Covid-19’a karşı geliştirilen aşıların ülkelere satışı başladı, ama küresel eşitsizlik aşıya erişimde de kendisini gösterdi. Yoksul ülkeler güvenilirliği kanıtlanmış aşıları edinmekte zorlanırken, patent sözleşmeleri ucuz ve yaygın aşı üretimini engelliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün uluslararası dayanışma çağrısına ise kimi devletler ve ilaç şirketleri fikri mülkiyet haklarını öne sürerek karşı çıkıyor. Ancak, küresel aciliyet durumunda sağlık teknolojilerinin paylaşılmasını savunan örgütlenmeler de giderek çoğalıyor. Aşı mücadelesinin hukuki boyutuna yakın plan…
Tanrı için tek bir şey imkânsızdır: Gezegendeki herhangi bir telif hakkı yasasında herhangi bir anlam bulmak.[1] Mark Twain
Dünya üzerindeki Covid-19 vakalarına her gün yüz binlercesi ekleniyor. Her gün binlerce kişi virüs sebebiyle hayatını kaybediyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) mart ayı verilerine göre, vaka sayısı 126 milyonu, ölüm sayısı 2,7 milyonu aşmış durumda. Bilim insanlarının geliştirdiği aşılar ise birçok ülkede uygulanmaya başlandı. Uygulanan aşıların başında Pfizer-BioNTech, Moderna, Oxford-AstraZeneca, Sputnik V ve Türkiye’de de kullanılan CoronaVac geliyor.
Duke Küresel Sağlık İnovasyon Merkezi’nin araştırmasına göre, dünya çapında yaklaşık 8 milyar doz Covid-19 aşısı satın alındı. Bunların 4,5 milyarını yüksek gelirli, 2 milyarını orta gelirli ülkeler alırken düşük gelirli ülkelerin payına ancak yarım milyar doz düşebildi. [2] Aşı geliştirme kapasitesine ve satın alma gücüne sahip olan yüksek gelirli ülkeler aşı tedarikinde zaten sorun yaşamıyor. Hindistan ve Brezilya gibi sınırlı satın alma gücüne sahip, orta gelirli ve orta ölçekli üretim kapasiteli ülkeler, üretim anlaşmalarının bir parçası olarak aşı satın almada bu yarışta daha ön sıralara geçmeye çalışıyorlar.
Peru ve Türkiye gibi üretim kapasitesi olmayan, fakat klinik deneylere ev sahipliği yapabilecek altyapıya sahip ülkeler de satın alma anlaşmalarını müzakere etmek için bunu bir imkân olarak kullanıyor. Örneğin, geçtiğimiz haftalarda Sinovac tarafından geliştirilen CoronaVac aşısının Türkiye’deki Faz 3 çalışmaları tamamlanmış ve aşının Covid-19’a karşı etkililiğinin yüzde 83,5 olduğu açıklanmıştı. Üretim ve klinik test kapasitesinden yoksun olan düşük gelirli ülkeler ise anlaşma sürecinin dışında bırakılıyor.
Yüksek gelirli ülkeler dünya nüfusunun sadece yüzde 14’ünü oluştursa da, şimdiye kadar en etkili sonuçları veren aşıların yarıdan fazlasını satın aldılar. Bloomberg’ün verilerine göre, Kanada, Britanya, Yeni Zelanda, Avustralya ve birçok AB ülkesi nüfusunun birkaç katı sayıda aşı tedarik etti. Örneğin, Kanada’nın satın aldığı aşılar her yurttaşını beş kez aşılamaya yetecek miktarda. Satın aldığı aşılarla Britanya en az üç, Yeni Zelanda ve Avustralya en az iki kez nüfusunu aşılayabiliyor.
Bu gibi zengin ülkeler nüfuslarının birden fazla kez aşılanabileceği boyutlarda stoklar yaparken, İngiltere merkezli bir çalışmaya göre,[3] zengin ülkelerin aşı stokçuluğu sebebiyle dünya nüfusunun beşte biri 2022’ye kadar aşı olamayacak. Zaten belli bir üretim kapasitesine sahip olan firmaların taahhüt ettikleri aşıların üretimlerinden önce bu devletlerce ihtiyaçlarının birkaç katı miktarda satın alınması, aşıya yeterli maddi kaynak ayıramayan düşük gelirli ülkelerin veya küresel dayanışma örgütlerinin aşıya erişmesini engelliyor veya geciktiriyor. Yani Kanada gibi ülkeler bütün nüfusunu aşılasa bile satın alma sözleşmeleri gereği ilaç firmaları bu ülkelere taahhüt ettikleri miktarda aşı tedarik etmek zorunda oldukları için hâlâ aşılanmamış ülkelere aşı satılamayacak.
Zengin ülkeler nüfuslarının birden fazla kez aşılanabileceği boyutlarda stoklar yaparken İngiltere merkezli bir çalışma dünya nüfusunun beşte birinin 2022’ye kadar aşı olamayacağını söylüyor.
Aşı stokçuluğu ile dünya üzerinde eşitsiz bir dağılıma yol açan aşı politikaları aynı zamanda aşı milliyetçiğini de tetikliyor. Aşılama hızıyla rekor kıran İsrail’de, Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinliler aşı programına dahil edilirken, işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze’deki yaklaşık 5 milyon Filistinli hariç tutuldu. Savaşlar veya çatışmalar sırasındaki mağduriyeti en aza indirmeye çalışan hukuk ilkelerine ve bu ilkeleri düzenleyen Cenevre Sözleşmeleri’ne açıkça aykırı olduğu halde, İsrail işgal altında yaşayan Filistinlilere Covid-19 aşısının eşit ve adil bir şekilde dağıtılmasını sağlama konusundaki uluslararası yükümlülüklerini umursamıyor.
İlaç şirketlerinin ürettiği milyarlarca doz aşıya hızlı ve güvenli bir şekilde erişmek, virüsün yayılma hızını kontrol altına almak adına büyük önem taşıyor. Bu aşıların eşit ve adil bir şekilde dağıtılması da bir o kadar önemli. Ancak, yeryüzündeki her insanı ücretsiz ve mümkün olan en hızlı ve güvenli şekilde aşılamak için ulusal ve uluslararası düzeyde koordinasyon halinde yürütülecek bir çabaya duyulan ihtiyacın karşısına, devletlerin koruyuculuğu altındaki ilaç şirketlerinin kâr güdüsü çıkıyor. Aşılara küresel erişimin önündeki engeller yalnızca büyük bir kısmının hâlâ test aşamasında olmasından kaynaklanmıyor, aynı zamanda hükümetlerin ve ilaç şirketlerinin bu düzenlemeler konusunda adil fiyatlandırmadan adil dağıtıma kadar, şeffaf ve hesap verebilir olmaması da hayati bir rol oynuyor.
Fikri mülkiyet hakları ve Covid-19
Aşının dünya üzerindeki eşitsiz dağılımının sebebi yalnızca hükümetlerin ırkçı politikaları ve zengin ülkelerin aşı stokçuluğu değil. Fikri mülkiyet haklarını koruyan küresel standartlarda ve patent sözleşmelerinde hiçbir esnemeye gidilmemesi eşitsizliği artırıyor ve aşıya erişimi daha da kısıtlıyor. Gelişmiş ülkelerin fikri üretimleri ve bunlara yönelik sert korumaları karşısında gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkeler bu standartları kabul etmek zorunda kalıyor. Aşı, ilaç gibi fikri üretimlere ilişkin koruma hem küresel hem de bölgesel düzeyde geçerli. Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO), Avrupa Patent Ofisi (EPO), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) bu koruma kuruluşlarından birkaçı.
Dünyada özelleştirmelerin hız kazandığı 1990’lı yıllarda Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kuruldu. Bu örgüt uluslararası ticaret kurallarını belirleyen tek devletlerarası küresel kuruluş olma niteliğini sürdürüyor. Aralarında ABD, Kanada, Britanya ve Çin’in de bulunduğu 76 kurucu devletin girişimleriyle her kategorideki fikri mülkiyet hakları için küresel düzeyde bir koruma mekanizması oluşturuldu. Akla gelebilecek hemen her fikri üretimin korunması patentler aracılığıyla sağlanıyor.
Bu koruma, bir fikri üretimin veya onu kullanma hakkının kime ait olduğunu gösteren resmi belgeler olan patentler aracılığıyla, yirmi yıl boyunca üçüncü kişilerin bu fikri üretimi üretmesini, kullanmasını, satmasını veya ithal etmesini engelliyor. Fikri mülkiyet hakları her ne kadar örneğin, aşıyı bulan kişiye veya şirkete özgü haklar olsa da, DTÖ gibi uluslararası örgütler içinde yer alan hükümetler tarafından politik ve ekonomik koz olarak kullanılıyor. Uyulmaması durumunda ilgili ülkelere ekonomik ve ticari yaptırımları beraberinde getiren söz konusu standartlar DTÖ bünyesinde hazırlanan TRIPS Anlaşması’nda düzenleniyor.
TRIPS Anlaşması 1995’te yılında yürürlüğe girdi ve ilaç, aşı gibi üretimler yapan farmasötik buluşların da tabi olduğu patent rejiminin halk sağlığının korunmasına karşı yeni engeller yaratıp yaratmadığının sorgulanmasını sağladı. Çünkü gelişmekte olan ve az gelişmiş birçok ülkede tüberküloz, sıtma ve diğer salgın hastalıklardan ve özellikle de HIV/AIDS’den kaynaklanan sağlık sorunları ciddi bir boyuttaydı.
Örneğin, 1990’da HIV/AIDS sebebiyle hayatını kaybeden kişi sayısı 350 bin iken, 2000 yılında bu sayı 1,5 milyonu bulmuştu. Ölüm oranları Sahraaltı Afrika gibi düşük gelirli ülkelerde daha yüksekti. [4] Ülkelerin gelir seviyesi ve bireylerin ekonomik durumu aşı ve ilaçlara erişimi zorlaştırırken, patentler de bu ilaçların üretilmesini, geliştirilmesini ve dağıtımını engelliyordu. Bunun sonucunda, DTÖ 2001’de, TRIPS Anlaşması’nın devletlerin halk sağlığını korumak için önlemler almasını engellememesi gerektiğini belirten Doha Deklarasyonu’nu yayınlandı.
Doha Deklarasyonu TRIPS Anlaşması’nın halk sağlığını koruyacak ve özellikle herkesin ilaçlara erişim hakkını destekleyecek şekilde yorumlanması ve uygulanması gerektiğini teyit ediyordu. İlaç şirketleri, ABD ve diğer gelişmiş ülkeler deklarasyonun etkisini en aza indirmek için hemen kolları sıvadı. Örneğin, ABD bu uygulamanın yalnızca HIV/AIDS, tüberküloz ve sıtma gibi ciddi veya acil halk sağlığı krizleriyle sınırlandırılmasını ve ihracat yapılabilecek ülkelerin sadece gelişmekte olan ülkelerle kısıtlanmasını hedefliyordu. [5]
TRIPS Anlaşması, yürürlüğe girdiğinden bu yana, bilgi edinmeyi, kültür alışverişini ve bilgi üretimini engellemesi sebebiyle eleştiriliyor. Bu eleştiriler özellikle Covid-19 küresel salgınında daha çok ve daha sert yapılır oldu. Zira, fikri mülkiyet haklarının tesis edilmesi için kullanılan patent sözleşmelerinde farmasötik buluşlar önemli bir yer kaplıyor.
Dünyadaki her insanı ücretsiz, hızlı ve güvenli şekilde aşılamanın karşısına, devletlerin koruyuculuğu altındaki ilaç şirketlerinin kâr güdüsü çıkıyor. Fikri mülkiyet haklarını koruyan küresel standartlar ve patent sözleşmelerinde hiçbir esnemeye gidilmemesi eşitsizliği artırıyor, aşıya erişimi daha da kısıtlıyor.
Jacobin’deki bir makaleye göre, 1980’lerin ortasından 1990’ların başına kadar, aşı üreticisi Pfizer şirketi, fikri mülkiyet haklarını koruyan standartların oluşturulmasında kritik bir rol oynadı. Örneğin, şirketin CEO’su Albert Bourla “özel sektörün kanı” olarak nitelendirdiği patent yasaları için Avrupa ve Japonya’daki şirketlerle ilişkiler kurarak lobi faaliyeti yürüttü ve Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) yetkilileriyle bir araya gelerek Fikri Mülkiyet Komitesi’nin (IPC) kurulmasında etkili oldu. Pfizer uluslararası ticaretin sıkı fikri mülkiyet kurallarına bağlı olması gerektiği fikrini destekledi ve fikri mülkiyet standartlarına uymayan ülkeleri “korsanlıkla” itham etti.
Pfizer bütün dünyanın bir yıldan fazladır içinde bulunduğu küresel sağlık krizinde de fikri mülkiyet haklarının sıkı bir şekilde korunması konusundaki ısrarını sürdürüyor. Pfizer CEO’su Albert Bourla, Covid-19 aşısının fikri mülkiyet haklarının kaldırılması fikrini “saçma” ve hatta “tehlikeli” olarak nitelendiriyor. Bu tutum diğer aşı şirketleri tarafından da destekleniyor. AstraZeneca’nın başkanı Pascal Soriot, ilaç, aşı gibi buluşlar yapmaya teşvik edici tek unsurun fikri mülkiyet olduğunu söylüyor. Moderna’nın CEO’su Stéphane Bancel, üretim yapmak için kendisiyle iletişime geçmeye çalışan Bangladeş’teki bir firmaya cevap vermiyor. Aşı üretme kapasitesine sahip devletler ve ilaç endüstrisinde önde gelen şirketler, katı fikri mülkiyet haklarını sınırlandırmaya ve patent sözleşmelerini esnetmeye yönelik öneri ve imkânların karşısında duruyor.
Halk aşısı ve küresel eylem çağrıları
Geçtiğimiz ekim ayında, Hindistan ve Güney Afrika Cumhuriyeti, TRIPS Anlaşması ve Doha Deklarasyonu çerçevesinde Covid-19 tedavilerine yönelik patent uygulanmasının durdurulması yönünde bir öneri getirdi. Bu öneri, içinde bulunduğumuz küresel ve acil durum bağlamında, üye devletlerin fikri mülkiyet haklarının aşılar, ilaçlar veya Covid-19 ile mücadelede gerekli olan tıbbi ürünlerin araştırılması, geliştirilmesi, üretimi ve tedarikinin genişletilmesi ile uygun fiyatlı tıbbi ürünlere zamanında erişime engel teşkil etmemesini sağlamak için işbirliği içinde olmanın önemli olduğunu vurguluyor. Şu anda yaklaşık yüz ülke tarafından desteklenen bu öneriye, birçoğu kullanılmakta olan aşıların üretildiği ülkeler olan ABD, AB, Britanya, Norveç, İsviçre, Japonya ve Kanada itiraz ediyor. İlaç endüstrisinden de farklı bir ses çıkmıyor.
Covid-19 salgınıyla daha da derinleşen sağlık krizinde hükümetler ve ilaç şirketleri küresel bir dayanışma fikrinin karşısında dururken, sivil toplum kuruluşları aşının eşit ve adil dağılımı için alternatif çözümler arıyor. Mayıs ayında, aralarında Pakistan, Senegal, Gana, Güney Afrika’nın da olduğu birçok ülke, eski ülke başkanları ve uluslararası örgütlerin sözcüleri, hükümetlere yönelik olarak hızlı bir şekilde üretilip ücretsiz olarak verilebilecek “halk aşısını” destekleme ve aşıları “küresel kamu varlığı” olarak ele alma çağrısı yaptı.
Aynı dönemde, DSÖ de Kosta Rika’nın girişimiyle bir dayanışma eylemi çağrısında bulundu. Bu çağrı, hükümetler ve diğer araştırma ve geliştirme fon sağlayıcıları, mevcut veya yeni tedavi, teşhis ve aşılarla ilgili bilgi, fikri mülkiyet veya veri sahipleri, araştırmacılar, paydaşlar, hastalar ve topluluklar, hükümetler arası kurumlar ve sivil toplum kuruluşlarına yapıldı.
Söz konusu çağrının ve gönüllü bir bilgi havuzu oluşturma talebinin amacı, Covid-19 salgınında temel sağlık hizmetlerine erişim ile küresel halk sağlığı için eşitlik, işbirliği ve dayanışmaya dayalı üretimi, üretimlerin geliştirilmesini ve paylaşılmasını teşvik etmek ve bu çabalar doğrultusunda bir alternatif ortaya koymaktı. Zira, yalnızca patent sözleşmelerinde esnemeye gidilmesi veya ilaç formüllerinin paylaşılması kendi başına aşı eşitsizliğini çözmeyecekti. Örneğin, daha fazla hammadde üretimi yapılması, üretim yapılacak yerlerin daha donanımlı hale getirilmesi, gerekli teknik ekipmanın sağlanması da gerekecekti.
300’den fazla sivil toplum kuruluşu tarafından desteklenen bu çağrı, özellikle aşı geliştirmede önemli birikime sahip ABD, Britanya, Çin, Almanya gibi devletler ve şu an aşı tedarik eden hiçbir ilaç şirketi tarafından kabul görmedi.[6] Nisan ayından bu yana, DSÖ ve dayanışma çağrısına cevap veren devletler ile sivil toplum kurumları tarafından başlatılan bu işbirliği, Covid-19 ile mücadelede araçlar geliştirmek için tarihteki en hızlı, koordine ve başarılı küresel çabayı gösterme amacında olduğunu ifade ediyor. Ayrıca, bu ortaklığın aşı ayağı olan, Bill ve Melinda Gates Vakfı’nın projesi Gavi’nin öncülüğünü yaptığı COVAX, 2021 sonuna kadar 2 milyar doz aşıyı adil bir şekilde dağıtabilmeyi hedefliyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün pandeminin başında gönüllü bilgi havuzu için yaptığı çağrı, özellikle aşı geliştirmede önemli birikime sahip ABD, Britanya, Çin, Almanya gibi devletler ve ilaç şirketleri tarafından kabul görmedi.
Patent sözleşmelerinin esnetilmesi girişimleri ve alternatif ortaklıklara ek olarak, insan hakları örgütleri ve aktivistler de küresel eylem çağrılarında bulunuyor. Sınır Tanımayan Doktorlar, Global Justice Now, Oxfam, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü, pandeminin başlangıcından bu yana, ilaç şirketlerini aşıya erişmekte zorlanacak birçok ülkeye fayda sağlamaktan uzak ticari anlaşmalar peşinde koşmakla itham ediyor, fikri mülkiyet hakları ve patent uygulamalarının askıya alınmasını talep ediyor. Bu taleplerle bir aşı kampanyası yürütmek amacıyla küresel ve ulusal örgütler ile aktivistlerden oluşan The People’s Vaccine Alliance adında bir koalisyon ve Free the Vaccine adında bir kolektif de kuruldu. Dünyanın bir kısmı aşı karşıtı kampanyalar yürütürken aşıların eşit ve adil dağılımı için kampanyalar yürüten diğer kısmı ise aşı milliyetçiliğine, stokçuluğa ve ilaç şirketlerinin kâr güdüsüne karşı tüm dünyayı dayanışmaya, küresel işbirliğine ve Covid-19 aşıları üzerinde çalışan tüm ilaç şirketlerini sağlık teknolojilerini paylaşmaya çağırıyor.
Halk sağlığı ve epidemiyoloji uzmanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun, “yeryüzünde var olan her şeyi kâr amacıyla kullanan neoliberal kapitalizmin meyvesi” dediği bu “yaşamın krizi”nin[7] devam etmesini engellemek için öncelikle fikri mülkiyet haklarının sınırlandırılması ve patent sözleşmelerinin yeniden ele alınması gerekiyor.