KORONA GÜNLERİNDE MÜZİK EMEKÇİSİ OLMAK

Söyleşi: Anıl Olcan
23 Kasım 2020
SATIRBAŞLARI

Bu ülkede bana, bize, gençlere reva görülen koca bir mutsuzluk”. 27 yaşındaki müzisyen 20 Kasım’da attığı tweet’te böyle diyordu. O sarsıcı tweet zinciri üzerine arayıp görüştüğümüz Anıl Bayraktar’dan korona günlerinde güvencesizliğin ve işsiz kalmanın ne demek olduğunu dinliyoruz ve umudu yitirmemenin yollarını arıyoruz…
Sanatçıların 15 Kasım’da Beyoğlu-Mis Sokak’ta yaptığı sessiz protesto  

İçimi dökmemin vakti geldi” diyerek başlayan tweet dizisinde “bu ülkede bana, bize, gençlere reva görülen koca bir mutsuzluk diyordun. Bu tweet’leri yazmaya seni götüren ne oldu?

Anıl Bayraktar: Kafelerin kapatılacağını öğrendiğimde yazmaya karar verdim. Kadıköy’de bir kafede garsonluk yapıyorum. Oturmuş, sigara içip dinlenirken sokağa çıkma kısıtlamaları açıklanıyordu. Bir yandan da Büyük Ev Ablukada’nın şarkısı çalıyordu. Şarkıda “neden hep böyle mağlubiyetler giderek üzerime yakışıyor” diyordu. Kendimi düşünmeye başladım. “Kaç yıldır yaptığın işi bırakmak zorunda kaldın” diye geçirdim içimden. 7-8 aydır işimi yapamıyorum. Ekonomik sıkıntılarım var. Geleceksizlikten ve ekonomik nedenlerden dolayı ailemle ve arkadaşlarımla aram bozuk. Konserlere güvenerek birinden “Şu tarihte ödeyeceğim” diyerek borç istemişsin, ama bir anda ülkede savaş, pandemi ya da deprem veya hepsi birden oluyor. Konserler iptal ediliyor. Borçlarını ödeyemiyorsun. Bir süre sonra insanlara karşı yüzün olmamaya başlıyor. Salgın başladığında her yere özgeçmiş gönderdim. Her yer kapı duvar… Garsonluk dışında bir iş bulamadım. Bir şeyleri yıllardır içimde tutuyorum. Ama onları içimde tutmak bir fayda sağlamadı. Çevremdeki insanlarda, özellikle yaşıtlarımda umutsuzluk var. Evet, hepimiz çok mutsuzuz, ama en azından “umudumu yitirmedim” diyebilen birileri olsun istedim. Naif bir isyan çığlığı olarak yazdım o tweet’leri. Cümlelerin üzerine çok düşündüm. Kelimeleri seçmeye çalıştım.

Anıl Bayraktar

Neşenin kaybolduğunu söylüyorsun orada, 20’lerinde genç bir insan için neşenin kaybolması ne demek?

Eskiden neşeli bir insandım. Espriliydim. Zamanla düşünceli bir insana dönüştüm. “Ne yapacağım ben” diye düşünüp duruyorum. Hiçbir çıkar yol bulamıyorum. Sürekli bunu düşünmek mutsuzluğa itiyor. “Yaşamak bu değil” diyorsun. Bugün son kez kafede çalıştım. Sabah tanıdık bir lokantada çorba içtim. Çorba 8 lira olmuş, benim cebimden 5 lira çıktı. 3 lirayı çıkartamadım, “sonra bırakırım” dedim. Bu durumu sadece ben yaşamıyorum. Çalıştığım kafede çay parası çıkışmayıp “sonra bıraksam olur mu” diye soran insanlara şahit oluyorum. Kafede bulaşık yıkarken bu sahneleri düşününce gözlerim doluyor. Bunlar üretimimi engelliyor. Müzisyenim ben. Yaptığım şarkıların bazılarından çok rahatsız olmaya başladım. Sözlere de melodiye de yansıyor o depresif hal. Son zamanlarda hiç majör şarkım yok. Hep minör gamlarla şarkılar yapmışım. 

Bu “minör dönüşüm” ne zamandan beri var?

Yaklaşık bir yıldır böyle. Hayatımda daha zor zamanlar yaşamıştım. 10 Ekim’de patlama yaşandığında Ankara’daydım. İnsanların gözümün önünde öldüğünü gördüm. Ankara katliamıyla ilgili şarkı yaptığımda bile “bakma öyle bir ağaç gibi durduğumuza, o ağacın dalları gibi yeşereceğiz” gibi sözler yazarken yavaş yavaş “yoruldum artık” gibi sözler yazamaya başladım. Ülkenin genel havası hepimizi etkiliyor. “Hiçbir şey duymuyorum, görmüyorum” diyemiyorsun. Bunları gördükten sonra “her şey çok iyi edebiyatı” yapamıyorum. Ama “bir gün her şey düzelecek” umudundan da sapmadım. Kendi şarkımdan ufak bir sözle örnek vermek isterim. “Hayaller kuruyorum, zaten o kadar varım, griler sarsa da hâlâ mavi bir yanım…” (gülüyor) Bir gün maviye gideceğiz. Onu biliyorum…

Salgın martta ilan edildiğinde nasıl karşılamıştın, yaşamını bu derece etkileyecebileceği aklından geçmiş miydi?

Bu kadar uzun süreceğini sanmıyordum. Türkiye’de ilk vaka çıktığında, çalıştığım grubun menajerini arayıp “abi bizim konserler iptal olur mu?” diye sormuştum. İki gün sonra, konserlerin iptal edildiği haberini aldım. Kısa bir süre sonra da sokağa çıkma yasakları başladı. Bu haberden sonra “iyice yaklaşıyor yaklaşmakta olan” dedim. Yapılacak ilk şeyin konserleri yasaklamak olacağını tahmin ediyordum. İşçilerin bir arada bulunmak zorunda olduğu fabrikaları veya toplu taşıma araçlarını düzenlemek yerine sosyal hayatı kısıtladılar. “Her yer açılsın, kısıtlama olmasın” demek istemiyorum. Ama işçilerin çalışma saatlerini düşürmeleri gerekirken kafeleri ve barları kapatmaya başladılar. Kafelerin, barların denetlenmesine karşı değilim, denetlenmeli, ama ilk önce bu alanlara saldırmak politik bir tercih. 

Müzisyenim ben. Yaptığım şarkıların bazılarından çok rahatsız olmaya başladım. Sözlere de melodiye de yansıyor depresif hal. Son zamanlarda hiç majör şarkım yok. Hep minör gamlarla şarkılar yapmışım.

Haziranda kısıtlamalar gevşetilince açıkhava konserleri organize edilebilmişti. Bu sizin için umut olmuş muydu?

Hiçbir umut yaratmadı. Ne benim açımdan ne de çevremdeki müzisyenler açısından. Biz ayda 7-8 konserde çalışırsak geçinebiliriz. Temmuz-Ağustos döneminde en iyi iş yapan sahne emekçisi ayda en çok 3 konser yapabiliyordu. Sahne emekçileri bunun günü kurtarma hamlesi olduğunu biliyordu. Bu yüzden kimsenin umudu yoktu. Herkes “salgın bitmeden işlerimiz asla düzelmeyecek” diyordu. Haziranda başlayan esneme bizim için değildi, turizmi canlandırmak için yapılan bir düzenlemeydi.

Garsonluk yapmaya ne zaman başladın?

2013’te üniversiteye girer girmez ailemden ayrı yaşamaya başladım. Bu yüzden çalışmam gerekiyordu. Taksim ve Beşiktaş’ta çeşitli barlarda çalıştım. Üç sene böyle geçti. Salgının başından beri de garsonluk yapmaya dönmüş oldum.

Müzisyenlik, garsonluk ve öğrencilik beraber mi devam ediyordu?

Evet. Konservatuar okumak istiyordum. Ailemin baskısıyla İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik okumaya başlamıştım. 21-22 yaşlarındaydım okuduğum bölümü sevmiyordum, hayatım iyi gitmiyordu. “Ne yapacağım ben?” diye soruyordum kendime. “İnsan hayatını ne için yaşar? Hazlar, arzular için yaşar.” dedim kendi kendime. Gitar çalmaya başladığımda 14 yaşındaydım. YouTube’dan videolar izleyerek kendi kendime başladım müziğe. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Müzik Teknolojileri okuyor olmama rağmen, nota bilgim hâlâ yarım yamalaktır. (gülüyor) Liseden arkadaşlarla kurduğumuz bir müzik grubumuz vardı o zamanlar. Grubumuzun bir ismi yoktu, Arctic Monkeys, Black Keys gibi grupların şarkılarını çalardık. Kadıköy’de Shaft, Taksim’de The Mekan’da çalıyorduk. Sonra grup dağıldı. Sahnedeyken çok mutluydum. Bu yüzden ses mühendisi olmaya karar verdim. Tanıdığım bütün ses mühendislerine gidip “beni yanınıza alın. Para istemiyorum. Kablo çekeyim, amfi taşıyayım. Yeter ki bu işi bana öğretin” demeyi düşünürken tanıdığım bir abim “Sen zaten gitar çalıyorsun. Ekipmanlardan da anlıyorsun. Yüksek Sadakat grubunun gitar teknisyeni işi bırakacak. Onun yerine işe başla. Para da kazanırsın” dedi. Sahne emekçiliği böyle başladı.

Yüksek Sadakat ilk tecrübe için oldukça büyük bir grup; gitar teknisyeni olarak ne gibi işler yapıyordun?

Gitarların provalarını alıyordum, gitar pedallarıyla ilgileniyordum. Her konserde farklı amfiler gelirdi. Amfilerin tonlarını ayarlıyordum. Elektrik aksamlarında bir sorun çıkarsa çözüyordum. Monitörleri ayarlıyordum. Eğlenceli bir işti. Provalarda ayarları yaparken ben çalardım, sonra gitariste bırakırdım. Konser esnasında da müdahalelerim olurdu. Mesela gitarist reverb pedalına basmayı unutursa gidip ben basıyordum. (gülüyor)

Yüksek Sadakat’ten başka gruplarla, müzisyenlerle çalıştın mı?

Piyasada insanlar birbirini tanımaya başladıktan sonra birbirlerine iş paslarlar. Flört, Redd, Adamlar ve Niyazi Koyuncu ile çalışmıştım. Şu anda Yüzyüzeyken Konuşuruz, Selda Bağcan ve İkiye On Kala ile çalışıyorum.

Çevrendeki tanıdığın bildiğin müzisyenler bu koşullarda hayatlarını nasıl devam ettirmeye çalışıyor?

Herkes gruplarda çalan müzisyenlerin dijital gelirlerden pay aldığını düşünüyor. Böyle bir şey yok. Dijital gelirlerden pay alan beste sahibidir. Mesela, Selda Bağcan’ın arkasında bağlama çalan bir müzisyen şu an kötü durumdadır. Müzisyenler konser başına para kazanıyor. Konser yoksa para da yok. Başka işlere yönelenler var. Az çok birikmişi olan onu harcıyor. Kredi çekip yaşamaya çalışanlar var. Salgın başladığında müzisyenlerin çoğu 6 ay sonra ödemeli kredi çekti. Ama geldi işte o altı ay! Üzerine, ikinci dalga, ikinci yasak geldi…

Sahibinden.com’da salgın nedeniyle enstrümanını satışa çıkaran müzisyenlerin ilanları çok arttı…

Enstrümanlarını satan müzisyen çok. Nereye kadar enstrüman satabilirsiniz ki? Ayrıca enstrüman satmak kolay bir şey değil. Enstrüman müzisyenin parçasıdır. Parçanızı kolay kolay elden çıkartamazsınız. İnsanı çok kötü hissettiren bir şey bu. Barlardan müzik piyasasına geçip oradan tekrar kafede çalışmaya başlamak benim için kolay değildi. Yine de içim rahattı. “Bugünler geçecek” diyordum. Kafelerin de kapanmasıyla ne yapacağımı bilemiyorum. Kira günü geliyor, kira parası yok. Sigortam yok. Güvencem yok. Kısa çalışma ödeneğinden yararlanamıyorum. Durum bu.

Enstrümanlarını satan müzisyen çok. Nereye kadar enstrüman satabilirsiniz ki? Enstrüman müzisyenin parçasıdır. Parçanızı kolay kolay elden çıkartamazsınız. İnsanı çok kötü hissettiren bir şey bu.

Garsonluktan kazandığın para geçinmeye yetiyor muydu?

Geçmişte barda çalıştığım günlerde aldığım parayla bugün garsonluktan aldığım neredeyse aynı. Eskiden hizmet sektöründe çalışırken ekonomik karşılığını alabiliyordum. O yüzden fiziksel yorgunluk katlanılır geliyordu. Şu anda 11-12 saat çalışıyorum. Fiziksel yorgunluğun yanına güvencesizliğin verdiği ruhsal yorgunluk insanı çok kötü etkiliyor. İnsanlar yaptığı işten mutsuz, yaşadığı hayattan mutsuz. Eee? Sonuç kocaman bir mutsuzlar ülkesi. Seneler içerisinde her şey pahalılaşmış, ama garsonların aldığı ücret değişmemiş. Geçmişte barlarda kazandığım parayla dışarıda yemek yiyebiliyordum, arkadaşlarımla eğlenebiliyordum. Bu dönemde garsonluktan kazandığın parayla bunları yapamazsın. Dışarda yemek yiyebilmek lüks. Çalıştığım kafenin yanında bir kebapçı var. O mekânın garsonuyla konuşuyordum. “Üç çocuğum var. Ne yapacağım ben?” dedi. Sadece paket servise dönüldüğü için patronun garsona ihtiyacı yok. Müzik sektöründen konuşmaya başladık ama, kebapçıda çalışan da aynı güvencesizliği yaşıyor. 

Genelde haftada bir gün izni oluyor garsonların, çalışma saatleri de, dediğin gibi, çok uzun. Garsonlukla beraber esas istediğin işi yapmaya çalışmak da ayrıca gerilimli değil mi?

Arkadaşlarımın çoğu garsonluk yapıyor. Yüksek lisans öğrencisi olan, sinema filmi çeken, tiyatrocu, gazeteci, benim gibi müzisyen olanlar garsonluk yapıyor. Kimse ömrü boyunca garsonluk yapmak istemiyor. Herkes garsonluğu ideallerine ulaşmak için bir basamak olarak görüyor. Yazdığım tweet’te 27 yaş vurgusu var. Genç miyim, değil miyim? 30’a üç yıl kaldı… 60 tane bestem var. Bu şarkıları yayınlayamadım. Yapmak istediğim pek çok şey var. “Şu an ne yapıyorum?” gibi sorular soruyorum sürekli. Bu bir çıldırma hali. Bana “nasılsın?” diye sorsan. “Mutsuzum, ama keyfim yerinde” derim. 

Salgınla birlikte müzisyenlerin güvencesizliği iyice görünür oldu. Salgından önce bir güvenceniz var mıydı?

Hayır. Biz yine güvencesizdik. Bu ülkede gündem bir türlü rahatlamıyor ki. Sürekli diken üstündeyiz. “Acaba konser iptal olacak mı?” diye düşündüren çok olay oluyor. Asker ölmüştür, futbol maçları devam eder. “Şehitler ölmez vatan bölünmez” diye tezahürat yapılır, insanların “gazı alınır”. Ama, ilk önce konserler iptal edilir. Konserlerde çalışanları kimse düşünmez. Bu yüzden müzisyenler kırgın. İnsan neşeli de olsa üzgün de olsa özel bir şey yapmasa bile evinde müzik dinler. Ama bu müziği yapanları, o enstrümanları çalanları, konserlerin, kayıtların güzel olması için çabalayanları bu süreçte kimse düşünmedi. Biz de gereken sesi çıkartamadık.

Müzisyenler bu sesi nasıl yükseltebilirdi sence?

En büyük sorun müzisyenlerle ilgili doğru dürüst bir sendikanın olmaması. Hak dediğimiz şey kolay kolay verilmiyor, senin onu alman gerekiyor. Kimse durup dururken “bunların haklarını verelim” demiyor. Biz bunu talep etmedikçe olacak gibi görünmüyor.

Salgının ilk dalgası başladığında, kimi mahallelerde dayanışma ağları girişimleri olmuştu. Bu ağların müzisyenler için yapabileceği şeyler olabilir mi? Nasıl bir dayanışma biçimi sizi olabilir?

Ben Kadıköy Dayanışma Ağı‘nın içindeydim. Beraber sokaklarda yemek dağıttık. Ama müzik emekçilerinin sorununu kendi içimizde çözemeyiz. Eskiden biri zor durumda olduğunda onun için dayanışma konseri yapılırdı, o kişiye bir katkıda bulunulurdu. Şu an bir kişi değil ki, binlerce müzisyen kötü durumda. Yine de müzisyenler arasında dayanışarak ayakta durmaya çalışıldı. Müziğe Ses Ver konserleri oldu. Konserlerin ücretlerinden müzik çalışanlarına aktarıldı. Bana da geldi bu paralardan. Bazı müzisyen abilerimiz arayıp hâl hatır sordu. “Bu aylık faturanız bizden” diyen tanıdıklarımız oldu. Bu kalıcı bir çözüm olamaz ki. Kalıcı çözümü devletten başkasının üretebileceğini düşünmüyorum. Biz devletin yapması, devletten talep etmemiz gerekenleri kendi aramızda çözmeye çalıştık. Cumhurbaşkanlığının düzenlediği konserler oldu. Kim kazandı o paraları? Benim çevremde o konserlerde çalışan bir kişi bile yok. İntihar eden birçok müzisyen var. En azından, müzisyenlere ücretsiz terapi verilebilirdi. Buna müzisyenlerin çok ihtiyacı vardı. Bu hâlâ yapılabilir. Ben o tweet’leri attıktan sonra, insanlar çekinerek “Nasılsın? Kafanda yanlış düşünceler yok değil mi?” diye sordu mesela…

Pek çok kişinin intiharın eşiğinde olduğunu, olabileceğini düşünmek, nerdeyse sıradan bir durum gibi eşinin dostunun intihar etmeye niyeti olup olmadığını anlamaya çalışmak genel manzaranın ağırlığını gösteriyor herhalde, öyle değil mi?

Bir sıkıntıdan bahsettiğiniz zaman insanların aklına gelen ilk şey intihar oluyor. Tedirgin oluyorlar. Bu süreçte konserlerde beraber çalıştığım, yakından olmasa da tanıdığım üç müzik emekçisi intihar etti. Bu insanlar yalnız bırakılmıştı. Salgının başlamasıyla birlikte ekonomik zorluklar yaşayan, ana akımın dışındaki insanlardı. İşçiler maddi sıkıntılardan dolayı kendini yakıyor.

Kafede çalışmaya başlamak benim için kolay değildi. Yine de “bugünler geçecek” diyordum. Kafelerin de kapanmasıyla ne yapacağımı bilemiyorum. Kira günü geliyor, kira parası yok. Sigortam yok. Güvencem yok. Kısa çalışma ödeneğinden yararlanamıyorum. Durum bu.

Devletin verdiği destek için başvurdun mu?

Benim çevremde bu yardımlardan yararlanan yok. Devletin 1100 liralık desteğine başvurdum, ama oradan bir şey çıkmadı.

Bu yardımlara başvurular nasıl oluyor?

Valilik ve kaymakamlıklarda yoğunluk olmaması için e-devlet üzerinden online başvurulabiliyor. O başvuru formları da insanı kötü hissettiriyor. İnsanın onuruna dokunuyor. Bir ara devletin tanzim satış mağazalarının önünde kuyruklar olurdu. Kuyrukta bekleyen bir amca “bize reva görülen bu” diyerek röportaj sırasında ağlamaya başlamıştı. Sadece müzisyenler için değil, genel olarak onur kırıcı bunlar. 

Sürekli insanlarla temas halinde olmayı gerektiren bir işte çalışıyordun. Virüsün bulaşmasına karşı kendini kollayabiliyor muydun?

Karantina döneminin başında inşaat işçileri “Biz işçiler neden evde kalamıyoruz” yazılı bir pankart asmıştı. Evde kalamamamızın nedeni ekonomik. Faturalarımızı ödememiz gerekiyor. Evde kal çağrıları yapılırken evde kalamayan milyonlar düşünülmedi. Haliyle korku ve kaygılarımızı ikinci plana atarak işimize devam etmek zorundayız. Virüsten korkuyorum, bulaşırsa bende nasıl bir tahribat yaratacağını bilmiyorum. 

Fotoğraf: Haydar Taştan

Sigortalı olmadığın halde yararlanabildiğin bir sağlık hizmeti hakkı var mı?

Genel Sağlık Sigortası (GSS) diye bir şey var. Hastaneye gidince bazı durumlarda ödüyorum, bazen ödemiyorum. İlaç alırken de öyle. Uzun süre hastanede yatmam gerekse, devlet hastanesinde bile bunu karşılayacak param yok. Sigortasızlık en can yakıcı konulardan biri ve nerdeyse herkesin derdi. 

60 besten olduğunu söylemiştin, besteleri nasıl yapıyorsun, nasıl kaydediyorsun?

Bestelerimi gitarla yapıp kaydediyorum. Daha sonra, piyano ve synthesizer’ları kaydetmeye çalışıyorum. Pandemi sürecinde enstrümanlarımı elimden çıkartmak zorunda kaldım. Şu aralar kayıtlar için telefonumu kullanıyorum. Bir uygulamayla tüm enstrümanları tek tek çalıyorum. Vokalleri kulaklık mikrofonuyla kaydediyorum. Bu şekilde demolar yapıyorum. Ama bu kayıtlar yayınlanabilir halde değil.

Eskiden biri zor durumda olduğunda onun için dayanışma konseri yapılırdı. Şu an bir kişi değil ki, binlerce müzisyen kötü durumda. Müzisyenler arasında dayanışarak ayakta durmaya çalışıldı. Kalıcı çözümü ancak devlet üretebilir. Biz devletten talep etmemiz gerekenleri kendi aramızda çözmeye çalıştık.

Geleceksizlik, insanı daraltan, bunaltan koşullar punk’ın temalarından… Bunların şarkı sözünden çıkıp insanın hayatı olması müziğe nasıl yansıyor?

Punk’ın ‘70’lerdeki “no future” sloganını bugünle kıyasladığımızda benzerlikler de var, farklar da… İngiliz gençlerinin durumu belki “giyimimizden dolayı toplumdan dışlanıyoruz, bu yüzden geleceğimiz yok” gibi düşünülebilir. Türkiye daha farklı. Burası çok sert bir ülke. Türkiye’de “gelecek yok” demek, “üniversite mezunuyum, pazarda limon satıyorum” veya “üniversitede hocaydım, KHK ile atıldım” demek. Güvencesizlik ve açlık demek. Mutlak geleceksizlik. Geleceksizlik temasını şarkı sözlerinde de görmeye başlayacağız. Gezi sırasında “Sen taştan, biz ağaçtan taraf olacağız” diye sözler yazıp söyleyen Yüzyüzeyken Konuşuruz’un, 2018’de Gezi’yle ilgili şarkı yaptığında “yarınım yok, umudum yok” diye söylediğini görebiliyoruz. Beş yıllık bir sürede yaşanan değişim aynı grubun iki şarkısında çok rahat görülüyor. Bizi oradan buralara sürüklediler. 2013’te ben mutluydum. 10 Ekim ve Suruç katliamlarından sonra giderek mutsuzlaşmaya başladım. 

Tweet’ine eklediğin fotoğrafta “Hayallerini satmayanlar ölmez” yazıyor. Bu sözü vurgulamanın nedeni ne?

Gezi direnişinde sırasında Hatay’da öldürülen Ahmet Atakan’ın “Ne oldu büyük adam olamadıysak, hayallerimizi satmadık ya” yazan bir duvarın önünde poz verdiği bir fotoğrafı var. “Hayallerini satmayanlar ölmez” yazan fotoğraf Ahmet Atakan öldürüldükten sonra Kadıköy’de onun için yapılan bir eylemde çekildi. “Hayallerini satmayanlar ölmez” onurlu bir şekilde yaşamını sürdürmenin sloganı gibi. Ne kadar yara alsam da hayatımı sürdürmeye devam ediyorum. Hayallerini satanlar fiziken ölmese de bazı insanlar için ölmüş olur. Yazdığım tweetin altına “ben de aynı hisleri yaşıyorum, yalnız hissetmiyorum” diyen birçok insan oldu. O yalnız hissetmeyenler bir şekilde hayata tutunmaya çalışanlar, hayallerini satmayanlar. Ben onların tarafındayım. 

^