalaadan memnun oldular, savcıya teşekkür bile ettiler.
Umman: Haziranda dananın kuyruğu kopacak, mutlaka bir karar çıkacak. Devlet, sorumluluğu alt kadroda çalışan mühendislerden aldı, patrona ve işletmeden sorumlu mühendislere yükledi. Üçüncü Havalimanı’nı yapan Kolin Grubu’nun Soma’da önemli yatırımları var, devletin artık Soma Holding’e ihtiyacı yok. Kolin’in elinden tutan devlet, Soma Holding’e kendi suçunu devrederek aklanma gayretinde.
Katliam olduğunda birçok işçi maske takmayı bilmiyordu. İş güvenliği eğitimini tam anlamıyla almayan işçi madene girmemeli. Ama üç günlük madenciyi yeraltına indirebiliyorlar.
Erdoğan ölenlerin arkasından “işin fıtratında bu var” demişti.
Umman: Mahkemeyi takip eden ailelerde ilk başlarda fıtrat algısı varsa da yıkılmış durumda. “Kaderdir ama, Allah 301 cana kıyamaz” diyen ailelere de rastladık.
Yıldırım: “Eşimin fıtratında madende çalışırken ölmek varsa, başbakanlar da riskli meslek yapıyorlar, fıtratında varsa korumasız gezsin” diyen aileler de vardı. İlahiyatçı akademisyenler, tarikatlar şöyle dediler: “Ağlamayın, kadın satarken, uyuşturucu satarken, devletine kurşun sıkarken ölseydi ne olacaktı, sevinmeniz gerekiyor, helâl lokma peşinde koşarken şehit düştüler.” Soma’da sarıklı cübbeli tipler evleri ziyaret ettiler.
Umman: Devlet zor aygıtını Soma’da pek kullanmadı. Bir-iki defa gaz sıktı. Daha çok ikna mekanizmasına yüklendiler ve bunda başarılı oldular.
Yıldırım: Toplumun tepkisini önlemek için, Soma’daki ekonomik dengeyi koruyabilmek amacıyla esnafa beş yıl geri ödemesiz sıfır faizli 50 bin lira kredi verdiler, herkes kullandı. Kriz istemiyorlar Soma’da.
Sizin madenciliğe ilginiz nasıl başladı?
Yıldırım: Memleketim Akdağmadeni küçük bir maden kasabasıydı. Babamlar madencileri DİSK’e üye yapmaya çalışıyordu. Ortaokul öğrencisiyken işçilerin, madencilerin yürüdüğünü hatırlıyorum. Madencilerin nasıl bir hayatları var, merak ettim o yürüyüşten sonra. Dünyadaki madenlere girip fotoğraf çeken Hollandalı fotoğrafçı Roger Cremers DİSK aracılığıyla beni buldu. Soma’da fotoğraf çekmek istiyormuş, İmbat ve Soma Madencilik’le görüştük, izin vermediler. O dönemde Demir Export yeni açılıyordu, genel müdür izin verdi. Madene girmeden önce iş güvenliği eğitimi aldık. Madende beş-altı saat kaldık. Eynez ocağında işçileri taşımaları gereken bantlarla kömür taşıdıklarını biliyorduk. İşçiler dik bir yokuştan yukarı bir saatte çıkabildiklerini anlatırlardı hep. Ben de benzer bir yokuşu çıktım, üç-dört gün bacaklarım ağrıdı. Dışarı çıkınca zorluğu ve risklerini daha iyi kavradım.
Umman: Ağır alerji hastasıyım, yeraltına inemiyorum. Annem ‘80’lerin ortasında Soma’da zorunlu görevle hemşireydi. Zehirlenme, yaralanma, uzuv kopmasından acil servise kaldırılan madencilerden söz ederdi. Ben 13 Mayıs’tan sonra madenciliğe ilgi duydum. Madencilik fuarlarına gidiyorum son teknolojileri araştırmak için. Geçen sene bir fuarda Alp Gürkan karşıma çıktı, gayet mutlu mesut, oturmuş konuşuyor, madenciliğin nasıl geliştiğini anlatıyordu.