43 yıl önce, 24 Mart’ta bir savcı öldürüldü. Kontrgerilla ağına ilişkin rapor hazırlayarak dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in önüne koyan savcıydı. Cinayeti işleyen de, azmettirenler de belliydi. Kimse cezalandırılmadı. Ama Doğan Öz’ün cenazesi bir mitinge dönüştü, adı ve kimler tarafından, niçin katledildiği belleklere kazındı. Binlerce sayfalık belgeyi inceleyip ayıklayarak ve çok sayıda tanıkla görüşerek “Savcı Doğan Öz’ü Vurdular” (Tekin Yayınevi, Ekim 2020) kitabını yazan Berivan Tapan’ı dinliyoruz. Express’in 174. sayısından naklen…
Karşımızda binlerce sayfalık dava dosyası, belgeler incelenerek, çok sayıda tanıkla konuşularak ve Doğan Öz’ün yaşadığı mekânlara gidilerek oluşturulmuş bir kitap var. Doğan Öz cinayetinin sabahı ile açılıyor, sonra onun hayatına dönüyor ve cinayetle dava sürecine bağlanıyor. Doğan Öz hakkında bir kitap hazırlama fikri nasıl oluştu?
Berivan Tapan: Cumhuriyet gazetesinde, 2007’de bir yazı dizisi yapmıştık, “12 Eylül’e doğru beş cinayet” diye. Bu cinayetlerden biri de Doğan Öz’dü. Onunla ilgili yazılanlar yetersiz kalmıştı. Öldürüldüğü tarihle başlayıp dört kere idamla yargılanan bir sanığın hikâyesiyle devam eden bir çalışmaydı. Ama öldürülmesine sebep olan yazdığı kontrgerilla raporuyken, iki sayfa olmasına rağmen devasa anlam taşıyan böyle bir rapor varken, o bölümün bu rapor etrafında kaleme alınmamasına, bugüne kadar da bununla ilgili ayrıntılı bir araştırma yapılmamasına açıkçası biraz öfke duydum. Sonra, öfkenin yerini merak aldı. Neden görmezden gelindiğine değinmek istedim. Hazırladığı kontrgerilla raporunu dönemin başbakanı Ecevit’e verdiği ve öldürüldüğü 24 Mart 1978 tarihinden aylar önce bu raporun Ecevit’in elinde olduğu anlaşıldı. Öldürüldükten sonra eşi Sezen hanımın da o raporu Ecevit’e vermesiyle süreç ilginçleşmeye başladı. Yedi yıldan fazla süren bir dava söz konusu, arada 12 Eylül oluyor. Davanın kaderiyle de oynanan bir süreç bu. O sırada gidip gelen “gizli” ibareli belgeler var. Dört koldan sanık İbrahim Çiftçi’yi serbest bırakmak için çalışılıyor. Özellikle “Taş Medreseliler” denen kesim bayağı iyi çalışıyor. Çiftçi’nin devlet adına çalıştığını kanıtlamak için her şey yapılıyor.
“Taş Medreseliler” kim, nasıl bir kesim?
Aslında soyut bir medreseden söz ediyoruz artık. Çünkü bu derneğin faaliyetlerine Devlet Bahçeli tarafından son verildi çok yakın bir zamanda. Defalarca toplantılarına katılmasına karşın Bahçeli’nin niye böyle bir talimat verdiğini bilemiyoruz, hiçbir açıklaması yok. Cezaevinde yatmış ülkücüleri bünyesinde barındıran, daha birkaç ay öncesine kadar çok sayıda ilde şubesi bulunan ve asıl adı Taş Medreseli Ülkücüler Derneği olan bu yapı artık daha çok bir geleneğin adı olarak kullanılıyor. Zaman zaman bir araya geliyorlar. Hatta bu toplantılara İbrahim Çiftçi de katılıyor bazen. Daha önceleri “Karakol Teşkilatı” olarak anılan bu yapı 12 Eylül’le birlikte ülkücüler arasında hüküm giyen, silahlı katliam gerçekleştiren, faili meçhul cinayetlerin “faili” sayılan kişiler için kullanılıyor. Taş Medreseliler bu tabiri kendi içlerinde bir övünme aracı olarak kullanıyorlar.
Kitabın belge, bilgi, arşiv çalışması nasıl oldu?
Böyle bir çalışma yaparken önce dava dosyasını incelersiniz, o dönem çıkan haberleri tarar, tanıklarla konuşursunuz. Yerel basından ulusal basına, neredeyse tüm yayınlara bir arşiv taraması yaptım. Bazı ufak, ama önemli ayrıntılara da dikkat etmek gerekiyordu. Cinayetin işlendiği gün Ankara’nın hava durumunu da, kullandığı Anadol marka arabasını da, içtiği Gelincik sigarasını da araştırmam gerekiyordu. En zor olan kısmı tanıklarla, aileyle konuşmaktı. Çünkü onlara acılarını yeniden hatırlatıyorsunuz her seferinde. Bu yüzden kimi zaman görüşmelere ara vermek durumunda kaldık. Bütün bunlar nedeniyle üç yıl gibi uzun bir sürede hazırlandı kitap.
Nerelere, hangi kentlere gittin kitabı oluşturmaya çalışırken?
Doğduğu yere gittim, Afyon-Sultandağı’na, orada akrabalarıyla görüştüm. Ankara’ya defalarca gittim, çalışma arkadaşları oradaydı. Sezen hanım İzmir’de yaşıyor, İzmir’e de defalarca gittim.
Doğan Öz “gizli yardımsever” dediğimiz insanlardan. Sorunu olan kim varsa ona danışıyor. Yalnızca beş dakika vakit geçirdiği kişinin dahi aklında yer eden bir isim. Arkadaşları bu yüzden onu “etrafına ışık saçan biriydi” diye tanımlıyor. Tanıdığı kiminle konuştuysam ondan söz ederken gözleri parlıyordu.
Onu tanıyanların gözünde nasıl bir insan Doğan Öz?
Doğan Öz “gizli yardımsever” dediğimiz insanlardan. Sorunu olan kim varsa ona danışıyor. Yalnızca beş dakika vakit geçirdiği kişinin dahi aklında yer eden bir isim. Arkadaşları bu yüzden onu “etrafına ışık saçan biriydi” diye tanımlıyor. Tanıdığı kiminle konuştuysam ondan söz ederken gözleri parlıyordu. Onu büyük bir sevinç ve sevgiyle anlattılar bana. Muzaffer İlhan Erdost’la Ankara’da konuştuğumuzda, çocuğunu kaybettiği haftaydı. Bunu bilmiyordum evine giderken. Eşi çok kötü görünüyordu. “Neyiniz var?” diye sorduğumda, “Oğlumuzu kaybettik bu hafta” dedi. Bu durumda konuşamayız diye düşünerek kalkmak istedim. Muzaffer İlhan Erdost, “hayır, konuşacağımız kişi Doğan Öz, otur lütfen” dedi. Onunla ilgili notlarını getirdi ve saatler boyunca dostu Doğan Öz’ü anlattı bana.
Cinayetin yeri ve ânını bir film gibi okurun gözünde canlandırıyor kitap. Oraya da gittin mi?
Evet, gittim. Orada şimdi Kocatepe Camii var. O ev, yani Işık Apartmanı yok. Mithatpaşa Caddesi ile Kızılırmak Caddesi’nin kesiştiği yer çok merkezi. “Cinayet herkesin gözü önünde işlendi” diye anlatmamın nedeni de o.
Kitabın önsözü gazeteciliğin duayen isimlerinden Altan Öymen’in kaleminden. 1961’den başlayarak Doğan Öz cinayetine kadar giden dönemin siyasal panoramasını çizen 13 sayfalık hacimli bir yazı. Önsözü yazmaya kolay ikna oldu mu Altan Öymen?
Oldu. Aracı olan kişi Altan Öymen’e çok yakın birisiydi. Doğan Öz cinayetine kadar gelen süreci kim iyi analiz eder diye düşündük. Altan Öymen hem gazeteci hem siyasetçi kimliğiyle duruşu çok temiz bir isim. Bu kitaba Altan Öymen yakışır dedik. O da epey mesai harcadı önsöz için. Bu nedenle de minnettarım. Herkese nasip olmaz.
Doğan Öz takip ettiği dava dosyaları ve izini sürmeye başladığı ilişkiler silsilesiyle birlikte kontrgerilla yapılanmasını çözüyor. Özel Harp Dairesi, istihbarat örgütleri, komünizmle mücadele adına oluşturulmuş dernekler, ülkücü yapılar, MHP’li gençlerin komando faaliyetleri… Ama Doğan Öz için daha öncesi de var. MİT’çi öğrenci Vehbi Ünal’ın Sezen ve Doğan Öz’ün okuduğu Afyon Lisesi’nde duvara orak-çekiç çizmesi ve bunun Doğan Öz’ün üzerine yıkılmasıyla, lise sonu Eskişehir’de tamamlamak zorunda kalıyor. Sezen ve Doğan Öz, birkaç yıl sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırdıktan sonra, her nasılsa bu “ajan öğrenci” de aynı okula kaydoluyor.
Afyon Lisesi çini işlemeleri olan, hem mimari açıdan hem de eğitim açısından önemli bir lise. Bilmeyenler için İstanbul Erkek Lisesi örneğini verebilirim, öyle bir okul düşünün. Okulda yatılı öğrenciler de var o dönem. Doğan Öz de yatılı öğrencilerden. Sezen Hanım ise ailesi kent merkezinde yaşadığı için gündüzlü öğrencilerden. Doğan Öz gibi “okumayı seven” öğrenciler, okul müdürü tarafından yakın takip altında. George Orwell’in 1984’ündeki gibi, herkesi kontrol etme eğilimi var o dönem. Aynı lisede okuyan Vehbi Ünal adlı öğrenci, daha sonra nasıl oluyorsa Doğan Öz ve Sezen Öz ile aynı üniversiteyi kazanıyor. “Nasıl oluyorsa” dememin nedeni, biliyorsunuz, bir kısım ülkücü o dönem genellikle kendileri yerine başkalarını üniversite sınavına sokuyor, kazanabilmek için… Vehbi Ünal da bu öğrencilerden. Ve “MİT’çi öğrenci” olarak adı çıkan biri.
“Örümcek ağı” denen sistemi Doğan Öz görüyor, fotoğrafını çekiyor. Kontrgerilla Raporu’nda anlatıyor. Derin devlet dediğimiz yapıya karşı dava açma hazırlığı katledilmesiyle son buluyor. Ama cinayetle bitmiyor süreç. Kontrgerillanın işi zaten cinayetle bitmez. Dava sürecine müdahale eder, sanıkları korumaya çalışır. Ailelere yönelik tehdidini sürdürür.
Doğan Öz, stajını bitirdikten hemen sonra, 1962’de Diyarbakır’ın Çermik ilçesine savcı olarak atanıyor. Onu Çermik’te ağalarla mücadele eden, komutanlar karşısında da adaleti savunan bir savcı olarak görüyoruz. Yaşar Kemal’in kahramanlarından biri gibi…
Doğan Öz’ü tanıyarak yazmaya başlayınca şaşırmıyorsunuz aslında. Çünkü hayatının her döneminde adaleti aramış bir insan. “Hukukçu değil sadece, adalet insanı” diyorum o yüzden. Fikret Otyam’ın Bir Karış Toprak İçin diye bir kitabı var. Orada anlattıklarından bir Doğan Öz portresi de çıkıyor. Otyam bir cinayet haberi için gittiğinde karşılaşıyor Doğan Öz’le ve ondan çok etkileniyor. Olay örtbas edilmeye çalışılıyor, Doğan Öz’ün otopsinin düzgün yapılması konusundaki ısrarına tanık oluyor. Daha sonra dost oluyorlar. Doğan Öz Çermik’teki kan davalı iki ailenin hikâyesini anlatıyor Otyam’a. Ekilecek alan çok az olduğu için iki aile toprak kavgasına düşüyor. Her ürün zamanı geldiğinde, silahlar konuşuyor. Ardından da cezaevinden kurtulmak için ellerindeki tüm parayı avukatlara veriyorlar. Parası olmayan da cezaevine giriyor… İlçede korkunç bir yoksulluk var. Doğan Öz ekmek bulamayan insanların arasından geçip evine gidince dertlenip yemek yiyemiyor. Bu yoksulluğun yanında, jandarma ve vali de para aldığı ağadan yana taraf olunca kan davalı köylüler bir kere daha eziliyor. Jandarması, kaymakamı halka zulmediyor, diledikleri zaman köylülerin hayvanlarına el koyup kendilerine ziyafet çekiyorlar… Doğan Öz Otyam’a bunları anlatıyor, Otyam da haberleştiriyor ve böylece konu Meclis’e taşınıyor. Ardından köylüleri ezenler görevden alınıyor. Doğan Öz kan davasını bitirmek için başladığı bu yolda başarılı oluyor. Bir masal kahramanına dönüşüyor oradaki köylüler için. Bu tabii bazı çevreler tarafından iyi karşılanmıyor ve hakkında sürgün kararı veriliyor. Takip ettiği soruşturmaların peşini bıraksın diye o ilden öbür ile tam on kere sürülüyor.
Doğan Öz kontrgerillanın üzerine giderken ölüm tehditleri de alıyor. Yakınlarına duyduğu tedirginliği ifade ediyor. Ama geri durmuyor. Evinin önünde valiliğin izin verdiği ve linçle sonuçlanma ihtimali olan bir gösteri bile yapılıyor. Sen de Doğan Öz’ün öldürülmesinden yıllar sonra bu kitabı yazarak, adları biraz gerilere itilmiş tetikçileri ve etrafındaki ilişkileri yeniden gündeme getirirken, bu kişilerin hedefi olacağını düşündün mü? Bir korku, tedirginlik yaşadın mı?
Biz yatarız
Ve
Bin ibadet, bedeldir bir adalete
Bunu laf-u güzaftan bahsederiz
Biz ki adaleti tevzi etmede
Fukaranın anasını belleriz.
Doğan Öz
Gazeteciler böyle bir korkuyla hareket etmiyor. Şuradan anlatayım en azından. Cinayetin işlendiği gün Doğan Öz’ün arabasının başında durup inceleyen kişi Uğur Mumcu. Kitapta o ânın fotoğrafı var. Uğur Mumcu da, ne kadar tehdit alsa ve bundan ne kadar tedirgin olsa da, günün birinde dostu Doğan Öz gibi öldürülüp öldürülmeyeceğinden emin değildi. Emin olsa da yazmayı sürdürecekti. Bir de bu kitapla insanlar üzerinden bir suçlama geliştirmiyoruz. Sistemi sorguluyoruz. Ki yıllar sonra sanıklar bile bu sistemi sorguluyor. Yirmi-otuz yıl sonra “kullanıldık” diye açıklama yaptı çoğu. Korku ayrıca çok abartılan bir duygu. İnsan korkar ve geçer. Ama pişmanlık gibi duygular bence çok daha ağır. Benim en büyük korkum kitapta maddi hata yapmak ve aileyi mağduriyet içeren arabesk bir biçimde sunmaktı. Titiz olmaya çalıştım bu konuda. “Bakın, Türkiye’de böyle bir şey oldu” diye bir vaka anlatıyoruz. Herhangi bir korku duymuyorum açıkçası.
Kitabın bir bölümünde, Doğan Öz’ün 1970’li yıllarda yapılan katliam ve cinayetlerin adresinin Özel Harp Dairesi olduğunu fark ettiği ve bu yapıya büyük bir dava açmaya hazırlandığı anlatılıyor. İlerleyen sayfalarda, 1985’te askeri mahkemenin İbrahim Çiftçi’nin beraatini onaylamasına giden süreçle birlikte okunduğunda, karşımıza bir ağ, bir sistem çıkıyor. Tetiği çeken kişiye “örgütlü failin” sürekli sahip çıkması, onu korurken kendisini de korumaya çalışması gibi bir durum.
Zaten “örümcek ağı” denen sistem tam olarak bu. Doğan Öz o ağı görüyor, fotoğrafını çekiyor. Bunu da tüm kesişme noktalarıyla Kontrgerilla Raporu’nda anlatıyor. Doğan Öz’ün derin devlet dediğimiz bu yapıya karşı dava açma hazırlığı katledilmesiyle son buluyor. Ama cinayetle bitmiyor bu süreç. Kontrgerillanın işi zaten cinayetle bitmez, cinayetten sonrasını da takip eder. Dava sürecine müdahale eder, sanıkları korumaya çalışır. Ailelere yönelik tehdidini sürdürür. Örneğin, dava sürerken Doğan Öz’ün oğlu Turan’ın ODTÜ öğrencisiyken işkence görmesi, işkenceyi yapanın Raci Tetik olması. Ünlü işkenceci Tetik, babası yüzünden işkence gördüğünü de hiç çekinmeden söylüyor zaten Turan’a. Ortada pervasız bir tehdit var.
Cinayet davasında devletten kaynaklandığı açık olan bir ayak sürümenin yaşanması ve yargılamanın yeniden açılmasına yanaşılmaması ailede derin bir sızı bırakıyor. Ve Doğan Öz’ün ailesi de temel olarak, Türkiye’de kontrgerilla gerçekliğiyle yüzleşilmesini istiyor. Kitapta idamla ilgili bölümden de bunu anlıyoruz.
Sezen hanım o dönem avukatlarla görüşüyor, “idam kararı verilirse ne yapacağız” diye konuşuyorlar. Bunu istemiyorlar, çünkü İbrahim Çiftçi’nin yaşamının sonlanması bu sistemi çökertmeyecek, faili meçhullerin önünü de almayacak. Tek başına İbrahim Çiftçi ismi çok önemli değil onlar açısından. Sistem zaten böyle kişileri kullanır. Maddi açıdan zayıf, cemaat içinde bir yuva ihtiyacı duyan ve istediğini yaptıracağı kişileri seçer. İbrahim Çiftçi de bunlardan biriydi.
İbrahim Çiftçi “keskin nişancı”. Başka suçlardan da hakkında arama kararları var. Bahçelievler katliamı sorgusunda, Abdullah Çatlı’nın adını veriyor. Mahkemedeki soğukkanlı duruşu, cinayeti kolayca itiraf etmesi ve Çatlı’nın adını hiç çekinmeden vermesi kendisini ipten kurtaracak, yargıyı aşan bir güce inandığını gösteriyor.
İbrahim Çiftçi bir tetikçi, ama sıradan bir tetikçi olmadığı belli. Dört defa idama mahkûm edilip dört defa ipten alınması ne söylüyor bize?
Dava dosyasındaki delillerden yola çıkan avukatlar, İbrahim Çiftçi’nin “keskin nişancı” olduğunu söylüyor. Bu da bize başka bir şey anlatıyor. Buradan anlıyoruz ki, Çiftçi bir süre silah eğitimi almış ve ayrıca bu eylemi soğukkanlı bir şekilde yapacak kadar deneyim kazanmış biri. Zaten başka suçlardan da hakkında arama kararları var. Hatta Bahçelievler katliamındaki sorgusunda, Abdullah Çatlı’nın da adını veriyor. Bu da önemli. Mahkemedeki soğukkanlı duruşu, cinayeti kolayca itiraf etmesi ve Çatlı’nın adını hiç çekinmeden vermesi kendisini ipten kurtaracak, yargıyı da aşan bir güce inandığını gösteriyor.
Ecevit’in kontrgerillaya savaş açtığı yönünde çok sayıda konuşması var. Ama Doğan Öz’ün kendisine ilettiği rapor ona sorumluluk yüklediği için pek hoşnut olmuyor gibi.
Başbakan olunca kontrgerillanın üzerine gidebilecek bir güç kazandığını zannediyor. Düşündüğü kadar güçlü olmadığını kendisi açısından çok acıklı bir şekilde anlıyor sonra. Bir “derin devlet yapılanmasına ihtiyaç varmış” gibi bir ikna süreci yaşıyor. Zeminde milli-muhafazakâr yapı her zaman duruyor bu ülkede ne yazık ki. Onunla bir mücadele yürütmediğiniz sürece, iktidarda kimin olduğu çok önemli değil. Ecevit’in kontrgerillanın üzerine gitmek gibi bir şansı ve sorumluluğu vardı. Bunu da üstlenmesi gerekiyordu. Ama yapamadı.
Doğan Öz’ün cenaze töreninde tam bir günah çıkarma var. Törene katılanlarda da suç mahalline dönen suçlu havası… Cenaze töreninde Ecevit Sezen hanımın elini sıkıyor, başsağlığı diliyor, Adalet Bakanı açıklama yapıyor, “kimin yaptığını biliyoruz” diye. MHP dışında bütün partiler cenaze töreninde. Türkeş’in başsağlığı telgrafı cinayetten yalnızca yarım saat sonra eve ulaşıyor.
Doğan Öz’ün kontrgerilla raporu Ecevit’in ölümünden sonra açılan o meşhur arşivinde de bulunamıyor…
Evet. Buhar olmuş gibi… Belki de rapor muhatabının elindedir.
Doğan Öz’ün eşine yazdığı aşk mektubundaki şiir gibi birçok şiirinin olduğunu kitabın çeşitli bölümlerinde görüyoruz. Genel olarak kültür ve sanatla ilgili bir insan. Kontrgerillanın üzerine gidilseydi, belki de Doğan Öz’ün yeni şiirlerini okuyacaktık diye düşünmeden edemiyor insan. Kitabı yazan için bunu görmek nasıl bir duygu?
İyi insanları kaybettiğimiz zaman, “bu kadar iyi bir insan hayatta olmalıydı” diye düşünürüz. Doğan Öz için de halkın tepkisi “nasıl kıydılar” oluyor. Cenaze töreni sol yumrukların havada olduğu, gözyaşı seliyle dolu geçiyor. Şu anda torunuyla vakit geçirmesi gereken bir dede olabilirdi. Üniversitede bir kürsü sahibi olabilirdi. Siyasete atılabilirdi. Adil duruşundan feyz alabilirdik. Bu cinayet arkasında toplumu çok derinden etkileyen bir iz bıraktı. Bu ülkeyi yaralı bir ülke haline getirdiler. İstediğiniz ekonomik şahlanmayı gerçekleştirin, ne yaparsanız yapın, bu yaralı bereli ülkeyi tedavi etmez, iyileştirmezseniz bu hastalıklı hal devam edecek. Ve hiçbir zaman devletle barışamayan, kendi güvenlik birimlerinden korkan, tedirginlik içinde yaşayan bir topluma ve geleceğinden kaygı duyan genç nesillere sahip olursunuz.
Şiir dışında, başka sanatlarla ilgisi var mı Doğan Öz’ün?
Bir kere çok güzel öykü anlatıcısı. Türkü söylemeyi, tiyatroya, klasik müzik konserlerine gitmeyi, edebiyatı yakından takip etmeyi seven biri. En büyük tutkusu kitaplar. Kendisini makamında ziyaret edenlere mutlaka elindeki kitaplardan hediye ediyor. Onun dışında çok hoşsohbet bir insan. O yüzden de herkes onun etrafında olmak istiyor.
Express, sayı 174, Aralık 2020
DOĞAN ÖZ’ÜN KONTRGERİLLA RAPORU
“Kontrgerilla Genelkurmay Harp Dairesi’ne bağlıdır”
Doğan Öz’ün dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e ilettiği, eşi Sezen Öz’ün de cinayetin ardından Ecevit ile bir araya gelerek kendisine önce gösterip sonra da okuduğu Kontrgerilla Raporu’ndan:
“Yapılan aralıksız araştırmalarımız ve çalışmalarımız yeni hükümet döneminde de sürüp giden, ilk bakışta can ve mal güvenliğini tehdit eder gibi görünen şiddet olaylarını ‘anarşik eylem’ olarak niteleyecek kadar basit değildir.
Olup biten şudur: Ecevit hükümeti ve onun, demokrasiye bütün gerekleriyle işlerlik kazandıracağına olan umutları kitlelerde, Türkiye halkında yok etmek ve onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurları ile yürürlüğe koymaktır. Böylece ABD ve çok uluslu ortaklıklar Ortadoğu sorununu büyük ölçüde çözmek amacını gütmektedirler.
Bize göre, bu sonuca ulaşmada CIA, AID, İran ve İsrail gizli haber alma örgütleri, Kontrgerilla gibi gizli örgütleri yönlendirmekte olup bu örgütler, I. ve II. MC (Milliyetçi Cephe hükümetleri) ile devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun biçimde dönüştürerek demokrasi düşmanı akımları iktidar etmeyi öngörmüşlerdir. Geniş halk kitlelerine girmeyi de AP’nin (Adalet Partisi’nin) şemsiyesi altında MHP ve onun yan örgütleri olan Ülkü Ocakları, Ülkü-Bir Ülkücü Teknik Elemanlar, Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK), bazı işveren kuruluşları ve esnaf dernekleriyle gerçekleştirme çalışmaları içinde görünmektedirler.
Örneğin, bir ortaöğretim kurumu (Atatürk Lisesi gibi), Yüksek Öğretim Kurumu (Gazi Eğitim Enstitüsü, Ticaret Turizm Yüksek Öğretmen Okulu, Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu ve bazı fakülteler gibi) kuruluşlarda, gizli örgütlerce yönlendirilenler Oba-Ocak-Sancak gibi hiyerarşik örgüt yapısıyla çavuştan başlayarak albaylığa kadar rütbeli biçimde etkinlik göstermektedirler. Legal yan kuruluşlarda başarılı görülenler illegal çalışmalara yönelmektedirler.
Bunlar aynı zamanda 10 bin TL’den başlayarak ayda 30-40 bin TL’ye kadar varan aylık ücretler de almaktadırlar. Bunun için mali kaynaklar:
a. Okul ve yurtlardaki öğrencilerden alınan ayda 50 TL’lik ödentilerle bağışlar,
b. Mahalle esnafından ve küçük zanaatkârlardan alınan bağış ve ödentiler,
c. İşe yerleştirilenlerden alınan rüşvetler ya da maaşın belli bir miktarı,
d.Mahalle arasında evlerden toplanan bağışlar,
e. Devlet ihalelerinden alınan yüzdeler,
f. Silah, afyon kaçakçılığı ile beyaz kadın ticaretinden vurulan vurgunlar,
h. CIA, AID ve SAVAK gibi kuruluşlardan yapılan desteklemeler,
Şunu özellikle belirtmekte yarar var: Bütün bu çalışmalar içinde askeri ve sivil güvenlik güçleri vardır. Kontrgerilla, Genelkurmay Harp Dairesi’ne bağlıdır. Kontrgerilla il ve ilçelerde seferberlik işlemini yürüten kurum olarak askerlik şubelerince yönetilmektedir. Bu konuda en çok, aşamaları eğitimden geçen astsubaylar kullanılmaktadır. Sivil güvenlik güçleri içinde de MİT elemanları ve 1. Şb. görevlileri kullanılmaktadır. (…)
Şiddete karşı halkı örgütleme, kitleler içinde şiddeti yoğunlaştırmama ile olanaklıdır. Bazı goşist sol akımlar gerçek hedefmiş gibi gösterilerek, hedef saptırılarak sıkıyönetimi çağırma, seçimle, olmazsa darbeyle iktidar olma, demokratik yaşama biçimini yok ederek halkı sömürme seçeneği tek seçenek durumuna getirilme çalışmasıdır yapılan.
Durum bütün açıklığı ve acılığıyla ve saygıyla sunulur.”
(Savcı Doğan Öz’ü Vurdular – Bir Kontrgerilla Cinayeti, sayfa 62-65’ten kısaltarak)