EN GÜZEL 40 STONES ŞARKISI

26 Ağustos 2021
Stones’un erken dönem kadrosu, soldan sağa: Mick Jagger, Keith Richards, Brian Jones, Bill Wyman, Charlie Watts… Aşağıda, şarkılarla ilgili konser videoları varsa, şarkı ismindeki link plak versiyonuna gider.
SATIRBAŞLARI

40. Winter (Goat’s Head Soup, 1973)

Ryan Adams: “Goat’s Head Soup”, hakkı en az teslim edilen Stones albümü. “Winter”, biraz “Midnight Mile”ı hatırlatıyor, ama ondan daha iyi. Albümün tamamı Keith’in mührünü taşıyor.

39. Stray Cat Blues (Beggars Banquet, 1968)

Bob Geldof: Nasıl altından kalktıklarına aklım ermiyor. Kızarmış ekmeğin üzerine sürülen tereyağ gibi bir şarkı.

38. Hot Stuff (Black and Blue, 1976)

Tim Burgess: (Charlatans) Bu şarkının duygusu­ na bayılıyorum. Harika bir funk’ı var. Ama klibi berbat. Şeytanî blues imajlarının yanısıra hep mizah duyguları vardı, bu unutuluyor.

37. Undercover of the Night (Undercover, 1983)

Julien Temple: (yönetmen) Şarkının klibini çekmiş olmam hasebiyle benim için ayrı bir yeri var. Bu şarkıyla Keith tahtını geri alıyor. Bir ara Stones’un şeytani ve kanun dışı hali kaybolmaya yüz tutmuştu, “Undercover”la eski kimliklerini kazandılar. Neredeyse bir punk şarkısı bu. Toplumsal yönü olan şarkıları seviyorum. Pistols’la çalıştıktan sonra, açıkçası Stones’la mesai yapmak istememiştim, çocukluğumda onlara hayran olmama rağmen. Keskin bir klip yapabileceklerini düşünmemiştim, fakat yanıldım.
Simon Goddard: (eleştirmen) Bu şarkı son yirmi yıllarının zirve noktası. Jagger, ABD’nin Latin Amerika politikasını yerden yere vuruyor. Bunda belki de Clash gibi toplulukların Stones’un artık depolitize dinozorlar olduğunu söylemelerinin payı var.
Nick Hasted: (eleştirmen) Keith’in gitarı cehennemi bir rüzgâr estiriyor, davul New York kulüpleriyle Afrika kabileleri arasında gidip geliyor. Jagger’ın son defa ilginç söz yazdığı şarkı, Latin Amerika’da yaşanan dehşeti dile getiriyor.
Andy Williams: (Doves’un davulcusu) 80’ler Stones’un gölgede kaldığı bir dönemdi, ama bu şarkı müthiş bir funk dersi.

36. Memo From Turner (“Performance” soundtrack’i, 1970)

Jon Spencer: Kesin tariflerle konuşursak, bu bir Stones şarkısı değil, ama sonuçta Jagger ve Richards tarafından yazıldı ve mükemmel iş görüyor, bir bakıma yoldan çıkmış bir rock şarkısı.
Adam Sweeting: (eleştirmen) Jagger’ın Performance’da Anita Pallenberg’le seviştiği sahneye eşlik eden şarkıda Ry Cooder’ın gitarı yılan gibi deviniyor. “Memo From Turner”, Stones’un yarattı­ ğı psiko-seksüel havanın alâmet-i farikası.

35. Respectable (Some Girls, 1978)

Phill Jupitus: (komedyen) Sex Pistols ve Buzzcocks’a olan hayranlığıma rağmen, Stones’u elimin tersiyle itmemiştim. Bu benim favori Charlie Watts parçam. Watts’ın minimalist yaklaşımının yanında Bertolt Brecht hafif kalır.

34. Start Me Up (Tattoo You, 1981)


Bob Harris: (BBC2 DJ’i) BBC2’de çaldığım ilk şarkı. Şahane bir riff’i var, insana hakikaten “hadi başlayalım” dedirtiyor.

33. Waiting On A Friend (Tattoo You, 1981)


Scott Kannberg: (Pavement’ın gitaristi) Harika bir itiraf şarkısı –Stones bu işi çok iyi becerir zaten. Klibi de favorimdir. Çok içten ve dürüst bir şarkı, nedense pek kaale alınmıyor.
Nick Johnstone: (eleştirmen) Hem şarkı hem klip Stones ruhunu mükemmel bir şekilde resmediyor. Melankolik sözler, inanılmaz cool bir müzik ve klipteki yoldaşlık: Klasik Stones dizilişinin, özellikle de Keith Richards ve Ron Wood arasındaki bağın belgeseli. Stones fanları arasında Brian Jones dönemine tutkun olanlar var, Mick Taylor dönemini tutanlar var; bana kalırsa Stones demek Richards-Wood ikilisi demek. Bu, dostluk –erkekler arasındaki dostluk– üzerine yazılmış harikulâde bir şarkı. Dostlarımla ne zaman bir kriz yaşasam, onu dinlerim.

32. Soul Survivor (Exile On Main Street, 1972)

Johnny Marr: (Smiths’in gitaristi) Exile’ı dinlediğimde Stones’un gelmiş geçmiş en büyük grup olduğuna çoktan kaniydim zaten. Groove ve ritm gitar açısından dinlediğimde niye büyük olduklarını kavradım. Şarkının arketip Keith riff’ine ve rhythm & blues tarafına bayılıyorum.

31. Lady Jane (Aftermath, 1966)


Nick Dagger: (Counterfeit Stones’un solisti) Bu benim en gözde Stones albümüm. Ama şarkının gayrı-Stones bir havası var. Onların tuhaf bir aristokrasi olduğunu biliyorduk, ama “Lady Jane” onları 8. Henry’ye bağlıyor.
Michael Gira: (Swans) Onların ilk çıkışını hatırlayamayacak kadar yaşlı, ama o zamanlar müziklerini ruhuma çekemeyecek kadar gençtim. Beatles’ı ilk dinlediğimde gidip Beatles peruğu ve sivri burun ayakkabılar almıştım. Stones’u ilk dinlediğimdeyse esrar içmeye başladım. Geçenlerde bu şarkıyı bir daha dinledim. Sözler zırva, ama yaratılan atmosfer, Elizabeth dönemi taklidi o sözleri psikedelik güzelliğe dönüştürüyor.

30. The Last Time (Single, 1965 / Out of Our Heads, 1965)

Duke Erickson: (Garbage’ın gitaristi) Genellikle “en iyi gitar riff’i” unvanı “Satisfaction”a layık görülür, ama bu şarkının açılış bölümü en az onun kadar güçlü ve heyecan verici. “The Last Time”, Jagger’ın harikulâde vokali, Richards’ın akustik dokunuşları ve armoni patlamalarıyla kopup gidiyor. Benim çalmak istediğim ilk gitar cümleleri bu şarkınınkilerdi.
Steven Soderbergh: (yönetmen) En gözde Stones şarkım. Müthiş bir çengel ve gelmiş geçmiş en güzel gitar lick’leri.

29. Shattered (Some Girls, 1978)

Ed Hamell: (şair, protest şarkıcı) 11 Eylül’den dört gün sonra New York’ta bir düğüne davetliydim. Herkesin keyfi kaçıktı, kimse dans pistine yanaşmıyordu. DJ her yolu denedi, baladlar, retro-disko, alternatif rock; kimsenin kılı kıpırdamıyordu. DJ, nereden estiyse, Stones çalmaya başladı. Pist bir anda tıklım tıklım oldu. Sonra “Shattered”a uyandı DJ, insanlar bir yandan dans ediyor, bir yandan da Jagger’ın “This town is in shatters” (Bu şehir paramparça) deyişiyle ağlıyor, sonra katıla katıla gülüyor, sonra tekrar ağlamaya başlıyordu.
Neil Hagerty: (Royal Trux) “Shattered”ın single’ı çıktığında çok gençtim; punk ve disko unsurlarını kullanarak yaptıkları şarkıyı görünce onlarla gurur duydum. Üstte yine blues ve rock köpükleri vardı, ama alttan akan 70’lerin, erken 80’lerin New York underground’uydu.
Jim Sclavunos: (Nick Cave & The Bad Seeds’in davulcusu) “Gimme Shelter” hippi idealizminin sona erişinin beyanıydı, “Shattered” ise 80’lerin gelişinin, o yılların halet-i ruhiyesiydi. Sözlerin berraklığını ve olup bitenlerin özgün bir memnuniyetsizlikle ele alınışını çok seviyorum.

28. Under My Thumb (Aftermath, 1966)

Chris Hillman: (Byrds’ün ve Flying Burrito Brothers’ın gitaristi) Bu şarkıyı seven kadın var mı, şüpheliyim. En azından, Jagger’ın o günlerde kadın düşmanı olduğu biliniyor. ‘64’te, ‘65’te bu tavır ona eğlenceli geliyordu sanırım. O ilk zamanların maçoluğuna rağmen nefis bir şarkı, müthiş bir bas ve koro var.

27. Moonlight Mile (Sticky Fingers, 1971)

Simon Goddard: “Sticky Fingers”ın sonunda bu şarkıyı dinlemek –Paul Buckmaster’ın müthiş yaylılar düzenlemesi (“Space Oddity”nin aranjörü de odur) sayesinde– sert bir fırtınanın ertesindeki görkemli sükûnet gibi. Kurşuna dizilmeden önce “son arzum” diye istenebilecek bir şarkı. Rivayete göre, Stones bu şarkıyı sabahın dördünde kaydetmiş. Keith çoktan sızmış olduğundan Mick Taylor’ın kotardığı “Moonlight Mile”ı dinlemek için de en uygun vakit sabahın dördü.
Dave Marsh: (eleştirmen) “You Can’t Always Get What You Want” gibi bu şarkı da, bütün gece ayakta kalmanın sebeb-i hikmetini ifşa ediyor, eğer onları şafak sökerken dinliyorsanız –o şarkılar varolduğundan beri ben öyle yapıyorum. İlki her yıl biraz daha ürkütücü geliyor, belli bir âna dair olmaktan ziyade, gündelik hayatın çirkin gerçekliğini ifade eder oldu. İkincisine gelince, kokain etkisinin ilk defa böyle hassas bir içe bakış yaratışına tanık oluyorum. Her ikisi de çok güzel ve Stones’un daha sonra cearet edemediği türden bir alaycılıkları var. Bu şarkılar, Stones’un müzikal iştahlarının son iki örneği.

26. Beast of Burden (Some Girls, 1978)

Nils Lofgren: (Neil Young ve Bruce Springsteen’in ekibinde gitarist) Steel Wheels turnesinde, Los Angeles konserinden önce, soundcheck’i seyretmiştik. Koca stadyumda sekiz kişiydik. Teker teker sahneye çıkıp “Beast of Burden”ı çaldılar. Bütün şarkıyı gözümüzün önünde söylediler. Jagger sahnenin ucuna kadar gelip karıma cilve bile yaptı. Stones’un en güzel şarkılarından bir kısmı çok yumuşak şeyler. Sert bir beat’le bir araya gelen o yumuşaklık muhteşem.
David Stubbs: (eleştirmen) ‘78’de Stones punk öncesi dönemin kalıntıları gibi görülüyordu. Mesela Tom Robinson, onlara “artık dağılın” çağrısı yapıyordu, çünkü artık geçer akçe değillerdi. Some Girls, Stones’un cevabı oldu. Hâlâ geçer akçeydiler. “Miss You”nun diskovariliğine rağmen, başta “Beast of Burden” olmak üzere, hüzünlü bir tefekkür hâkimdi albüme. Meydan okuyan, mahzun ve kederli bir atmosferi var “Beast of Burden”ın. Ama bu son haykırışlarıydı ve kendileri de bunun farkındaydı.
Nick Johnstone: Geçenlerde Ron Wood’la Kingston’daki evinde bir söyleşi yaptım. Ona “Beast of Burden”ı –Stones’un bu en gevşek ve en funky şarkısını– çalmanın nasıl bir duygu olduğunu sordum. Derhal elindeki şarap kadehini kenara koydu, akustik gitarını aldı ve çalmaya başladı. Ağzında sigarası, karga yuvası saçlarıyla gitarına iki büklüm yumulmuş bu sıska adamın –Stones hep sıskaydı– çalışını seyrederken, sözcüklere meydan okuyan bir niteliğe, bir içeriğe, Stones’u Stones yapan şeye tanık oldum. Biraz gitar bilen herkes bir Stones şarkısını çalabilir. Ama sadece Stones öyle çalabilir. Bilinen bir gerçeği teyid ediyor bu: Birlikte çaldıklarında başka bir gezegenden gelmiş gibiler. Acayip bir sihirleri var, başka kimsenin çalamadığı gibi çalıyorlar. Hâlâ dünyanın en büyük grubu olmalarını buna borçlular.

25. Child of the Moon (“Jumping Jack Flash” single’ının B yüzü, 1968)

Johnny Marr: Stones’u ilk keşfettiğimde Manchester’da bir gençlik kulübüne takılıyordum. Oradaki juke-box’ta “Jumping Jack Flash” vardı, yaşça daha büyük olan müdavimler en çok onu ve “Layla”yı, Free’nin “Wishing Well”ini, Led Zep’in “Living Loving Maid”ini çalarlardı. “Jumping Jack Flash” beş-altı sefer dinlendikten sonra, plağın B yüzü konurdu: “Child of the Moon”. Bu şarkı bana Stones’u keşfedişimi hatırlatır hep. Önümde yepyeni bir dünya açılmıştı. Bir bakıma Beatles’ın “Rain”iyle paralellik arz ediyor. Aynı muğlak psikedelik havası var; bir B yüzü şarkısı olarak bir daha hiçbir albümde yer almadı maalesef.

24. All Down The Line (Exile On Main Street, 1972)

Adam Sweeting: (Eleştirmen) Richards ateşe benzin döküyor. Jagger’ın vokalinde stilden çok içerik dikkat çekiyor. Şarkının enerjisi, Jagger’ın nefeslilere ve piyanoya meydan okuyuşundan kaynaklanıyor. Kathi McDonald’s’ın vokali diva mertebesinde. Partilerde buzları eriten bir şarkı.

23. Rocks Off (Exile On Main Street, 1972)

Frank Black: (Pixies) Keith Richards’ın gitarına tipik bir örnek. Hep çok yakalayıcı notalarla girer şarkıya, yirmi saniyede kulağınızı teslim alır. Jagger’ın karışık komedi havasındaki sözlerini de seviyorum, mesela “güneşin parıltısı içimdeki günışığını kaçırıyor” gibi dizeleri.

22. Get Off My Cloud (Single, 1965 / December’s Children, 1965)

lan MacDonald: (eleştirmen) En Dylan’vari şarkıları, “protest” müziğe en büyük katkıları. ‘65’te büyük olaydı, çıkar çıkmaz listelerde Barry McQuire’ın “Eve of Destruction”ının ardından ikinci sıraya yerleşmişti. Prodüksiyon ve performans açısından da harika, Watts’ın davulu da öyle.

21. I Just Want To See His Face (Exile On Main Street, 1972)

Ryan Adams: Yürekten inandığım ilk Stones şarkısı. Onları severek büyüdüm, fakat sonra sanatsal rock’a yöneldiğim dönemde, Sonic Youth ve benzerlerini dinlemeye başladım, Stones’u gözardı ettim. Derken karlı bir kış günü, bu şarkı düştü zihnime. O gün en az yirmi defa dinledim. O ânın anısından ötürü favori Stones şarkım bu. Sanki bir kilisedeler ve her şey rayından çıkmış, her şey çok güzel, insanın nutku tutuluyor.
Richard Lloyd: (Television’ın gitaristi) Bu şarkı da, “Monkey Man” ve “Midnight Rambler” gibi, din üzerine felsefi bir yorum. Beyazların ikiyüzlülüğüne ışık tutuyor; harika bir şarkı, inanılmaz güzel bir kayıt, özellikle tamtamları ve ekosuyla.
Ira Kaplan: (Yo La Tengo) Stones’un sevdiğim taraflarından biri de şu: Bazı şarkıları ne kadar çok dinlerseniz dinleyin, ne dediklerini kavrayamıyorsunuz, hep esrarengiz bir şeyler kalıyor. “I Just Want To See His Face”, o şarkıların en güzellerinden biri. Keşke biraz daha uzun olsaydı. Gaipten geliyor ve bir anda yitip gidiyor.

20. Can’t You Hear Me Knocking (Sticky Fingers, 1971)

Ryan Adams: Keith’in mührü. Bugüne kadar duyduğum en sıkı gitar cümleleri. Tamamen yaban ve serbest. Parçanın sonlarına doğru bütünüyle free caza girdiklerini söylememe gerek yok herhalde. Tamamen kaza eseri olmalı, zira bir daha o şarkının finalinin kıratına erişemediler. Rock’un zirve noktalarından biri. O ölçüde serbestleşmek ve Eric Dolphy veya John Coltrane gibi caz yapmak görülmüş şey değil.
Howie Beck: (şarkıyazarı-şarkıcı) Watts’la Ke­ ith’in paslaşmaları olağanüstü. Stüdyoda çok eğlendikleri belli oluyor. Şarkının finali huşu verici.

19. Wild Horses (Sticky Fingers, 1971)

Michael J. Sheehy: (Dream City Film Club) Bana kalırsa, Flying Burritos’un versiyonu daha güzel. Yine de şarkının titreşimi ve Jagger’ın her notanın hakkını verişi çok güzel.
Chris Hillman: Niye o şarkıyı yaptığımızı anlayabilmiş değilim. Stones’un versiyonunu bizimkine tercih ederim. Bir aralar Gram (Parsons) ve Keith çok yakındı. Bu şarkı, ikisinin kısa ama aydınlatıcı bir ânı paylaştıklarını gösteriyor.
Michael Gira: Bugüne kadar dinlediğim en sıkı aşk şarkılarından biri. “Angie” bunun yanında solda sıfır kalıyor.

18. Ruby Tuesday (Single, 1967 / Between The Buttons, 1967)

Terry Miles: Safkan psikedelik pop.
Phil Manzanera: (Roxy Music’in gitaristi) Stones’un sert rhythm & blues olmayan ilk şarkısı. Stones’un yumuşak tarafı. 60’ların ruhu var o şarkıda, epey İngiliz ve galiba biraz da Ortaçağ esintileri hissediliyor.
Chris Hillman: Sanırım Brian Jones’un marifeti. Hâlâ dinlenebilen bir şarkı. Sözleri hâlâ mânâlı.
Mick Farren: (Pink Fairies’in solisti, yazar) Hep bu şarkının Brian Jones’un mezartaşı olması gerektiğini düşünmüşümdür.

17. Sway (Sticky Fingers, 1971)

Ed Hamell: Birkaç yıl önce Austin – Texas’ta bir festivaldeydim. Finalde Alejandro Escovedo bu şarkıyı söyledi. Ve 2000 kişi aynı anda jilet atmış gibi oldu. Neredeyse dini bir andı.

16. Brown Sugar (Sticky Fingers, 1971)

Johnny Marr: Bütün Stones klasiklerinde olduğu gibi, bu da ilk iki saniyesinde hemen tanınıyor. Bunu Keith’in başlı başına bir tarz yaratmasına borçlular. Sadece yeni bir sound değil, yeni bir gitar tarzı yarattı Keith. Robert Johson’dan veya Hubert Sumlin veya Howlin’ Wolftan bu yana en cool gitar stili. Fuzuli entelektüellikten, şıklıktan veya teknik saçmalıklardan kurtulup olayın kalbine nüfuz eden bir tarz onunki.
Phil Manzanera: Bir gitarist olarak dinlemesi ve çalması fantastik bir riff. Yıllarca çalmaya uğraştım onu, zira standart gitar akoru değil, ayrıca beş telle çalınıyor. Bunun hakkında internette sayfalar dolusu yazı var. Keith’in nasıl yaptığını görünce insana basitmiş gibi geliyor, ama ilk yapan oydu. Derinlemesine incelediğim bir parça. O kadar çıplak, sade ve mükemmel ki…
Dave BalI: (Soft Cell) Hayatımda ilk defa “kahverengi şeker”in ne mânaya geldiğini anlamıştım. Ne? Jagger o sözleri Marsha Hunt için mi yazmış? Belki de öyledir.

15. Have You Seen Your Mother Baby Standing In The Shadow (Single 1966 / Flowers, 1967)

Joe Strummer: Single’ı ne kadar heyecan vericiydi, o acımasız gitar, o dahiyane armoni… Ve o “baby”, o baby lafı çok önemliydi. 1966, Stones single’larının yağmur gibi yağdığı bir dönemdi, bir sonraki hafta bunun gibi bir single’ın daha elimizde olacağını bilmek çok güzel bir duyguydu. Plağın kapağı da nefes kesiciydi –saten şapkalı Charlie Watts!
lan McCulloch: (Echo & The Bunnymen) Bu şarkıyı ilk kez bir pub’da dinlemiştim. O sırada biz de bir albüm kaydediyorduk. Aklım uçmuştu. Rock’tan çok punk’tı. Bu şarkı, Stones’u Velvet Underground’a bağlayan zincirin halkasıydı.

14. Honky Tonk Woman (Single 1969 / Let It Bleed, 1969)

Ed Hamell: “Bir rock şarkısı nasıl olmalı?”ya mükemmel bir örnek. Gitaristseniz, Richards’ın imzası olan riff’e takılırsınız, yapımcıysanız aranjmanın sadeliğine ve gücüne bayılırsınız. Sözlerde bas yok! Böyle bir şeyi bir hit şarkıda hiç gördünüz mü? Wyman neredeydi? Sigara mı yakıyordu? Sahneden mi düşmüştü? Eğer bir fansanız, yalnızca ne mükemmel bir şarkı olduğunu, kimsenin onlar gibi olmadığını düşü­ nürsünüz.
Jim Reid: (The Jesus and Mary Chain) Gelmiş geçmiş en güzel rock şarkısı girizgâhı. Davulun girişi ve açılış dizesi harika: “I met a gin-soaked bar room queen in Memphis –müthiş bir dize.

13. 2000 Light Years Away From Home(Their Satanic Majesties Request, 1967)

Johnny Marr: Bu şarkının son on yılda yeniden popüler olmasına şaşırmadım. Zamanında kadri bilinmemişti. Sade, groove’u var, cool. Brian Jones’un mellotronu şarkıyı sürüklüyor. Riff’i de çok iyi.
Nigel Williamson: (eleştirmen) Satanic Majesties, Stones’un en az kıymet verilen albümü. Çıktığı günlerde, Beatles’ın Sgt. Pepper’ının soluk bir taklidi olduğu söylenmişti. Belki bir kesişme noktası var, ama aynı zamanda psikedelik müziğin zirve noktalarından biri. Bu şarkı, albümün en iyi parçalarından. Stones, 22 yıl sonra, ‘89’daki Steel Wheels turnesinde ona iade-i itibar kazandırdı.

12. Happy (Exile On Main Street, 1972)

Jay Farrar: (Uncle Tupelo) Katıksız bir Keith şarkısı. Bas dahil, bütün gitarları o çalıyor. Sözleri de seviyorum. “Never wanna be like Papa, working for the boss every night and day.” Keith’in söylediği şarkıları seviyorum. Stones’un özü Keith’in gitarıdır. Beni çeken de o.

11. You Can’t Always Get What You Want (Let It Bleed, 1969)

Adam Sweeting: Girişteki Londra Bach korosu yıllanmış şarap tadında. Aynı zamanda Mick ve Marianne Faithfull aşkının bittiğinin ilanı. “Mr. Jimmy” bölümüne gelince, prodüktör Jimmy Miller, o dizeyi Jagger’ın kendisine yazdığına kani.
Richard Hawley: Oyumu “Jigsaw Puzzle”a vermeyi düşünmüştüm, Dylan’vari sürreel sözlerinden ötürü, ama bu daha özgün. Adı hepimiz için ebedi bir gerçeği söylüyor: “Her zaman istediğini elde edemezsin.”

10. We Love You (Single, 1967 / Hof Rocks, 1972)

Bob Stanley: (St Etienne) Pink Floyd’un “The Piper At The Gates of Dawn”ından eksiği yok, fazlası var. Ses efektleri ve prodüksiyon müthiş. Ne kadarı Brian Jones’un marifeti, bilinmiyor. Harpischord’ları ve sitarı onun dahil ettiği söylenir. Jones’dan sonra bu tür deneysellikler kalmadı. Fakat o da o kadar nahoş bir karakter ki, bu fikirlerin ondan çıktığına inanamıyor insan.
Daf: (Super Furry Animals’ın davulcusu) Stones’a takılmadan önce Beatles fanıydım. Bu single’ı da Lennon ve McCartney geri vokallerini yaptığı için almıştım. Piyano riff’ine dikkat! Stones’un psikedelik müzikle flörtünün başlangıcını işaret eden bir şarkı.
Nick Hasted: Jagger, Richards ve Jones’un gençliğe kötü örnek olmaktan hapse atılması söz konusuydu. Şarkıdaki ayak sesleri ve kapanan hapishane kapıları bu duruma göndermeydi. Jagger’ın Oscar Wilde’vari pozuyla yapılan promosyonun da sebebi buydu.

9. Play With Fire (Single, 1965 / Out of Our Heads, 1965)

Joe Strummer: Bu şarkı, Stones’un dehasını gösteriyor. O güne kadar blues’u ve Amerikan kültürünü referans alıyorlardı. Birden yüzlerini kendi ülkelerine döndüler. Bu şarkıda Stepney ve Knightsbridge gibi yer isimlerini duymak çok güzeldi, müzik de başka bir zamandan geliyormuş gibiydi, İngiltere tarihinin başka bir döneminden.
Marc Almond: Geçenlerde televizyonda bu şarkının arkaplanda çalındığını farkettim. Çok hoşuma gitti. Zihnimde yankılanmaya başladı. Birkaç gün sonra da gidip aldım.

8. Jumping Jack Flash (Single 1968 / Through The Past Darkly, 1969)

Jeffrey Lewis: (şarkıcı) Stones sonraki on yılda bu tür şarkılar yazsaydı, Sex Pistols’dan bir farkları olmazdı. Rock daha iyiye gitmiyor. Bu şarkı Beatles’la karşılaştırılabilir mi?
Mick Farren: Stones’un ana rahmindeki punk rock’a büyük katkısı.
Michael Bonner: (sinema eleştirmeni) Bu şarkı bana hep Mean Streets’de De Niro’nun bara girişini hatırlatır. Kırmızı neon ışığında, tipik bir Scorsese ağır çekimidir.
Andy Williams: Bana hep Mean Streets’i ve De Niro’nun bara girişini hatırlatır. De Niro bara girdiğinde bu şarkı çalar.

7. 19th Nervous Breakdown (Single, 1966 / High Tide and Green Grass, 1966)

Butch Vig: (Nirvana’nın prodüktörü, Garbage’ın davulcusu) Bir sürü Stones klasiği var, ama bu şarkı dün olduğu gibi bugün de çağdaş.
Chris Hillman: Stones’un enerjisi beni hep büyülemiştir. Byrds’deyken davulcumuz Michael Clarke’la hep Stones’da olmayı hayal etmişizdir. “Breakdown”un riff’i Keith Richards harikalarından biri. Sözler de mükemmel.
Charlie Gillet: (yayıncı) Aranjmanı harikulâde. Jack Nitzsche’nin marifeti mi acaba? Popüler müzik hiç bu kadar iyi olmamıştı. Son yirmi yılda bu şarkının yanına bile yaklaşılamadı. Bugünlerde söylecek lafı olanlar, sözlerini melodiye bağlamaktan ürküyor nedense ve işi uzmanlara bırakıyorlar. Onlar da şarkıları büyük kalabalıkların ve radyoların zevkine göre işliyor. Ortaya çıkan şeyler de sade suya tirit oluyor.
Johnny Marr: Stones’un 1965-67 arasındaki single’ları, enerji ve düzenleme perspektifi yönünden Smiths üzerinde çok etkili oldu, özellikle ikinci albümümüzden itibaren. Üç buçuk dakikalık rock’n’roll. Stones, bugünkünden çok daha muhafazakâr bir sanayide korkusuzca bildiğini okuyordu. Bu bana çok çekici ve esinlendirici geliyordu. Bir arkadaşımın büyük grupların “emperyal” dönemleri olduğuna dair bir teorisi var. Stones’un emperyal dönemi de 1965-67 arasında single’larıyla listeleri altüst ettikleri zamandı.

6. Paint It Black (Aftermath, 1966)

Marc Almond: Favori şarkım. Ben iflah olmaz bir Jagger fanıyım. Benim kitabımda Jagger’ın yanlış bir şey yapacağı yazmaz.
Butch Vig: Bu şarkı beni hep tebessüm ettirir. Ortadoğu motifine bayılıyorum, sanırım Keith Richards’ın marifeti. Tempo nefis, davul gürlüyor, sözler karanlık ve ürkütücü. Bu şarkıyı söylerken Jagger’ın aklından neler geçiyor diye merak ediyor insan.
lan Astbury: (Cult’ın solisti) 20. yüzyıl üzerine olağanüstü bir yorum. Stones, bütün toplumsal kurumların çöktüğünü farketmişti. Bu parçada kentli voodoo sound’unu mükemmel icra ediyorlar.
Charlie Gillet: Şarkının tuhaf bir Hint sound’u ve cinnetli sözleri var. Mick ve Keith çok mahir şarkı yazarları, ama aynı zamanda müthiş sürükleyiciler. Charlie Watts’da İngiliz davulcularının hiçbirinde olmayan bir tayming duygusu var. Ben hiçbir zaman ikinci gitaristin kim olduğunu önemsememişimdir, fakat sanırım önemli bir şey, çünkü en çok sevdiğim Stones parçaları Brian Jones’lu dönemden.
Ed Harcourt: Geçenlerde Full Metal Jacket’ı seyrediyordum ve bu şarkı çıkageldi. Her dinleyişimde beni uçuran bir şarkı.
Chris Hillman: Bu şarkıyı, Brian Jones’un etkisini hissettirdiği için seviyorum. Herkes onu es geçiyor, ama grubun asli ögesiydi. Kimsenin kadrini bilmediği işler yaptı. Ben kendimi rock tarihinde bir dipnot olarak görüyorum, Jones da öyle. Bazen ölüm bir ikon statüsü getiriyor, Gram Parsons ve Jim Morrison’da olduğu gibi. Jones’un ölümüyse, kayıtlardan silinmesine yol açtı.

5. Tumbling Dice (Exile On Main Street, 1972)

Joe Strummer: Stones’un her dönemini severim, ama bu şarkının ayrı bir yeri var. Müthiş şarkı, müthiş performans. Slow’la sıkı rock arasında gidip geliyor. Mistik bir beat’i var, ne zaman çalınsa, herkes gibi ben de sözleri mırıldanmaya başlarım. Bu şarkı özelliğini sözlerine de borçlu, özellikle “Louie, Louie” kısmına.
Ed Hamell: Bu şarkı herkes için değil. Jagger’ın sözleri kadar kaygan ve ele gelmez. Watts’ın davulu gibi hem gevşek hem ölçülü. O herif dahi mi? Watts’ın davulu, Richards’ın gitarı kadar tarihi ve çağdaş bir fenomen.

4. I Can’t Get No Satisfaction (Single, 1965 / Out of Our Heads, 1965)

Charlie Gillet: “Satisfaction”a kadar bütün hitleri cover’lardı. Ve Jagger benim kulaklarıma ikna edici bir soul veya blues şarkıcısı gibi gelmiyordu. ikinci dereceden bir Don Covay gibiydi. Fakat “Satisfaction”dan itibaren Stones’u yeniden değerlendirmem gerekti. Tavır, ritm, melodi, hepsi birden aynı şarkıda! Bu şarkı gelmiş geçmiş en müthiş şarkı sözleriyle en müthiş gitar riff’ini bir araya getiriyor.
David Stubbs: Sadece Stones’un olgunlaşmasının kilometre taşı değil, rock’un yeni bir evreye girişinin sinyaliydi bu şarkı. Keith Richards’ın gürleyen riff’i ve Jagger’ın vokalinin bir türlü gelmeyen zirveye tırmanışı… “And l’ve tried, and l’ve tried, and l’ve…” Varoluşçu bir protest şarkı ve Beatles’ın süslü coşkusunun karşı kutbu. “Satisfaction”, patlamaya hazırlanan fırtınanın habercisiydi.

3. Sympathy For The Devil (Beggars Banquet, 1968)

Bob Geldof: Stones’un sözlerine gereken değer verilmiyor. “Sympathy For The Devil”ın sözleri müthiş. Beggars Banquet’ten Exile On Main Street’e kadarki dönemleri nefes kesiciydi.
Will Sergeant: (Echo & The Bunnymen’in gitaristi) Sanırım Bulgakov’un Usta ve Margarita’sı üzerine inşa edilmiş. Büyüleyici, insanların hakkında ne düşündüğünü merak eden bir şeytan… Çok cool bir hayal gücü; bu şarkı Stones’un yaratıcılığının göstergesi. Evet, onları dinlemekten bıkmanın imkânı yok.
Arthur Baker: (prodüktör) “Satisfaction” 60 ‘ların iyimserliğini dile getiriyordu, bu şarkıysa o dönemin tabutuna çivi çakıyor. “Sympathy” ilk çıktığında çocuk denecek yaştaydım, ama hedonizm döneminin ve hippi idealizminin sona erdiğini sinyallediğini farketmiştim.
Michael Bonner: Keith’in gitar solosu jilet gibi, yıldırımı gökyüzünden yere indiriyor adeta. Charlie’nin davulu öfkeli bir voodoo beat’i; o güne kadar ya da o günden beri hiç o güzelikte çalmadı. Jagger’ın sözleri apayrı bir durum. Hâlâ provokatif, hâlâ azametli.
Steve Wynn: (Dream Syndicate) Tüm zamanların en iyi gitar solosu. Eğer biri bana onu çal derse, nah derim. Öyle bir solo ki, bir yandan küfrü basarken bir yandan da gülümsüyor. Bu şarkı ayrıca Mick’in bir zamanlar ne müthiş bir söz yazarı olduğunu hatırlatıyor. Kennedy’ler için 1968’de o lafları etmek büzük ister. Ve kulağa asla uygunsuz ya da övücü gelmiyor. Anti-gospel bir hakikati dile getiriyor bu şarkı. Fakat son yirmi yıldır yazdığı sözlere bir bakar mısınız? “Onun için yanıyorum, yanıyorum, ama o buz gibi. Pes be birader!
Jeffrey Lewis: Neden bugünlerde kimse bu kadar iyi değil? Bu albümlerdeki sound’da aslan payı prodüktör Jimmy Miller’ın galiba. Stones ne ondan önce ne de ondan sonra bu kadar iyi sound etmedi.
Nick Dagger: Beggars Banquet’teki birçok şarkı gibi, bir folk şarkısı olarak başlayıp sonra Afro-Küban beat’lerle bambaşka bir yere gitiğini tahmin ediyorum. Şarkı, giriş cümlelerinden itibaren o kadar atmosferik ki… Ve o “wuu wuu” bölümü popun unutulmaz anlarından biridir.

2. Street Fighting Man (Beggars Banquet, 1968)

lan MacDonald: Bu şarkıyı sevmemin sebebi, Charlie Watts’ın davulu, gitarların trafo gibi olması, Jagger’ın melodisinin kalabalıkların polis barikatını zorlaması gibi sound etmesi ve prodüksiyonun mükemmelliği. “Get Off My Cloud” hariç tutulursa, “Street Fighting Man” Stones’un beat’i en vurucu şarkısı. Bu şarkı 60’ların Vietnam karşıtı, düzen karşıtı yürüyüşlerinin şarkısı. “Dancing In The Street”in devrim şarkısı haline getirilmesi. Bu hergeleler sevilmeyecek gibi değil be birader.
Johnny Marr: Başka bir topluluk tarafından yapılamayacak bir şarkı bu. Stones’un artık klişe haline gelmiş tarafları iyiden iyiye belirgin bu şarkıda: Sıkı, ama gevşek. Hepsi aynı alanda oynuyor, ama hiçbir gerginlik yok.
Bob Stanley: Keşke daha çok “Street Fighting Man” gibi plaklar yapsalar. Şeytani blues dalgasında öyle aman aman değiller, şu Güney Fransa işleriyse insanı sıkıntıdan patlatıyor.
Butch Vig: Jagger istim üstünde. Hâlâ rock’n’roll’un en iyi söz yazarlarından biri. Aynı anda hem zamana dayanıklı, hem de günümüz kültürüne (karşı kültüre demek daha doğru) paralel şarkılar yazabiliyor, kim ne dersin, bence böyle.
Andy Wiliams: Farklı kayıt seanslarından bir ara­ ya getirilmiş duygusunu veren şarkılarına bayılıyorum. Bu da onlardan biri. Beta Band gibi gruplar bugün öyle yapıyor.
Steve Wynn: Charlie Watts’ın davulu ve müthiş bir vokal. Bu şarkı insana bir rock grubu kurma veya gidip ortalığı yakıp yıkma duygusunu veriyor. İkisini birden aslında.
Adam Sweeting: 1968 mitinglerin, protesto gösterilerinin, suikastlerin senesiydi. “Street Fighting Man”, yükselen sosyal gerilime Stones’un en dramatik ve uzgörüşlü tavrıyla ayna tutuyor. Gücünü içindeki unsurların minimalize edilmiş olmasından alıyor. Bu şarkı aynı zamanda marksist ayaklanmaya dair şarkı söylerken amatör röntgenciler gibi görünen Stones’un kanundışı duruşunun muğlaklığının altını çiziyor.

1. Gimme Shelter (Let It Bleed, 1969)

lan Astbury: Beatles kafaya hitap ediyordu, Stones’sa bedene. Bu şarkıda müthiş duyusal bir sound var. Erken 80’lerde Londra’nın gotik kulüplerinde çalınıyordu.
Bob Harris: ‘68’de idealizm duvara toslamıştı. “Gimme Shelter”, o dönemin sonunu ilan ediyor.
Frank Black: Şarkının rock ruhu o kadar güçlü ve sinematik ki… İlk piyano akorları o kadar dramatik ki, insanın nutku tutuluyor.
Guy Garvey: (Elbow) Davul girdiğinde iyice patlaması için teybimin kayıt düzeyini ayarlatmıştım. Bu şarkı biz ve Primal Scream dahil olmak üzere birçok grubu derinden etkilemiştir.
Nick Hasted: Jagger “Tecavüz, cinayet, bir kurşun menzilinde / Aşk, kardeşler, bir öpücük mesafesinde” diyor yumuşakça, ama ne öpücükler geldi, ne de sığınak bulunabildi.
Michael J. Sheehy: Armonikayla slide gitarın karışımı sihirli. Herkes Charlie Watts’ın özgün davul stilinden söz ediyor, ama ben onun giyim zevkine ve söyleşilerde açığa çıkan mizahına hayranım.
Duke Erikson: Jagger hiç böyle acılı söylememişti. Bu şarkı bir Stones klasiği. Mary Clayton soluksuz kalana kadar inliyor, Mick ve Keith gitarların arasında koşturuyor. Hem kendi dönemini yansıtan hem de uzun yıllar sonra hâlâ ayakta olan sanat eseri yaratmak çok zor bir iş. Ama “Gimme Shelter” bunu başardı. O zamanki duygularımız böyleydi, umarım hâlâ öyledir.
Marc Almond: Ne diyor Mick şarkının sonunda: “Bir kurşun menzilinde, bir öpücük mesafesinde.” Çok güzel bir duygu.
Arthur Baker: Öyle epik bir şarkı ki, ondan sonra yaptıkları yanında soluk kalıyor. 1969’dan 1972’ye dek Stones’a kimse laf edemez. Fakat sonraları, severek büyüdüğümüz Stones’un kötü bir parodisi haline haline geldiler.
Mick Joyce: (Smiths’in basçısı) Charlie Watts hep Keith’in gitarının peşinden gitti. Ben de Smiths’de, Johnny’yle (Marr), Watts’ın “Gimme Shelter”da yaptığını yapmaya çalıştım. Bu şarkı sadece girizgâhıyla bile gelmiş geçmiş en iyi Stones şarkısı olmayı hak ediyor.

Ed Hammell: Amerika’da herkes 11 Eylül’de nerede olduğunu, ne yaptığını hatırlar. Ben stüdyomda çalışıyordum, olayı iki saat sonra TV’den öğrendim. O görüntüleri seyrederken zihnimde “Gimme Shelter” yankılanıyordu. Karım, beni her şeyi döndürüp dolaştırıp rock’a bağlamakla eleştirir. Bu doğru, özellikle sizinle aynı duyguyu paylaşmayanlarla konuştuğunuzda. Rock’n’Roll Hall of Fame müzesinin inşaatını yakından takip ettim, açıldığında ilk fırsatta gittim. Büyük hayal kırıklığına uğradım. Müthiş güzel bir mimarinin içine yerleştirilmiş bir Hard Rock Cafe’yle karşılaştım. Rolling Stones bölümünde, ekranda bir tarih vardı: ‘63’te meşin ceketleri, lan Stewart ve Brian Jones’la, ‘72’de Mick Taylor’la, ‘75’te Ronnie’yle… Yüreğim paralandı. Onlar bugüne kadar hiç tanışmadığım dostlarım. Hayatımın sadece on yılını onlarsız geçirdim. O yılları da hatırlamıyorum zaten. Keith göçtüğünde (hepimizi gömece­ğine kuşkum yok, ama bir örneğe ihtiyacım var) yakın dostlarım arayıp taziyelerini bildirecekler. Peki mevzu ne? Şu: 11 Eylül’de dehşete tanık olduğumda yalnızdım. “Gimme Shelter” zihnimde yankılandığında olayları rock’a bağlamıyordum. Bir dosta ihtiyacım vardı.

Çeviren: Yücel Göktürk
Roll, sayı 61, Şubat 2002

^