FİLATELİ ALEMİNDE SEYAHAT

Kavel Alpaslan
13 Mart 2021
SATIRBAŞLARI

Vaktiyle Yeşilçam repliklerine de yansıyan yaygın bir deyişti, “N’aber” sorusuna verilen “iki pul bir ilmühaber” cevabı. İlmühaber, yani kişinin halinin, ahvalinin belgesi. Filateli artık yüzüne pek bakılmayan bir hobi, ama pullar ülkelerin hallerinin, ahvallerinin belgesi olmayı sürdürüyor. Ve her pul, o eski deyişten farklı olarak, en az iki düzeyde ülkelerin ilmühaberi. Eskimiş pul defterlerinde tarihin ve estetiğin rehberliğinde bir yolculuğa çıkıyoruz.

Aile büyüklerinin eşyalarını karıştırmayı sevenlerin sıkça karşılaştığı şeylerden biri de pul defterleri. Anneden, babadan, dededen, anneanneden yadigâr bu defterler bir dönemin gözde hobisi filateliden bugünlere kalanlar. Fakat bu numunelere “vintage” mührünü basmadan evvel şöyle bir durup düşünelim. Bugün ya tatlı bir anı diye göz atıp bir kenara ittiğimiz ya da kötü şakalar dışında fazla anmadığımız pul koleksiyonları bize sandığımızdan fazlasını anlatabilir mi?

Elimizdeki pul defterleri yalnızca estetik olarak değerlendirilebilecek kağıt parçaları değil, aynı zamanda bir ülkeyi basıldığı tarihteki yöneticilerinin gözünden görmemizi sağlayan buluntular. Bugün imajların dört bir yandan hücum ettiği, ancak pul tasarımlarının eski değerini kaybettiği bir dönemdeyiz. Yine de zamanımızın lenslerinden bir an için vazgeçelim: Bu tek kullanımlık, teoride para yerine geçen kağıt parçaları herkesin evine girebilmesi nedeniyle estetik ve siyasi kaygılar için posta teşkilatlarına bulunmaz fırsatlar sunar. Üstelik postanın geçmişteki yaygın kullanımı da hesaba katalım. Dolayısıyla, bir ülkenin yönetenleri tarafından oluşturulan posta teşkilatları, bize o ülkenin “ne” olduğundan çok, “nasıl” görülmek istediğini anlatan pulları basar. Popülerliğini kaybetmesine rağmen, pullara hâlâ aynı yorumu yapabiliriz.

Pullar uluslararası siyasetin bozucu hiyerarşisine karşılık bizi hep şaşırtır. Filateli dünyasının “fizik kanunları” siyaset ve ekonomi dünyasının kurallarından hayli farklı işliyor.

Peki, pullarla bir coğrafyayı tanımaya çalışırken nasıl bir yöntem izlemeli? Her şeyden önce, her koleksiyoncu kendi dizgisini yaratır. Kimileri elindeki pulları hayvanlara, araçlara, siyasi figürlere göre ayırır. Kimileri renklerine göre defterine dizer. Kimileri de ülkelere göre birbirinden ayırır. Herkesin kendi zevkine kalmış bir seçim olmakla birlikte, eğer toplumsal yansımalara odaklanacaksak eğer, elimizdeki pulları ülkelere göre dizmişiz gibi düşünmemiz gerekiyor.

Farklı ülkeleri, farklı zamanları tanıyıp karşılaştırırken, en büyük yardımcımız tarihin ve estetiğin ışığıyla pulları okudukça tasarımların da dile geldiğini görebiliriz. Ve eğer elimizde yeterli çeşitlilikte pul varsa, o ülkeleri yahut o dönemleri birbirleriyle rahatlıkla karşılaştırabiliriz. Tıpkı anket şirketlerinin birkaç bin kişi ile yaptıkları görüşmeler sonucunda onlarca milyonluk ülkelerin seçim sonuçlarına dair tahminde bulunması gibi, biz de üç aşağı beş yukarı gerçekliği olan bir sonuca, ya da en kötü ihtimalle ipuçlarına ulaşabiliriz.

2000’lerin başında Türkmenistan’da basılan Arnold Schwarzenegger serisi

Aleni bir örnekle ısınma turu yapmak gerekirse, eski Sovyet cumhuriyetlerinin 1991’den bugüne basılan pullarını geçmiş dönemleriyle kıyaslayabiliriz. Böyle bir karşılaştırma, gösterilen özenin ciddi bir şekilde azaldığına dikkat çekiyor. Ancak, yorumda fazla aceleci olmamak gerekiyor. Zaman mesela, burada çok önemli bir değişken. Pula rağbetle doğru orantılı olarak düşüşe geçen özeni hesaba katmak gerekiyor.

Fakat Türkmenistan, Gürcistan, Tacikistan, Azerbaycan gibi yerlerde Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra basılan pulların korkunçluğu sadece postanın artık sık kullanılan bir iletişim aracı olmamasıyla açıklanamaz herhalde. Ne de olsa tüm bu cumhuriyetlerde Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte yaşanan basit bir flama değişikliği değildi. Ekonomiden sosyal hayata, kültürden sanata tam anlamıyla “toplumsallaşmış” bir çöküş söz konusuyken, pullar üzerinden yaptığımız karşılaştırmayı da buradan okuyabiliriz. 

Filateli dünyasının “fizik kanunları”

Artık kıtalardan kıtalara, limanlardan limanlara yapacağımız yolculuğa hazır sayılırız. Ekonomik ve politik anlamda üstün ülkelerin, bununa bağlantılı olarak diğer alanlarda da boyuna posuna, nüfusuna bakmaksızın kolayca hakimiyet kurduğu biliniyor. Pullar ise uluslararası siyasetin bozucu hiyerarşisine karşılık bizi hep şaşırtır. Özetle, filateli dünyasının “fizik kanunları” siyaset ve ekonomi dünyasının kurallarından hayli farklı işliyor.

Sık rastlanılan ABD pullarından birine örnek (1959)

İlk akla gelen örnek ABD. Sahip olduğu imkânlarla diğer ülkelere fark atması beklense de tarih boyunca oldukça vasat pullara imza atıyor. Üstelik filatelinin “bel kemiği” olarak nitelendirebileceğimiz seri pulları, ilk gün zarfları ya da blok pullardaki zayıflığından söz etmiyoruz bile! Buna karşılık, Afrika –özellikle Sahra Altı– ülkeleri, gösterilen özen konusunda pek çok “gelişmiş” ülkeyi yaya bırakıyor. 

Kraliçe Elizabeth’in eski bir pulunun yeni haliyle basılışı ve sağ üstte görülen silüet

Pullar bize zengin bir içerik sunuyor, ama belli başlı tasarılarım dünyanın hemen hemen her yerinde tekrarlandığı söylenebilir. Örnek vermek gerekirse, monarşilerde pullara aktarılan kraliyet mensupları, birbirleriyle çok şey paylaşıyor. Monarşi denince akla gelen Birleşik Krallık Kraliyet Ailesi’nin yüzü pullara en sık aktarılan mensubu Kraliçe Elizabeth’i konu alan pulların, diğer kraliyet aileleri tarafından da tekrarlandığını görülüyor. Ancak bu, yine de değersiz kılmıyor onları. Öyle ki, bugün Birleşik Krallık, Elizabeth’in fotoğrafını değil, yalnız siluetini bile pullara yansıttığında, kimden bahsettiği kolayca anlaşılabiliyor. Öyle ki, bugün Birleşik Krallık Elizabeth’in siluetini pullarının bir köşesine ülkenin ismi gibi nakşediyor.

Moğolistan ve Çekoslovakya özgünlüğü                    

Moğolistan’ın uzay pullarına örnek (1973)

Bununla birlikte, pullarda belli akımların dünyanın her yerini aynı şekilde etkilediğini söylemek çok güç. Bunu daha iyi anlamak için Moğolistan’ı örnekleyebiliriz. Son yüzyılda Sovyetler Birliği’yle yakın ilişkileri olmuş bu ülke, pullarında Sovyet tarzından bambaşka bir çizgi izliyor. Boyut olarak standart ölçülerin dışına çıkmayı çok seven Moğol pulları içerikte de ne yapıp ne edip konuya kendi renklerini katmayı başarıyor. Mesela uzay gibi her yerinden “modernlik” ve “teknoloji” akan bir temayı hiç gocunmadan geleneksel Moğol desenleriyle ele alabiliyor. Ortaya çıkan sonucun gözleri tırmalamaması ise takdiri hak ediyor. Moğolistan gibi çevresinden daha farklı bir kültüre sahip ülkenin kendi kimliği konusunda bu kadar ısrarcı olması çok beklenmedik bir sonuç değil olmasa gerek.

Çekoslovak çizgilerinin net bir şekilde görüldüğü pullara bir örnek

Çekoslovakya ise belki de en istikrarlı tarza sahip ülke. Öyle ki, bir süre sonra ismini görmeden o pulun Çekoslovakya’ya ait olduğunu anlamak hiç de zor olmuyor. Özellikle,1950’lerin sonlarından itibaren basılan Çekoslovak pullarında tasarımlar belli bir üslubu takip ediyor. Açık renklerin ve ince tasarımların tercih edildiği bu pullar, Çekoslovakya’nın estetik kaygılarda ne denli hassas olduğunu da gösteriyor. Kültür- sanat alanında Doğu Avrupa’nın başkenti sayabileceğimiz Prag’ın Çekoslovakya’nın başkenti olması tesadüf değil herhalde.

Bol kepçe oryantalizm ve Pan-Afrikanizm

Biraz daha uzaklara, Afrika, Asya ve Amerika kıtalarındaki sömürge yönetimlere gittiğimizde, o dönemlerde basılan pulların Avrupalı sömürgecilerin bakış açısını net bir şekilde yansıttığı görülüyoruz. İspanya’dan Fransa’ya, İngiltere’den Portekiz’e, hepsinin sömürgelerini yansıtışında bol kepçe oryantalizm sosu var. Karikatürize edilen yerliler, egzotik manzaralar, yaban hayvanlar… 

Az buçuk tarihi bilen herkes böyle bir tahmini henüz pulları görmeden de yapabilir. İşin ilginç yanı, bu ülkelerin bağımsızlıklarını kazandıktan sonra bir süre daha aynı tarza sadık kalmaları.

Afrika’yla özdeşleşen hayvanlar hem sömürgeciler hem de Pan-Afrikacı yönetimler tarafından kullanılıyor. Fark ise bir taraf için bu hayvanlar safari malzemesiyken diğer taraf için kendisiyle özdeşleştirebileceği semboller olması.

Fakat Afrika’ya bakacak olursak, 20. yüzyılın ikinci yarısında Pan-Afrikanizmin kıtada ivme kazanmasıyla birlikte bu oryantalist zincirlerden de kurtulunduğu, en azından bu anlamda bir adım atıldığı görülüyor. Örneğin, bir Fransız kolonici için egzotik gelen konular, bir Madagaskarlı için oldukça sıradan ya da rahatsız edici olabileceği için artık Afrika Afrikalıların gözünden okunmaya başlanabiliyor. 

Yer yer aynı konular tercih edilse de işleniş şekli bir hayli farklı olabiliyor. Afrika’yla özdeşleşen hayvanlar hem sömürgeciler hem de Pan-Afrikacı yönetimler tarafından kullanılıyor. Fark ise bir taraf için bu hayvanlar safari malzemesiyken diğer taraf için kendisiyle özdeşleştirebileceği semboller olması. Bir taraf kesip evinin duvarına asabileceği bir kafa, diğer taraf ise o hayvanın görkemini görüyor. Nijeryalı efsane sanatçı Fela Kuti’nin kıyafetleri ya da ABD’deki Kara Panterler Partisi‘nin ismi gibi, pullar da bize aynı hayvanlara farklı yaklaşımları kavramamızı kolaylaştırıyor.

Kongo’da sömürge dönemi ve sonrasına ait iki pul

BAE ve SSCB farkı

Saydıklarımızın aksine, kimi ülkeler ise pullar aracılığıyla kendisini anlatırken hiç renk vermez. Hatta konuyu daima kendisinden uzaklara çekmek ister. Örneğin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) geçmişte dünyanın dört bir yanına dağılan ve materyal olarak oldukça kaliteli pullar basmış olmasına karşın, çok ama çok azında kendisine dair konuları anlatma gayesi güder. Trenler, tropikal balıklar, son olimpiyat şampiyonları, Mozart’ın hayatı gibi serilerle BAE dediğimizde aklımıza gelmeyen ne varsa pullarına işler. Sanki yeni biriyle tanışmışsınız ve ona sorduğunuz ilk sorularınız, rastgele bir Vikipedi sayfası okunarak yanıtlanmış gibi hissediyor insan. 

Kimi ülkeler ise pullarında susmak nedir bilmez. Şimdi en hevesli ve en konuşkan ülkelerden birine, Sovyetler Birliği’ne gidelim. Filateli her zaman için Sovyetler tarafından baş göz üstünde tutulur. İlüstrasyonların oldukça etkili kullanıldığı bir ülke için şaşırılacak bir şey değil bu. Kim bilir, yüzölçümü bu kadar büyük bir ülkede posta teşkilatının enikonu gelişmesi de belki vesile olmuştur. Bilinen o ki, Sovyetler’de daha çok afişlerden aşina olduğumuz ve bugün “propaganda sanatı” olarak karşımızda duran tasarımlar pullarda çok daha büyük bir çeşitlilikle alıyor.

Kimi ülkeler ise pullar aracılığıyla kendisini anlatırken hiç renk vermez. Hatta konuyu daima kendisinden uzaklara çekmek ister. Kimi ülkeler ise pullarında susmak nedir bilmez.

İlk bakışta Ekim Devrimi sonrasında basılan pullarda Çarlık Rusya’sından pek de farklı olmayan tasarımlar göze çarpıyor. Örneğin, ilk yıllarda Lenin portresiyle basılan pul ile Çar II. Nikolay adına basılan pullar arasındaki benzerlik. Yine de, 1920’lerin başından itibaren dönemin avangart rüzgârları Sovyetler’de sanatın her alanındaki eserlerde kendisini gösteriyor. 1924’te basılan ve Sovyetler’in “ilk Lenin pulu” diyebileceğimiz pulu örnek verilebilir. Tabii genel olarak o dönemde portre çalışmalarında fazla deneysel tasarımların olmadığını, birçok ülkenin benzer modelleri takip ettiğini de unutmayalım. 

Dikkat çekici bir diğer nokta da Sovyet pullarının hem kendi sınırları içindeki hem de dışındaki kültürleri yansıtırken kullandığı üslup. Mesela Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin (DAC) 30. kuruluş yıldönümü anısına basılan Sovyet pulunu ele alalım. Bu pul bize net çizgileri ve net renkleri abartıdan kaçınarak sade tasarımlarda kullanmayı seven DAC tarzını gayet iyi bir şekilde gösteriyor. DAC’nin bastığı Bauhaus serisi ile kıyasladığımızda benzerlik dikkat çekici. Yine Sovyetler’in 1966’da Moğolistan’ı selamladığı pulda tercih ettiği motifler, Moğol pullarında görmeye alıştığımız geleneksel motifleri içeriyor.

Çar II. Nikolay’ın ve Vladimir Lenin’in farklı dönemlerde basılan pulları

Açılan kapılar

Pullarla zamanda ve mekânda seyahat etmenin ucu bucağı yok. Elbette defterlerin içine daldığımızda sayısız topluma ve zamana dair pek çok şey öğrenir, bağlantı kurarız. Kuzeye gittikçe minimal tasarımlarla karşılaşılmasına karşılık, güneye indikçe tam tersinin yaşanması gibi. Her şeye rağmen bu durum onu basanın kim olduğu ve hangi zamana ait olduğu gibi hayati soruları sormamıza engel değil. 

Elimizdeki defterleri yorumlayarak yaptığımız şey istediğimiz sonuca giderken pulları amacımıza alet etmek değil. Pullar bir ülkenin sadece sanatını, estetik kaygılarını gösterip meşhur kentlerini, sembollerini tanıtmıyor. Onlara baktığımızda pulu basan kişinin görmemizi istediği manzarayı aktarıyor. Fakat bunu sanatsal kaygılarla yaptıkları için her zaman amaçlananın ötesine doğru bir açık kapı kalıyor. Onları okuyup atıldığımız bu macerada ise biraz tarih, biraz da estetik, kılavuz olmaya yeterli. İkincielciler kendilerine başka hobi bulsun, pullar hâlâ canlı!

^