SAĞLIK ÇALIŞANLARININ GÖZÜYLE KORONA GÜNLERİ –II

Söyleşi: Saner Şen
25 Nisan 2020
SATIRBAŞLARI

Türk Tabipleri Birliği’nin son açıkladığı rakamlara göre görev başında Covid-19’a yakalanan 3.474 sağlık çalışanının büyük kısmını sağlık çalışanı dendiğinde hemen akla gelen hekimler değil, bu dev iş kolunun görmezden gelinen personeli oluşturuyor. Hastabakıcılar, hemşireler, temizlik personelleri, tıbbi sekreterler, güvenlik görevlileri, laborantlar, aklımıza bile gelmeyen diğerleri… Devrim diye nitelenen Sağlıkta Dönüşüm Projesi belki de en çok onlara zarar verdi. Artık yöneticiler tarafından ısrarla, kendilerinin reddettiği bir isimle anılıyorlar: “Yardımcı sağlık personeli”. Pandemi döneminde hekimler gibi onlar da büyük risk altında çalışıyor, onların da izin, istifa hakları yasaklandı. Hatta işi bırakmak isteyenler diplomalarını, sertifikalarını kaybetmekle tehdit edildi. Ama iş özlük haklarına, güvenlik tedbirlerine geldiğinde her zamanki gibi yine görünmez oluveriyorlar.
İnsan yerine konulmadıklarını bilseler, hatta kimi kendini bilmez yetkililer tarafından “yük” olmakla suçlansalar da tüm risklere karşın çalışmaya devam eden, zaten başka çaresi de bulunmayan sağlık çalışanlarından pandemi günlerinde yaşadıklarını dinliyoruz. Ev takibi yürüten bir hemşire, bir yoğun bakım hemşiresi, pandemi servisinden bir temizlik personeli, huzurevinde çalışan bir hasta bakım elemanı anlatıyor.
Fotoğraf: Saner Şen

EV TAKİBİ YÜRÜTEN BİR HEMŞİRE

Yaşatmak için yaşamalıyız


Resmi açıklamalarda günlük test sayısının 40 bine yaklaştığı söylense de, test yapılmış bir kişinin sonucu pozitif gelene kadar aynı evdeki eşine, çocuğuna test yapılmıyor. Pozitif tanısıyla ya da şüphesiyle ev karantinasında tutulan hastaları sahada takip eden ilçe sağlık müdürlüğünde görevli bir hemşire hastane dışında yaşananları, salgınla mücadele sırasında karşı karşıya oldukları zorlukları ve sağlık sisteminin temelinde yatan yapısal hataları anlatıyor.  

İlçe sağlık müdürlüğünün kullandığı bir sistem var. Kendi bölgesinde test numunesi alınıp izolasyona gönderilen hastalar bu sisteme kaydediliyor. Test sonuçları pozitif çıkarsa aranıp haber veriliyor. 14 gün boyunca bu hastaların takibini yapıyoruz. Evde başkaları yoksa ev izolasyonu, varsa yaşayanlarla temas etmemesini sağlayacak şekilde ortak alanların kullanımı, maske ve eldiven kullanımı ve oda izolasyonu koşullarını anlatıyoruz. Eğer teste hastalık belirtisi nedeniyle gittiyse, belirtiler başlamadan iki gün öncesi de dahil olmak üzere kimlerle temas ettiğini sorguluyoruz. Bu isimler de temaslılar listesine ekleniyor, tek tek aranıyor. Şikâyetleri varsa, kişisel verilerinin girildiği formlar telefonda doldurulduktan sonra evlerine test almaya gidiliyor.  

Sonrasında test sonuçları pozitif çıkarsa, iki hafta süresince her gün aranıp bir sıkıntısının olup olmadığı soruluyor. Eğer halsizlik, solunum sıkıntısı, düşmeyen ateş gibi şikâyetleri varsa 112 aranıyor ve pandemi hastanesine sevki sağlanıyor.

Ne kadar test, o kadar pozitif

Sadece pozitifle temas etmiş olanlardan test alıyoruz. Temaslının temaslısından test alınmıyor. Benim pozitif olduğumu varsayarsak, işyerinde birlikte çalıştığım arkadaşım temaslı listesine eklenip testi alınıyor, ama onun eşi ya da çocuklarından alınmıyor. Ancak, kendisi de pozitif çıkarsa ailesinden test alınıyor. Aslında ne kadar test alınırsa, pozitif sayısı da o oranda artıyor. Hastaneye başvuranların hepsinden test alınsa, vaka sayısı da çok çok daha fazla olurdu. 

Diğer bir görevimiz de izolasyondakilerin evlerine gidip ilaçlarını dağıtmak. Günlük listeler belirliyoruz. Bazen kırk-elli, bazen yüz ilaç dağıtımı oluyor. Tabii sistem her bölgede böyle işlemiyor. Pozitif çıkmış bir tanıdığımın ilaçlarını getiren ekip ilaçları kapısına bırakıp gitmiş. Sonra da telefonla arayıp ne yapması gerektiğini tarif etmiş. Yani her ilçede uygulama farklı. 

Ne kadar test alınıyorsa, pozitif sayısı da o oranda artıyor. Hastaneye başvuranların hepsinden test alınıyor olsa, şu an vaka sayısı çok çok daha fazla olurdu. 

Sahada çalışırken bize öcü gibi davranılıyor. Bir binaya girdiğimizde insanlar ısrarla hastanın kim olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Bilgi verme yetkimiz olmadığını söylediğimiz halde ısrarla hasta hakkında bilgi istiyorlar. Asansörle hangi kata çıktığımızı takip eden, hatta aracımızı sıkıştırmaya çalışanlar oluyor.

Görev gereği cezaevlerinde, ıslahevlerinde, çocuk yuvalarında da çalışıyoruz. Bazı kurumlarda önlem amacıyla personel 14 gün boyunca içeride çalışıyor. Sonra ikinci grup geliyor. O iki grup birbiriyle temas etmiyor. Konaklamaları için bir yer ayarlanıyor, evlerine gitmiyorlar. Çok güzel bir çalışma yapılmış, ama belli ki bu uygulama başlamadan önce virüs içeri taşınmış. Çünkü oralarda da pozitif vakalar var. İstanbul’da birçok cezaevinde pozitif vakaların olduğu biliniyor.

Tükenmişlik sendromları yaşanacak

Çalıştığım alanda pozitif hastalarla sürekli temas halinde olduğum için koruyucu ekipman sağlanıyor. Ama başka alanlara kısıtlı malzeme veriliyor. İstanbul genelinde yoğun bakımlarda malzeme sıkıntımız var. Ama aslında en büyük sorun yeterli sağlık çalışanının olmaması. Sağlık çalışanı sayısının daha fazla olması gerektiğini herkes biliyor. Bakanlığın pandemi nedeniyle işe almayı planladığı 32 bin personel de kesinlikle yetersiz. KHK’lerle uzaklaştırılıp hâlâ işlerine iade edilmeyen, mezun olup atanmayı bekleyen o kadar çok sağlık çalışanı varken hâlâ eksik kadroyla çalışılması gerçekten çok yıpratıcı. Bu yüzden, bir süre sonra sağlık çalışanları arasında tükenmişlik sendromları yaşanacak.


Fotoğraf: Saner Şen

Bir diğer problem ise adaletsizlik. Esnek çalışma saati bir gruba uygulanıp bir başka gruba uygulanmıyor. Ameliyathaneler esnek çalışmaya geçerken Covid servisleri geçirilmiyor, hekim geçebiliyorken diğer personelin geçemiyor olması adaletsizlik. Bunun nedeni de yine yetersiz personel.

Sağlık bir ekip işi; hekim, hemşire, teknisyen ya da tekniker diye ayrılmıyor. Yani doktoru, hemşireyi kayırıp temizlik personelini, hastabakıcıyı, sekreteri, güvenlikçiyi görmemek olmaz. Bir hemşire, diğer personeli olmadan hiçbir şeydir. Hastayla ilgilenirken hastabakıcıdan, temizlik personelinden yardım alıyoruz.

Güvenlik, temizlik ya da veri girişi personeli, hiçbir sağlık çalışanı ayırt edilmeden hepsinin sağlık taramalarının yapılması gerekiyor. Sağlık çalışanlarına hastalık belirtisi çıkmadan rutin test yapılmıyor. Sendika test alınan kişiye meslek kazası dosyası açılması için bastırıyor. Test alınan kişinin sonuç gelene kadar beş gün istirahat etmesi gerekiyor. Devlet “her test yapılan personeli beşer gün evine göndermeye kalksak, alanda çalışacak insan kalmaz” düşüncesinde. Test aldığımız bir 112 çalışanına işe gitmemesi gerektiğini söylediğimizde bize “çalıştığım alanda çok fazla pozitif arkadaş var, gitmeme şansım yok, gitmezsem yerime çalışacak kimse yok” diye cevap verdi.

Covid-19’un 65 yaş üstü için riskli olmasının nedeni o yaşlarda bağışıklık sistemlerinin zayıf olması. Ama bu ülkede bağışıklık sistemi çok iyi olan kesim zaten çok az. Bağışıklık sisteminin kötü olmasının en büyük nedeni de kötü beslenme.

Personelin barınması için kısmi olanaklar sağlandı, ama hâlâ problem yaşayan arkadaşlarımız var. En başından beri söylüyoruz, yaşatmak için yaşamalıyız, bunun için de insanlara barınma, ulaşım imkânlarının sunulması gerekiyor. Salgın başladığından bu yana toplu taşıma araçlarının sayıları azaltıldı. İl sağlık müdürlüğü belediyeyle görüşüp servis ihtiyacını karşılamak için destek isteyebilir. “Birlikte yeneceğiz, birlikte kazanacağız” desek de birlik olamıyoruz. Oteller çalışmıyor. Nasıl özel hastaneler pandemi hastanesi gibi hizmet vermek durumunda kaldıysa, oteller de şu dönem zorunlu olarak çalışması gereken işkollarındakiler için tahsis edilebilir. O insanlar belki birkaç ay özlem duyar, ama en azından ailelerini koruyabilirler. Bizim de hastanelerdeki yükümüz biraz hafiflemiş olur. Sokaklar, pazarlar dolu, insanlar iç içe. Bir tek hasta bir pazar yerinde belki yüz insanı hasta ediyor.

Sağlık algısının değişmesi lâzım

Ekipman eksiğimiz yok” deniyor ama, şoförlere metrolarda, otobüslerde dağıtsınlar diye maske verilemiyor. Tüm uyarılara rağmen hâlâ maske takmayanlar var. İnsanlar elindeki  eldivenle koltuğu tutuyor, korkulukları tutuyor, sonra o eliyle telefonuyla oynuyor, elini cebine sokuyor. Eldiveni attıktan sonra da her şeyin bittiğini zannediyor, ama öyle değil, bunu anlatmamız lâzım. O eldivenle tuttuktan sonra telefonun artık bulaştırıcı olduğunu bilmemiz lâzım.

Aslında sağlık algısının değişmesi lâzım. Sağlığı toplumsallaştırıp koruyucu sağlık hizmeti verebilseydik, bu süreçte halka el yıkamanın önemini anlatmak zorunda kalmazdık. Hâlâ ellerin nasıl yıkanması gerektiğini anlatmak zorunda olmamız çok kötü bir durum.

Fotoğraf: Aylin Kızıl

2002’de Sağlıkta Dönüşüm Projesi geldi. “Eskiden hastanelerde kuyruk beklerdik, şimdi beklemiyoruz” diye anlatılıyor. Evet ama, şimdi de evde telefon başında bekliyoruz. 15 günde bir belli saat aralığında herkes randevu alabilmek için telefonlarının başında bekliyor. Eskiden hastanelerde yazar kasalar yoktu. Şimdi pos cihazları var. Ücretli hasta kredi kartından ödeyebiliyor. Hastaneye gelene hasta gözüyle bakılırdı, şimdi müşteri gözüyle bakılıyor. “Müşteri memnuniyeti” diyorlar bize. Hasta değil, müşteri…

Sağlıkta Dönüşüm Projesi’yle sağlık ocakları kapatıldı; aile sağlığı merkezleri kuruldu. Bu merkezleri sağlıkta birinci basamak saydılar. Başka ülkelerde aile hekimine gitmeden hastaneye gidilemiyor. Buraya da uyarlamaya çalıştılar, ama olmadı. Bir aile hekimine binlerce nüfus bağlı. Gerekli ekipman sağlanıp kendi bölgesinde test yaptırabilseler, belki bu kadar kaos ortamı da oluşmamış olurdu.

Bağışıklık sistemimiz zayıf

Diğer taraftan, Sağlıkta Dönüşüm Projesi’yle varolan koruyucu sağlık hizmetlerini bitirdik. Öncesinde ev halkı tespit fişleri vardı. Evlere gidiliyor, insanlara temas ediliyordu. Bakıma ihtiyacı olanlara farklı bir uygulama yapılıyordu. O alanda da çalıştım. 0-1 yaşa aşı takvimine göre aşılamaya gidilirdi. 6 yaşına kadar çocukların altı ayda bir boy-kilo ölçümleri yapılırdı, eğitimler verilirdi. Bunun içinde aile planlaması da vardı, kanser eğitimleri de. Diyabet, guatr hastalıklarıyla ilgili eğitimler de veriliyordu. Köylerde doğurgan çağdaki kadınlara tetanos aşısı yapılırdı. Çocuklar vitamin eksikliği çekmesin diye köylerde dahi gebe takipleri yapılırdı. Bugün çoğu insanda B12, D vitamini eksikliği var.

Covid-19’un 65 yaş üstü için riskli olmasının nedeni o yaşlarda bağışıklık sisteminin zayıf olması. Ama bu ülkede bağışıklık sistemi çok iyi olan kesim zaten çok az. Bağışıklık sisteminin kötü olmasının en büyük nedeni de kötü beslenme. Çünkü karbonhidrat ağırlıklı besleniyoruz. Bütçemiz neye yetiyorsa onu tüketiyoruz. B12 eksikliğinin en önemli nedeni et tüketiminin az olması. Türkiye’de 65 yaş altı immün (bağışıklık) sistem hastalığı olmayanlar da Covid-19’dan ölüyor. Bence bu insanların bağışıklık sisteminin zayıf olmasının nedenlerinden biri de kötü beslenme.

 

İSTANBUL’DA BİR YOĞUN BAKIM HEMŞİRESİ

İnsana değer vermeyen bir sağlık sistemi


“Hiçbir ekipman eksiğimiz yok” tezi Sağlık Bakanlığı’nın basın açıklamalarının vazgeçilmez ifadesi. Ama sahadaki durum anlatıldığı gibi değil. Hastanın pozitif olduğu her halinden belli olana kadar test yapılmazken, bazı hastanelerde ekipman yetersizliği nedeniyle, test yapılmadığı için pozitif olduğu resmileşmeyen hastalara gerekli koruyucu ekipman kullanılmadan müdahale ediliyor. Hastanelerin yoğun bakımlarında yaşanan imkânsızlıkları İstanbul’da bir eğitim ve araştırma hastanesinde görev yapan yoğun bakım hemşiresinden dinliyoruz.

Sağlık Bakanı 11 Mart’ta ilk vakayı açıkladıktan hemen sonra, virüsle karşılaşınca ne yapılacağına dair eğitimlere başlandı. Öncesinde, Covid-19’la ilgili sadece çok kısa bir bilgilendirme yapılmıştı. O zamana kadar servislerde normal işleyiş devam etti. İlk vaka açıklandıktan sonra kurallar daha sıkı uygulanmaya başlandı, ama bu da tabii ki elimizdeki kişisel koruyucu ekipmanın izin verdiği ölçüde oldu. İlk zamanlarda cerrahi maske bile çok azdı.

Yavaş yavaş, dönüştürülebilecek tüm birimlerimiz pandemi servisi olarak kullanılmaya başlandı. Yoğun bakımımız boşaltıldı, pandemi yoğun bakımı oldu. Acil ve çocuk ameliyathaneleri de Covid yoğun bakımı yapıldı. Ama yine de yetmiyor. Koroner servis ve koroner yoğun bakımı da şu an tadilatta. Vaka sayısı arttıkça yeni birimler de dönüştürülecek gibi görünüyor. Kervan yolda düzülüyor diyebiliriz. 

Fotoğraf: Saner Şen

Sendika yöneticileri hastanedeki yöneticilerle görüştüklerinde bizim çalıştığımız reanimasyon servisine asla Covid-pozitif ya da şüpheli hasta almayacaklarını söylediler. Ama dışarıdan bakarak bunun öngörüsünü kimse yapamaz. Biz burada vakayla karşılaştık. Şu an yatan hastalarımız arasında da olabilir. Ama yaygın test yapılmadığı için tanı koyamıyoruz.

Hastanenin enfeksiyon kontrol komitesi bütün hastalara pozitifmiş gibi yaklaşılmasını tavsiye ediyor, ancak elimizde yeterli miktarda ekipman yok, malzemeyi sadece pozitif tanı konmuş hastalarda kullanabiliyoruz. Test sadece şüphelenilen hastalara yapılıyor. Hasta yoğun bakıma getirildiğinde tedaviye başlanıyor. Bazen birkaç gün yoğun bakımda kaldıktan sonra Covid-19 şüphesiyle PCR testi yapılıyor. Pozitif çıkarsa, o andan itibaren o hastaya müdahalede tulum giymeye başlıyoruz. O hasta pozitifse, öncesinde de pozitifti. Ama biz test sonucu gelene kadar normal önlüklerimizle çalışıyoruz. Çünkü hâlâ tulumlarımız çok kısıtlı.

İki hasta test sonuçları gelmeden hayatını kaybetti. Sonradan testleri pozitif çıktı. Bu şekilde vefat eden hastaların ölüm belgelerinde Covid-19 yazmıyor. Öldükten sonra test sonucu gelse de, yatış tanısı neyse o kabul ediliyor.

Şimdi bazı firmalar ya da insanlar hastanelere maske hibe ediyor. O nedenle maske sıkıntısı nispeten azaldı. N95 maskelere ulaşabiliyoruz. Ama yine 24 saatlik nöbetimde, sekiz saatte bir değiştirilmesi gereken N95 maskelerden iki tane veriliyor. İçeride kaldığımız süreleri beraber çalıştığımız arkadaşımla bölüşüyoruz. Bu sayede elimizdeki malzemeyi idareli kullanmaya çalışıyoruz. Bakanlıktan siperlik verilmeyince siperliklerimizi kendimiz yaptık.

Sağlık emekçisine test yapmanın riski

Avrupa’da yapıldığı gibi bizde de mümkün mertebe herkese test yapılması gerekiyor, ama yeterli sayıda test yapamıyoruz. Hastalara sadece ciddi anlamda belirti gözlenirse test yapılıyor. Bu belirtilerin de birinin değil, iki ya da üçünün aynı anda gözlenmesi gerekiyor. Biz de dahil, herkes için geçerli bu. Sağlık emekçisine test yapmak riskli, çünkü zaten eksik personelle çalışıyoruz. Testte pozitif çıkarsanız, otomatikman karantinaya alınmanız gerekiyor. Bu da çalışamamanız demek. Tabii bu aynı zamanda sizinle temasta olan herkesin de karantinaya alınması demek.

İki hasta test sonuçları gelmeden hayatını kaybetti. Sonradan testleri pozitif çıktı. Bu şekilde vefat eden hastaların ölüm belgelerinde Covid-19 yazmıyor. Kardiyak arrest (kalp durması) yazıyordur, pnömoni (zatürre) yazıyordur… Öldükten sonra test sonucu gelse de, yatıştaki öntanı neyse o kabul ediliyor. Sonrasında kayıtlar düzeltiliyor mu, incelemek lâzım.

Bu hastalara koruyucu önlem almadan temas ettikleri için iki hemşire arkadaşımıza bugün test yapmak zorunda kaldılar. Biraz daha hakkını arayan bir klinikte olduğumuz için yapılabildi bu. Sonuçlar iki-üç güne kadar açıklanacak. Bu iki arkadaşımız nöbetleri bittiğinden şu an evlerine gitti. Aynı hastaya temas eden bir diğer arkadaşımızla şu an birlikte çalışıyorum. Onun testi de yarın alınacak.

Seni öpemem, yanaşma!

Dört yaşında bir çocuğum var. Eve gidince temas etmeyeyim diye banyoya kendimi zor atıyorum. Ama kapıda beni bekliyor. Zaten 24 saat benden ayrı olduğu için kendini psikolojik olarak kötü hissediyor. Evdeyken de bana dokunmayınca, bu onda büyük bir travma hissi yaratıyor. “Seni öpemem, yanaşma” diyorum, ama dört yaşındaki çocuk bunu anlayamıyor.

Fotoğraf: Saner Şen

Eskiden bütün kurumların lojmanları vardı. Lojmanlar genelde hastane çevresinde, yürüme mesafesinde olurdu. Artık yok. Bir sürü çabadan sonra bize barınmak için bazı tesisler gösterildi. Ama bu gösterilen yerler hastane çevresinde değil. Gidip gelmek için yine toplu taşıma kullanmak zorunda kalacağız. Bugün işe yine gayet kalabalık bir toplu taşıma aracıyla geldim. Hastaneye gelip giderken hem otobüs hem metro kullanıyorum. Oturmamaya çalışıyorum, çünkü iş çıkışı enfekteyim. Ama ne kadar dikkat etsem de sonuçta toplu taşıma. Düşünün, salgının başında enfekte formalarımızı toplu taşımayla evlere götürüp yıkamak zorunda kalıyorduk. Yönetimi sıkıştırınca, bu durum düzeltildi. Şimdi ameliyathanelerde kullanıp orada bıraktığımız formalardan verilmeye başlandı.

Önceden hastanelerde çamaşırhanelerimiz vardı, çamaşırlarımızı yıkatabiliyorduk. Şimdi özelleştirildiği için dışarıya gönderiliyor. Yemekhaneler de özelleştirildi. Yemek kalitesi çok düşük. Bugünkü kahvaltı, sağlık çalışanlarına destek vermek isteyen bir firmadan geldi, gayet güzeldi. Hastanede çıkan kahvaltıda üç-beş zeytin, küçük bir dilim peynir ve reçel veriliyor. Normal bir insan bunlarla doyamaz. Korona bağışıklık sistemiyle çok alâkalı bir hastalık. Bağışıklık sisteminiz iyiyse ayakta da geçirebiliyorsunuz. Ben 24 saatlik mesaide bu şekilde çıkan üç öğünle bağışıklığımı nasıl güçlendireyim?

Bazen birkaç gün yoğun bakımda kaldıktan sonra Covid-19 şüphesiyle PCR testi yapılıyor. Pozitif çıkarsa, o andan itibaren o hastaya müdahalede tulum giymeye başlıyoruz. Hasta pozitifse, öncesinde de pozitifti. Ama test sonucu gelene kadar normal önlüklerimizle çalışıyoruz. Çünkü hâlâ tulumlarımız çok kısıtlı.

Zaten ne Dünya Sağlık Örgütü’ne ne de Çalışma Örgütü’ne göre 24 saat nöbet tutulan bir çalışma sistemi var. Her insanın günde sekiz saat uyuyup dinlenmesi gerekir. Bir yoğun bakım çalışanı için sekiz saat mesai bile fazla. Maksimum altı saat olmalı. Her gün işe gelen idari kadroya salgın nedeniyle bir gün idari izin verildi. Haftalık mesaileri 32 saate düştü. Biz normal zamanlarda da 24 saatlik nöbetler tutuyoruz. Haftalık kırk, günlük sekiz saatlik mesaiye denk geliyor. 24 saat yerine 12 saat çalışmış olsak, bir sonraki gün tekrar gelmek zorunda kalacağız. Biz de dişimizi sıkalım, 24 saat çalışalım da, en azından eve gittiğimizde gerçekten dinlenebilelim, hijyenimizi koruyabilelim istiyoruz. Önceden hasta bakımını planlayarak arada dinlenebilecek esneklikler sağlayabiliyorduk. Ama şimdi kullandığımız ekipmanları giymek, çıkartmak büyük dert. Enfekteyken temiz alana geçemediğimizden uzun süre dışarı çıkamıyoruz. Müthiş bir özveriyle çalışıyoruz, bunu anlatmak gerçekten zor. Bence bu süreçte çalışılan her saatin ikiyle çarpılması gerekiyor.

İnsanları ölüme sürüklüyoruz

Sağlık Bakanı kamuoyuna yaptığı açıklamada sağlık çalışanlarına tavan değerden döner sermaye ödemesi yapılacağını açıkladı. Neye göre tavan? Hekimler farklı bir yere konuyor, geri kalan personele zaten “yardımcı sağlık personeli” diyorlar. Döner sermaye dağılımı unvana göre yapılıyor. Profesörler, doçentler, uzmanlar, asistanlar şeklinde aşağıya doğru iniyor. Hemşireler, laborant teknisyenleri, anestezi, röntgen teknisyeni, teknikeri, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları, eczacılar da “yardımcı sağlık personeli” diye adlandırılıyor. Bu yüzden bizim döner sermaye gelirimiz çok düşük. Serviste çalışan hemşire arkadaşım hiç alamıyor. Biz özel bir birim olduğumuz için yılın belli dönemlerinde alabiliyoruz.

Benimle beraber bu işi yapan klinik destek elemanı, temizlik personeli arkadaşlarım döner sermayeden hiçbir şekilde faydalanamıyor. Çünkü onlar taşeron firma tarafından işe alınıyor. Yeni sağlık sistemindeki yapı bu. Bugün hekim de, hemşire de, diğer sağlık personeli de bu riske maruz kalıyorsa, ek olarak hekim ne alıyorsa diğer sağlık çalışanları da aynı parayı almalı.

Taşerona bağlı personele N95 maske verilmediği bile oluyor, yöneticiler tarafından yok sayılıyorlar. Çok vahim bir durum. Göz göre göre insanları ölüme sürüklüyoruz, ki bu insanlar asgari ücretle çalışıyor. Ben ayda iki defa et yiyebiliyorsam, arkadaşım o maaşla bunu da yapamıyor. Bu insanların aileleri var. Post-travma döneminde psikolojik problemler yaşayacaklar. Belki de geri dönülemeyen hasarlar oluşacak.

Tüm bu zorlukların üzerine bir de sağlık çalışanlarına yönelik şiddet var. Bıçak sırtı bir iş yapıyoruz. Sağlık ocakları kapatıldı, aile sağlık merkezlerine döndürüldü, ama orada etkin olarak hasta bakılmıyor. Onun yerine hastanelerde yeni poliklinikler açılıyor. Sürekli daha fazla hasta bakılıyor. Bu sistemin sürdürülebilir bir yanı yok. Bunalan insanları da anlayabiliyoruz, sıra bekliyorlar, hizmet alamıyorlar, yakınlarını kaybediyorlar, ama mevcut sistem bu: İnsanlara değer vermeyen bir sağlık sistemi. Bu sistem yüzünden biz de şiddete maruz kalıyoruz. Yıllarca Sağlıkta Dönüşüm olmasın, sağlık ticarileştirilmesin diye mücadele ettik, bugün Covid-19 yüzünden bu kadar kayıp verilmesinin sebebi de bu sağlık sistemi.

 

Fotoğraf: Saner Şen

PANDEMİ SERVİSİNDE BİR TEMİZLİK PERSONELİ

Biz sağlık çalışanı değilmişiz


Mesaileri pandemiden önce de çok ağırdı. Servisleri pandemi servisi ilan edildiğinden bu yana birer birer hastalandıklarından artık çok daha ağır şartlarda çalışıyorlar. Üstelik, önceden aldıkları ek ödemeleri de alamıyorlar. İzmir’de bir üniversite hastanesinin pandemi servisine dönüştürülen biriminde çalışan temizlik emekçisinden pandemi döneminde çalışma koşullarını ve maruz kaldıkları mobbingi dinliyoruz.

Salgın başlamadan önce, hastanenin servislerinden birinde temizlik personeli olarak görev yapıyordum. İlk vakalar açıklandıktan sonra, bizimkiyle birlikte altı servis pandemi servisi ilan edildi. İlk gün servise aldığımız hastaların çoğu korona-pozitifmiş. Biz o sırada korumasız çalışıyorduk, normal servis gibiydi. Maskemiz bile yoktu. Öncesinde herhangi bir uyarı da yapılmamıştı. Hemşire arkadaşlarımız da bizim durumumuzdaydı. İkinci gün maske, üçüncü gün eldiven verildi. N95 maskeler, üste giydiğimiz önlükler sonradan temin edildi.

“Yeri gelecek, tek kişi kalacaksınız”

Bir süre sonra servisteki bazı sağlık çalışanları rahatsızlandı; ateşleri çıktı, kemik ağrıları başladı. Test sonucunda pozitif tanı konunca tedavilerine başlandı. O arkadaşlarımızın yanında çalışanlar da kendilerini 14 gün karantinaya almaları için evlerine gönderildi.

Şu an servislerde 80-85 civarında hasta yatıyor, bunların en az yirmisi sağlık çalışanı. Personel sıkıntısı iyice arttı. Başladığımızda bizim serviste dört temizlik personeliydik, şu an iki kişiyiz. “Yeri gelecek, tek kişi kalacaksınız” diyorlar. Bugün arkadaşım ya da ben pozitif çıkarsak ne olur, inanın bilemiyorum. Bu konuyla alâkalı olarak personelle yönetim karşı karşıya. Artık şeflerle, amirlerle birbirimize giriyoruz. Tartışmak, kavga etmek zorunda kalıyoruz. Sesimizi çıkarttığımızda adımız “sorunlu personel”e çıkıyor. Şeflerin müdürlerin mobbingine maruz kalıyoruz. Bize “ister çalışın, ister çalışmayın, dışarda çalışacak çok eleman var” diyorlar. 

Düşünün, bir buçuk aydır pandemi servisinde çalışıyorum, bana hâlâ test yapılmadı. Bir temizlik personeli arkadaşımızın 38 derece ateşi var, ona bile test yapılmıyor. Tedbir olarak iç servisten alınıp dış servise verildi, hâlâ çalışmaya devam ediyor.

Normalde odalarda on dakikadan fazla durmamız yasak. Zaten enfeksiyon hemşireleri, doktorları odalarda on dakikadan fazla kaldığımızda hastalığın bulaşma ihtimalinin yüzde seksen olduğunu söylüyorlar. Ama benim çalıştığım serviste 22 hasta var. Bu kadar az personelle bu yükün altından kalkmamız mümkün değil.

Bir buçuk aydır test yapılmadı

Arkadaşlarımız pozitif çıkınca biz de test için birkaç defa talepte bulunduk, ama kimse ciddiye almadı. Çok bariz semptomlar oluşmadan test yapılmıyor. Düşünün, bir buçuk aydır pandemi servisinde çalışıyorum, bana hâlâ test yapılmadı. Bir temizlik personeli arkadaşımızın 38 derece ateşi var, ona bile test yapılmıyor. Tedbir olarak iç servisten alınıp dış servise verildi, hâlâ çalışmaya devam ediyor. Bu haliyle hastane içindeki eczaneden malzeme almaya yolluyorlar.

Fotoğraf: Saner Şen

Üç vesait değiştirerek hastaneye gelen arkadaşlarımız var. Yarın sokağa çıkma yasağı var, birçok arkadaşımız polisten yardım isteyerek işe ulaşmaya çalışıyor. Toplu taşıma araçları azaltıldığından mesaiye geç kalıyorlar. Onlar geç kalınca, işi eksik personelle yetiştirmeye çalışıyoruz. Zaten çok ağır olan iş yükümüz daha da ağırlaşıyor. Toplu ulaşım kullanmamız zaten çok riskli, ayrıca da problemler yaşıyoruz. Geçen gün sağlık çalışanı bir arkadaşımın bindiği otobüste şoför “otobüsler size ücretsiz değil, o hak sadece doktor ve hemşireler için, kartınızın kırmızı olması lâzım” demiş, bir de üzerine hakaret etmiş.

Acaba virüs taşıyor muyum?

Sorunlarımızı anlatmak için başhekimle görüşmek istiyoruz, virüs bulaştırırız korkusuyla yanına sokmuyorlar. Gelgelelim mesai bitiminde her gün evimize gönderiliyoruz. Eve giderken zihnimizde hep “acaba virüs taşıyor muyum?” sorusu var. En azından hastalığı eve taşımamak, çevremizdekilere bulaştırmamak için hastanede kalacak bir yer ayarlanmalı. Bunu talep ettik, hâlâ temin edilmedi. O kadar pozitif hastanın yanında çalışıp hastalığın bize geçmemesi mümkün değil. Diyabet hastası oğlum var, 65 yaş üstü kronik Koah hastası annem var. İnanın ki ben kendimden geçtim, evdekileri düşünüyorum.

Geçen gün sağlık çalışanlarına yapılacak ek ödemelerle ilgili bir haber okudum. Bizim sağlık çalışanı olarak sayılmadığımızı görünce elim ayağım kesildi. Bakanlık “sağlık çalışanlarına ek ödemeler tavan değerden yapılacak” dedi. Ama biz zaten ek ödeme almıyoruz ki.

12 saat nöbete gidiyorum, eve geliyorum. Evde kendimi karantinaya alıyorum. Ailemle sosyal mesafemi korumak zorundayım, çünkü ikisi de rahatsız. Bu durum oğlumu çok etkiledi. Çok üzülüyor, artık gözleri doluyor. Sırf bir tepki vereyim diye bağırmaya başlıyor. Annem her işe gidişimde ağlıyor. Bizimle beraber ailelerimizin de psikolojisi bozuldu. Bu durum bir kadın olarak da, bir anne olarak da duygusal anlamda çok zor. Psikolojik olarak çok etkileniyoruz. Hastanede servisten içeri girdiğim an ateşim çıkmaya başlıyor. Çok stres yapıyorum, midem bulanıyor. Diğer çalışanlar da aynı durumda. Ruh sağlığımızın bozulduğunu hissediyoruz. Gerçekten çok zor bir durumdayız. Nasıl çözümlenecek, onu da bilmiyorum. Bizi bir ateşin içine attılar. “Orada ne yapıyorsunuz, bir şeye ihtiyacınız var mı?” diye soran yok.

Keşke kadroya geçmeseydik

Tüm bu zorlukların üzerine bir de sağlık çalışanları arasında ayrımcılık yapılınca manevi olarak da yıkılıyoruz. Önceden taşeron firmaya çalışıyorduk. Sonra 4D kapsamında kadrolu olduk. Keşke geçmeseydik. Sözleşmeli olarak kalsaydık daha iyiydi. Kadrolu memur haklarının hiçbirine sahip değiliz. Geriye dönük haklarımız bile elimizden alındı. 4D’ye geçtikten sonra sendikal haklarımızı kaybettik. Kadroya geçebilmek için geriye dönük tazminat haklarımızdan feragat ettiğimize dair belge imzalattılar. Devletin çıkardığı bir kanundu bu. Sendikanın da elini kolunu bağladılar. Ama kadroya geçtikten sonra koşullarımızda hiçbir iyileşme olmadı, tam tersine, kötüleşti. 

Fotoğraf: Aylin Kızıl

Salgın başladıktan sonra yemekhane kapatıldı. “Yemekhane yemeği yasaklandı, artık kumanya şeklinde vereceğiz” dediler. Bize sürekli tost veya sandviç vermeye başladılar. Bu dönemde bağışıklığımızın çok yüksek olması lâzım. Her gün karbonhidrat alırsak ne bağışıklığımız güçlü olur ne de kendimizi koruyabiliriz. Bununla ilgili şikâyetlerimizi duyurmaya başlayınca uygulama değiştirildi. Şimdi köpük tabldotlarda yemek geliyor. Çayımızı, şekerimizi, suyumuzu sponsorlar karşılıyor.

Hemşireler sekiz saat çalışıp iki gün izin yapıyor. Bizler 12 saat nöbet tutuyoruz. Önceden her sene kışlık ve yazlık olarak kıyafetlerimiz şirketten geliyordu. Kadroya geçtiğimizden beri iki yıldır kıyafet alamıyoruz. Bir yıldır, işyerinden forma almak için bildiğiniz savaşıyoruz.

Mesele sadece para değil

Geçen gün sağlık çalışanlarına yapılacak ek ödemelerle ilgili bir haber okudum. Bizim sağlık çalışanı olarak sayılmadığımızı görünce elim ayağım kesildi. Bakanlık “sağlık çalışanlarına ek ödemeler tavan değerden yapılacak” dedi. Ama biz ek ödeme almıyoruz ki. Ek ödemeyi sadece hemşire ve doktor arkadaşlar alıyor. Yoğun bakım ve acil servislerde yatan hastaların alt temizliği hemşire arkadaşlar tarafından yapılıyordu. Hastane sendikayla protokol imzalayıp bu işi temizlik personeline yaptırmaya başlamıştı. Bunun için de bize küçük bir mesai ücreti veriliyordu. Bırakın pandemi nedeniyle herhangi bir ek ödemeyi, servisimiz pandemi servisi ilan edildikten sonra yaptığımız bu iş için aldığımız fark ücretleri iptal edildi.  

Mesele sadece para meselesi de değil. Bu şekilde ayrımcılık yapılması bizi gerçekten derinden üzüyor. En başta iş barışı olmuyor. Bu zorluğu ve riski doktorlar, hemşireler ne kadar yaşıyorsa biz de o kadar yaşıyoruz. Gelen hastayı biz karşılıyoruz, eşyalarını biz alıyoruz, odalarını biz temizliyoruz. Entübe bir hasta tuvaletini yaptığında biz gidip altını temizliyoruz. Evet, bu bizim görevimiz, yapmak zorundayız. Ama madem biz de bu ekibin içindeyiz, neden sağlık çalışanı olarak görülmüyoruz? Madem sağlık çalışanı değiliz, o zaman o serviste ne işimiz var? Sağlık bir ekip işi. O zincirin halkalarının biri de biziz. İki gün temizlik yapılmasa hastane kapatılır.

Görev şevkimizi kırdılar

Ben kendimi sağlık çalışanı olarak görüp canla başla gidiyordum işe. “Olsun” diyordum, “ülkemizin başına gelen bir sıkıntı var, ben burada yapmam gerekeni yapıyorum, bu benim görevim”. Bu haberleri okuyunca, ertesi gün işe gidesim gelmedi. “Bakanlığın bu kararı bizi kapsamıyor, demek ki devletimiz bize değer vermiyor” diye düşündüm. Bu uygulama bu anlama geliyor.

Diğer sağlık çalışanlarında olduğu gibi bizde de izinler, rapor alma, istifa etme yasaklandı. Yasaklamalara gelince sağlık çalışanıyız, ama maddi, manevi haklarımıza gelince değiliz.

Küçük bebeği olan, hâlâ emziren arkadaşlarım var. Her gün servise giderken ağlıyorlar. En azından emziren annelere izin verilebilirdi. Zaten asgari ücretle çalışıyoruz, en alt tabanda biz varız. Üzerine bir de bu ayrımcılık yapılınca gerçekten çok kötü oldu. Görev şevkimizi kırdılar.

 

Fotoğraf: Saner Şen 

HUZUREVİNDE BİR HASTA BAKIM PERSONELİ

Hep özveri, hep özveri


Çalıştıkları huzurevi Türkiye’nin en saygın mevkilerinde görev yapmış yaşlıları ağırlıyor. O nedenle diğer sağlık çalışanlarına kıyasla kişisel koruyucu ekipmana daha kolay ulaşabiliyorlar. 450 personeli dönüşümlü konaklatacak yer bulunamadığı için karantinaya alınamayan huzurevinde hastalıkla burun buruna çalışan hasta bakım personelinden salgın döneminde kurum içinde yaşananları dinliyoruz.

Türkiye’nin en büyük huzurevlerinden birinde hasta bakım elemanıyım. Kurumda yurtdışında yakını olan çok kişi kalıyor; bu insanlar yakınlarını ziyarete gelmek istiyorlar. Salgın haberleri basına yansıyınca personel tedirgin oldu. Sendika yetkilileri kurumla toplantı yaptı. Acilen önlem kararları alındı. Kurumun 450 personeli riske atma şansı yok. Taleplerimizi gözardı ettikleri takdirde kendileri de zor durumda kalacaklarını bildikleri için dilekçelerimize olumlu cevaplar verdiler.

Mart başından itibaren personel haricinde kuruma giriş-çıkış tamamen kapatıldı. Giriş-çıkışlarda personelin de ateşi ölçülmeye başlandı. Dışarıdan hiçbir ürün alınmadı, gazete bile gelmedi. İlk vakanın açıklandığı 11 Mart’tan sonra bütün yaşlılara günlük maske dağıtıldı, odalarından çıkmamaları gerektiği anlatıldı.

İlk pozitif vaka mart sonunda ortaya çıktı. Bu yaşlımız hemen hastaneye kaldırıldı. Sonrasında pozitif vakalar artmaya başladı. Şu ana kadar 50’ye yakın huzurevi sakini ve 25’in üzerinde personele pozitif tanısı kondu. Hastanelerin pandemi servislerinde artık yer kalmadığı için ağır solunum sıkıntısı olmayanlar bir-iki gün sonra huzurevine geri gönderiliyor. Dönüşlerinde onları tek kişilik odalara alıyoruz.

Hiçbir idareci sahada yokken, bizler sahadayız. Kendilerini koruyorlar, ama bizleri ateşe atıyorlar. Bana “sosyal mesafeyi koru” deseler gülerim. O zaman hastaya yemeği iki buçuk metrelik bir kaşıkla yedirmem gerekir.

Huzurevi sakinleri hesap soruyor

Bu kurum Emekli Sandığı’na bağlı bir huzurevi olarak kurulmuş. Hep generaller, hâkimler, savcılar, genel müdürler kaldığı için ihmalkârlık yapılamıyor. Personeli maske vermeden odaya sokmaya kalksalar, odada kalan sakinler “personeli bu vaziyette benim yanıma nasıl gönderiyorsunuz” diye hesap soruyor.

Bin yataklı bir kurum burası, 450 personel var. Karantina kararı verirseniz, 1500 kişiyi karantina altına almanız gerekiyor. Yani çalışan 450 personeli de yatıracak bir yeriniz olması lâzım. Personele yer açabilmek için ya yaşlıları üst üste yatıracaksınız ya da personeli… Personel için konaklama imkânı olmadığından kurum karantinaya alınamıyor. Huzurevi içinde çamaşırhane, bulaşıkhane, market, lokanta, kafeterya, kadın-erkek kuaförleri, sera, hatta amfitiyatromuz bile var. Ama maalesef personelin konaklayabileceği yatakhane yok. Bu nedenle personel evine gidip geliyor. Aracı olan aracıyla, olmayan toplu taşımayla… Durum öyle olunca, virüs taşımama ihtimalimiz yok.

Fotoğraf: Saner Şen

Sosyal mesafe nasıl korunacak?

Başka bir yerde konaklasak yine aynı servisle gideceğiz, aynı havayı soluyacağız. Sosyal izolasyonu yine sağlayamayacağız. En mantıklı yöntem diğer huzurevlerinin yaptığı gibi 14 gün içeride çalışıp 14 gün dinlenmek, ama onu da burada uygulamanın imkânı yok. Bu yüzden maalesef hepimiz tehlike altındayız.

Kronik hastalığı olan, evinde çocukları, yaşlıları olan var. Personel arasında pozitif vakalar var. Evinde eşine bulaştıran arkadaşlarımız var; karı koca pozitifler. Sonuçta evde aynı salonda oturuyorsun. Herkesin öyle 3+1, 4+1 evi yok. 1+1 evde oturan, üç-dört çocuğu olanlar var. Peki, sosyal mesafe nasıl korunacak? Herkes ayrı bir çekyatta otursa yine aynı havayı soluyacak. Sonuçta, dışardaki soğuğu yememek için kapıyı kapatmak zorundalar.

Personele 15-20 gün aralıklarla test yapılıyor. Bana da 15 gün arayla iki defa test yapıldı. Çünkü bugün testte negatif çıkıp yarın pozitif olma ihtimalimiz de var. Ama herhangi bir semptomun ortaya çıkması durumunda da kurum kendi ambulansıyla hastaneye götürüp test yaptırıyor.

İdareciler alttaki durumu bilmeden tepeden yönetmeye çalışıyor. Personele sorayım diyen yok. Pozitif olup hastanede yatan arkadaşlarımızı her gün arayıp bir şeye ihtiyaçları var mı diye soruyoruz. Hastanede yatan personelini arayan bir idareci duymadım.

Hangi odada Covid şüpheli hasta olduğu personele söyleniyor. Yönetim “dikkatli olun” diyor. Odalara girerken tulum, gözlük, bone, cerrahi maske, N95 maske ve siperliklerimiz oluyor. Kişisel koruyucu ekipmanlarımız var. Bu kurumda asıl eksiklik personel sayısının azlığı. Biz KHK ile kadroya geçtik. Kadroya geçerken 120-130 kişiydik, şu anda 80 kişiyiz. Aramızda emeklilik süresi dolmuş arkadaşlar vardı, 2018’den sonra 50-60 kişi emekli edildi. Emeklilik yaşı gelenin artık çalışma şansı yok. Yeni personel de alınmayınca, bu sefer iş yükü arttı.

Bazen bir katta 34 yaşlı kalıyor. Hepsi bakıma muhtaç olmasa da, ben iki kata bakmak zorunda kalıyorum. Yemeklerini vermek, yardıma ihtiyacı olana yedirmek, banyosu, alt bakımı, her hizmetini biz yapıyoruz. Yaşlılarla iç içeyiz. Sosyal mesafeyi koruma imkânımız yok. Böyle olunca büyük bir bedensel ve ruhsal yorgunluk başlıyor. Düşünün, bir personel en fazla kaç kişiye bakmakla yükümlü olabilir? Bazen başka katlara, birimlere desteğe de gidiyoruz.

Biliyorsunuz, itiraz hakkımız yok. Fazla mesaiye gelmek zorundayız. Sağlık mezunları, hemşirenin olmadığı yerde destek amaçlı olarak onların işini de yapıyor. Hastaların tansiyonlarını, ateşlerini ölçüyoruz, yüksekse hemşireyi, doktoru arıyoruz. Geliyorlar, bizimle beraber gerekli önlemleri alıyorlar. İlk tespitte bizler varız.

Fotoğraf: Saner Şen

Taahhütname tuzağı

Bize “Covid-19 ile ilgili gerekli eğitimler verildi, gerekli tedbir ve ekipmanlar personele sağlandı, sosyal izolasyonu koruyacağımı taahhüt ederim” diyen bir taahhütname imzalatmaya kalktılar. Ben imzalamadım. Allah razı olsun, hiçbir arkadaşım da imza atmamış. Taahhütname boşa düştü. Huzurevi sakinleri arasında öğretim görevlileri, doktorlar, emekli hukuk profesörleri var. Onlarla diyalog içindeyiz, onlardan da akıl alıyoruz. Bu kurumda bir şey yapmaya kalktıklarında, ince eleyip sık dokumaları gerekiyor.  

Bu belgeyi imzalasak, Covid-19 nedeniyle öldüğümüzde “Ben gerekli tedbirleri aldım, eğitimini verdim. Bu personel kendine dikkat etmemiş” diyecek, tazminat ödemeyecekler. İdare kendi sorumluluğunu üzerinden atmaya çalışıyor. Hiçbir idareci sahada yokken, bizler sahadayız. Kendilerini koruyorlar, ama bizleri ateşe atıyorlar. Bana “sosyal mesafeyi koru” deseler gülerim. O zaman hastaya yemeği iki buçuk metrelik bir kaşıkla yedirmem gerekir.

Salgın başladığından bu yana, sakinlerin gerekli ihtiyaçları karşılandıktan sonra odada durmamamızı istiyorlar. Zaten çağrı sistemi var, gerekli olduğunda çağırıyorlar. Ama önceki gibi gidip onlarla sohbet edemiyoruz. Buna da üzülüyoruz. Bazı yaşlılarımız bize küsmeye başladı. Kimi anlıyor, hoş karşılıyor, kimi kızıyor. Biz zaten gerekli önlemleri alıyoruz. İşimiz olmamasına rağmen, her saat gidip iyi olup olmadığını, herhangi bir komplikasyon geçirip geçirmediğini kontrol ediyoruz. Buna rağmen bazı nöbetçi amirler “niye oturuyorsunuz, odalara gidin, sakinlere bakın” diye hesap soruyor, ahkâm kesmeye kalkıyor. Bu durum  personeli üzüyor, yoruyor. İnsan çalışmak bile istemiyor.

Yukarıdan talimat, aşağıdan özveri

Sağlık bakanının “kurumlardan istifa etmek isteyen sağlık çalışanları için ciddi yaptırımlar düşünüyoruz” diye açıklaması var. Bizi de kapsıyor. Diplomalarımızın, sertifikalarımızın iptal edilmesiyle tehdit ediliyoruz. Ama salgın dönemi yapılan mesai için hiçbir ek ödeme almıyoruz.

Sağlık Bakanlığı’na bağlı olanlara yapıldığı gibi bize de ek ödeme yapılsa, personelin en azından psikolojik olarak biraz rahatlayacağını düşünüyorum. En azından, sürecin sonunda yıllık iznimize bir 15 gün ekleseler personel biraz rahatlar, hoşumuza gider. “Bu süreçte çok çalıştık, ama devlet de bize bunu verdi” deriz. Ama hiçbir şey vermeden hep özveri, hep özveri beklenirse, kimsenin mutlulukla ilgili bir beklentisi kalmıyor.

İdareciler alttaki durumu bilmeden tepeden yönetmeye çalışıyor. Alttaki durumu sadece kendi adamlarından öğreniyorlar, personele sorayım diyen yok. Pozitif olup hastanede yatan arkadaşlarımızı her gün arayıp bir şeye ihtiyaçları var mı diye soruyoruz. Ama nereye kadar? Hastanede yatan personelini arayan bir idareci duymadım ben. En azından arayıp “Ben kurum müdürüyüm, geçmiş olsun. Bir ihtiyacın, bir arzun var mı? Evde ailene, çocuklarına sahip çıkacak biri var mı?” diye sormalılar. Sonuçta Aile ve Çalışma Bakanlığı. İsmiyle tezat oluşturmamalı. İstanbul Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürü “dilenmek zorundayım, çöp toplamak için dışarı çıkmak zorundayım” diyen vatandaşa “geber” diyebiliyor.

^