BUENA VISTA SOCIAL CLUB III: OMARA PORTUONDO

Söyleşi: Emre Ülker, Semin Gümüşel
9 Ocak 2022
SATIRBAŞLARI

Kariyerinizin bu aşaması Buena Vista Social Club ile başladı. Fakat grup şimdi çok fazla parçaya bölünmüş görünüyor. Solo çalışmaların ağırlık kazanmasına ve ayrılığa nasıl bakıyorsunuz? 

Omara Portuondo: Bence başlangıç daima başlangıç olarak kalacaktır. İnsanların aklında da Buena Vista, grubun bütünü olarak yaşamaya devam edecektir. Ama grup başlamadan önce de solo çalışan insanlar vardı. Örneğin, Compay Segundo yalnız çalışırdı, Eliades Ochoa da öyle. Ben de solo çalışırdım. Çoğumuz öyleydik, hatta İbrahim hariç herkes. Ama birbirimizi tanırdık, daha önce de karşılaşma ve birlikte çalışma fırsatımız olmuştu. Guajiro ile (trompetçi Manuel “El Guajiro” Mirabal) ve Cachaito ile (kontrbasçı Orlando “Cachaito” Lopez) çalışmıştık mesela… Hepimiz aynı müziği yapıyorduk ve tabii ki yollarımız kesişiyordu. Buena Vista Social Club projesinde böyle birçok müzisyen bir araya geldi: Compay, Eliades, Barbarito Torres, Cachaito, Guajiro, Aguaje Ramos vs… İbrahim ve ben de katıldık. Güzel bir projeydi, çok iyi bir grup ortaya çıktı. Ancak bu başlangıçtan sonra, doğal olarak zamanla repertuarın gelişip değişmesi gerekti. Ve böylece tekrar birçok kişi solo çalışmaya başladı. Bana önce Buena Vista’ya katılmamı önermişlerdi; ardından da solist olarak kendi grubumu kurmamı istediler. Şimdi kendi müziğimi kendi grubumla yapıyorum. Cachaito’nun da hikâyesi aynı. Guajiro ve Aguaje de yakında kendi gruplarıyla çalışacaklar. Yine de, bu, ileride yine bir araya gelmeyeceğimizi götermiyor elbet. Hâlâ çok zamanımız var. 

Jesus “Aguaje” Ramos da mı kendi albümünü çıkaracak?

Evet, o da böyle bir hazırlık içinde. World Circuit şimdi hepimizi ayrı ayrı lanse ediyor. Tabii Buena Vista Social Club projesinin bu kadar ünlenmesinin bir nedeni de filmdi. Film, insanların dinledikleri müziği bir de görebilmelerine olanak sağladı. Şimdiyse herkes kendi işini filmin desteği olmadan sürdürüyor, ama bu yine Buena Vista Social Club sayesinde. Öyle ki, şimdi siz İstanbul’da yalnız benimle bu röportajı yapıyorsunuz, ama ben bu projenin bir parçası olmasaydım, belki beni tanımayacaktınız bile. Birlikte mi, yoksa yalnız mı çalışmanın daha iyi olduğuna gelince, bence solo çalışmalar sanatçıya kendi istediklerini yapma olanağı vermeleri açısından iyi. 

50’lerdeki La Novia del Filin” albümünden bugünün Omara Portuondo’suna, müziğinizde ve kişiliğinizde neler değişti?

Artık aynı müziği yapmıyorum. Farklı bir armoni kavramıyla çalışıp daha büyük orkestraların önünde söylüyorum şimdi. Ama Omara aynı Omara; sadece, Buena Vista Social Club’ın başarısı sayesinde daha çok tanınıyor. Ben de daha çok ülke, daha çok kültür tanıyorum. Turnelerle daha önce hayal bile edemeyeceğim yerlere gittim. Bu herkes için, insan olmak için önemli. Bu arada, Türkiye’de La Novia del Filin’i bilebileceğinizi zannetmezdim. Geçmişte birçok çalışma yapıldı. Benim de, İbrahim’in de tanıtım imkânı olmadığı için bilinmeyen çok çalışmamız var; bunlar dünyaya ulaşmadı. Hep sanki yıllardır müzik yapmamışız da yeni başlıyormuşuz gibi yaklaşılıyor. Şimdiki gibi değildi ki o zamanlar… Artık Buena Vista Social Club’un kazandığı başarı sayesinde Küba’dan birçok başka sanatçı da dünyaya sesini duyurabiliyor. Artık dünyanın her yerinde birçok arkadaşım var. Bu beni hem bir sanatçı hem de bir insan olarak çok geliştiriyor. Ayrıca dünyanın her yerinden arkadaşlıklar gibi, bu röportajların yapılması da çok önemli, çünkü gazeteciler bizimle röportaj yapmasa, bizim işimiz de sınırlanmış olur. Gazeteciler ve çevirmenler olmasa… (gülüşmeler) Gülmeyin, bu bir bütündür. Bu albüm olmazsa, film olmazsa, bu röportaj olmazsa, çevirmen bunları çevirmezse, insanlar ne yaptığımızı anlamaz, bizi tanımaz. 

Sizin müziğinizde de Afrika’nın etkisi var, değil mi? Araplardan aldığınız ritmler yok mu? Ne kadar neşeli, hareketli ritm varsa, hepsi Afrika’yla ilişkili olmalı…

Astor Piazzola, “Arjantin tangosu diğer Güney Amerika tangolarından farklı olarak daima hüzünlüdür. Bunun sebebi İspanyol kökenli olmasıdır” diyor. Siz Küba müziğinin neşeli ya da hüzünlü olmasını Afrika kökenine ne kadar bağlıyorsunuz? 

Bizim müziğimizin kökleri İspanya’dan ve Afrika’dan geliyor. Diğer Güney Amerika ülkelerine olduğu gibi Küba’ya da gelen İspanyolların kültürü ve müziği burada, köle olarak getirilen Afrikalıların müziğiyle buluştu. İşte bu karışımdan zaman içinde bugünkü Küba müziği doğdu. Biraz Fransız etkisi de var: O zamanlar Haiti’de bir Fransız kolonisi vardı. Haiti bağımsızlığına kavuştuğu zaman oradaki Fransızlar başka yerlere kaçtılar ve bir kısmı da Küba’ya geldi. Gelirken kendi müziklerini de getirdiler. Mesela danzon’lar Fransız etkilidir. Küba müziğinde, genel olarak, ritmler Afrika’dan, gitar Kanarya Adalarından gelir. Küba halk müziği Kanaryalardan çok etkilenmiştir, çünkü bu müziğin temelindeki enstrüman gitardır. Halk müziğinin, danzonların ve sonların ritmleri hep neşelidir, Afrika’dandır; melodileriyse İspanyol etkisi taşır. Bu demek değil ki bunlar İspanyol
veya Afrika müziği sayılabilir. Hayır, bunlar Küba’da doğmuş ve gelişmiş türlerdir, yalnızca başka yerlerden etki taşırlar. Mesela İspanyol müziğinde de rumba vardır, ama bizdeki rumba İspanya’dakinden çok farklıdır, vurmalılara çok daha fazla yer verilir. Sizin müziğinizde de Afrika’nın etkisi var, değil mi? Araplardan aldığınız ritmler yok mu? Bunlar hep Afrika’dan işte. Ne kadar neşeli, hareketli ritm varsa, hepsi bir şekilde Afrika’yla ilişkili olmalı… 

50’li yılların Afro-Cuban caz modası Küba geleneksel müziğine neler kattı sizce?

Aslında bu zaten Küba’da yapılan bir müzik. Bildiğimiz Küba müziğinin daha bol perküsyonlu ve doğaçlamaya yer veren biçiminin adı Afro-Cuban caz oldu. Artık buna galiba Latin caz da deniyor. Şimdilerde, özellikle New Orleans’ta ve ABD’nin bazı başka yerlerinde caz orkestralarına Küba perküsyonu ekleyip müzik yapmak da çok yaygınlaştı. Hatta bazı Kübalı perküsyoncular ABD’ye gidip perküsyon eğitimi alıyorlar ve oradaki caz gruplarına katılıyorlar. Halbuki Kübalı orkestraların repertuarlarındaki bazı parçaları caz olarak yorumlamaları yeni bir şey değil ki. 1940’lardan beri yapılıyor. Bütün Kübalı son müzisyenleri doğaçlamaya az ya da çok yer verirler zaten. Ama Amerika’dan birileri çıkıp da bir konserde böyle doğaçlama bir solo çaldığında bunun adı Latin caz oluveriyor. Fakat az önce de söylediğim gibi, bu aslında zaten Küba’nın müziği; bu yüzden Küba müziğine olan etkisini ölçmek yanlış olur.

Bütün Kübalı son müzisyenleri doğaçlamaya yer verir. Ama Amerika’dan birileri bir konserde doğaçlama bir solo çaldığında bunun adı Latin caz oluveriyor.

Olağanüstü aşk şarkıları söyleyen bir sanatçı olarak aşk hakkında neler düşünüyorsunuz? 

Bana kalırsa, aşk olmasa hayat da olmaz. Bir bitkiyi düşün, mesela. Ona aşkla ve şefkatle davranırsan çabucak serpilir. Bunun gibi, hayatta her şeyi aşkla yapmak gerekir. Aşksız yaşam olmaz ki! Eğer insanlar birbirlerini daha çok sevselerdi, hepimiz çok daha mutlu olurduk. 

Peki ya aile ve annelik hakkında? 

İnsan ailesini sevdiği zaman birçok şeyi sevebilir, hayatı sevebilir, vatanını sevebilir… Aile her şeyin temelindedir.

Söylediğiniz en canlı, hareketli parçalarda bile, sesinizde ve ifadenizde bir hüzün taşıdığınız görülüyor. 

Elbette öyle. Eninde sonunda söylediğim şarkıların hepsi nostaljik parçalar. Mesela, “Veinte Anos” (Yirmi Sene) adlı parça: “Seni sevmemin ne önemi var / Artık beni sevmiyorsan / Geçip giden aşk / hatırlanamaz şimdi / Hayatının düşü oldum / çok eski bir zamanda / Bugün artık geçmişe aitim…” Bu tabii ki nostaljik olacak, hüzünle söylenecek. Bir aşk yaşanmış yıllar önce, ama artık bitmiş. Başka nasıl söylenebilir ki? “Eğer arzularım gerçekleşseydi / Sen beni yirmi sene önceki gibi severdin şimdi.” Bu sözleri söylerken elbette hüzünleniyorum. Böyle bazı parçalarımda hüzün, bazılarındaysa neşe var. Bence aslında hepimiz öyleyiz; siz de öylesiniz. İnsanın bunların her ikisine birden sahip olması gerekir zaten. Hem neşeye hem hüzne. Her ikisi de hayatın parçası, aşkın iki yüzü. 

Roll, sayı 56, Ağustos 2001

^