VEFATLARININ YILDÖNÜMÜNDE TAHİR ÇETİN VE ALİ FAİK İNTER

Söyleşi: Bekir Avcı, Anıl Olcan
9 Temmuz 2022
Ali Faik İnter, Tahir Çetin
SATIRBAŞLARI

Başaran Aksu: Madencilik ölümün çokça konuşulduğu bir işkolu. Maden işçilerinin gündelik diyaloglarında ölüm hep var. Tahir (Çetin) ve Ali Faik’le (İnter) diyaloglarımızda veya onların kendi aralarındaki diyaloglarda da ölüm bahsi hep geçerdi bir şekilde.

Ali Faik 2002 yılında babasını iş cinayetinde yitirdiği, ona dair bir mücadele de yürüttüğü için ölüm onunla beraber yürüyen bir şeydi. Ölümü sorgulayarak kendi kişiliğini ve mücadelesini şekillendirmişti. Kütahya Simavlı kendisi, Bedirler köyünden. Oradaki şirketler iş cinayetlerindeki ölümleri genelde kan parasıyla ya da kaybı yaşayan ailenin bir yakınını işe alıp konuyu mahkemesiz kapatma yoluna gider. Ancak, Ali Faik’in dedesinin 2002 gibi erken bir tarihte almış olduğu inisiyatif var. O tarihlerde onunkisi gibi bir itiraz pek mümkün değilken –çünkü mahkemeye verenin etrafı sarılır, madende olan aile mensupları işten atılır ya da bir daha o aileden madene işçi alınmaz– bu tavrı alıyor.

Hem Tahir hem Ali Faik şimdiye kadar rastladığımız sendika önderlerinden farklılar. Birebir kendi coğrafyalarındaki işçilik deneyiminin içinden çıkıp mücadele içine girdiler. O mücadeleyle beraber bir politikleşme süreci geliştirdiler ve öyle önderleştiler.

Tahir Çetin Çepni toplumunun yoksulluk öyküsünü taşıyan bir isim. Çepni toplumu Kınık’ın dağ köylerinde yaşar. Kentle iletişimleri son 30 yıldır var. Maden ocaklarının açılmasıyla beraber kente inmeleri hızlanıyor. Kendi içine kapalı toplumun, o kapalılık içinde büyüttüğü yaralar da var. Akraba evlilikleri yaygın, kan davaları ve husumetler mevcut, uyuşturucu, kara para gibi işlerle devletin önünü açtığı bir gerçeklik var. Çepni toplumunun kente inişiyle beraber para kazanma işlerinde aileler içindeki çelişki ve çatışma da büyüyor. Gerek iş cinayetleri gerek genç ölümlerin çokluğu nedeniyle Çepniler ölümü kanıksamış bir topluluk olarak çıkıyor karşımıza. Okuma yazmayı zar zor sökmüş bir çocuk olarak Tahir’in buna itirazı var. 2014’te, Soma’da 301 işçinin ölümüyle beraber gözündeki perdenin kalktığını söylerdi hep. O katliamla birlikte dünyaya daha sorgulayıcı baktığını, öteden beri kendi çıkışsızlıklarıyla ilgili sorduğu sorulara yanıtları bu yolla bulduğunu anlatırdı. “Yapabiliriz” demez, “Olacak” derdi. “Olacak, mutlaka yapacağız” anlamında, “Olacak” derdi. Kendi varlığına da bunu yerleştirdi. Başkalarının anlaşılmaz bulduğu, ama işçilerin ve toplumun gayet iyi anladığını düşündüğüm dili ve söylemiyle içselleştirerek sürdürdü tavrını. Ali Faik daha sonradan adapte oldu, ama Tahir yoğun süreçler, eylemler, direnişlerle boğuşarak kendisini oluşturdu, ortaya çıktı.

Betül Celep, Başaran Aksu

Kızgın demiri soğuk suya sokmak

2018 Haziran’ında, Bağımsız Maden İş ilk kurulduğunda, Tahir genel başkan oldu. Sendika kurulduğunda insanlar korkudan üye olmadı. Dört kişi ancak bulabilmiştik, diğer üç kişiyi farklı işkollarındaki arkadaşları ikna ederek dahil edebilmiştik. Beş bin kişilik bir maden ocağının içinden bir sendika genel başkanı o zamana dek oradaki işçilerin ilk kez deneyimlediği bir şey. Kazması sırtında ocağa inen bir genel başkan. Bu, işveren için de ilkti. On dört buçuk yıl boyunca madencilik yapmış, tıpkı oradakiler gibi bir işçi, herkesin tanıdığı, hem de değerleriyle tanıdığı biri. Kimseyle kavga etmeyen, tanımadığı insanın da elinden tutan biri. Tabii orada sendika kurmak kızgın demiri soğuk suyun içine sokmak gibi bir şok etkisi yaratıyor. Çünkü kurucu olan arkadaşlar açısından işten atılma riski ve daha birçok bedeli var bu girişimin.

Tahir portresinin karşısındaysa sarı sendikacı profili var. İşçilerin yüzüne gülse de arkasından mutlaka küfür eden “mamacılar” onlar, işverenle mama yiyip işçiyi satanlar. Şube başkanı ya da gelecekte genel başkan olabilecek birini satın aldı mesela işveren. Böyle ihanetleri de yaşadı, deneyimledi Tahir. Ama bunlara öfkelenmeden bir mücadele çabası içinde oldu hep.

“Sıradan” insanlar temsil yetenekleri kazanarak kendi gibilerini temsil etme, onların taleplerini kamuoyunun, politikanın, mücadelelerin merkezine taşıma mahareti nasıl gösterebilirler? Ali Faik ile Tahir’in öyküsü bu soruya “herkes yapabilir” yanıtını veriyor. Bunu somutlayan, ispatlayan bir öykü onlarınki.

Aşağıdan yukarıya devrimcilik

Hem Tahir hem Ali Faik şimdiye kadar rastladığımız sendika önderlerinden farklılar. Birebir kendi coğrafyalarındaki işçilik deneyiminin içinden çıkıp mücadele içine girdiler. O mücadeleyle beraber bir politikleşme süreci geliştirdiler ve öyle önderleştiler. Önce TİP’li, ardından THKP-C genel komite üyesi olan Yapı İşçileri Sendikası başkanı Necmettin Giritlioğlu örneğini ele alalım. 1970 yılında öldürüldü. Çok saygın bir mücadele onunki, ama politik bir yolla işçi sınıfına gelip o bilinçle işçi önderliğini üstleniyor. Yine 1970’lerde örnek bir sendika olan Yeraltı Maden-İş’in kurucularından Çetin Uygur da öyle, mühendislikten madene gelir. Ama Ali Faik İnter ve Tahir Çetin aşağıdan gelişin bütün sıkıntılarını yaşayan, yine aşağıdan gelişin sınırları içinde politik evrimleri hızlı ilerlemiş arkadaşlar. Mücadeleyi büyütmüşler, mücadeleden büyülenmişler, çevrelerini büyülemişler. Yani bir yanda aşağıdan yukarıya, bir yanda yukarıdan aşağıya bir devrimcilik öyküsü, işçilerle bağ kurmanın öyküsü var.

Tahir Çetin

“Herkes”in öyküsü

“Sıradan” insanlar temsil yetenekleri kazanarak kendi gibilerini temsil etme, onların taleplerini kamuoyunun, politikanın, mücadelelerin merkezine taşıma mahareti nasıl gösterebilirler? Ali Faik ile Tahir’in öyküsü bu soruya “herkes yapabilir” yanıtını veriyor. Bunu somutlayan, ispatlayan bir öykü onlarınki.

Kazancakis’in “Assisili Francis”ini okumuştu Ali Faik. Kitabın içeriğiyle kendi hayatı arasında bir örtüşme görüyordu. Yoğun olarak roman ve tarih okuyordu. Spinoza’nın “Ethika”sındaki değerleri bizzat yaşayan biriydi Ali Faik. Ona “yüklenmiş” değildi Spinoza, onda zaten vardı.

“Herkes”ten kastım şu: Türkiye’deki işçilerin önemli bir bölümü ilkokul mezunu. Tahir onun da dibindedir mesela. Emekliyken çiftçilik de yapan biri. Bir yandan çalışıyor, çoluğuna çocuğuna, ailesine bakıyor, bir yandan da bunun dışındaki bütün vaktini işçi mücadelesine, örgütlemeye ayırıyor. Öte tarafta, Kınık’taki Çepni toplumunun dertleriyle uğraşıyor, toplumdaki erozyonu önlemeye çalışıyor, o havzadaki dayıbaşılık mekanizmasını ortadan kaldırmak için kafa yoruyor, köylerdeki yol, su gibi meselelere taraf olup onları çözmeye çalışıyor. Ali Faik ise köyünde dernek kuruyor, yakın köydeki altın madeni meselesiyle mücadele etmeye çalışıyor, kooperatif kurup köylünün tarım meselesine dair bir seçenek üretme kaygısını sırtlanıyor, kendi köyündeki gençlerin okuması için bir burs mekanizması inşa etmeye çalışıyor. Bu insanlar bütün bunları 24 saate sığdırıyordu. İkisinin de okuma konusunda çabaları vardı. Ali Faik’te bu çaba daha fazlaydı.

Kazancakis’in Assisili Francis’i, Spinoza’nın Ethika’sı

Son zamanlarda Kazancakis okuyordu Ali Faik. Onun Assisili Francis’ini okumuştu. Kitabın içeriğiyle kendi hayatı arasında bir örtüşme görüyordu. Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini, Gorki’nin Ana’sını okuyordu. Paul Mason’un Çalışarak Yaşamak Savaşarak Ölmek kitabını da okudu. Kendi gerçekliği içinde yoğun olarak roman ve tarih okuyordu… Spinoza’nın Ethika’sında geçen tartışmaları bilmeden ya da okumadan, oradaki değerleri bizzat yaşayan, tartışan biriydi Ali Faik. Ona “yüklenmiş” değildi Spinoza, onda zaten vardı. Aslında Ali Faik’in de Tahir’in de ayrıksılıkları buradan geliyordu ve tehlikeli olmayan yanları da buydu.

Memleketin üçte ikisinin proleterleştiği, temsilden kovulduğu bir ortamda, sağdan ya da soldan –parlamento, belediye, sendika vs. hiçbir yerde– temsil olanağı bulmadıkları bir yerde “hayır, biz de yapabiliriz”in örnekleriydiler. Özel olarak eğitilmiş değillerdi, mücadelenin eğittiği, mücadele içinde ışıklanan, mücadeleyle dönüşen ve o mücadeleyi sırtlanan arkadaşlardı.

Ali Faik İnter

İvedilik duygusu ve yol açıcılık

Kapitalizmin şiddetinin dipte hissedilen yakıcılık ve ivedilik duygusu farklı. Bu yüzden “bir an önce buradan kurtulalım, bunu aşalım” duygusu hâkim oluyor diptekine. Ama kapitalizmle yaşamsal düzeyde bir ortaklık kurmuş, aslında örtük bir şekilde onun restorasyonunu talep edenler için aynı ivedilik söz konusu değil.  Devrimci, ama yazlığı ya da arabası olursa ona da “tamam”. Ama dipteki öyle değil, yaşamsal düzeyde kendisini boğan düzene karşı kullanıyor tüm zamanını. Birisi sorunu daha yakıcı hissediyor, birisi daha harici. Sorunu daha yakıcı hisseden çıkış yolunu gördüğü anda da Ali Faik ve Tahir gibi canhıraş bir çaba içine giriyor. Verdikleri tazminat mücadelesi bir örnektir. Uyar Madencilik’in vermediği tazminatları TKİ, devlet ödemek zorunda kaldı. Devlete diz çöktürüldü demek ki. Bir yol açıcılık var orada. Bu arkadaşların varlığı ve mücadeleleri sayesinde oldu bu.

Bıraktıkları izleri büyütme peşindeyiz. Bize devrimci duygular bırakıp gittiler. Bu hafızayı ne kadar taşıyabilirsek, taşıtabilirsek, bir hareket yaratma kabiliyetimizi ne kadar güçlendirebilirsek o kadar değerli.

Yas ve hafıza

Betül Celep: Tahir Çetin ve Ali Faik İnter’in eksiklikleri günbegün ağırlaşan bir şey aslında. Bu yüzden yası değerli buluyoruz. Çünkü düzenin çarkında yas tutma hakkı da yok. Yanındaki işçi arkadaşı ölüyor, ama can dostu bile olsa o bandın önünde işini yapmak zorunda kalıyor işçi. Bu yüzden de yas kıymetli bir şey. Bizdeki en önemli korkuysa unutulmaları, adlarının anılmayacağı bir ana sürüklenmeleri. Ama izleri takip ederken daha odaklı, öfkeli ve netiz. Bıraktıkları izleri büyütme peşindeyiz. Bize devrimci duygular bırakıp gittiler. Bu hafızayı ne kadar taşıyabilirsek, taşıtabilirsek, bir hareket yaratma kabiliyetimizi ne kadar güçlendirebilirsek o kadar değerli. Mücadelelerin içinden bir Tahir abi zor çıkabilir gibi geliyor, Ali Faik de öyle. Zaten sanki Ali Faik bu dünyadan değilmişçesine dokunuşları olan biriydi. Ama bir yerlerde Ali Faikler, Tahir abiler yaşıyor, halkın içinde varlar.

^