Resmi kayıtlara göre, Türkiye’deki 3 milyon 49 bin Suriyelinin 451 bini Urfa ilinde ikâmet ediyor, 131 bini Urfa şehrinde. Şehir merkezinin toplam nüfusu Suriyelilerle birlikte 750 bin civarında. Yani, her yedi kişiden biri Suriyeli. Haliyle bu demografik değişimle birlikte, Urfa’da sosyal ve ekonomik ilişkiler de değişime uğruyor; değişimin sancısını yerlisiyle, yeni göçmeniyle bütün Urfa ahalisi derinden hissediyor. 2017’de tamamlanan Sosyal Entegrasyon Bakımından Suriyelilerin Küçük Esnaf İşgücü Piyasasına Etkileri: Şanlıurfa Örneği başlıklı araştırmayı yürüten Harran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Bölgesel Coğrafya Anabilim Dalı-Coğrafya Bölüm Başkanı Sedat Benek’i dinliyoruz…
Araştırmanın sonuçlarına geçmeden güncel durumla başlayalım. Urfa’da Afrinli Suriyeli bir nüfus var mı? Afrin ve olası Münbiç operasyonları sonrasında, tersine göç yaşanacağı, en az 500 bin yerinden edilen Suriyelinin döneceği söyleniyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sedat Benek: Afrin’den Urfa’ya direkt gelen olmadı, çok az sayıda Afrinli var Urfa’da. Onlar da Afrin’den Urfa’ya gelenler değil, aslen Afrinli olup Halep, Rakka ve Deyrizor gibi yerlerdeki savaştan kaçıp Urfa’ya gelenler, ki sayıları az. Suriye savaşı başladığından beri ülke içinde en çok göç alan yerlerden biri Afrin. Böyle bir geri dönüşün hemen olabileceğini düşünmüyorum, olursa da sembolik bir sayıda gerçekleşir. Suriye’deki savaş tamamen bitse dahi Türkiye’deki Suriyelilerin büyük bir kısmının kısa vadede dönmeyeceğini düşünüyorum.
İdlib’ten yeni bir göç dalgası bekleniyordu. Bu göç Urfa’ya kadar uzanır mı ?
Bu olası göç Suriye sınırları içindeki yerleşkelerde veya yeni kurulacak çadır kamplarda tutulur diye düşünüyorum. Urfa’ya gelirlerse de halihazırda mevcut kamplarda, mesela Suruç’ta boş yer var, oraya yerleştirilebilirler.
2011’den bu yana ne kadar Suriyeli Urfa’ya göç etti?
15 Mart 2011’de, ilk olarak Dera kentinde başlayan rejim karşıtı eylemlerin ardından iki-üç ay sonra, ilk kafile Türkiye’ye girdi. Bu kafile 150 kişi civarındaydı. Bugün baktığımızda, savaş öncesi nüfusu 22 milyon olan Suriye’de yaklaşık 6 milyon kişi ülkelerini terk ederken, 8,5 milyon da ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı. Göç İdaresi’nin –2017 sonu itibarıyla–verilerine göre, 3 milyon 49 bin Suriyeli Türkiye’ye geldi. Bunun 451 bini ilçeler ve kamplarla birlikte Urfa ili genelinde ikâmet ediyor. Bu nüfusun 131 bini Urfa şehrinde yaşıyor. Şehir merkezinin toplam nüfusu Suriyelilerle birlikte 750 bin civarında. Bir başka deyişle, her yedi kişiden biri Suriyeli. Suriyeliler 80 mahalleli Urfa’nın 40 mahallesinde yoğunluklu olarak toplanmış durumda. Bu mahallelerin çoğu, son 40 yıldır göç ve yerinden edilmelerle oluşmuş kentin yoksul çeperini oluşturuyor. En alt ve orta-alt gelir grubundaki Suriyeliler kaldı Urfa’da. Orta ve üst gelirlilerin bir kısmı değişik yollarla Avrupa ülkelerine, bir kısmı da Adana, Mersin, İstanbul, İzmir ve Antalya gibi büyük kentlere gitti. Araştırmada elde ettiğimiz bulgulara göre, Urfa’daki Suriyeliler ağırlıklı olarak, sırasıyla Rakka, Deyrizor, Humus ve Halep’ten geldi.
Suriyeliler 80 mahalleli Urfa’nın 40 mahallesinde yoğunluklu olarak toplanmış durumda. Bu mahallelerin çoğu, son 40 yıldır göç ve yerinden edilmelerle oluşmuş kentin yoksul çeperini oluşturuyor.
Göçle oluşan mahallelerin tarihsel arka planı nedir?
1950’li yıllara kadar gidiyor bu süreç. Marshall Planı’nın “destekleriyle” kırsala makineleşme giriyor. Bu da çok hızlı bir biçimde kırsaldan kentte göçü tetikliyor. Öte yandan, sosyo-ekonomik açıdan refahı artan köylerden ilçelere, oradan veya direkt kırsaldan Urfa’ya gelenler oluyor. Göçü önlemek için bir deneme yapılıyor 1974’te, Ecevit iktidarında. İlk kez toprak reformu gerçekleştiriliyor. 1218 çiftçiye marabalık yaptıkları köylerdeki araziler veriliyor. Bu arazilerin çoğu ağaların el koyduğu hazine arazileri. Kısa bir süre sonra, aralarında ağırlıklı olarak Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi vekillerin bulunduğu bir grup toprak sahibi Anayasa Mahkemesi’ne gidiyor. Mahkeme 1977’de sonuçlanıyor ve özel mülkiyet hakkına dokunulamayacağı gerekçesi ile topraklar çiftçilerden geri alınıyor. Böylece Urfa’nın kırsalında doğan umut kırılıyor. Turgut Özal döneminde, 1980’lerin ikinci yarısında, benzeri bir girişimde bulunuluyor. 1990’lı yıllara gelindiğinde göçün sosyo-ekonomik nedenlerine, bölgede cereyan eden çatışmalı ortama bağlı olarak yaşanan göç ekleniyor. Yakılan köyler, yerinden edilmelerle 90’lı yılların başında kitlesel bir göç yaşanıyor. 90’ların başında Urfa kendi kırsalı dışında, çatışmalı ortamın yoğun yaşandığı Mardin, Diyarbakır, Batman ve Şırnak gibi illerden göç almaya başlıyor. Yine ‘80’li ve ‘90’lı yıllarda yapılan barajlar da göçü artırıyor. Köyleri su altında kalan on binlerce insan Urfa’ya göç ediyor. 2011 öncesinde Urfa’ya baktığımızda, hem göç alan hem de veren, yüksek doğal doğurganlık oranları ile nüfusu yılda 40-45 bin civarında artan bir il görüyoruz. 2011 göçü kentin çeperindeki kentlileşmemiş yoksul mahallelere yönelik oldu, bu da sorunu ikiye katladı. Bu mahallelerdeki çoğu insan mevsimlik gezici/geçici tarım işçiliği yapıyor ailece. Yılın dört ila sekiz ayını evlerinden uzakta geçirerek ayakta kalmaya çalışıyorlar. Çocuklarının eğitimi sağlanamayan, ana dilleri Kürtçe ve Arapça olan bu nüfusun temel sorunları giderilmemişken yaşam alanlarına Suriyeli göçü yaşandı.
2011’e kadar ekonomik açıdan nasıl bir gelişme serüveni var Urfa’nın?
Tarımsal üretimine karşın sanayileşmesini tamamlayamamış bir kenttir Urfa. Kentli varsıllar riskli bir alana yatırım yapmaz. Rantla uğraşır, arsa-ev alıp satarlar. Bu da kenttin sanayileşmesini geciktiren bir durum. Tarihsel olarak, 1970’li yıllarda beyaz altın denen pamuktan, özellikle Urfa’nın ilçeleri, ciddi birikim elde etti. 1992’de Urfa’da I. Organize Sanayi bölgesi kurulunca küçük çaplı ve ağırlıklı olarak tarıma –gıda ve çırçır– dayalı sanayi oluşmaya başladı. Bunu yerleşik kentliler değil, başta Suruçlular olmak üzere çoğu kırsal menşeili girişimciler gerçekleştirdi ve risk aldı. Bu trend Kasım 2000- Şubat 2001 krizlerine kadar sürdü. Risk alan grupların büyük bir kısmı bu krizlerle darmadağın oldu. “Bir kent bu kadar mı kadersiz olur?” dedirtecek denli sert yaşanan bu krizler, Urfa’nın sanayileşmesini sekteye uğrattı. 2010’a gelindiğinde II. Organize Sanayi Bölgesi oluşmaya başladı. Başta Suriye ve Irak olmak üzere, Ortadoğu ülkeleriyle ciddi anlamda ticaret yapan bir kentti Urfa. Turizm de gelişmeye başlamıştı. Bunda çatışmasız ortamında etkisi oldu. 2011’de Urfa yepyeni bir durumla karşı karşıya kaldı. Suriye savaşı, eleğe dönen sınır ve göç…
Yoğunlaşan göçle birlikte göç-savaş ekonomisi oluştu. Orta ve orta-üst gelirli gruplar, ciddi bir kazanç elde ettiler. Ev bile sayılamayacak yerler kiralandı ve “fırsattan istifade” var olan evlerin kiraları yükseltildi. Böylece yerli, dar gelirli Urfalıların yaşadıkları evlerin de kiraları arttı. Savaş mağdurlarına evlerini açanlar, bir süre sonra bu durumdan yakınmaya başladı. İlk başta gelen Suriyeliler gündelik işlerde çalışıyordu. Örneğin, Urfalı işçi 50-60 lira gündelik alırken, Suriyeliler 20-25 liraya çalışmaya başladı.
Kentte nasıl dağıldı Suriyeliler?
Suriyeliler Urfa’nın yoksul ve kendi etnisitelerinin yoğun yaşadıkları adreslere gelmeye başladılar. Yani, Araplar Arapların, Kürtler Kürtlerin yoğun yaşadığı mahallelere geldi. Suriyelilerin yaklaşık yüzde 20-25’inin bu yerleşim birimlerinde akrabaları vardı. Göçün yüzde 30-35’i Kürt, yüzde 65-70’i Araplardan oluşuyordu. Kobanê’den sonra Kürtlerin büyük kısmı Suriye’ye geri döndü. Son dönemlerde gelen bir kısım Türkmen Suruç çadır kentine yerleştirildi. Urfa ili sınırları içinde beş kamp kuruldu. Viranşehir kampı kapatıldı. Dört kamp –Akçakale, Harran, Suruç, Ceylanpınar– aktif durumda. En büyüğü Suruç kampı. Bu kampa ilk gelenlerin tamamını, başta Kobanêliler olmak üzere, Kürtler oluşturuyordu. Sonradan bir kısım Türkmen ve Arap getirildi kampa. 35 bin kapasiteli Suruç Kampı’nda genelde 20-25 bin civarında sayıda Suriyeli kalıyor bugün. Kampların dışındaki Suriyeli nüfusun neredeyse tümü yaşam alanlarına dağılmış durumda.
Göçün ilk yıllarında Urfa’da yaşadığım için bizzat tanığım: Kafasına silah dayanan taksi şoförleri sınıra gidip yaralıları alıp getiriyordu Urfa’ya, 500 yataklı devlet hastanesinde oluşturulan özel hasta odalarından söz ediliyordu. Gümrük Han’da silah pazarlığı yapıldığına kulak misafiri oldum. Bu olayların “muhalif” adı altındaki radikal gruplardan kaynaklandığı yazılıp çizildi daha sonra. Hatta ambulansların sınırdaki bu süreci koordine ettiği haberleştirildi. Yasal-yasadışı yollarla geliş gidişlere kentin yerli halkı nasıl tepki verdi?
Urfalılar ve bölge insanı özellikle 2011-2015 arasında güvenlik açısında kendilerini arafta hissetti. Çünkü bir taraftan bir insanlık dramı var ve yardım ediliyor, diğer taraftan da radikal grupların mensubu insanlar o kalabalıklar içinde rahatça dolaşabiliyordu. Radikal gruplara mensup insanlar, verdiğiniz örnekte olduğu gibi, eylemleriyle yerli nüfusu tehdit ediyordu. 2015 iki önemli olay var belleklerden silinmeyen. Temmuz ayında Suruç katliamı oldu. Yaşamının baharında 33 insan katledildi. Ekim’de şehrin merkezinde hemen belediyenin arkasındaki bir evde iki Suriyeli gazetecinin başı kesildi. Bu olaylar salt yerli nüfusta değil IŞİD’den kaçıp gelen Suriyeliler cephesinde de derin bir korku yarattı. Savaş Urfa’nın ilçelerine, hatta şehir merkezine kadar uzandı. Kent içine çekildi adeta o dönemde. Bu korku ve kaygı bugün de sönümlenmiş değil. 2011’e dönersek, başlangıçta savaş mağduru Suriyeliler için önce akrabaları ve yardımsever insanlar adeta seferber oldular. Bir süre sonra yoğunlaşan göçle birlikte göç-savaş ekonomisi oluştu. Bu süreçte kentteki orta ve orta üst gelirli gruplar, ciddi bir kazanç elde ettiler. Ev bile sayılamayacak yerler kiralandı ve “fırsattan istifade” var olan evlerin kiraları yükseltildi. Böylece yerli, dar gelirli Urfalıların yaşadıkları evlerin de kiraları arttı. Savaş mağdurlarına evlerini açanlar, bir süre sonra bu durumdan yakınmaya başladı. İlk başta gelen Suriyeliler gündelik işlerde çalışıyordu. Örneğin, Urfalı işçi 50-60 lira gündelik alırken, Suriyeliler 20-25 liraya çalışmaya başladı. Orta ve üst gelir grubundaki müteahhit, sanayici, kısacası işveren Urfalılar Suriyeli işçileri tercih etti bu dönemde. SGK yok, kayıt yok, yerlilere verdiklerin yarısından aza çalışıyordu göçle gelenler. Tarım sektöründe de benzeri bir süreç yaşandı. Sanayide asgari ücretle çalışan yerli Urfalıyı işten çıkarıp, 600 liraya çalışan Suriyeliyi işe aldı işverenler. Sonuç olarak, işverenler kazanırken alt gelirli Urfalı işini kaybetti, iki göz evi de pahalandı. Suriyelilerin kente gelişiyle kamusal alanın kullanımı da değişti. Urfa’da kentin meydanlarını kadınların kullanımı sınırlıdır. Sabah çıkar, ihtiyacını görür, güneş batmadan evine döner. Suriyeliler öğleden sonra çarşıya çıkıyor, gece de kadınlı-erkekli dışarda zaman geçiriyorlar. Bambaşka bir kültür kendini hissettirmeye başladı kentte. Bu arada “kuma” evlilikler yaşandı, yaşanıyor hâlâ. Bir anda, Suriyelilere yardım eden ve “müşfik” ev hanımı, kocasını kaybetme riski yaşayınca tepki gösterir oldu.
Urfa’da kuma meselesi maalesef Suriyeliler gelmeden de vardı, değişen ne oldu?
Türkiye’de Medeni Kanun tek eşliliği öngörürken, Suriye’de dört eşe kadar evlenilebiliyor. Şu farkla: Türkiye’de resmi olarak kumanın çocuklar üzerinde veya mirasta hakkı bulunmaz. Suriye’den gelen, kocasını kaybetmiş, ayrı düşmüş kadınlar vardı. Onlar kendi ülkelerindeki gibi sandılar büyük ihtimalle bunu. Özellikle orta ve üst düzey gelir grubundan erkekler “fırsatı” değerlendirdiler. Bu durum zaman içinde yerli ailelerde, özellikle kadınlar üzerinde tepki yarattı. Aslında tarihsel olarak Suriye ile özellikle sınır illerinde kız alıp-verme geleneği çok eskilere dayanıyor. 1980’lere kadar bölgedeki kadınlar Suriye’ye gelin gitmeyi isterdi. 80’lerden sonra durum tersine döndü, Suriyeli kadınlar gelin olarak gelmeye başladı. 2011 sonrası bu durum, savaştan kaçarak gelen Suriyeli kadınlar için neredeyse karşı koyamadıkları bir yazgı oldu. Öte yandan, giyim-kuşam ve kişisel bakım açısından Suriyeli kadınlar ile Urfalı yerli kadınlar arasında farklar var. Urfalı genç kızlar şimdilerde annelerini değil, Suriyeli kadınları örnek almaya başladı neredeyse. Bir moda yarattıkları söylenebilir pekâlâ. Salt giyim kuşam değil, aynı zamanda kamusal alanları kullanma biçimleri ile farklılar. Kadınlar bir restorana gidip bir arada yemek yiyebiliyor, üstüne de nargile tüttürüyorlar. Bu Urfa’nın yerlisi muhafazakâr kadınların yapmadığı bir şey. Orta ve uzun vadede Suriyelilerin bize göre daha seküler bir yaşamdan geldikleri için Urfa’nın muhafazakâr alışkanlıklarını değiştireceğini öngörebiliriz. İşte tam da bu durum, muhafazakâr Urfalılarda kaygıya neden oluyor.
Suriyeliler kadınlı-erkekli dışarda zaman geçiriyorlar. Bambaşka bir kültür kendini hissettirmeye başladı. Urfalı genç kızlar şimdilerde annelerini değil, Suriyeli kadınları örnek almaya başladı. Bir moda yarattıkları söylenebilir pekâlâ. Salt giyim kuşam değil, aynı zamanda kamusal alanları kullanma biçimleri ile farklılar. Kadınlar restorana gidip bir arada yemek yiyebiliyor, üstüne de nargile tüttürüyorlar. Orta ve uzun vadede Suriyelilerin Urfa’nın muhafazakâr alışkanlıklarını değiştireceğini öngörebiliriz. İşte tam da bu durum, muhafazakâr Urfalılarda kaygıya neden oluyor.
Araştırmanızın örnekleminden bahsedebilir misiniz ? Neden böyle bir araştırma yaptınız?
Araştırma alanımız Urfa şehri, örneklem alanımız ise Suriyelilerin en yoğun yaşadıkları 40 mahalledeki 150 yerli ve 150 Suriyeli esnaf. Yerli esnafın beşi ve Suriyeli esnafın ise on biri olmak üzere, 16’sı kadın, geri kalanı erkek esnaftan oluşuyor örneklem. Suriyeli esnaf yerli katılımcılara oranla daha genç. Suriyeli esnafın, yerli esnafa göre, eğitim düzeyi daha yüksek. Suriye’de öğretmenlik, avukatlık, mühendislik yaparken, Türkiye’de mesleklerini icra edemedikleri için esnaf olmuşlar. Araştırmanın temel hedefi sosyal entegrasyonun mevcut durumunu saptamaktı. Araştırma, ister istemez, esnaflık açısından mevcut ekonomik durumu da gösterdi. Hem yerliler hem de Suriyeliler esnaflık yaparak ailelerini geçindiremediklerini ifade etti. Ayrıca, Suriyeliler işyeri açmasa da Urfa’daki küçük esnafın işini kaybettiğini veya işini kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunu gördük. Bu durum, dolaylı olarak Suriyelilere karşı bir tepkinin oluşmasına neden oluyor hiç şüphesiz.
Kentte yaklaşık kaç Suriyeli esnaf var, hangi sektörlerde çalışıyorlar?
1500 civarında Suriyeli esnaf var. Sıklıkla Suriyeliler lokantacı/dönerci, ayakkabıcı, tamirci, bakkal, güzellik uzmanı, kuaför, kuyumcu, emlakçı oluyor. Yoksul semtlerdeki yerli kuaförlerin çoğu işyerlerini kapatmak zorunda kaldı. Zira, Suriyeli kuaförler hem daha ucuz –vergiden muaf oldukları için– hem de daha kaliteli saç yapıyorlar. Suriyelilerin geliştirdiği parfüm ve güzellik ürünleri var. Orta ve üst gelir grubundaki yerli halk bu ürünleri beğeniyor, alıyor. Suriyeliler geleneksel olarak 21 ayar altından üretiyor mücevheratı. Yerli kuyumcular ise 22 ayarda üretiyor. Yani bir çeyrekte 15-20 TL fark yaratıyor ve bu da Urfalı kuyumcuları zorluyor. Öte yandan, Suriyeli kuyumcular hammaddeyi Urfa’dan değil İstanbul veya hâlâ Suriye’den temin ediyorlar.
Tespit ettiğiniz karşılıklı önyargılar, berkitilmiş kanaatler neler?
Suriyelilerde doğal olarak bir azınlık psikolojisi oluşmuş ve birlikte hareket ediyorlar. Suriyeliler ile yerli nüfus arasında sosyal bir sorun ortaya çıktığında, çok kısa sürede Suriyeliler örgütleniyorlar ve harekete geçiyorlar. Bu da Urfalıları ciddi derece kaygılandırıyor. Mesela, görüştüğümüz birkaç muhtar bu kaygılarını ifade ediyor açık bir şekilde. “Eğer Suriyelilere vatandaşlık verilirse ilk seçimde onlar kazanır” diyorlar. Suriyelilerin birlikte hareket etmeleri ve yaşam biçimleri özellikle muhafazakâr Urfalıları derinden kaygılandırıyor. Daha da dikkat çekici olan, bunun Suriyelilerle komşuluk etmiş Urfalılar tarafından ifade ediliyor olması. Bütün bunlara ekonomik anlamda pastanın daralması, Suriyelilerin kendi ekonomilerini oluşturmaları ve bir kısım yerlilerin de onları tercih etmesi uçurumun artmasına ve önyargıların oluşmasına neden oluyor. Diğer taraftan, Suriyeliler ise belirgin bir şekilde Urfalıların kendilerine önyargılı bir şekilde kötü gözle baktıklarını ve kendileri hakkında iyi düşünmediklerini ifade ediyorlar.
Önyargıların derinleşmesi Urfa’da nelere yol açabilir?
Bugün pimi çekilmiş el bombası gibi ilişkiler, bunu alan araştırmasında gördük. Şöyle bir resim anlatayım mesela: Sekiz ay önce, Balıklıgöl’de güneş batmak üzere, akşamüstü polis iki gence kimlik soruyordu. Suriyeli gençlerin kimlikleri yoktu; polise direnç gösterdiler. Bunu gören etraftaki esnaf, gençleri linç etmeye kalkıştı. Bu ve benzeri olaylar sık sık yaşanıyor Urfa’da. Bazen de Suriyeli bir esnaf kendine haksızlık yapıldığını düşündüğü anda etrafına Suriyelileri toplayıp yerli esnafla çatışıyor. Urfa’daki Suriyeli esnaflarla birlikte Suriyelilerin yürüttüğü ekonomik yaşam kapalı bir hale geliyor. Suriyeliler tıpkı Almanya’daki Türkiyeliler gibi kendi tanıdıklarından alışveriş yapmaya başlıyorlar. Şu an 14 tane Suriyeli emlakçı var mesela. Bu arada, vergiden muaf oldukları için daha ucuz ve –sosyal sermayelerinin yüksekliği nedeniyle– kaliteli hizmet sunuyorlar. Bunun sonucunda bazı sektörlerde yerel esnaf iflas eşiğine gelebilir, geliyor da. Aynı semtte yaşayan, akraba bile olsalar da, aynı aşiretten gelseler de, yerli nüfus ile Suriyeli nüfus arasında bir çatışma riskini barındırıyor. Araştırmada ortaya çıktı ki, yerli esnaf Suriyeli çalıştırmak istemiyor artık. Yerli esnafın çoğu Suriyeli bir komşusu olduğunu dile getiriyor ve yüzde 80’i onlarla sorunlar yaşadığını ifade ediyor. Bu kişilerin yüzde 90’ı Suriyelilerin memleketlerine geri gitmesini istiyor. Bu arada Suriyeliler de Urfalıların değerlendirmelerinden rahatsız. “Başlangıçta bizden para kazanırken iyiydi, şimdi biz kendi işimizi kurduk, bize kötü gözle bakmaya başladılar” diyorlar.
Vatandaşlık meselesi ne durumda, tarafların bu konudaki görüşlerini neler?
Bildiğiniz gibi, belli bir geliriniz varsa, vatandaşlık alabiliyorsunuz Türkiye’de. Suriyeliler de böyle vatandaşlık aldı. Vatandaşlık alanlar 2015’te 10 bin civarındaydı, bugün ise 25-30 bin civarında olduğunu tahmin ediyorum. Hükümet, bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak Suriyelilere vatandaşlık verilebileceğini deklare etti. Örneklemimizdeki katılımcıların yüzde 90’ı üzerindeki kesim, Suriyelilere vatandaşlık verilmemesi gerektiğini ifade etti. Aynı grup hükümetin Suriyelilere yönelik politikalarını da tasvip etmiyor. Buna karşılık, Suriyeli esnaf hükümetin politikalarını destekliyor.
Yoksul semtlerdeki yerli kuaförlerin çoğu işyerlerini kapatmak zorunda kaldı. Zira, Suriyeli kuaförler hem daha ucuz –vergiden muaf oldukları için– hem de daha kaliteli saç yapıyorlar. Suriyelilerin geliştirdiği parfüm ve güzellik ürünleri var. Orta ve üst gelir grubundaki yerli halk bu ürünleri beğeniyor, alıyor. Suriyelilerin kendi ekonomilerini oluşturmaları ve bir kısım yerlilerin de onları tercih etmesi uçurumun artmasına ve önyargıların oluşmasına neden oluyor.
Sizce bunca soruna yol açan göçün sonuçları açık kapı politikası yürütülürken öngörülmedi mi?
Öngörülmemiş, anlaşılan o. 2011’de savaş başladığından 2014’e kadar siyasi iktidar bu savaş bitecek diye düşündü. BM’den gelen yardım önerilerini bile reddetti başlangıçta. Şu an Suriyelilerin yüzde14’ü çadır kentte, geri kalanı ülke içine dağılmış durumda. Bunların tam izlenebildiğini sanmıyorum, hatta bazılarının kaydı bile yok. Çok büyük bir kısmına, sınırda alınan beyanlar üzerine veya yapılan başvuru neticesinde geçici koruma kimliği verildi. Yurt dışına gitmesi söz konusu olunca pasaportu ortaya çıkıyor bazı Suriyelerin. İlk zamanlar bir kısmı hemen döneriz diye düşündü, sonraları da batıya gideriz diye umut ettiler. Bu nedenle de kimliklerini paylaşmadılar. 2015 yaz aylarında 1 milyon Suriyeli göçmen bir şekilde örgütlenerek –ki hâlâ nasıl organize edildiğini bilmiyoruz– Ege denizi üzerinden Batıya gitmeye başladı. Yaşamlarını yitirdi pek çok insan. Eş zamanlı olarak, Türkiye de AB ile göçmen meselesiyle ilgili olarak masaya oturdu, Kasım 2015’de. Geri dönüş anlaşması yaptılar. Yürürlükte, ancak uygulanmıyor. Ülke içindeki Suriyeli göçmenlerin nihai sayısına ilişkin ciddi sorunlar var. 2015’yle birlikte telaffuz edilen sayı bir anda yükseldi. Aslında Türkiye’de 3 milyon küsur Suriyelinin yaşadığı görüşünde olmayanlarındanım. Bunu desteklemek için şöyle bir örnek vereyim. Araştırma için Göç İdaresi’nden Aralık 2017 itibarıyla aldığımız veriler neticesinde öğrendik ki, Urfa’da 63 bine yakın Suriyeli nüfusun nerede yaşadığı bilinmiyor. Araştırmayı yaparken takip ettiğimiz bazı aileler Batı’ya gitti. Hatta orada vatandaşlık bile aldılar. Çoğu beyaz yakalıydı. Göç İdaresi’ne sordum şu isimler nerede diye. Baktım hâlâ Urfa’da yaşıyor görünüyorlar, halbuki, onlar Ege’den botlarla Avrupa gittiler ve oradan da Berlin’e, Viyana’ya, Stockholm’e geçtiler.
Üniversitede durum nedir?
Harran Üniversitesi’nde 1000’e yakın Suriyeli öğrencimiz var. Çok hızlı öğreniyorlar, birkaç dil biliyorlar ve Türkiye’deki eğitim sistemini savaş öncesi kendi ülkelerinin eğitim sisteminin gerisinde görüyorlar. Çoğu burada mühendisliklerde okuyor. Geçen aylarda Türkiye’deki büyükelçilerin bir GAP turu oldu. Harran Üniversitesi’nde de öğrencilerle birlikte bir forum yapıldı. 10’ya yakın öğrenci soru sordu kendilerine. Bunların üçü, dördü Suriyeliydi. Sorularını İngilizce sordular, bir öğrenci haricinde, kendi eğitim-öğretim meselelerine ilişkindi soruları. Yerli öğrenciler ise ana akım siyaset sorularını yöneltmeyi tercih ettiler büyükelçilere.
Urfa’da fuhuş yaptırılan en az 150 -200 evden söz ediliyor. Kadınların, hatta çocukların bedenlerini 20-25 liraya satışı üzerine kurulu kirli bir düzen söz konusu. Bu duruma ilişkin gözlemleriniz neler?
Savaş mağduru, travmasıyla gelen grubun çoğu kadın ve çocuklardan oluşuyordu. Öyle örnekler var ki, özellikle kadınların yaşamının tacizle kuşatıldığını görüyorsunuz. Söz konusu evlerin “müdavimleri”, aralarında beyaz yakalıların da olduğu erkekler. İki dönem önce Urfa baro başkanı olan Ali Fuat Bucak, bir soru üzerine “evet fuhuş var, ama bunda Urfalıların hiç mi suçu yok?” diye sormuştu. Bu evlerin dışında kafeteryalardan, pastanelerden de söz edebiliriz. Urfa’nın merkezinde evler kiralanmış, o evler kullanılıyor. Akçakale gibi bir ilçede 100’den fazla evden söz ediliyor örneğin. Diğer önemli bir sorun da uyuşturucu, özellikle hap kullanımı. Yaş ortalaması giderek daha da düşüyor. Yoksulluk başka bir şey. Göçmen kadınlara yönelik istismar yoksulluk/ yoksunluk, ötekileştirme ve kumalık sorunundan besleniyor. Ciddi bir ekonomik ranttan, 20-25 liranın ötesinde bir kazançtan söz ediyoruz. Zira bu evlerde, kafeteryalarda ciddi miktarda uyuşturucu ve hap içiliyor.
Yerli esnaf Suriyeli çalıştırmak istemiyor artık. Yerli esnafın çoğu Suriyeli bir komşusu olduğunu dile getiriyor ve yüzde 80’i onlarla sorunlar yaşadığını ifade ediyor. Örneklemimizdeki katılımcıların yüzde 90’ı üzerindeki kesim, Suriyelilere vatandaşlık verilmemesi gerektiğini ifade etti. Aynı grup hükümetin Suriyelilere yönelik politikalarını da tasvip etmiyor. Buna karşılık, Suriyeli esnaf hükümetin politikalarını destekliyor.
Suriyeli kadınlar ve çocuklara yönelik taciz, tecavüz veya alıkonulmalarla ilgili proje yürüten kimse var mı alanda?
Bilgim dahilinde böyle bir proje yok. Artık zaten çok da proje kalmadı alanda. Türkiye bu tür projelere ve uluslararası kuruluşların çalışmalarına sıcak bakmıyor. Hatta doğrudan Suriyelilere parasal katkı sağlayan projeler yasaklandı. Göçün ilk zamanlarında kadın ve çocuklara yönelik bazı projeler yapıldı. O döneme ilişkin akut sorunları çözmeye yönelikti. Nadir de olsa kimi olumlu gelişmeler elde edildi. Pek çok uluslararası kaynaklı proje; projeyi yürüten kuruluşa, bazı yöneticilerine hedef grubun veya nihai faydalanıcısından daha çok yarar sağladı, maalesef. Ancak kente entegrasyon, yaşam becerilerinin artırılmasına yönelik kapsamlı projeler yürütülmedi.
Birlikte bir yaşamın sağlanabilmesi için sizce ne yapılmalı?
Öncelikle Urfa’da veya başka bir ilde Suriyeli nüfus kayıt altına alınmalı. Batıya giden, ülkesine dönen nüfus veri tabanından düşülmeli ve net sayı belirlenmeli. Nerede yaşadıkları, yaşları, meslekleri, eğitimleri, vb. bilgiler netleştirilmeli. Eğitimleri de ayrıca ele alınmalı. Örneğin, bir kısım Suriyeli çocuk karma okullara, bazıları ise Suriyelilerin kurdukları okullara gidiyor. İstihdam ayağı da ivedilikle planlanmalı. En kritik olanı, Suriyelilerin devlet yardımları ile refah içinde yaşadıkları gibi yanlış, ötekileştirmeyi tetikleyen tevatürle acilen mücadele edilmesi gereği. Yerli halkın büyük bir bölümü devlet yardımlarıyla Suriyelerin refah içinde yaşadıklarını düşünüyorlar. Çadır kentlerde kalanlar, kişi başına, aylık 85 liraya yakın bir para alıyor, ellerindeki kartlara yatırılıyor, onlar da bu parayı orada kurulan marketlerde harcıyor. Ancak devletin ve STK’ların münferit kömür, vb. yardımlarının dışında bir başka yardım yok, bunlar da sürdürülebilir değil. Biliyorsunuz, Türkiye uluslararası mülteciler mevzuatına taraf olmadı. Türkiye, mülteciler literatüründe olmayan bir tanımla, “misafir” diyor onlara. Misafir nedir? Gelip birkaç gün kalıp giden kişidir. Türkiye salt AB’den gelenleri mülteci statüsünde değerlendiriyor, bunun dışında kalanların böyle bir statüsü yok. Sunulan hizmetler de evrensel ölçüde bir standardizasyonla temin edilemiyor bu yüzden. Urfa’da bizim araştırmamızla ortaya çıkan sorunların benzerleri diğer illerde de yaşanıyor. Bir boyutuyla, savaş Suriye’de bitebilir, sosyo-ekonomik alanda Türkiye’de devam eder denebilir. Sonuç olarak, sığınmacı veya vatandaş olarak Suriyelilerle birlikte yaşamın kurgulanması, bunun için de özgün yerelin ihtiyaçlarına yanıt veren şeffaf politikalar yürütülmesi gerek. Aksi takdirde beklenmedik sosyal olaylar başgösterebilir.
Küçük Sanayide öğle yemeği vakti, Suriyeli ve Urfalı işçiler, işveren tepsi kebabını paylaşıyorlar.