6 ŞUBAT DEPREMİ –SOSYAL HAKLAR DERNEĞİ 

Söyleşi: Yiğit Atılgan
12 Mart 2023
Wang Jixin, "Deprem"
SATIRBAŞLARI

Depremin üzerinden bir ayı aşkın bir süre geçti. Bugün itibarıyla sağlık, barınma ve eğitim haklarına erişim açısından durumu nasıl tarif edersiniz?

Bülent Akbay: Birinci gün hangi durumdaysak, bir ay sonra da aynı konumdayız. Bundan bir ya da iki ay sonra da hâlâ çadır ihtiyacını konuşacağımızdan korkuyoruz. Kent toz içerisinde, enkazların çoğu olduğu gibi duruyor. Kurumlar halen çalışmıyor, esnaf kendi imkânlarıyla dükkânını açıp normalleşmeye çabalıyor. Bankalar dahi hiçbir soruna yanıt veremiyor. Devlet göstermelik birtakım soruşturmalar yürütüp tutuklamalar yapıyor. Ne yazık ki, halen gerçek sorunların üzerine gidilebilmiş değil. Herhangi bir planın varlığı konusunda da ciddi kaygılarımız var.

Zenginlerin ve imkânı olanların büyük bir kısmı kentten ayrıldı. Duyduğumuz kadarıyla 100 bini aşkın kişi İskenderun’u, 400 bini aşkın kişi Antakya’yı terk etti. Buradaki birçok kişi derin bir yoksulluk içinde ve inanılmaz ağır koşullarda.

Zenginlerin ve imkânı olanların büyük bir kısmı kentten ayrıldı. Duyduğumuz kadarıyla 100 bini aşkın kişi İskenderun’u, 400 bini aşkın kişi Antakya’yı terk etti. Buradaki birçok kişi derin bir yoksulluk içinde ve inanılmaz ağır koşullarda. Önümüzdeki günlerde de bu sıkıntıların geride bırakılabileceğini düşünmüyorum, zira buna yönelik bir faaliyet yok. Bir ay boyunca enkaz kaldıramayan, çadır getiremeyen, burada görevlendirdiği personelin iç çamaşırı sıkıntısını dahi çözemeyen devlet barınma sorununa yarın öbür gün nasıl çözüm sunacak? Seçime kadar reklam yapıp seçim sonucuna göre aksiyon alacaklar. Yardım malzemelerinin dağıtımını da seçim için bir koz olarak kullanacaklar. Biz elimizden geldiğince bunları ispatlamaya, kamuoyuyla paylaşmaya çalışıyoruz.

En kötüsü çocukların durumu. 8. sınıftaki çocuklar yakında sınava girecek, ama bu konuyla ilgili hiçbir çalışma yok. Aileleriyle kalamayan çocuklar var. Kalabalık çadırlarda yaşayan çocukların taciz ve istismara uğrayacağından endişe duyuyoruz. Özellikle anaokulu çağından küçük çocuklarla ilgili hiçbir girişim yok. Gönüllüler birkaç gezici kreşle onları biraz olsun mutlu ediyor, biz de oyuncak dağıtarak katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Öte yandan, gönüllü sayısı da azaldı. Daha az yardım malzemesi geliyor, önümüzdeki günlerde daha da azalacak. Devlet etkili bir adım atmadığından biz dernek olarak ihtiyaçları belirlemeye ve karşılamaya yönelik listeler hazırlıyoruz.

Bülent Akbay

Sağlık hizmeti şu an nasıl sağlanıyor?

Şu an İskenderun’da tek bir sahra hastanesi var. İspanyollar da küçük çapta bir sağlık tesisi kurdu. Devlet hastanesi kullanılamadığı için önüne üç-beş çadır kurup oraya da sahra hastanesi dendi, ama derme çatma korkunç bir yer. Biraz önce, nöroloji servisine gitmesi gereken bir hasta geldi yanıma, başvurduğu her yerden Adana’ya yönlendirilmiş. Çok ciddi olmadığını düşündüğümüz rahatsızlıklarımız için hastaneye gitmiyoruz, yararlanabileceğimiz bir sağlık hizmeti mevcut değil. Korkarım bu sorun önümüzdeki günlerde katlanarak büyüyecek.

Depreme siz de İskenderun’da yakalandınız; deprem ânında ve ilk günlerde neler yaşadınız?

Deprem saatinde evdeydim. Güvenli bir konutta yaşadığımızdan birkaç dakika içinde binadan çıkabildik ve yakınlarımızın durumunu anlamak için şehri dolaşmaya başladık. Depremin ilk dakikasında elektrikler kesildi, ortalık zifiri karanlıktı. Yollar patlayıp taşlarla dolmuştu. Bazı sevdiklerimizin yaşadığı binaların yıkıldığına şahit olduk. Binaların altından çığlık sesleri geliyordu. Eşimle enkaz enkaz dolaşıp yetkili aramaya başladık. İlk otuz saatte ortalıkta hiçbir yetkilinin olmadığına emin olabilirsiniz. Sadece, AFAD önlüğü giymiş, ortada turist gibi dolaşan bir-iki kişiye rastladık. Sahildeki askeri birlikten asker talep ettik, ama kimsede alet edevat yoktu. İlk otuz saatte enkaz altında kalanları kişisel imkânlarla çıkarabildik. Örneğin, abilerim inşaat işinde oldukları için bir binadan dokuzu canlı yirmi kişi çıkardılar.

Bir ay boyunca enkaz kaldıramayan, çadır getiremeyen, burada görevlendirdiği personelin iç çamaşırı sıkıntısını dahi çözemeyen devlet barınma sorununa yarın öbür gün nasıl çözüm sunacak? Seçime kadar reklam yapıp seçim sonucuna göre aksiyon alacaklar.

Daha sonra, şehir dışından arama-kurtarma ekipleri geldi, ama enkazlara gönderilmediler. İş makineleri de otobanda tutuldu. Enkazları Sosyal Haklar Derneği’nin temsilcisi olarak da dolaşıyordum, gelen arama-kurtarma ekiplerinin İskenderun Teknik Üniversitesi’nde bekletildiğini fark ettim. AFAD ve valilik orada bir kamp kurmuştu. Sadece oraya gelip binalarında canlı olduğuna dair kayıt yaptıran vatandaşların enkazlarına ekip yollanıyordu. Oysa halkın bundan haberi yok, çaresizce enkaz başında bekliyorlar. Dernek olarak verileri toplayarak insanlar adına gidip kayıt yaptırmayı kendimize görev edindik. Ailemize ait kafeyi yardım merkezi ilan ettik. Yardım malzemesi göndermek için arayan dostlarımızı buraya yönlendirdik. Otuz-kırk gönüllüyle birlikte insanları dondurucu soğuktan korumak amacıyla battaniye gibi temel ihtiyaçları dağıttık. 72. saatten itibaren tırlar gelmeye ve gönüllü sayısı artmaya başladı. İlk on gün boyunca yaklaşık 1500 kişiye yardım edecek bir organizasyon kurduk. Yardım merkezini Arsuz ile İskenderun arasında tırların daha rahat ulaşabileceği bir yere taşıdık. Çalışmamızı yürütmek için İskenderun Dayanışma adı altında daha geniş bir topluluk oluşturduk. Halen sadece İskenderun’da değil, Hatay’ın birçok yerinde yardım faaliyeti yürütüyoruz.

İskenderun. Drone fotoğraf: Cevat Ezgin

Bu süreçte karşılaştığınız en büyük eksiklikler nelerdi?

Bizler çok yalnız bırakıldık. İnsanlar yakınlarının çığlık çığlığa ölümüne tanık oldu. Aynı şeyi biz de yaşadık. Yakınlarımdan üç kişinin cesetleri ilk akşamüzeri çıkarıldı. Morg yok. Cesetleri en azından sabaha kadar yakındaki bir balıkçı deposunda tutmak istedik, ama valilik yasak koymuş. Cesetler elimizde kaldı. Birçok kişi sevdiklerinin bedenine bile ulaşamadı. Kimsesizler mezarlığı diye bir yer var, kimi gömdükleri belli değil. Kefen yokluğundan birçok insan battaniyeyle gömüldü. Devlet meğer hiç yokmuş, hepsi yalan dolanmış.

Şu anda da çadır, erzak ve hijyenik ürün ihtiyacı devam ediyor. Depremden bu yana banyo yapamayanlar var. Devlet kurumları zenginleşme aracı olarak kullanılmış, içleri boşaltılmış. Kaldı ki, İskenderun örneğin Antakya’ya nazaran daha az hasar gördü. İsteyen bölgeye gelip bir ay geçtiği halde devletin hiçbir sorunu çözmediğine kendi gözleriyle tanık olabilir. AFAD gelen yardımları ya engelledi ya da kendisine yönlendirdi. Tarikatları da bu şekilde besliyorlar.

En kötüsü çocukların durumu. 8. sınıftaki çocuklar yakında sınava girecek, ama bu konuyla ilgili hiçbir çalışma yok. Kalabalık çadırlarda yaşayan çocukların taciz ve istismara uğrayacağından endişe duyuyoruz. Özellikle anaokulu çağından küçük çocuklarla ilgili hiçbir girişim yok.

Bu konuda somut gözlemleriniz var mı?

Tarikatlar normal zamanda İskenderun dahil Hatay’ın hemen her yerinde yoğun faaliyet yürütür. Ancak, deprem sonrasındaki ilk günlerde adeta buhar olup kayboldular. Akabinde, yardım kuyruklarında malzeme talep eden insanlar arasında görünmeye başladılar. AFAD’ın depolarında Hatay’a üç ay yetecek kadar erzak var, ama bunların tarikatlar aracılığıyla dağıtılması hedefleniyor. Özellikle Kızılay’la işbirliği içinde hareket eden tarikat kıyafetli kişiler yardımları kapalı spor salonu gibi yerlere sığınanlara siyasi ve ideolojik propaganda yaparak dağıtıyor.

AFAD size gönderilen yardımlara ulaşmanızda engel çıkardı mı?

Özellikle ilk zamanlarda, yardım tırlarını kentin ana girişlerinde durdurdular. Biz de araçları Kırıkhan gibi alternatif yollar üzerinden içeri sokabildik. AFAD her şeyi tek elden yapma mantığıyla birbirimizin yarasını sarmamıza engel oldu. Aldıkları talimatlara göre hareket ediyorlar. İBB’yle anlaşma yapmamızdan sonra, İBB tırlarına el koymakta zorlandılar.

Biz burada ilk harekete geçen gruptuk, insanlar sokakta yatıyor ve büyük sıkıntılar çekiyordu, polisler ve askerler bile gelip bizden yardım istedi. Yükseliş Koleji’nin arkasında da sivil bir inisiyatif çalışma yürütüyordu, ama AFAD birinci haftadan sonra oraya el koydu. Şu anda orada sadece polisler var. Bu süreçte hiç tanımadığımız kişiler ülkenin çeşitli yerlerinden ve yurtdışından ayni yardımlarda bulundu, biz de sivil inisiyatifler arasında işbirlikleri yaptık. AFAD karışmasaydı birçok şey daha kolay olacaktı.

Antakya, Hatay. Fotoğraf: Emily Garthwaite

İskenderunlular olarak böyle yıkıcı bir deprem bekliyor muydunuz? Buna göre bir hazırlığınız var mıydı?

Hiçbir düzeyde hazırlıklı değildik. Psikolojik hazırlığımız da yoktu. Yüksek yapılaşmanın ve yeni imar planının çok sorun yaratacağının farkındaydık. Hatta deprem öncesinde yıkılma olasılığını konuştuğumuz birkaç bina yıkıldı ve en çok kayıp oralarda verildi. Mesela, İskenderun Devlet Hastanesi’nin bir bölümünün depreme dayanıklı olmadığını biliyorduk, hastanede çalışan birçok kişi bu konuda on yıl önce şikâyette bulunmuştu. Hastanenin depreme dayanıklı olmadığına dair raporlar mevcut. O hastanede yetmiş sağlık görevlisi ve hasta öldü.

2013’te kentsel dönüşüm adı altında altı mahalle için afet riski bulunduğuna dair bir karar alındı. Bunlar yoksulların yaşadığı çok yüksek rant vaat eden mahallelerdi. İşin ilginci, depremden en az etkilenen mahalleler bunlar oldu. Kentsel dönüşümün tek amacı ranttı, esas riskin olduğu bölgeler çoğunlukla zenginlerin yaşadığı yerlerdi, ama buralardan rant sağlamak mümkün değildi. O dönem asıl afet riski bulunan yerlerin gizlendiğine, güçlü ve kayalık bölgelerin yoksul mahallesi oldukları için hedeflendiğine dair itirazlarda bulunduk. Hatta Meydan mahallesinin muhtarı dava açmış ve kentsel dönüşüm kararını iptal ettirmişti. Depremde o mahallede tek bir bina yıkılmadı. İskenderun deniz kenarında, 2,5-3 metreden su çıkıyor. Yüksek kat izinleri dağ etekleri yerine su kenarlarına verildi. Yeni imar planı altında yapılan 13-14 katlı iki bina yıkıldı. Buna karşılık, az katlı binalar, istisnalar hariç, ayakta kaldı. Burada yıkılan ya da ağır hasar gören binaların en azından yarısı 1999 öncesinde değil, yeni imar planı sonrasında inşa edilen yapılar.

Çok yalnız bırakıldık. Birçok kişi sevdiklerinin bedenine bile ulaşamadı. Kimsesizler mezarlığı diye bir yer var, kimi gömdükleri belli değil. Devlet meğer hiç yokmuş, hepsi yalan dolanmış. Çadır, erzak ve hijyenik ürün ihtiyacı devam ediyor. Depremden bu yana banyo yapamayanlar var.

Sosyal Haklar Derneği ne zaman, nasıl bir ihtiyaçla kurulmuştu? Hangi alanlarda faaliyet gösteriyor?

Sosyal Haklar Derneği 2010 yılında, herkesin barınma, sağlık, eğitim ve iş güvenliği gibi ikincil görülen haklara sahip olmasını iktidarlara dayatabilmek amacıyla İstanbul’da kuruldu. Ben de 2015’ten beri derneğin İskenderun temsilciliğini yürütüyorum. Dernek hak odaklı konu başlıklarında akademik çalışmalar yapıp raporlar hazırlarken biz de burada paneller ve benzeri etkinlikler düzenliyorduk. Bu arada, Soma maden faciası sonrasında bünyemizdeki avukatların oluşturduğu Sosyal Hukuk birimi çeşitli davaları takip etmeye başladı. Soma, Hendek, Çorlu ve Aladağ’da yaşanan cinayetlerin “kader planı” diye sunulmasına karşı bunların kamunun üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemesi sebebiyle meydana geldiğini savunduk. “Sosyal cinayet” kavramını Türkiye’de ilk kez derneğimiz gündeme getirdi. Faaliyetlerimiz kamuoyunda yankı yarattı, şu anda cezaevinde olan üyemiz Can Atalay, şimdiki başkan Özgür Barış Akbayır’dan önceki başkanımızdı. Saydığım davaları halen takip ediyoruz. Bugün yaşadığımız deprem felaketinin de aynı zamanda bir sosyal cinayet olduğunu iddia ediyoruz. İskenderun Devlet Hastanesi örneğinde olduğu gibi kamunun görevini yapmaması sebebiyle yetmiş kişinin can vermesini basitçe kaza ya da afet olarak adlandırmak mümkün değil. Bu, açıkça bir sosyal cinayet.

İskenderun Devlet Hastanesi, depremden önce ve sonra

Deprem sonrasında ne gibi hukuki mağduriyetler ve ihtiyaçlar ortaya çıktı?

Delillerin korunmasından binalardan numune alınmasına, DNA örneklerinden veraset ilamlarına kadar birçok sorun yaşandı, yaşanıyor. İtirazların yapılması, hasar durumuna göre insanların binalarda kalan eşyalarını alabilmesi gibi birçok konu mevcut. Mesela, iki kişi enkaz altından beraber çıkarılmış, birlikte ölüm karinesi mi işletilecek?

İskenderun Devlet Hastanesi’nin bir bölümünün depreme dayanıklı olmadığını biliyorduk, hastanede çalışan birçok kişi bu konuda on yıl önce şikâyette bulunmuştu. Hastanenin depreme dayanıklı olmadığına dair raporlar mevcut. O hastanede yetmiş sağlık görevlisi ve hasta öldü.

Sosyal Haklar Derneği olarak bu alanda nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?

İstanbul’dan Sosyal Hukuk bünyesindeki avukatlarla dağıtım merkezimizde ücretsiz hukuki danışmanlık verecek bir masa açmayı düşündük. İtiraz ve taleplere dair matbu dilekçeler ve suç duyuruları hazırladık. Hatay Barosu başkanıyla da görüştük. İstanbul’dan gelecek avukatlara ödeme yapılabileceğini söyledi, biz de herhangi bir ödeme kabul etmeyeceklerini ilettik. Aynı akşam sosyal medya üzerinden böyle bir çalışma yapacağımızı duyurduk. Ancak, bu işe vakıf olup olmadığımıza dair itirazlar yükselince Türkiye Barolar Birliği (TBB) ile görüştük. TBB böyle bir çalışma yürüteceğini bize bildirdi, iki gün sonra İskenderun Adliyesi önünde bir masa kurdular. Biz de Sosyal Hukuk’tan bize başvuran avukatları oraya yönlendiriyoruz. Örneğin “hizmet veremez” raporu bulunmasına rağmen İskenderun Devlet Hastanesi’nde göz göre göre ölen sağlık çalışanları ve hastalara yönelik suç duyurularında bulunup ücretsiz vekâlet ilişkileri kurarak müdahil olmaya çalışıyoruz.

İskenderun çok göç alan bir ilçe; göçmenlerin deprem sonrasında yaşadıklarına dair gözlemleriniz nasıl?

Şehrin yerlilerinin AFAD’dan yardım istemeye giden göçmenlere, özellikle Suriyelilere birçok yerde tepki gösterdiğini duyduk. Bizden yardım talep eden göçmenler de her yerden kovulduklarından, kendilerine insanca davranılmadığından şikâyetçi. Biz elimizden geldiğince göçmenlerin taleplerini karşılamaya çalışıyoruz. Birebir elden teslim ettiğimiz yardım malzemelerinin yaklaşık yarısını göçmenlere dağıttık. Buranın yerlilerinin Suriyelilere destek olduğumuz için bize kızdıklarına da şahit oldum. İskenderun’da göçmenlere yönelik fiili şiddet olaylarına rastlamadım. Deprem öncesinde de bu gibi durumlar pek olmazdı, ama sokakta hakaret ve sözlü taciz gibi hadiseler meydana gelirdi.

AFAD’ın depolarında Hatay’a üç ay yetecek kadar erzak var, ama bunların tarikatlar aracılığıyla dağıtılması hedefleniyor. Özellikle Kızılay’la işbirliği içinde hareket eden tarikat kıyafetli kişiler yardımları kapalı spor salonu gibi yerlere sığınanlara siyasi ve ideolojik propaganda yaparak dağıtıyor.

Deprem sonrasında şehirde güvenlik boşluğu doğdu mu?

Evet, güvenlik boşluğu oldu. İskenderun’da birçok insan halen geceleri konutuna giremiyor. İlk günlerde konutlara yönelik birçok hırsızlık olayı gerçekleşti. Ayrıca, tepe mahallelere gönderilen yardım malzemelerine bazı kişiler tarafından el konduğuna ve halka satılmaya çalışıldığına tanık olduk. Bu nedenle tutuklananlar oldu. O bölgelere araç gönderirken orada yaşayan dostlarımızla irtibat kurduk ve gönüllülerimizin yağmalanmaması için özel ilişkilerimizi kullandık. Açıkçası, gönüllülere zarar geleceğinden korktum. Polis ve asker çok sonra devreye girdi.

İskenderun, Hatay. Fotoğraf: Burak Kara

İskenderun’da ne kadar kayıp verildi? Bütün kayıplar enkazdan çıkarıldı mı?

Eşimin kuzeni örneğin, ne canlı çıkabildi ne de cenazesine ulaşılabildik. Bir noktadan sonra eğer ses gelmiyorsa, enkazlara müdahale edilmedi. Şu an bulunduğum yere 500 metre mesafedeki Eda Apartmanı’nın enkazı altında olduğunu bildiğimiz üç kişi halen çıkartılmadı. Muhtemelen de çıkarılmayacaklar. İş makinelerinin topladığı molozlarla götürüleceklerini tahmin ediyorum. Antakya’da da böyle yapıldı. Yaklaşık iki haftadır enkazlardaki çalışmalar tamamen durdu, hiç kimse aranmıyor. Buna dair başvuru yaptığımızda kimsesizler mezarlığına yönlendiriliyoruz, ancak oradan da sonuç alınamıyor. Kayıplarımızla kalakaldık, birçoğunu gömemedik.

Biraz önce gelen yardımların azaldığını ve daha fazla gönüllüye ihtiyaç duyulduğunu söylediniz. Bu aşamadan sonra neler yapılması gerekli?

Sorunlar olduğu gibi duruyor, hatta katlanarak artıyor. İlk günlerde insanların aydınlanmaya, soğuktan korunacak kıyafete ve gıdaya ihtiyacı vardı. Sonra bazıları çadır buldu, ama yemek yapmak zorundalar. İnsanlar işlerini ve gelirlerini kaybetti, erzak ihtiyacı mevcut. Bugüne kadar, gönüllü oluşumlar devredeydi, örneğin biz günde 3500 kişiye yemek çıkarıyorduk. Ancak, üniversitenin kampüsünde herkese yemek çıkaracak bir yemek fabrikası kurulacağını söyleyerek bütün mutfakları oraya taşıdılar. İnsanlar onurlarını zedeleyen bir tavırla orada yemek kuyruğuna giriyor. Kilisede yemek dağıtılıyordu, o da durduruldu.

Üçüncü günden sonra yağmur yağmadı, hava düzeldi. Ama önümüzdeki günlerde soğuklar geri gelecek. Bodrum Belediyesi’nin hazırladığı otuz-kırk konteyner dışında konteyner kent namına bir şey yok. Sadece çadırlar var. Çadır ihtiyacından söz edilse de, iki ay sonra sıcak yüzünden çadırlarda durmak mümkün olmayacak. İçilebilir su yoksunluğu ortada. Ciddi mağduriyetlerin ve salgın hastalıkların ortaya çıkacağını öngörmek mümkün. Mutlaka insan sağlığına uygun ve sosyal ihtiyaçları karşılayan geçici yerleşim yerleri kurulmalı. Gözlemlediğimiz kadarıyla, şu an tarım arazisine birkaç inşaat yapılıyor, ama o konuda da ciddi bir planlama yok.

Kentsel dönüşümün tek amacı ranttı. Meydan mahallesinin muhtarı dava açmış ve kentsel dönüşüm kararını iptal ettirmişti. Depremde o mahallede tek bir bina yıkılmadı. Yeni imar planı altında yapılan 13-14 katlı iki bina yıkıldı. Buna karşılık, az katlı binalar, istisnalar hariç, ayakta kaldı.

Bu bir ayda halkın psikolojisine dair neler gözlemlediniz?

İlk şokun atlatılması kolay bir şey değil. Kendimden biliyorum, hâlâ her boşlukta ağlıyoruz. Ne kadar sıcak bir ortamda olursam olayım sırtım sürekli üşüyor, ürperiyor. Bu durum ancak birine sarılınca geçiyor. İnsanlar çok gergin ve çok yaygın olarak bedensel rahatsızlıklar görülüyor. Mesela bir tanıdığın vücudu boynundan ayak parmağına kadar tutuluyor. Gönüllü psikologlar bunların travmanın etkisi olduğunu söylüyor.

En ciddi travmayı çocukların yaşadığını söyleyebilirim. Bizim evimizde kalan birçok yakınımız var, çocuklar her sesten korkup kaçıyor. Helikopter ya da uçak sesi duyduklarında çığlık çığlığa bağırıyorlar. Torunum her gece uyanıp ağlıyor, sürekli deprem korkusu yaşıyor. Konuştuğum herkes sadece nefes aldığını, aslında yaşadığı için utandığını söylüyor.

Yaşadığımız bu şeyin anlatılmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Tek dileğim Türkiye’nin her yerinde depreme dayanıksız binaların derhal boşaltılması ve güvenli konutlara geçilmesi. Bu felaket başka hiçbir şeye benzemiyor. Devlet ve belediyeler bunun mali yükünü üstlenmek zorunda. İnsanlar çaresiz bir vaziyette tabutların içinde yaşamaya zorlanmamalı. Bir insanın canı bir gökdelenden çok daha kıymetli. Bu sorunu giderecek adımların hızla atılması, yetkililere bu konuda kesintisiz baskı yapılması şart. Yürütülen yardım faaliyetlerinin de en azından bir yıl daha devam etmesi, gönüllülerin ve destek vermek isteyenlerin bunu düşünerek hareket etmesi gerekiyor. Tekrar söylüyorum, bu felaket hiçbir şeye benzemiyor.

^