SHULAMITH FIRESTONE VE CİNSELLİĞİN DİYALEKTİĞİ

12 Mart 2022
SATIRBAŞLARI

Shulamith Firestone’un Cinselliğin Diyalektiği* (1970) kitabı radikal ve Marksist feminist metinler külliyatında önemli bir yer tutar. Kitabın kadınları hamileliğin “istibdadından” kurtarmak için teknolojiden nasıl faydalanılabileceğine dair ütopyacı bir manifesto olduğu hemen her feminist tarafından bilinir. Firestone kadınlara yönelik baskıların hamileliğe ilişkin biyolojik adaletsizlikten kaynaklandığını ve bu yüzden hamileliğin üreme teknolojileriyle aşılması gerektiğini ileri sürer. Firestone, hakkındaki biyolojik özcülük ve teknolojik determinizm iddiaları sebebiyle kötü bir şöhrete sahiptir. Firestone’un felsefesine yönelik eleştiriler tamamen temelsiz olmasa da yakın dönemdeki okumalar Cinselliğin Diyalektiği’ne dair genel geçer fikirlerin altını epey oydu. 1990’lardan bu yana feminist kuramdaki değişimler, özellikle cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımın çöküşü, “biyolojik determinizmin” yeniden ele alınmasını gerekli kılıyor. Dahası, üreme teknolojisindeki gelişmeler doğa ve kültür arasındaki ayrımı iyice sorunlu hale getirebilir ve dolayısıyla Firestone’un güncel bağlamda yeniden yorumlanmasına bir çağrı niteliği taşıyabilir.

Ancak, bu yazıda Firestone’un manifestosunun başka bir yönüne, romantik aşkın güncel biçimlerine, sevgiye yönelik eleştirisine ve cinselliğe dair ütopyacı fikirlerine odaklanmak istiyorum. Derinlemesine ele aldığı bu konular, belki de teknolojiye dair tavrına kıyasla daha az özgün ve tartışmalı olduğu için epey göz ardı edildi. Ancak, Firestone teknolojiyi sırf teknoloji sevdasından önermez. Ona göre, teknoloji insanları üretim emeği, bakım emeği ve çekirdek aileden kurtarmak için kullanılmalıdır. Böylece, ortaya özgürleşmiş bir cinsellik biçimi çıkabilir.

Resimler: Havy Kahraman

Cinselliğin Diyalektiği’nde aşk ve cinselliğin biyoloji ve teknolojiyle olan ilişkisi girift ve kimi zaman çelişkilidir, ancak Firestone sırtını biyolojizme veya teknolojik fütürizme dayamaz. Toplumsal cinsiyet ve feminist araştımalar alanında çalışan yazar Kathi Weeks’e göre, Firestone’un manifestosunda teknoloji geleceği farklı bir şekilde hayal etmemizi sağlayan bir yabancılaşma düzeneği işlevi görür. Cinselliğin ütopyacı tasavvuru ve güncel örgütlenişine dair eleştirisi onun fikriyatının yeniden değerlendirilmesinde merkezi bir rol oynar. Cinselliğin yeniden örgütlenmesi, Firestone’un nihai hedefi olan “cinsel sınıflaşmanın” ortadan kalkması için hayati önem taşır.

Sevgi duvarı

Firestone kitapta aşka ilişkin bölümü aşkın önemine dair bir vurguyla açar. Ona göre, “aşk günümüzde kadınların ezilmesine belki de çocuk doğurmaktan daha çok neden olur.” Bu önermeyi kitabın daha önceki bölümlerinde yer alan kadınların maruz kaldığı baskıların kökeninde doğurganlığın yattığı iddiasının ışığında yorumlamak gerekir. Sanayi devriminin ardından teknolojik ilerlemelerle beraber aşk bir zamanlar hamileliğin sahip olduğu belirleyici konumu üstlenmiştir.

Firestone’a göre, “aşk günümüzde kadınların ezilmesine belki de çocuk doğurmaktan daha çok neden olur”. Sanayi devriminin ardından teknolojik ilerlemelerle beraber aşk bir zamanlar hamileliğin sahip olduğu belirleyici konumu üstlenmiştir. “Kadın ve sevgi duvarın temelidir. Onları kurcalarsanız, tüm kültürel yapıyı tehdit edersiniz.”

Tarihsel bir dönüşümün biyolojik determinizmi geçersiz kılabileceği gerçeği, Firestone’un biyolojist bir düşünürden ibaret olduğu fikrinin altını oyar ve toplumun farklı belirleniş biçimleri arasında bir gerilim yaratır. Firestone’un ütopyacı tasavvuru cinsel sınıflaşmanın lağvedilmesi olduğu için biyolojinin belirleyici işlevi toplumsallığın ve yaratıcılığın etkisiz hale getiremeyeceği kadar derin değildir. Hatta Firestone biyolojinin kadınların ezilmesine dair temel işlevini kaybetmekte olduğunu, bu yüzden aşk ve romantizme dair ideolojilerle desteklendiğini ileri sürer. Şöyle devam eder: “Kadın ve sevgi duvarın temelidir. Onları kurcalarsanız, tüm kültürel yapıyı tehdit edersiniz.

Firestone sevginin eleştirisine radikal, hatta devrimci bir potansiyel atfeder. Aşk ve romantizme dair kendi analizi de son derece serttir. Vardığı ilk sonuç erkeklerin sevemeyeceğidir. Bu tespiti parantez içindeki şu soru takip eder: “Hormonlarından ötürü mü acaba?” Firestone manifestonun sevgi bölümünde kadınların biyolojileri tarafından belirlendiği ve zayıf düşürüldüğü varsayımını alaycı bir şekilde ters yüz eder ve günümüzde erkeklerin ancak kadınlarla olan çarpık ilişkileriyle tedavi edilebilecek bir tür duygusal yetersizlikten mustarip olduğunu öne sürer.  

Asalak erkeklik kültürü

Hormonlara yaptığı atfa rağmen Firestone’un sevgiye dair kuramı toplumsal, siyasi ve psikolojiktir. Sevginin iktidar tarafından yozlaştırıldığında ısrarcıdır. Erkeğin “sevgisi” temelde istismarcıdır. Duygusal emeğe dair gelecekteki tartışmaları ve İzlandalı siyasetbilimci Anna Jónasdottír’in “sevgi iktidarı” kavramını önceleyen bir hamleyle, kadına tayin edilen rolün erkeğin duygusal tatmin ihtiyacını doyurmak olduğunu söyler. Günümüz erkeklik kültürü asalaktır, kadının sevgisi, emeği ve duygusal gücüne bağlı şekilde serpilir. Kültürel tarihin duygusal yönü toplumun çoğunluğu tarafından reddedilmiş olsa da, bildiğimiz şekliyle kültürün varlığı için bir önkoşul teşkil eder. Firestone burada kadınlığı emek bağlamında kuramsallaştırarak kadınların konumuna tarihsel materyalist bir açıklama getirir. Sevgiye dair bu kuramı Firestone’un “gülümseme boykotu” ismini verdiği eylem önerisiyle uyumludur. Kadınlığın sömürüsüne karşı bir grev olarak da tarif edilebilecek boykot kadın hareketinin “rüya eylemi”dir.

Bu materyalist yaklaşım Firestone’un aşk ve romantizme dair incelemelerinde de sürer. An itibarıyla kadınların heteroseksüel tekeşliliğin koşullarını kabullenmek dışında çok fazla seçeneği olmadığını vurgular. Sevgi her ne kadar sömürüye dayalı olsa da kadınlar erkeklerin sunduğu maddi teminata ve aşkı yaşamsal bir projeye dönüştürmenin verdiği psikolojik güvenceye bel bağlar. Marx’ın emekçilerin “özgürlüğüne” dair analizi ters yüz olup sömürüden kaçmanın neredeyse olanaksızlığıyla son bulur. Kadınlara sunulan tek özgürlük efendinin seçimidir. Bu da hakiki bir seçim değildir, zira kadınların tercihleri her zaman “gizli niyetlerle” şekillenir ve sömürülmemek neredeyse bir seçenek değildir. Maalesef, kadınlar da erkeklerin sunduğu hususi sevgi biçimine ihtiyaç duyar. Firestone kadınların sevgi ifadelerini şekillendiren ekonomik faktörlerin bilincindedir. Öte yandan, kadınlar arasındaki sevgiyi kırılgan, ancak her şeye rağmen heteroseksüelliğin sınırlarına karşı hakiki bir isyan biçimi olarak da ele almaz.

Cinselliğin özelleştirilmesi

Kadınlar arasındaki dayanışmanın kısıtlarına dair kafa yorar. “Cinselliğin özelleştirilmesi” diye tarif ettiği süreç kadınlarda kendi (hetero)seksüellikleri aracılığıyla aldatıcı bir bireysellik algısı yaratır. Erkekler aslında tüm kadınları özünde aynı addetse de cinsel cazibenin onların bireyselliklerini ve farklılıklarını şekillendirdiğini düşünmelerini sağlar. Cinselliğin özelleştirilmesi kadınların durumunun yaygınlığını gizlemesi sebebiyle güçlü bir siyasi işleve sahiptir. Aşk ve romantizm kadınların birer sevgi ve arzu nesnesi olarak müşterek tecrübesini ve sevgi emeği deneyimlerini özelleştirir. Bu da kitapta bahsi geçen başka bir sav ile, erkeklerin kendilerine tabi bir grubun bir üyesine âşık olmak için belirli bir kadını idealleştirmeleri gerektiği görüşüyle ilişkilidir. Hem erkekler hem de kadınlar için, kadınların sömürüsü duyguların özelleştirilmesinde gizlidir. Kathi Weeks’in dediği gibi kolektif olarak “kadınlar” tam da cinselliğin özelleştirilmesinin tecrit edici tecrübesi yoluyla oluşturulur. Bu yüzden bizi ayıran şeyler aynı zamanda ortak noktalarımızdır. Ancak, kadınlığın siyaseten bu formülasyonu Firestone’un açıkça benimsediği biyoloji temelli kadınlık anlayışıyla çelişkili gözükür. Her iki durumda da Firestone’un eş-zamanlı olarak eleştirdiği ve doğallaştırdığı heteroseksüellik kurumu üstü kapalı olarak varsayılır.

Aşk ve romantizm, kadınların birer sevgi ve arzu nesnesi olarak müşterek tecrübesini ve sevgi emeği deneyimlerini özelleştirir. Bu, erkeklerin kendilerine tabi bir grubun bir üyesine âşık olmak için belirli bir kadını idealleştirmeleri gerekliliğiyle örtüşür. Kadın sömürüsü duyguların özelleştirilmesinde gizlidir.

Ancak, Firestone’un sevginin bireyselleştirici deneyimini tasvir edişi ve “gerçek sevgiyi” bulma yolundaki büyük çabamız bize aynı zamanda tam anlamıyla gerçekleştirilmesi imkânsız sevgi fikri üzerine bina edilmiş bir toplumda yaşamanın hayal kırıklarına dair üzücü bir çetele sunar. Firestone’un kadınların sevgiye dair hüsranlarını anlatış biçiminden kültür teorisyeni Lauren Berlant’ın ortaya attığı “zalim iyimserlik” kavramını çok önceden sezdiğini anlarız. Berlant şöyle der: “Bu bağlanışlarda sadece zahmetli ve trajik değil, aynı zamanda zalim de olan yan esenliklerini tehdit etmesine rağmen öznelerin hayatlarındaki X nesnesinin ya da ona duydukları arzunun kaybına tahammül edemeyecek olmalarıdır; zira içeriği ne olursa olsun bağlanışın biçimsel sürekliliği öznenin yaşamayı sürdürmeyi ve var olmayı arzulamayı anlamlandırmasında bir devamlılık sağlar.”

Zalim iyimserlik

Zalim iyimserlik, yani kaçınılmaz olarak hayal kırıklığıyla sonuçlanacak bir vaade bağlılık kadınların ezilmesinin devamlılığı adına sevgiyi böylesine güçlü bir araç kılan heteroseksüelliğe yapılan psikolojik yatırımın bir parçasıdır. Berlant’ın X nesnesi bir kadının belli bir erkeğe bağlanması yerine, tüm tekil örneklerde yalnızlaştırıcı ve bunaltıcı olsa da, heteroseksüel sevginin iyi bir hayata yol açacağı fikrine, bizzat heteroseksüelliğe duyulan arzu şeklinde de okunabilir.

Firestone’un sevgiye dair yazdıkları bu psişik bağlara dair değerli kavrayışı içerse, onun tarihsel materyalizme bağlılığını gösterse de genellikle fazlaca psikolojik açıklamalara eğilimlidir. Bu kısmen Firestone’un Odipus kompleksini iktidar bağlamında açıklarken dahi sırtını Freud okumasına dayamasından kaynaklanır. Özellikle ırkı “cinsel bir fenomen” olarak yorumlarken, ırksal baskıyı psiko-cinsellik üzerinden açıklaması beyaz üstünlükçülüğün mekanizmalarını belirsizleştirir. Sırtını psikolojik kategorilere yaslayışı hakiki sevgiyi, sevginin iktidar tarafından yozlaştırılmasının ötesinde, tarih dışı bir psikolojik durum olarak tarif edişinde belirginleşir.

Bu türden sevgiyi “yalnızca karşısındakini kendine katma değil, benliklerin mübadelesi “olarak tarif eder. Firestone sevginin asli doğasını tarif ederken karşımıza bu sevginin temelinde yatan insan doğasının gerçekliğine adanmış bir hümanist çıkar. Bu, Firestone’u siyasi projesi insanları robotlara dönüştürmek olan ütopyacı bir teknoloji düşkünü olarak karikatürize eden genellemelerin çok uzağındadır. Donna Haraway’in Siborg Manifestosu kitabındaki gibi sonraki dönemin tekno-feminist post-hümanizmine de benzemez. Firestone’un tasavvuru güç eşitsizliklerinden azade, bireylerin birbirlerinin varlığından eşitler olarak keyif aldığı bir sevgi biçimidir.

Toplumsal cinsellik alanında çalışan yazar Stevi Jackson’ın işaret ettiği üzere, Firestone aslında belirli toplumsal yapılarda var olan bencil bir bireysellik biçiminin evrensel olduğunu varsayarak ve tekeşli aşkı muhafaza ederek hedeflerinin ütopyacı kapsamını daraltır. Sevgiye yabancılaştırılmamış biçimiyle tutunma arzusu Firestone’un özgürleşmiş cinselliğe, heteroseksüel çekirdek ailenin yok oluşuna dair tasavvuruyla tuhaf bir tezat içindedir. Az önceki alıntıdaki “mübadele” kelimesinin de işaret ettiği gibi, Firestone en nihayetinde ilişkilerin birer “proje” ve “yatırım” olarak algılandığı tekeşli burjuva sevgi modelinden tamamen vazgeçebilmiş değildir. “Mübadele” özünde farklı ve birbirini bütünleyici olarak algılanan iki nesne arasındaki takasa dayanan adı konulmamış bir heteronormatifliğe işaret eder. Sevginin bu şekilde kavranışı cinsel farklılığa dair mefhumlarından ayrıştırılamaz.

Kadınlara yönelik baskı ile çocukların sınırsız bakım ve koruma gerektiren özel bir insan grubu olduğu fikri arasında bağlantı vardır. Manifesto çocukluğu tarihselleştirerek, hiçbir doğal biyolojik durumun tarihsel bağlamından koparılarak anlaşılamayacağını gösterir.

Firestone’un hümanist varsayımları gelecekteki özgürleşmiş cinselliği betimlediğinde de belirgindir. Burada, feminist filozof Nina Power gibi, hamileliğin “eski, istenmeyen doğasının” yerini alan “ikinci bir doğa”, “doğal”, çok-biçimli bir cinsellik önerir. Bu bastırılmamış cinsellik halihazırda cinselliği sınırlayan tabuların yıkılmasıyla gerçekleştirilecektir. Bir kere cinsellik baskılardan kurtulduğunda iyi/aseksüel ve kötü/seksüel ikiliği enseste ve eşcinselliğe dair tabularla birlikte ortadan kalkacaktır. Çocuklara cinsel özgürlük verilecek ve yetişkin-çocuk ayrımı ortadan kalkacaktır. Burada, Firestone’un çocukluk olgusuna yönelttiği radikal eleştiri her ne kadar çocukların başka çocuklarla cinsel ilişkiye girmeyi tercih edeceğini öne sürse de, geleceğin toplumunda çocuklarla yetişkinler arasında cinsel ilişkinin kabul edilebilir olacağına dair tartışmalı ve rahatsız edici bir çıkarımla birlikte gelir.

Erotikleşen toplum

Firestone çekirdek ailenin ortadan kalkmasıyla beraber tüm kültürün erotikleşeceğini öne sürer. Dahası çok biçimli cinsellik, cinsel uyarıyı cinsel organlara kısıtlamadığından bedenlerimizin tamamı erotikleşir. Bu noktada, Judith Butler’ın toplumsal cinsiyet ve heteroseksüellik aracılığıyla bedenin parçalara ayrılarak cinsel organların birer anlam alanı haline geldiğine dair eleştirisiyle benzerlikler vardır. Ancak, Butler’ın aksine, Firestone heteroseksüelliğin farz edilen “doğallığını” eleştirmez, heteroseksüellik ile cinsel sınıflaşmanın arasındaki bağlantıyı yeterince dikkate almaz. Her ne kadar gelecekte homoseksüelliğin bir tabu olmaktan çıkacağını söylese de insanların “sırf fiziksel olarak daha zahmetsiz olduğu için karşı cinsten insanlarla” cinsel ilişki yaşamayı tercih edebileceğini ima eder.

Bu tespiti garip bir hata ya da cinselliğe yönelik tuhaf mekanik bir algı olarak okumamak gerekir. Tespit daha ziyade Firestone’un doğal heteroseksüel tamamlayıcılığa dair düşünceleri tamamıyla terk edemediğini gösterir. Firestone cinsel normların ortadan kalkması babında son derece kuir bir gelecek tasavvur etse de günümüzün kuir ve trans imkânlarını göz ardı eder. Bu imkânlara kafa yormak yerine (hetero)seksüelliği çekirdek ailenin sınırlayıcılığından azat etmek için teknolojiyi devreye sokar. Toplumsal cinsiyeti sona erdirmek istese de nihayetinde heteroseksüelliğe dair toplumsal kurumların biyolojik üremenin farz edilen doğallığının ve kadınlar dediğimiz “cinsel sınıflaşmanın” temelini oluşturduğunu tam mânâsıyla hesaba katmaz.

Yaygın kanının aksine, Firestone’a göre kadınları ve insanlığı özgürleştirecek yegâne araç hamileliğin teknoloji yoluyla ortadan kaldırılması değildir. Teknolojinin asli işlevi ailenin/hanenin günümüzdeki toplumsal örgütlenmesini alaşağı etmektir.

Firestone’un kadınları bağdaşık bir sınıf olarak kavramsallaştırmasının arkasında bu sınıfın heteroseksüel pratiklerde bulunan cis öznelerden oluştuğuna dair bir varsayım yatar. Bir toplumsal form olarak heteroseksüellik elbette kadınların baskı altına alınışını biçimlendirmiştir, ancak feminist kuram heteroseksüelliği eşyanın tabiatı olarak kanıksamak yerine, heteroseksüellik ile toplumsal cinsiyetin nasıl beraberce kurucu bir rol oynadığını araştırmalıdır.

Tarihselleştirilen çocukluk, doğallaştırılan heteroseksüellik

Firestone’un cinsiyeti doğallaştıran, çocukluğu ise gayridoğallaştıran anlatıları arasındaki fark insana çarpıcı gelir. Cinselliğin Diyalektiği’nin en ilginç yanlarından biri çocukluğun modern bir toplumsal kurum olarak kavramsallaştırılması yoluyla çocukların baskı altına alınmasının kuramsallaştırılmasıdır. Firestone tarihte küçük yetişkinler olarak kabul gören çocukların günümüzde okul gibi baskıcı kurumlar vasıtasıyla yetişkinlerden tecrit edildiğini iddia eder. Haklı olarak kadınlara yönelik baskı ile çocukların sınırsız bakım ve koruma gerektiren özel bir insan grubu olduğu fikri arasındaki bağlantıya işaret eder. Çocukluğu tarihselleştirerek, hiçbir doğal biyolojik durumun tarihsel bağlamından koparılarak anlaşılamayacağını gösterir.

Çocukluk hakkındaki bölümle karşılaştırıldığında, Firestone’un cinsellik ve sevgiye odaklanan bölümlerde bile heteroseksüelliğe dair toplumsal kurumları tarihselleştirmekten, hatta sorunsallaştırmaktan imtina edişi çarpıcıdır. Firestone’un metni feminist sosyolog Chrys Ingraham’ın deyişiyle heteroseksüel muhayyilenin, yani “heteroseksüelliğin toplumsal cinsiyeti şekillendirmekteki rolünü gizleyen ve kurumsal açıdan eleştirel tahlilini engelleyen bir düşünme biçiminin” parçasıdır. Ingraham birçok feminist kuramcının toplumsal cinsiyeti siyasallaştırırken heteroseksüelliği doğal olanın alanında bırakmasındaki çelişkiye işaret eder. Firestone heteroseksüel muhayyilenin dışına çıkamamakta yalnız değildir. Bu durum daha ziyade feminist kurama musallat olmaya devam eden bir sorunun göstergesidir. Firestone eşcinsel erkeklere biraz husumet belirtir, lezbiyen pratikler ve arzular ise manifestoda görünmez haldedir. Kuirliği ancak psikolojik bir bağlamda, “bireyin cinsel ilişkilerini, hatta tüm ruh halini ciddi şekilde felce uğratan” bir olgu olarak düşünmesi insana tuhaf gelir. Eşcinsellik ve heteroseksüellik cinsel sınıflaşma ve teknolojinin aksine, manifestoda siyasal kategoriler olarak anlatılmaz.

Firestone’un güncel kuir siyasetle cinsel özgürlüğe dair tasavvurunu gerçekleştirecek bir yol olarak ilgilenmemesinin sebebi belki de manifestosunun şimdi ile gelecek arasında radikal bir kopuşta temellendirilmesidir. Hatta bugünkü eşcinselliğin heteroseksüellik kadar “kısıtlı ve marazi” olduğunu iddia eder. Bu, kimlik siyasetinin ve kuir Marksizm teorisyeni Kevin Floyd’un “basite indirgenmiş cinsel kimlikler” diye tarif ettiği durumun bir eleştirisi olarak okunabilir. Ancak, Firestone bu tür bir eleştiriyi feminizme yöneltmez, çünkü “kadınlar” grubunun doğal olarak var olduğunu kabul eder. Ancak, teknolojinin bizi heteroseksüellikten azad edeceğine bel bağlamak yerine heteroseksüel kurumlara doğrudan karşı çıkmak gerekir. Feminizm toplumsal cinsiyeti temel alan bir siyasal mücadele hattında cinsellik üzerindeki kısıtlamaları ortadan kaldırmak için yetersiz kalacaktır. Firestone’un projesini hayata geçirmek için, heteroseksüelliği sorunsallaştırmaktan kaçınan ve toplumsal cinsiyeti merkeze alan tek yönlü bir model yerine, toplumsal cinsiyetin cinsel kurumlar ve pratikler tarafından müşterek bir şekilde inşa edildiğini aklımızda tutmalıyız. Feminist kuram ancak bu şekilde Firestone’un ütopyacı manifestosunun radikal hedeflerine, toplumsal cinsiyetin yok edilmesi ve cinselliğin özgürleşmesine katkıda bulunabilir.

Aileyi alaşağı etmek

Firestone’un gelecekteki cinselliğe dair tasavvurunun en faydalı yanı cinselliğin özgürleşmesinin ailenin/hanenin yeniden örgütlenmesinden geçtiği konusundaki ısrarıdır. Firestone’un tarihsel materyalist tarafı tekrar karşımıza çıkar. Bu konuda bastırılmamış bir cinselliği tahayyül eden birçok kişiden daha az idealist ve daha pratiktir. Cinselliğin kendiliğinden özgürleştirmeyeceğinde ısrarcıdır. Sadece kişisel irade yoluyla bir değişim mümkün değildir. Kadınların toplumsal ve iktisadi konumunu değiştirmeden “erotik olanı” özgürleştirmeye yönelik tüm çabalar başarısız olmuştur. Cinselliğin yeni biçimlerini desteklemek için ailenin yapısı ve somut maddi yaşamlarımız değiştirilmelidir. Yaygın kanının aksine, Firestone’a göre kadınları ve bir bütün olarak insanlığı özgürleştirecek yegâne araç hamileliğin teknoloji yoluyla ortadan kaldırılması değildir. Teknolojinin asli işlevi ailenin/hanenin günümüzdeki toplumsal örgütlenmesini alaşağı etmektir.

Her ne kadar Manifesto geleceğin toplumunda özgür cinselliğe büyük bir önem atfetse de oraya vardığımızda cinsiyet ve cinsellik kurucu ilkeler olmaktan çıkar. Tüm toplumun erotikleşmesi aynı zamanda erotik olanın yoğun bir mânâyla yoğrulmuş bir alan olmaktan çıkması anlamına gelir.

Şimdi manifestonun radikal olanaklarına geri dönebiliriz. Önce, manifestoda doğa olgusunun kullanımındaki dengesizliğin altını çizmeliyiz, zira olgu metnin farklı bölümlerinde farklı mânâlara gelir. Eğer doğa hem bizi baskı altına alan biyolojiye hem de biyoloji feshedildiğinde ortaya çıkacak özgürleşmiş cinselliğe tekabül ediyorsa, kavram hem baskıcı hem de ütopyacı anlamlara sahip demektir. Firestone’da “doğal cinsellik” biyolojik üremeye yönelik cinsellikten radikal bir biçimde ayrılır. Her ne kadar Firestone geleceğin toplumunda özgür cinselliğe büyük bir önem atfetse de oraya vardığımızda cinsiyet ve cinsellik kurucu ilkeler olmaktan çıkacaktır. Tüm toplumun erotikleşmesi aynı zamanda erotik olanın yoğun bir mânâyla yoğrulmuş, kati bir şekilde kısıtlanmış bir alan olmaktan çıkması anlamına gelir. Ve eğer bedenin tümü erotikleşirse, bu aynı zamanda cinsel organların da erotik olmaktan çıkması demektir. Bu yüzden Firestone’un metni kendi biyolojizmine direnir ve onun altını oyar. Aynı şekilde heteronormatif ailenin ortadan kalkması ile ilgili tasavvuru, hakiki sevgiye dair üstü örtük heteronormatif ve tek eşli ısrarına baş kaldırır. Böylece manifestodaki bu gerilimlerin farkına varıp arzuladığımız geleceğe doğru bize kılavuzluk edecek radikal olasılıkları ve yoldaki gizli tuzakları tespit edebiliriz.

Firestone’un biyolojik üremenin lağvedilmesiyle cinsel normların ortadan kaybolduğu özgürleşmiş cinselliğe dair coşku dolu tahayyülü insanda bir ölçüde tatminsizlik yaratabilir. Buna rağmen, manifesto cinselliğin utanç duyulacak bir şey olmaktan çıktığı ya da ona sorgusuz sualsiz olumlu bir yaşamsal güç olarak koskoca anlamlar yüklenmediği bir geleceğe dair kafa yormak için ufuk açıcıdır. Zira toplumsallığın farklı biçimlerinin mümkün olduğu bir noktaya ulaşmamız ancak iyi ve kötü cinsellik arasındaki ikiliklere ve toplumsal cinsiyet ile cinselliğe dayanan hiyerarşilere etraflıca kafa yormamızla mümkün.

*Manifestonun İngilizce orijinal ismi The Dialectic of Sex: The Case for Feminist Revolution. Türkçe’ye Cinselliğin Diyalektiği: Kadın Özgürlüğü Davası başlığıyla (Payel Yayınları) çevrildi.

Çeviren: Yiğit Atılgan

Yazının İngilizce orijinali burada yer alıyor:

^