SAĞLIK ÇALIŞANLARININ GÖZÜYLE KORONA GÜNLERİ

Söyleşi: Saner Şen
8 Nisan 2020
SATIRBAŞLARI

Fotoğraflar: Saner Şen
Bir tıp öğrencisi hocasına “acil serviste hangi hastaya öncelik vermeli” diye sorduğunda şu cevabı alıyor: “Bekleyenler arasında kim bir köşeye kıvrılmış, acıdan sesini dahi çıkartacak hali kalmamışsa ona bakın, durumum acil diye ortalığı birbirine katanın aciliyeti yoktur.” Bu dönemin köşeye sıkışmışları belli. “Evde çok sıkılıyoruz” diye vaveyla koparanlar değil elbette. Dışarı çıkmazsa açlıkla karşı karşıya olanlar, sokağa çıkma yasağında yaşa takıldığından polise yakalanmadan sigortasız çalıştığı atölyeye ulaşmaya uğraşanlar, emekli maaşını çekmeye çıksa yüzüne maske takılıp, başına kolonya dökülüp “rezil edilme”ye maruz kalanlar… Bir de kırk yılın başında alkışlayıp hemen unutuverdiklerimiz var. Can derdine düşünce aman dileyip ihtiyacımız kalmadığını düşündüğümüz anda “bunlar da çok oluyor ama!” dediklerimiz.
Modern zamanın sarsılmaz bilinen kalelerini inim inim inleten Covid-19 salgınıyla mücadelede, cephe tabir edebileceğimiz yer hastaneler şu an. Ve derdi dinlenmesi gerekenlerin en başında, ne bilim ne vicdan ne mantık dinleyen liyakatsız, dar kafalı yöneticilere, eksik ekipmana, yetersiz personele, yönetsel beceriksizliklere, akıl almaz aymazlıklara rağmen canı pahasına mücadele eden sağlık çalışanları geliyor. Malûm nedenlerden ötürü, bırakın kendi adlarını, çalıştıkları hastanenin ismini dahi vermekten çekinen sağlık çalışanlarına kulak veriyor, bağıra bağıra gelen felakete nasıl bu kadar hazırlıksız yakalandıklarını, tüm imkânsızlıklara rağmen verdikleri mücadeleyi, yaşadıkları zorlukları, riskleri, korkuları ve bizleri bekleyen gerçeği dinliyoruz.

 

İSTANBUL’DA BİR AİLE HEKİMİ

Semptom yoksa test yok


Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 2 Mart 2020 günü yaptığı basın açıklamasında ‘’Yeni korona virüsün ortaya konduğu tablo ile kamuoyundaki paniğin orantılı olmadığını ifade etmek istiyorum” sözleriyle kamuoyunu rahatlatmaya çalışıyordu. Aynı gün açıklanan genelgeyle, aslında karantinaya alınması gereken yurtdışı girişli binlerce insan 14 gün rapor almaları için hiçbir önlemin alınmadığı aile sağlığı merkezlerine gönderildi. Bu büyük hatanın ardından yaşananları
İstanbul’da bir aile sağlığı merkezinde görev yapan hekimden dinliyoruz.

İnsanların yaptığımız işin zorluğunu sadece böyle günlerde anlıyor olması garibimize gidiyor aslına bakarsanız. Alkış tutarak da olmuyor, anlamı kalmıyor. Hasta gelmediğinde iş yapmadığımız zannediliyor. Bugün ateşiniz, nefes darlığınız, öksürüğünüz var mı diye otuz kişiyi aradım. Bir hafta önce, karantinadakileri takip ederken 70’di bu sayı.

Bizim aile hekimliğine kayıtlı bir banka çalışanı pozitif çıkmış. Bunu bir hastamdan öğreniyorum. Birinci basamağın koruyucu hekimleri bizleriz, ama hastama cevap veremiyorum. Bana benzer şikâyetlerle gelmiş hastalardan bazıları şu an belki pozitif. Belki bu hastalarla temas ettim, ama bundan haberim yok. Bize pozitif hasta listesi gelmiyor.

Yurtdışından gelenlerin 14 gün karantinaya alınması gerekiyor. Mart başından itibaren devlet bunların bir kısmını kendi belirlediği yerlerde karantinaya aldı; herkesi değil tabii ki. Almadıklarına da “gidin aile hekimliğinizden şüpheli hastalık koduyla 14 günlük rapor alın” dedi. Bize kodlar gönderildi. Normalde on günden fazla rapor veremiyorken bu kodlarla giriş yaparak 14 günlük rapor verdik. Sağlam görünen, ama Covid-19 taşıyor mu, taşımıyor mu bilmediğimiz bu kişiler bize gelip işyerlerine vermek üzere rapor istediler. Aslında karantinaya alınmaları gerekiyordu. Kuluçka döneminde olabilirler; virüs hastalık oluşturmadan da taşıyıcı olunabilir. O zaman salgın Türkiye’de açıklanmamıştı. İran, İtalya, Çin gibi bazı tehlikeli ülkeler belirlemişti bakanlık. Oralardan değilse başvuranlar, çok rahat davranıyorduk. İlk başlarda maske kullanımı çok azdı. Hastaları muayene ederken maske takıyorduk. Ama aynı odada maskesiz de kalıyorduk.

Ulaşılamayan listeler, bulunamayan malzemeler

İlk başta yurtdışı bağlantılı olup karantinaya alınmayan, ama evde karantinada kalması gerekenlerin listesi geliyordu. Şimdi pozitif olan hastayla temasta bulunmuş kişilerin listesi geliyor. Biz bu insanları arayıp kendilerini izole etmelerini söylüyoruz. Her gün arayıp ateşi, öksürüğü olup olmadığını soruyoruz. Bilgileri sistemimizde hasta kayıt dosyasına giriyoruz. Bu şahısların çoğu kiminle temas ettiklerini dahi bilmiyor. Ancak yakın akrabalarıysa durumu biliyorlar. Çünkü hastanın adı açıklanmıyor.

Şu an bir hastam hastanede karantinada, test sonucunu bekliyoruz. Hasta bana yüksek ateş şikâyetiyle geldiği için muayene etmiştim. Birkaç gün sonra eşi “pozitifle temaslı hasta” olarak listeme düştü. Ben o zaman anladım bu hastanın pozitif ihtimalinin çok yüksek olduğunu. Bizim aile hekimliğine kayıtlı bir banka çalışanı pozitif çıkmış. Bunu başka bir hastamdan öğreniyorum. Bana “bu şahıs pozitif çıkmış, doğru mu, ben on gün önce o bankaya gitmiştim” diye soruyor. Birinci basamağın koruyucu hekimleri bizleriz, ama hastama cevap veremiyorum. Sonra haberleri gördüm, adam koronadan ölmüş. Bana benzer şikâyetlerle gelmiş hastalardan bazıları şu an belki pozitif. Ben bu hastalarla temas ettim, ama bundan haberim yok. Bize pozitif hasta listesi gelmiyor.

Sağlık müdürlüğünden birer kutu cerrahi maske ve birim başına birer litre el dezenfektanı geldi. Kullan-at tulum, önlük yok. Koruyucu gözlük, siperlik yok. Yeterli miktarda maske bile yok. Artık ucuz pahalı demeden internetten, karaborsadan temin etmeye çalışıyoruz. Tek kullanımlık önlük bulduk, değerinin beş-on katına satıyorlar.

Bu vakalar üzerine ilçe sağlığı aradım, test olmak istediğimi söyledim. Bana semptom olup olmadığını sordular. “Semptom yok” dedim. “Semptom yoksa test yapmıyoruz. Sizi takibe alıp her gün semptom var mı, yok mu diye soracağız. Semptom olursa test yapacağız” dediler. Şüpheli vakalarda dahi test yaptıramıyoruz. Bana, hastayla arama iki metre mesafe koyup maskeyle çalışmaya devam etmem söyleniyor. İki metre mesafeyi koruyabilmek için hastamı kapıdan görüyorum.

Bu ara boğaz ağrısı, nefes darlığı, öksürük şikâyetiyle gelen hasta sayısı çok arttı. Eskiden hastalığını evde ıhlamur-adaçayıyla geçiştirmeye çalışanlar şimdi korkuyla geliyorlar. Gelemeyip telefonla benzer şikâyetleri bildirenler de çok arttı. Korunacak ekipmanım olmadığı için boğaz muayenesi yapmıyorum artık. Tedavisini düzenleyip kendisini izole etmesini istiyorum. Ateş, öksürük, nefes darlığı artarsa 112 yada 184’ü aramasını söylüyorum. Yapabileceğim başka bir şey yok.

Fiziki muayene yapmak zorunda kaldığımda kendi temin ettiğimiz malzemelerimizi kullanıyorum. Onları da mümkün olduğunca, gerçekten ihtiyacım olacak zamana saklamaya çalışıyorum. Sağlık müdürlüğünden birer kutu cerrahi maske ve birim başına birer litre el dezenfektanı geldi. Beş ayrı birimde beş doktor çalışıyoruz. Kullan-at tulum, önlük yok, koruyucu gözlük, siperlik yok. Yeterli miktarda maske bile yok. Verilenler cerrahi maske; iki-üç saatte bir değiştirilmeleri gerekiyor. Ağzınızda nemlendiğinden virüsün geçme ihtimali yüksek oluyor. Artık ucuz pahalı demeden internetten, karaborsadan temin etmeye çalışıyoruz. Tek kullanımlık tulum bulduk, tanesi yedi dolar. N95 maske bulamadık, ona yakın özellikte başka maske bulduk. Gözlük bulduk, siperlik bulmaya çalışıyoruz. Tek kullanımlık önlük bulduk, inanın değerinin beş-on katına satıyorlar. Siparişini verdik, bir hafta oldu, gelmedi. El dezenfektanları zaten yok. Devlet bizi korumadığı için biz kendimizi korumaya çalışıyoruz.

Evde maske, meslektaşlarla mesafe

12 yaşında bir kızım, eşim var. Eşim diyabet hastası. İşyerime kendi arabamla gidip geliyorum. Toplu taşıma kullanmıyorum, o açıdan avantajlıyım. Eve gittiğimde hiçbir yere dokunmadan direkt banyoya girip, kıyafetlerimi çamaşır makinesine atıp duş alıyorum. Kızımla yüz yüze gelmiyoruz. İki haftadır sarılmıyoruz. Yemeğini yapıp veriyorum. O kendi odasına çekiliyor, ben kendi odama çekiliyorum. Bütün camlar, kapılar açık. Temizlik dışında asla odasına girmiyorum. Ben girdiğimde de onu dışarı çıkartıyorum. Geçen gün “kötü rüyalar görüyorum, galiba senin kokunu alamadığımdan, sarılmadığımdan” dedi. Pozitif olma ihtimalimi öğrendiğimden beri evde maskeyle dolaşıyorum. Böyle bir hayat yaşıyoruz. Gerçekten çok zor.

İşyerimdeki arkadaşlarımla arama iki metre mesafe koyuyorum. Malzeme alışverişi yapmıyoruz. Yemek yerken maskemi kaldırıp ağzıma bir lokma atıyor, tekrar maskemi indiriyorum. Elimizde dezenfektanlar, hiçbir yere dokunmuyoruz, her yer çamaşır sularıyla siliniyor. Arkadaşlar da tedirgin. Hepimiz birbirimize koronalıymışız gibi davranıyoruz.

Kronik hastalıkları olan anne ve babasıyla birlikte yaşayan bekâr bir hekim arkadaşım var. Düne kadar, hastalık taşıma korkusuyla eve gitmiyor, arkadaşlarında kalıyordu. Arkadaşları artık kendilerine virüs bulaşabilir diye korkmaya başlamışlar. Dün “ben akşam nerede kalacağım” diye düşünüp duruyordu.

Kızımla yüz yüze gelmiyoruz. İki haftadır sarılmıyoruz. Yemeğini yapıp veriyorum. O kendi odasına çekiliyor, ben kendi odama çekiliyorum. Geçen gün “kötü rüyalar görüyorum, galiba senin kokunu alamadığımdan, sarılmadığımdan” dedi. Pozitif olma ihtimalimi öğrendiğimden beri evde maskeyle dolaşıyorum.

İstanbul Aile Hekimliği Derneği’nin geçtiğimiz hafta verdiği sayıya göre, sadece İstanbul’da bildikleri 24 pozitif aile hekimi var. Sağlık Bakanlığı Türkiye’de 601 sağlık çalışanının pozitif olduğunu açıkladı, oysa Türk Tabipleri Birliği’ne göre sırf İstanbul’da bu sayı binin üzerinde.

Bu meslektaşlarımızın beraber çalıştıkları sağlık çalışanları var. Test sonuçları henüz çıkmamış olanlar var. Çok daha yüksek rakamlar çıkacak. Hastane hastane dolaşıp zorla test yaptıran bir doktor arkadaşım var; pozitif çıktı. Korona tedavisinde uygulanan standart bir reçete var, bu reçeteyle takibi yapılmak üzere evine yollandı. Ancak solunum sıkıntısı ya da yoğun bakım ihtiyacı olduğunda hastaneye gidilebiliyor.

Biz yine iyiyiz. Benim çalıştığım bölgede, sosyo-ekonomik olarak orta ve üstü gruba ait insanlar yaşıyor. Çoğu 65 yaş üstü. Genel olarak sokağa çıkmama kararına uyuyorlar. Gelme dediğimiz zaman çoğu gelmiyor. Gelen genelde maskeyle geliyor. Ben asıl hastanelerde, acil servislerde çalışanlar için çok üzülüyorum. Acil uzmanlığı yapmış, genel cerrahiden kadın doğuma birçok serviste ayda 10-15 gün nöbet tutmuş bir insanım. Onların durumunu düşünüyorum. 24 saat nöbet tutuyorlar. Sürekli pozitif olma potansiyeli yüksek hastalarla karşılaşıyorlar.

Dün sağlık bakanını dinledim, “şu kadar test yaptık, bu kadar malzeme dağıttık” diye sayıyor. Bu kadar testle olmaz ki, vakalar artıyor. Başta önlemlerimiz sıkı değildi. O tarihte salgının olduğu biliniyordu, umreye neden izin verildi? Sonradan gelen birkaç bin kişiye karantina uygulandığına bakmayın, öncesinde gelenlere uygulanmadı. Geldiler, mevlitlerini okuttular, insanları ziyarete gittiler, onları ziyarete gelenler oldu. Hükümetin oy potansiyelinin nereden geldiğini hepimiz biliyoruz. Oy kaybetmemek için, “umreyi iptal ettiler” denmesini istemedikleri için böyle yaptılar. Tamamen politik kaygılardan dolayı önlemlerde geç kalındı. Şu an bence sokağa çıkma yasağı uygulanması lâzım. Yine politik ve ekonomik nedenlerden dolayı yapmıyorlar. Bu halde bulaşmayı nasıl önleyeceksiniz? Biz yaşlılarımızla beraber yaşayan insanlarız. Geleneğimizde, kültürümüzde bu var. Yaşlılara yasak koysanız da, sokaktakiler hastalığı eve taşıyor.

 

İSTANBUL’DA BİR ACİL SERVİS

En büyük sorun yönetim


Zaten ağır koşullarda çalışan acil servis personeli için salgınla mücadelenin ön safında olmak, çok daha ağır çalışma koşulları, sürekli enfekte olma riski ve yönetilemeyen bir kriz doğurdu. Pandemi koşullarından çok uzak acil servis yapısını kendi çabalarıyla işler tutmaya çalışan sağlık çalışanları, enfekte olmaktan çok, ekiplerinin dağılmasından korkuyor. Pandemi koşullarında acil servislerin durumunu İstanbul’da bir kamu hastanesinde görev yapan acil servis uzmanı anlatıyor.

Normal zamanda 24 saatlik nöbetler halinde çalışıyoruz. Bazen üç günde, bazen dört günde bir nöbet sırası geliyor. Bir ay içerisinde sekiz nöbet tutuyoruz. Salgınla beraber ekstra bir mesai getirilmedi, aynı rutinle devam ediyoruz. Acil serviste zaten ağır şartlarda çalışılıyor, artırılması doğru olmaz. Aslında, virüs kapma riskini azaltmak için mesaileri azaltmak gerekiyor. Yanlış hatırlamıyorsam, Çin’de altı saatlik mesailer halinde çalışıyorlar, sonra ekip değişiyor. Bizde öyle bir şey yok. Bu bizim için lüks açıkçası. Diğer branşların servisleri korona şüphelilerle dolu olduğu için o servislerde çalışan arkadaşlarımızın hasta sayıları azaldı. O yüzden, bize destek veriyorlar. Şu aralar, günde ortalama 600-650 hasta geliyor acile. Bunların yüzde doksanı Covid-19 şüphesiyle gelenler.

Son iki haftada kapıda 130 hastanın beklediğini bile gördüm. Hasta kayıt yaptırıyor, doktoru görene kadar tıklım tıklım bekleme salonunda bekliyor. İmkânım oldukça “aranızdaki mesafeyi koruyun, şikâyetiniz hafifse evinize gidin” diye anons yaptırıyorum. Ama bu bireysel çabayla olabilecek bir şey değil.

Hastalarla ilgili asıl sorun yönetsel. Salgın Türkiye’de başladığından beri, Covid-19 şüpheli hastayla normal hasta birbirinden ayrılmadı. Aslında ilk yapılması gereken, Covid-19 şüphesiyle gelen hastalara triaj (ayrıştırma) uygulanması. Mümkünse bina dışında başka bir alana, değilse bina içerisinde izole edilmiş bir alana alınıp diğer şikâyetlerle gelen hastalarla temas ettirilmemeleri gerekiyor. Normal zamanda bizim kapımızda 20-25 hasta bekler. Son iki haftada kapıda 130 hastanın beklediğini bile gördüm. Hasta kayıt yaptırıyor, doktoru görene kadar tıklım tıklım bekleme salonunda bekliyor. İmkânım oldukça “Burada salgın hastalık şüphesiyle gelen hastalar var. Aranızdaki mesafeyi koruyun, şikâyetiniz hafifse evinize gidin” diye anons yaptırıyorum. Ama bu bireysel çabayla olabilecek bir şey değil. Sadece bizde de değil, iletişime geçtiğim diğer hekim arkadaşlarımın çalıştıkları, özellikle de bakanlığa bağlı hastanelerin yüzde doksanı böyle.

İki hafta boyunca, enfekte hastayı diğerleriyle bir arada tutarak virüsü bulaştırdık, topluma yaydık. Bu çok net, tartışılmaz bir durum. Salgınla mücadelede yaşadığımız en büyük problem, engelleyemediğimiz en üzücü durum bu. Bugün alanlar ayrıldı, ama hâlâ alanlar arasında geçiş var, yani bu sorun devam ediyor. Bu durumu yazılı bir tutanakla yetkililere ulaştırdım, ama zaten onlar da farkında. Buna çözüm bulmaya çalışıyorlar ama, tepeden bir karar olmadıkça bu çabalar havada kalıyor. 


Aciller tıklım tıklım

38 derece ve üstü ateşi olan hastaların tomografisini çekip kanlarını alıyoruz, bu bulgulara göre de test yapıyoruz. Hızlı testi pek güvenilir bulmadığımız için PCR dediğimiz, tanıyı daha kesin koyan, virüsün genetik yapısını tahlil edebilen testleri yapıyoruz. Bu testlerin sonucu için üç-dört gün bekleniyor. Test sonucu henüz gelmeyen veya testi negatif çıktığı halde tomografi sonucu Covid-19 olduğunu düşündüğümüz için yatırdığımız hastalar var. Bunun yanında, klinik durumu değerlendirilip algoritmaya göre pozitif mi, yoksa negatif mi diye arada kaldığımız hastalar var. Hastanın negatif olma ihtimali var. Ama pozitif hastalarla beraber bekliyor. Acilde şüpheli durumdaki hastaları pozitif olanlardan ayrı tutabileceğimiz bir alan yok. Aslında pozitif, negatif ve henüz şüpheli hastalar için üç farklı alan gerekiyor.

İki haftadır bütün servisler doldu. Şu an acil serviste bekletilen 46 hastamız var. Acil servisi üç ayrı alana böldük, ama sonuçta bütün hastalar aynı yerde. Hasta yakınlarının içeri girmesini engellemeye çalışıyoruz, ama acil servisler bunun en az kontrol edilebildiği alanlar. İlla giren çıkan oluyor, yüzde yüz kontrol edemiyoruz.

İstanbul’daki aciller tıklım tıklım. Hastalar salgının erken aşamasında, sayı binlere ulaşmadan, yurtlara, boşaltılan otellere, kamu misafirhanelerine yerleştirilip sağlıkçılar eşliğinde takip edilebilirdi. Bu yapılmadığı için şu an yer bekleyen hastalar nedeniyle hastaneler tıkanmış durumda.

Hastanenin ne kadarının Covid-19 hastaları için ayrıldığı bilgisi bize verilmiyor. Ama en az 100-150 pozitif hastanın yattığını tahmin ediyorum. Pandemi hastanesi olarak tahsis edilen hastanelerden “10-15 hasta gönderin” dediklerinde yolluyoruz ama, hemen yenileri geldiği için burası hiç boşalmıyor. İki gün önce 65 hasta vardı yatış bekleyen. Bugün bekleyen 46 hastaya çok değil diye seviniyorum. Tanısı konmuş hastalara yer bulmakta ciddi problemimiz var. Bu, devlet politikasından kaynaklanan bir yönetim problemi. Bazı hastaların testi pozitif, ama sağlık desteğine ihtiyacı yok. Bu hastaların hastanede yatması gereksiz, izole edilmeleri lâzım. Ama bize “hayır, bu hastayı yatırıp takip edeceksin” deniyor. Çok güzel, yatırmak daha kontrollü. Ama İstanbul’daki aciller tıklım tıklım; yatır demenin bir anlamı yok. Bizde insanların evde izolasyon kurallarına uymasını sağlamak zor, biliyorum. Ama bu hastalar salgının erken aşamasında, sayı binlere ulaşmadan, yurtlara, boşaltılan otellere, kamu misafirhanelerine yerleştirilip sağlıkçılar eşliğinde takip edilebilirdi. Bu yapılmadığı için şu an yer bekleyen hastalar nedeniyle hastaneler tıkanmış durumda.

Hastaların “ben niye bekliyorum, hâlâ yer bulunamadı mı?” diye baskısı var. Sağlık desteğine ihtiyacı olmayanlar ise şaşkın, “benim bir şeyim yok, beni niye tutuyorsunuz” diye soruyorlar. Henüz fiziksel şiddete dönüşmüş bir durum yok. Ama şu an hâlâ erken aşamadayız, solunum sıkıntısı çeken fazla hastamız yok. Haftaya ciddi solunum sıkıntısı olan hastalar geldiğinde ne yapacağız, onu düşünüyorum. Solunum sıkıntısıyla gelen bir hasta sedye bulamayıp yere yığılınca yakını şiddet yaratabilir.

Hâlâ normal cerrahi maske verilen aile sağlığı merkezleri var, düşünün. Onların da, diğer servislerde çalışanların da N95 maske kullanmaları gerekiyor. Bu, malzemede sıkıntı olduğu endişesi yaratıyor. Bize de kişisel koruyucu malzeme imza karşılığı sayılı veriliyor. 24 saat nöbet tuttuğum için sekiz saatte bir değiştirmem gerekiyor maskemi. Ama 24 saat sürekli hastayla temas halinde değilim. Tasarruflu kullanıp iki N95 maskeyle idare etmeye çalışıyorum. Solunum sıkıntısı olan, durumu kötüleşen hastaların kalp masajı ya da uyutulup makineye bağlanması sırasında hastayla burun buruna çalışıyoruz. Bu durumda enfekte olmamamız için kullanmamız gereken şeffaf koruyucu siperler gerekiyor. Maske ve gözlük yeterli olmuyor. Bu ekipmanlar yok. Aynı şekilde, burundan ve boğazdan sürüntü numunesi alan arkadaşlarımız da risk altında. Herhangi bir öksürme, hapşırma ânında korunabilecekleri ekipmanları yok. Aslında sadece kollarımızın girebileceği camdan korunaklı kabinlerin olması lâzım. Türkiye Acil Tıp Derneği yaptırmaya çalışıyor, ama şu an bizim hastanelerimizde yok.

Sağlık çalışanlarına rutin tarama da yapılmıyor maalesef. Test yaptırabilmem için öksürüyorum, aksırıyorum diye numara yapmam lâzım. Bizim enfekte olmuş olma ihtimalimiz negatif hasta için risk demek. Şu an koruyucu malzemelerimizle hasta baktığımız için teorik olarak bulaştırmadığımızı düşünüyoruz.

Aileme bulaştırır mıyım?

Benim eşim de sağlıkçı. İkimiz de sağlıkçı olduğumuzdan eşime bu ay sonuna kadar idari izin verildi. Beş yaşında bir kızım var, kayınvalidem ve kayınpederim de bizimle yaşıyor. İkisi de 65 yaş üzeri. Evde mümkün olduğu kadar onlardan uzak durmaya çalışıyorum. Kızıma sokulamıyorum. Tabii anlam veremiyor bu duruma. Ben nöbet usûlü çalışıyorum, ama her gün sabah hastaneye gelip akşam evine dönen sağlık çalışanları var. Onlar için bir konaklama imkânı sağlanmalı.

Bir hafta kadar önce entübe edilip [suni solunuma bağlanıp] yoğun bakıma gönderilen bir hasta vardı. Bu hastaya müdahale eden acil servisteki hekim arkadaşlarımızdan birinin testi pozitif çıktı. Arkadaşımız 14 gün karantinaya alındı. O arkadaşımızla yakın temasta olan bir asistan arkadaşımız da pozitif çıktı. O da şimdi hastanede tedavi görüyor. Şu âna kadar sadece bizim hastanede beş sağlık çalışanı pozitif çıktı.

İki hafta boyunca, enfekte hastayı diğerleriyle bir arada tutarak virüsü bulaştırdık, topluma yaydık. Bu çok net, tartışılmaz bir durum. Bugün alanlar ayrıldı, ama hâlâ alanlar arasında geçiş var, yani bu sorun devam ediyor.

Her gün eve giderken aileme bulaştırır mıyım kaygısı yaşıyorum. Hastaneye gelirken de acaba malzeme sıkıntısı olur mu kaygısı taşıyorum. Bu kaygı her geçen gün daha da artıyor, çünkü hasta sayısı artıyor. Acil serviste malzeme sıkıntısı olmaz diye düşünmek istiyorum. Çünkü olursa gerçekten sistem çöker.

Bir taraftan kendimiz için kaygılanıyoruz, diğer taraftan ekibimiz azalıyor. Pozitif çıkanla yakın temastakiler de izolasyon için evlerine gönderiliyor. Geçen iki haftada yedi kişi eksik çalıştık. Bugün iki kişi daha pozitif çıksa ekip dağılacak. Test yaptırmaya çekiniyorum, çünkü pozitif çıkarsam ekibimle birlikte gönderileceğim. O yüzden, pozitifmişim gibi korunarak yaşamaya ve göreve devam etmeye çalışıyorum. 

Acil servislerin şu anki haliyle bunu döndüremeyeceğiz. Biliyorsunuz, Çin hızla korona hastaneleri açtı. Devlet istediği zaman sınırlara, operasyon bölgelerine çadır hastaneler kuruyor. Gidişata bakınca iki hafta sonra ortaya çıkacak tablonun hazırlığını göremiyorum açıkçası. Hafife alınıyor gibi.

 

İZMİR’DE PANDEMİYLE MÜCADELE

Bir şeyler yapılıyor, ama hep geç


Salgın nedeniyle hastanelerdeki birçok servis durdu, tedaviler, ameliyatlar ertelendi. Bu servislerde görevli personel pandemi servislerine aktarıldı. Peki, bu önlemler yeterli oldu mu? Çığ gibi büyüyen hasta sayısını karşılamaya yeterli mi? İzmir’de bir kamu hastanesinde görev yapan bir hekimin gözüyle…

Bir şeyler yapmaya çalışıyoruz, ama hep virüsün bir adım gerisinden geldiğimiz için kontrol altına alamıyoruz. Enfekte olan insanlar için geç kalmış oluyoruz. Başarılı olan ülkeler daha hızlı hareket etti, baştan sert politikalar izlediler. Türkiye’de vaka görülmeye başladıktan bir hafta kadar sonra iş ciddiye alınır oldu.

İlk başlarda normal cerrahi maske takıyorduk. Bu hastalığın, bırakın hapşırmayı veya öksürmeyi, konuşmayla bile saçılan minik damlacıklardan yayıldığı düşünülüyor. Biz, ekipman sağlanana kadar her hastayı pozitifmiş gibi kabul ederek yaklaşma kararı aldık. Ama kulak-burun-boğaz nöbetindesin, elinde malzeme de yok. Adamın şakır şakır burnu kanıyor, ne yapacaksın? Bir şekilde müdahale etmen lâzım. Hastalara koruyucu ekipmansız müdahale ettiğimiz böyle zamanlar oldu. Mecbur kaldım daha doğrusu. Hocalar “mümkün olduğunca yaklaşmayın, koruyucu ekipman bulun” diyor, ama yok. Hocalarımızdan da enfekte olanlar oldu. Bu şartlarda kaçınılmaz bir şey. Yaptığımız işin riski bu, ama malzeme eksiği olmasa, ideal ortamlar oluşturulsa, dikkat edilip önüne geçilebilir.

Bir maskeye ulaşmak

Evet, şimdi bazı ekipmanlar var, ilk zamanlara göre daha iyi, ama bizim hastanede de gerekli malzemenin tamamı yok. Geçen gün çalışırken tulum yerine önlük verdiler. Boynumu ve başımı kapatabileceğim başlığı olan bir tulum olması lâzım. Boynum açıktaydı yani. Kendimi efekte gibi kabul ederek eve geldim. Çünkü hiçbir yerimizin açık kalmaması lâzım. N95 maskeler kısıtlı olduğu için nemlenme olmasın, maskenin fonksiyonları daha uzun süre devam etsin diye üstüne cerrahi maske takıyoruz. Saatte bir cerrahi maskeyi çıkartıp üstüne yenisini takıyoruz. Bu şekilde N95 maskenin kullanılabilirlik süresini uzatmaya çalışıyoruz.

Bir yerden sonra gençleri hastanelerde tutamayacağız, çünkü daha kritik durumdakilere yer ayrılması gerekecek. Her geçen gün bizim de hastalığa yaklaşımımız değişiyor. Birkaç günde bir yeni bir uygulamaya geçiliyor. Şu an her şey çok değişken.

Birkaç çalışmada okudum, Stanford Üniversitesi’ndekiler malzeme sıkıntısını öngörerek N95 maskeleri basit yoldan nasıl sterilize edebiliriz diye düşünmüşler. Kaynayan suda karıştırmadan üç dakika tutunca hem maskenin fonksiyonlarının bozulmadığını hem de virüsün tamamen ortadan kalktığını göstermişler. Bilmiyorum, belki ilerde N95 maskeleri atmayacağız, temizleyip, kurutup tekrar kullanacağız.

Verilen siperlikler çok kalitesiz. Asetat kâğıdına bant yapıştırılmış gibi. Taktığımızda kafanın üstünde boşluk oluyor, tam kapatmıyor. Şu an kullandığımız siperlikleri anabilim dalı başkanımız kendi parasıyla aldı. Aslında, servise giren her hastaya da maske takılması lâzım. Personele söylüyorum, “yeterince maske yok veremeyiz” diyorlar. N95’e gerek yok, cerrahi maske… Hastaların N95 takmasına zaten yanlış olur, çünkü ekshalasyon valfı var, yani nefesi verdiğinde olduğu gibi çıkartıyor. Sadece nefes alış  sırasında virüsün alınmasını önlüyor.

Tanı kitleri geldi, ama biz dün toplamda yedi tane test aldık. Bizden sonra 10-15 tane daha alınmıştır. Çok kısıtlı test alınıyor. Test algoritmaları başka ülkelerdeki gibi tarama bazında işlemiyor.

Giriş-çıkış ve üst değişme odalarının düzenlenmesi lâzım, halbuki odaya giriyoruz, el dezenfektanının kutusu bile boş. Kimse doldurmuyor. Personel hastayla aynı yerden giriyor. Zaten enfekte olan koruyucu ekipmanını çıkartıp üstünü giyiyor, yine hastanın olduğu yerden çıkıyor. Çok saçma bir düzen var. Bir şeyler yapılmaya çalışılıyor, ama hep geç oluyor.

Hastaneler dolarken diğer hastalar ne olacak?

Şüpheli olan hastaların tomografi bulguları negatif geliyorsa veya korona düşündürmüyorsa, hastadan nazofarenks (burun-geniz) sürüntü örneği alıp evine gönderiyoruz. “Test sonucu çıkana kadar karantinadaymışsın gibi davran” diyoruz. Sürüntü testinde yüzde 37 hata payı var. Tekrar edilmediği sürece 100 hastadan 37’si hatalı negatif çıkıyor. Test sonucu negatif gelen bir hastaya “hasta değilsin” diyemiyoruz. Bir defa değil, belirli aralıklarla tekrar edildiğinde sonuç daha güvenilir oluyor.

Akciğerden örnek alıp uyguladığımız testler de var, ama toplum bazında uygulanabilir değil. Tomografi sürüntü testine göre daha güvenilir denebilir. Tomografi bulgusu varsa, bir süre sonra solunum sıkıntısına girebileceği için testi negatif çıksa da hastayı bırakamıyoruz. Ama şu da var, bu hasta negatif de olsa pozitif hastalarla aynı yerde tutulduğu için enfekte olma riski taşıyor.

Bizim hastanenin pandemi servislerinde yetmiş-seksen hasta olduğunu tahmin ediyorum. Yoğun bakımda da en az on kişi vardır. Bizim servislerde fazla hasta yükü yok, ama Covid’le dolup taşan hastaneler var. Bizde hâlâ yatak olduğu için genç hastalar da, şüpheli hastalar da yatırılabiliyor. Bir yerden sonra, gençleri tutamayacağız, çünkü daha kritik durumdakilere yer ayrılması gerekecek. Aslında her geçen gün bizim de hastalığa yaklaşımımız değişiyor, bugünkü yaklaşım dünkü yaklaşımdan farklı. Çok sık yeni bir uygulamaya geçiliyor. Şu an her şey çok değişken.

Bu salgın yüzünden insanların tedaviye erişimleri azalacak. Enfeksiyon iki hafta sonra yaygınlaşıp, her taraf dolup taşınca, ambülanslar sürekli solunum sıkıntılı hasta taşımaya başlayınca, kalp krizi geçiren bir insanın hastaneye yetişememe ihtimali olacak.

Bizim hastanede solunum sıkıntısı nedeniyle gelecek hastalar için kullanılabilecek mekanik ventilasyon cihazı sayısı 200’ü geçmez. Yani 200’den fazla hastayı almaz bu hastane. Ameliyathaneler dahil yoğun bakım statüsüne getirilebilecek her yeri doldurduğumuzda bu sayı çıkıyor. İzmir’de yaşayan risk grubu olarak 60 yaş üstü ve kronik hastalıkları olan kişilerin nüfusunu düşündüğümüzde, bu rakam bana çok komik geliyor. Eğer salgını uzun bir vadeye yayarsak belki daha kontrollü atlatabiliriz. Ama uzun vadeye yayamayacağız gibi duruyor.

Şu an servisteki tüm hastaları taburcu ettik, kronik enfeksiyon riski oluşmasın diye hiç hasta kabul etmiyoruz servise. Acil olmayan hiçbir ameliyatı yapmıyoruz. İnsanlara “sizi bu şartlarda ameliyat edemeyiz” diyoruz. Tedavileri yapılamıyor yani. Mesela ses tellerinde kanser teşhisi koyduğumuz hastalarımız var, tedavilerini planlamıştık, ama tedavileri aksıyor. Belki gırtlak koruyucu ameliyat olabilecekken, salgın bittiğinde hastalık daha da ilerlemiş olacağı için bu hastaların gırtlaklarını tamamen almak zorunda kalacağız. Bazılarını ışın tedavisine yönlendirdik, ama bunu yapamadıklarımız da oldu. Bu kararı zor da olsa bölüm olarak bu insanların tedavisinin aksadığını bilerek verdik. Hem hastaları korumak için hem de bu yataklar sonuçta solunum sıkıntılı hastalara hizmet etmeye başlayacak önümüzdeki günlerde. Salgın yüzünden insanların tedaviye erişimleri azalacak. Medyada hiç bahsedilmeyen bir konu, ama işin bir de bu boyutu var. Aslında çok da büyük bir sorun. Atıyorum, enfeksiyon iki hafta sonra yaygınlaşıp, her taraf dolup taşınca, ambülanslar sürekli solunum sıkıntılı hasta taşımaya başlayınca, kalp krizi geçiren bir insanın hastaneye yetişememe ihtimali olacak. Yani normal hastalıkların da müdahalesi zamanında yapılamayacak.

Herkes pozitifmiş gibi davranmalı

Önceden nispeten arka plandaydık, sadece bizim uzmanlığımız gerektiğinde işe dahil oluyorduk. Şimdi iyice işin içine girip ön saflara çıkmaya başladık. Kendim için korkmuyorum, ama annem babam var evde, ikisi de 60’ın üstündeler. O yüzden ekstradan bir korku var. Bu da ayrı bir sorumluluk. Ben koronayı atlatabilecek dirençte olduğumu düşünüyorum. Tabii ki bunu kimse bilemez, ama istatistiksel olarak bende ölümcül seyretme ihtimali yüzde 0.1-1 arasında. Ama annemle babam için daha riskli. Eve korka korka gidiyorum. Girer girmez üstümü çıkarıp bir poşete koyuyorum. Hatta ayakkabılarımı aşağıda değiştiriyorum, hastanede giydiğim terliklerle eve çıkmamaya çalışıyorum. Habire her şeyi dezenfekte ediyorum. Muhtemelen arkadaşıma taşınacağım, ortalık durulana kadar onda kalacağım.

Tanı testleri yeterince yapılamıyor. Tanı testleri de önemli, tedavi de. Ama aslında şu an için en önemli şey korunma ve önleme. Bu hastalığın kırılmasını sağlayacak şey bu. Herkes gerçekten korona-pozitifmiş gibi davranmak zorunda. Böyle davranır, karşısındakilere de korona-pozitifmiş gibi yaklaşırsa, mümkün olduğunca uzak durur, riskli ortamlarda cerrahi maske takarsa, bu gibi önlemler tanı testleri ve tedaviye ayrılacak masraflardan ve büyük bir külfetten kurtarabilir bizi. Çok basit şeyler, ama ne tanı ne tedavi bu önlemlerin önüne geçebiliyor.

 

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ BARINMA SORUNU

Dayanışma bugünler için


Salgın döneminde kalabilecekleri güvenli bir yer arayan sağlık çalışanlarının yaşadıklarını İstanbul’da görev yapan bir aile hekiminden dinliyoruz…

Annem ve babamla yaşıyorum. Evimde iki kanser hastası var. Salgın yüzünden tam giriş kapısının karşısındaki küçük odaya yerleşmiştim. İşten geldiğimde banyoya girip oradan da direkt odama geçiyordum, hiçbir yere dokunmuyordum. Ama bir süredir yakın bir arkadaşımın evine yerleştim, orada kalmaya başladım. Arkadaşım biraz panik bir insandır. Hiç evden dışarı çıkmıyordu. Bir gün bana evde bir doktor kaldığı için diğer arkadaşlarının ziyaretine gelmediklerini söyledi. Birkaç gün sonra, çalıştığım sağlık merkezinde bir hekim arkadaşımın pozitif bir hastaya temas ettiğini öğrendim. O gün bir otele yerleşmeye karar verdim.

Taksim’de bir otelin doktorları misafir ettiğini duydum. O oteli aradım. Bana dolu olduklarını, zaten sadece Taksim İlkyardım ve Şişli Etfal’de çalışanları başhekimlik yazısıyla kabul edebildiklerini söylediler. Üstelik, sadece iki gün misafir edebiliyorlarmış. Başka bir otel ismi aldım, işten çıkmadan önce aradım, kimse cevap vermedi. Akşam direkt otele gittim, kapısı kapalı. Hava soğuk, yağmur yağıyor. Taksim’de in cin top oynuyor, oturacak bir yer yok. Bir buçuk saat sonra internetten bir otel buldum, parasını verip gece orada kaldım.

Parası olan sağlık çalışanı otelde kalıyor diyelim, peki olmayan ne yapacak? Sağlıkçı zaten kendi bedeninden vazgeçmiş de çalışıyor, bir de gidip evdekilere bulaştırıyor.

Ertesi gün başka bir otelin sağlık çalışanlarını aldığını duydum, o oteli aradım. Başhekimlikten yazı istediler. Bizim başhekimimiz yok. İlçe sağlık müdürlüğünü aradım. Başka bir üst yazı, dilekçe vs. istediler. Bu arada arkadaşlarımla iletişim kurduğumuz gruplara durumumu yazdım. 15 senelik arkadaşlarım bunlar. İki kişi hariç kimse aramadı. Arayan iki kişi de sağlıkçı arkadaşlarımdı. Birisi, İzmir’de yaşayan bir arkadaşının İstanbul’daki evini ihtiyacı olan doktorlar kullansın diye bıraktığını söyledi. Çok sevindim. Teşekkür etmek, karşılığında ne yapabileceğimi sormak için aradım. “Olur mu, dayanışma bugünler için” dedi. Bu gerçekten çok önemli. İnsanlar evlerini boşaltıp gidiyorlarsa İstanbul’dan, böyle bir şey yapabilirler. Bir süre için evlerinden ayrılıp başka yerlere gidenler bir paylaşım, barınma ağı oluşturulabilir aslında. 

Bazı belediyeler, doktorlar ve hemşireler kalsın diye yurtlar öneriyor. Ama dört kişilik odalar bunlar, yine bulaşma riski var. Parası olan sağlık çalışanı otelde kalıyor diyelim, peki olmayan ne yapacak? Sağlıkçı zaten kendi bedeninden vazgeçmiş de çalışıyor, bir de gidip evdekilere bulaştırıyor. Dünya kadar otel, misafirhane, öğretmenevi var. Düşünün, doktor aileler var, çocuklarını bırakacak yerleri yok. Kreşler de kapalı. Doktordan korkan insan, gelip doktor çocuğuna bakmıyor. Bu insanlar her gün işe gidip geliyorlar. Bu derdi taşıyor, kaygılanıyor, stres yaşıyor, üzülüyorlar.

Ya bütün hekimler hastalanırsa?

Pozitif hastayla temas etmiş hekim arkadaşımız var, hâlâ çalışıyor. “Semptom çıkana kadar çalışacaksın” diyorlar. Semptom çıkarsa karantina için eve gönderiliyor. Normal zamanlarda, aile hekimliği sisteminde işe gitmediğimizde yerimize vekâlet edecek birini bırakmamız gerekiyor, aksi takdirde ücretimizden kesiliyor. Şimdi birimiz hastalanıp karantinaya gönderilirsek ve yerimize birini bırakamazsak ne olacak?

Bizim hasta reddetme gibi bir şansımız yok. Birimiz bakmazsak diğerimiz bakacağız. İstifalar da yasaklandı. Şu an kaç sağlık çalışanımız korona-pozitif, bilmiyoruz. Bunu bilsek hastanelerimizi organize edebiliriz. Televizyonlarda “80 milyona test yapamayız” diyorlar. 80 milyona test isteyen mi oldu? Sağlıkçıların beş günde bir test olması lâzım. Kimlerle karşı karşıyayız, bilmemiz lâzım. Bu bilgiye sahip olmazsak organizasyonumuzu nasıl yapacağız? Birimiz pozitif olduğunda bu eksiği nasıl kapatacağız? Bilgi eksik bizde. Şikâyet ettiğimiz şey bu.

İnsanlar bir anda yığılıp sağlık çalışanlarını hasta ederse geriye bir sağlık sistemi kalmayacak. Bunu anlatmaya çalışıyoruz. Bu kadar insan bir anda hastanelere gelirse bunu kaldıramayız. Yoğun bakım sistemleri, doktor, hemşire yetmez. Mesele yirmi gün sonra, elli gün sonra gelmeleri. Bu zaten kolay yayılan bir virüs, zamanla hepimize yayılacak diğer gripler gibi.

^