Kimi 10 yıl, kimi 17, kimi de 19 yılını verdi Cargill’e. Şeker kotasının düşürülmesini gerekçe gösteren şirket onları 2018 Nisan’ında işten çıkardı. Hakikat farklıydı. Çalışma şartlarının iyileştirilmesi için üyesi oldukları Hak-İş’e bağlı sarı sendika Öz Gıda-İş’in kılını kıpırdatmaması üzerine 14 işçi Tekgıda-İş’e geçti. Ve Cargill sendika değiştiren işçilerin iş akitlerini derhal feshetti. Mahkemelerden işe iade kararı çıktı, ama Cargill onları geri almadı. O işçiler 19 aydır direnişte. Orhangazi’deki Cargill fabrikası önünde eylemlerini sürdüren işçileri dinliyoruz.
Önce sizi tanıyalım ve bu direnişe nasıl, niçin başladığınızı dinleyelim.
Yücel Özkan: Yaklaşık on yıldır Cargill’de üretim işçisi olarak çalışıyordum, 17 Nisan 2018’de işten çıkarılana kadar. İşveren şeker kotasını bahane ederek iş akdimizi feshetti. Biz de tabii akabinde, işten çıkarıldığımız günün akşamında, sendikamız Tekgıda-İş’ten örgütlenme uzmanımız Suat Karlıkaya ile bir toplantı yaptık. Önümüzde iki seçenek olduğunu söyledi: Ya davamızı açıp başka işlerde çalışacaktık ya da direnecektik. Bizim zaten bir işimiz vardı, onu kaybettik, kaybedecek bir şeyimiz yoktu. Onurlu bir direnişle geri dönmek en güzeliydi. Biz de bu yolu tercih ettik.
Fatih Gürhan: İşten çıkarıldığımda Cargill’de 17 senelik işçiydim. Sendikaya üye olduğum için işten çıkarıldım. İşveren sendikalaşmanın önüne geçmek ve diğer işçilere gözdağı vermek istedi. İlk önce baskı yaptı, sonra tehdit, baktı olmuyor, sendikal mücadele devam ediyor, işten çıkarmaya gitti. İşten çıkarılanların hepsi sendikalaşma mücadelesinde öncü işçilerdir.
Oğuz Çömez: İlk işyerim Cargill benim. Altı yıl buraya emek verdim, bunun karşılığı işten çıkarılma oldu. Resmi gerekçe şeker kotasının düşürülmesi olarak gösterildi, ancak asıl neden sendikal mücadelemizdi.
Nişasta bazlı şeker kotasının düşmesini gerekçe gösterdiler. Böyle bir söylem vardı, ancak yasa yürürlüğe girmemişti. Biz çıkarıldıktan beş-altı ay sonra yürürlüğe girdi.
Abdullah Saraç: Sekiz sene Cargill’de rafineri operatörü olarak çalıştıktan sonra sendikal gerekçelerle işten çıkarıldım.
Muammer Özcan: 19 yıldır Cargill’de çalışıyordum. Haksızca işten çıkarılınca arkadaşlarımızla oturup konuştuk. Önümüzde iki yol vardı: Ya başka bir iş bulacaktık ya da bu haksızlığa başkaldırıp direnişe geçecektik. Biz direnmeyi seçtik.
Eşref Özkan: Yaklaşık iki yıl Cargill’de çalıştım. 17 Nisan 2018’de gece vardiyasının sabahında işten çıkarıldım. Nişasta bazlı şeker kotasının düşmesini gerekçe gösterdiler. Böyle bir söylem vardı, ancak yasa yürürlüğe girmemişti. Biz çıkarıldıktan beş-altı ay sonra yürürlüğe girdi.
Özgür Yiğit: 43 yaşındayım. Evliyim, iki çocuğum var. Cargill’deki maaşın yaşamımı idame etmeye yetmeyeceğini anlayınca şefimle konuştum. Şefim de “Kapı orada, istersen başka bir yere gidebilirsin” dedi. Ben de Tekgıda-İş Sendikası’na üye oldum. Bir ağabeyim, “Keşke üye olmasaydın, kovarlar seni” dedi. Nitekim öyle oldu. Ama sendikamız Tekgıda-İş sahip çıktı bize. “Başka yere girseniz de aynı şeyler başınıza gelebilir” dediler. Biz de inanarak direnişe başladık, hâlâ da inanıyoruz. Kolay değil, 550 günü geçti.
Faik Kutlu: Cargill’de dört yılı aşkın süre operatör olarak görev aldım. İşten çıkarılma sürecimiz 2018’e uzanıyor. O zaman başka bir sendikadaydık ve 80 gün süren bir direnişimiz olmuştu. O sendika pasif rol oynamıştı, Tekgıda-İş ile tekrar örgütlenme çalışmasına girdik.
Pasif rol oynayan sendika hangisiydi?
Gürhan: Biz 2012’de Hak-İş’e bağlı Öz Gıda Sendikası’nda örgütlenmeye başladık, sonra sendika bizi ortada bıraktı, hüsranla sonuçlandı. Sonra biz sendika değiştirerek, Tekgıda-İş’e geçtik. 2018’de sendika yetki başvurusu yaptı. Tam son aşamalara gelmişken, işten atmaya başladılar.
Haksızca işten çıkarılınca arkadaşlarımızla oturup konuştuk. Önümüzde iki yol vardı: Ya başka bir iş bulacaktık ya da bu haksızlığa başkaldırıp direnişe geçecektik. Direnmeyi seçtik.
Hak-İş yapması gereken neyi yapmıyordu?
Gürhan: Hak-İş buraya geldiğinde çoğumuz yeni işçiydik, sendikalaşmayı bilmiyorduk, çok gençtik. O zaman şartlar, maaşlar iyiydi. ABD’li bir işveren vardı, sonra Türk biri gelince hemen işçiye vurmaya başladı. Biz de “böyle olmuyor” diye uyarılarda bulunduk. Önceleri buradaki en iyi fabrika, en iyi ücret alan bizken orta seviyeye geriledik ve aşağıya doğru düşmeye başladık. Uyarılarımıza karşı kapıyı göstermeye başladılar bize. Önümüzdeki tek alternatif sendikalaşmaktı. O zaman buradaki arkadaşlar Hak-İş’e bağlı Öz Gıda-İş’e üye oldu. Orası hükümete yakın ya, yetki konusunda baskı olur diye oraya gittik. Ama baskı yapmadıkları gibi, hiçbir şey de yapmadılar! Hatta ayrımcılık yaptılar! Direniş iki-üç ay sonra bitti, biz de alâkayı kestik. Sonra Tekgıda’yı araştırdık, şimdi oradayız ve gerçekten de sonuna kadar yanımızdalar, bunu canlı canlı görüyoruz.
Direnişe kaç kişi devam ediyorsunuz?
Yücel Özkan: Toplamda 14 kişi işten çıkarıldık. Dört arkadaş hiç başlamadı direnişe. İki arkadaşsa başka işleri tercih etti. Aktif olarak sekiz kişi devam ediyoruz direnişe.
Bir mahkeme süreci var, son durum ne?
Yücel Özkan: Cargill bundan önceki işçi kıyımlarında da aynı şekilde sendikal tazminata mahkûm edildiği için haklı olduğumuzu düşünüyorduk. Akabinde dava açtık. Direnişin 450. gününde nihai kararlarımız çıktı. 15 günlük gerekçeli karara itiraz süresi vardı. Genel merkez yöneticilerimiz Cargill yönetimiyle görüşüp bu konunun daha fazla uzatılmaması gerektiğini söyledi. Cargill bu iyi niyete karşı sürenin sonunda karara itiraz etti. Şu an dosyalarımız bölge adliye mahkemesinde, yani İstinaf’ta. Cargill’in amacı zaman kazanmak. Bir-iki ay içinde kaç kişi buradan ayrılır diye bekliyorlar. Biz 19 aydır buradayız. Bir-iki ay oyalamayla zaman kazandıklarını düşünüyorlarsa yanılıyorlar.
Anayasa işçiye örgütlenme hakkı tanıyor, işçi bu hakkı kullandığı için işveren tarafından işten çıkarılıyor. Şimdi hükümete söylüyorum: İşime geri dönmek için dava açıp kazanıyorsam, işe dönmek de hakkım.
Anayasa işçiye örgütlenme hakkı tanıyor, işçi bu hakkı kullandığı için işveren tarafından işten çıkarılıyor. Şimdi hükümete söylüyorum: İşe geri dönüş için açtığım davayı kazandıysam senin işverene “bu arkadaşı almak zorunda değilsin, dört maaş verip konuyu izale et” demen etik değil. İşime geri dönmek için dava açıp kazanıyorsam, işe dönmek de hakkım.
Gürhan: Mesela ben davayı kazandım. Haklıyı, haksızı tarafsızca hâkim belirler, değil mi? Ama biz davayı kazandığımız halde hâlâ buradayız. Anayasada boşluk var. Diyor ki, “tamam, davayı kazandın, ama işverene soracağız”. Halbuki bana, “Sen haklısın, Cargill anayasaya uymamış ve suç işlemiş. Sen işe geri dönmek mi istiyorsun, bu cezanın ödenmesini mi?” diye sorması gerek. Biz işi seçiyoruz, ancak buna rağmen anayasa bu seçimi işverene bırakıyor. İşveren zaten seni gözden çıkarmış. Bunun değişmesi gerekiyor, bizi mağdur eden kanun bu. Bu sadece bizim değil, Türkiye’deki bütün işçilerin kanayan yarası.
Yücel Özkan: Biz Cargill direnişçileri olarak anayasanın tanıdığı örgütlenme hakkını kullandık. Cargill örgütlenme hakkımızı açıkça gaspetmiştir. Hem bugün hem de geçmişte yaşananlardan Cargill’in sendika düşmanlığı bellidir. Bizim tek talebimiz kaybettiğimiz işimize dönmek, çalışmak. Biz performansı yüksek insanlardık. Buna rağmen Cargill bir sınıflandırma yapmadı, “seçmece” davrandı. Çünkü ne tesadüftür ki bütün işten çıkarılanlar sendika üyesi ve sendikanın Cargill’e girmesi için öncülük eden arkadaşlardı.
Özcan: Mahkemelerde işe iade kararı çıksa bile işe geri alınmıyoruz. Mücadeleden başka çaremiz yok. Biz de öyle yapıyoruz.
Ekim ayında, Cargill sponsorluğunda İstanbul’da düzenlenen “Sürdürülebilir Gıda Zirvesi”nde bir eylem gerçekleştirdiniz. Orada sesinizi duyurabildiniz mi?
Özkan: Biz Cargill’in sponsor olduğu bu işi haber aldık ve sendikalı olduğumuz için işten çıkarıldığımızı halka bildirmemiz gerekiyordu. Bildiriler dağıttık. Sabah saatlerinde kongrenin olacağı yere gittik. İçinde bulunduğumuz durumu İngilizceye tercüme eden arkadaşlarımız oldu. Oradaki halk çok saygı duydu bize. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ile örgütlenme uzmanımız Suat Yerlikaya görüştüler. Danışmanları aracılığıyla bu konuyla ilgilenip bize dönüş yapacaklarını söylediler.
Dönüş yaptılar mı?
Hâlâ bekliyoruz.
Bir buçuk yıldır süren uzun bir direniş. Aileniz nasıl etkileniyor?
Kutlu: Ben eşimi istedim, iki gün sonra işsiz kalıp direnişe geçtim. İstanbul’da gözaltına alındım, gözaltının ertesi günü nişanım vardı. Bu süreçte evlendim. Eşime en başta söyledim. O destek olmasaydı evimde huzur kalmazdı. En önemli şey ailelerin desteği. Çünkü buradan çıkıp evimize gidince, onlarla dertleşiyoruz. Onlar destek olmasa buraya da moralsiz geliriz, karamsarlığa düşeriz. Beş gün bile dayanamayız onların desteği olmasa. Biz zaten ailelerimizle mutlu olalım diye mücadele veriyoruz.
Direniş kafamdaki dar kalıpları yıkmamı sağladı. Evden işe, işten kahveye, kahveden eve giden insanlardık. İşçi, sınıf, emek, sömürü ekseninde bakmıyordum hayata.
Saraç: Tabii ki eşimin “bu iş olmayacak, nereye kadar böyle gidecek” dediği noktalar oluyor, karamsarlığa düşüyor. Çünkü bu işin içinde değil, dışında. Sadece bana destekçi. Ama hayatın şöyle bir gerçeği var: 500, 600 gün geçer de olmazsa diye kaygılar var. Sonuçta hepimizin borcu harcı var. Ama şu an direnişi bıraksam da hemen iş bulamam. İşi buraya kadar getirmişim, varsın sonuna kadar olsun.
Yücel Özkan: İşten çıkmadan önce de bu maddi sıkıntıları konuşuyorduk. Yaşam şartlarımız için yeterli ücreti alamıyorduk. İşten çıkarılmam çok sürpriz olmadı. Ailem, eşim, yakın çevrem bu direnişi destekliyor. Çünkü haklı olan biziz.
Gürhan: O dönemde bizi işten çıkardıklarında ailem üzüldü tabii. “Üzülecek bir şey yok, direneceğiz” dedim ve onlar da bana destek verdi.
Özcan: Maddi olarak bakmakla yükümlü olduğumuz ailelerimiz var. Onlara bunu anlatmak zor, çünkü işveren haklı çıkarıyor kendini. İnsanlar da “tazminatlarınızı almadınız mı?” diye soruyorlar. Aldık, ama haksız yere işten çıkartıldık ve bunun mücadelesini vermek zorundaydık. Biz de bunu ailelerimize anlattık, bu süre zarfında onlar da bize inanmaya başladı. O yüzden de başarmamız gerekiyor. Biz başaralım ki aynı şeyle karşılaşan işçiler bizi örnek alıp haklarını arayabilsin.
Bu uzun direnişinizi nasıl tanımlarsınız ve direniş size ne öğretti, öğretiyor?
Gürhan: Direnişin öncesi, bir de sonrası var. Direnişle beraber siyasi görüşün, insanlara bakışın tamamen değişiyor. Mesela sendikalaşma süreci başlayınca işyerinde bize selam vermemeye başlayanlar da oldu. İnsanların kişiliklerini, güvenilirliğini öğrendim. Ama dışarıdaki dayanışmayı da öğrendim, kimlerin bu işlere destek verdiğini. Dayanışmanın, direnişin, mücadelenin ne demek olduğunu öğrendim. Örneğin bir yürüyüş yaptık, o gün menfaati olmayan insanlar bizim yanımızdaydı. Çorbasını, sigarasını, gerekirse cebindeki parasını paylaşan, bizimle sabahlayanlar oldu. Bu ülkede o kadar çok geçinemeyen insan var ki, bu durumdaki insanların bu dayanışmayı göstermesi çok kıymetli bizim için.
İşçinin birlikte neler yapabileceğini öğrendik. Dayanışmanın önemini öğrendik. Fikirlerimiz, bakış açımız değişti. Bu direniş çadırı gerçekten bir okul.
Kutlu: Bu işçi sınıfı mücadelesi. Her şey buradaki çadırda başladı, her geçen gün arttık. Direnişin bilinirliği arttı. Bu da daha fazla işçinin bilinçlenmesi demek. Biz de bu yola çıkarken bu kadar kitleselleşeceğini bilemezdik. Ama demek ki isteyince oluyormuş. Bizden sonra direnişe başlayanlar belki bizi de örnek aldı. Şu dönemde bakıyorum, insanlar direnişi seçiyor. Çünkü işçi hangi firmada çalışırsa çalışsın hak kayıpları yaşamaya başladığında, bir çıkış yolu aradığında başına gelecek şey kapı dışarı edilmek. İşçinin emeğini sömür sömür, o insanın en güzel yıllarını al, sonra da işten çıkar. Çünkü daha iyi sömürebileceği bir işçi kesimi geliyor ardından. Ama bizim de haklarımız var. İşçiler bunların farkına varınca, talepleri olunca işverenin işine gelmiyor.
Çömez: Direniş öncelikle kafamdaki dar kalıpları yıkmamı sağladı. Evden işe, işten kahveye, kahveden eve giden insanlardık. İşçi, sınıf, emek, sömürü ekseninde bakmıyordum hayata. İstanbul’dan kalkıp Orhangazi’ye bu çadıra bizi ziyaret etmek için gelenler var. Hayatı o tarafından yaşayan insanlar var. Başka yaşamlar gördüm, kendimi geliştirmek için onlarla sohbet ettim, bambaşka şeyler öğrendim.
Yiğit: Ben çalışırken işten eve, evden işe gidip gelen bir insandım. İlk direnişe başladığımızda slogan atmayı bilmeyen insanlardık. Buradan başladık ve bizim gibi binlerce insanın olduğunu farkettik. Açıkçası bu kadar insanın bizim gibi mağdur olduğunu bilmiyorduk. Bizim omuzlarımızda gerçekten bir yük var artık, örnek olmak istiyoruz. Bunun mücadelesini veriyoruz.
Özcan: İşçinin birlikte neler yapabileceğini öğrendik. Bizim örgütlü olduğumuz bir fabrikada işten çıkarmalar oldu ve arkadaşlarımız fabrika önünde direnerek akşama kadar bu işi hallettiler. İşte bu işçinin gücüdür. Biz de örgütlenip iş güvencesini elde etmeye çalışıyoruz. Dayanışmanın önemini öğrendik. Fikirlerimiz, bakış açımız değişti. Bu direniş çadırı gerçekten bir okul.
Eşref Özkan: Direniş ne, sendika ne iş yapar, bilmiyordum. Daha önce Türk Metal Sendikası’nın etkin olduğu yerde çalışıyordum, ancak onların da pek sendikacılık yaptığı söylenemez. İşten çıkarıldığım zaman niçin direndiğimi bilmiyordum. Bir haksızlığa uğramıştım, bu yüzden direnişe başlamıştım. Suat ağabeyin konuşması etkili olmuştu. “Direnirseniz başarabiliriz” demişti. Nestle’den 28 arkadaşımız işten çıkarılmış, 400 gün direnip işlerini kazanmışlardı. Şu anda orayı sendikal anlamda yöneten kişiler onlar. Onların söylemleri de etkili oldu direnişe başlamamızda. İlk önce kendimiz için başladık direnişe, sonra ailemiz, arkadaşlarımızın çocukları için, onlara düzgün bir gelecek bırakabilmek için. Buradan altı günde İstanbul’a yürüdük, orada 43 gün betonda yattık. Biz haklarımızı kazanalım, bedelini ödeyelim ki, çocuklarımız oralarda yatmasın diye. İşçi sınıfına bir kazanç bırakmak için buradayız.
Nestle’den 28 arkadaşımız işten çıkarılmış, 400 gün direnip işlerini kazanmışlardı. Şu anda orayı sendikal anlamda yöneten kişiler onlar. Onların söylemleri de etkili oldu direnişe başlamamızda.
Saraç: Bu direniş müthiş bir tecrübe, bir okul. “Para vereyim de bu tecrübeyi kazanayım” diyebileceğin bir şey değil. Buna onur mücadelesi, işçi sınıfı mücadelesi diyebilirsiniz. “Ben bırakıyorum” deyip bırakılacak bir direniş değil. Çünkü sana senden fazla güvenen, inanan insanlar var. İşçinin hakkını, hukukunu, gücünü, işverenin işçi üzerinde ne gibi baskılar kuracağını, neler planladığını öğrendim ben direnişten. Şimdi fabrikaya girdiğimizde, işveren karşısında bilinçli birer işçi olacağız. Cargill’e dönemesek bile başka bir fabrikaya girdiğimizde oradaki işçi arkadaşlara farklı bilgiler aktarabilecek durumdayız.
Yücel Özkan: Sıradan bir işçiydim. Evden işe gider, boş zamanlarımı kahvede öldürürdüm. Haklarımı öğrendim. İşçi sınıfı beraber hareket ederse neler olur, bunu öğrendim. Birçok farklı siyasi görüşten insanla tanıştık. Ortak noktamız işçi sınıfının kazanımı ve mücadeleyi yukarı taşımak. Dayanışmayı, birlik olmayı öğrendim.
Sizin gibi direnen işçiler var. Onlara bir mesajınız var mı?
Eşref Özkan: Bir parmağı kırmak çok kolaydır, parmaklar birleşince yumruk olur. Yumruğu kırmak zordur. Ben işçi kardeşlerimin, işçi sınıfının direnmesini, haklarını kazanana kadar direnişlerini sürdürmelerini temenni ediyorum. Birleşe birleşe, direne direne kazanacağız.
Yücel Özkan: Haksızlığa uğradığımızda direnerek bir şeyleri kazanacağız. Boynumuzu büküp “buraya kadar” demek işin en kolayı. O yüzden direnişe devam.
Talebinizi yineleyerek, bir çağrınız varsa dile getirir misiniz?
Çömez: Bizim iki ana talebimiz var: İlki, işten çıkarılan 14 işçinin yeniden işbaşı yaptırılması. İkincisi ise Cargill işvereninin Türkiye’deki işçilerin anayasal haklarına saygı duyması. Bizim maddi bir beklentimiz yok, o yüzden de “gelin bu işi parayla çözelim” gibi bir durum söz konusu değil. Zaten bunu tercih etmiş olsaydık şimdiye dek on kez çözülürdü bu mesele. Biz arkadaşlarımızın iradesiyle o kapıyı en başından beri kapalı tuttuk. Biz bu yola 14 kişi çıkarken birbirimize güvendik, başka kimsemiz yoktu. Şimdi bakıyoruz ki bu artık komple işçi sınıfının mücadelesine dönmüş. Bizi sosyal medya dahil her yerden destekleyen arkadaşlarımıza çok teşekkür ederim. Tekgıda-İş Sendikası’na her yönden teşekkürler.
Saraç: Biz işverenden hak etmediğimiz bir şey istemiyoruz, hakkımız olan işi geri istiyoruz.
Son söz?
Yücel Özkan: Cargill mücadelesi ne pahasına olursa olsun kazanana kadar devam edecek. Bu 600 gün de olur, daha fazla da olur. Günlere takılmıyoruz, odaklandığımız başarı. Mücadeleden vazgeçmeyeceğiz, çünkü haklıyız.
Kutlu: Bu mücadeleyi sonuna kadar, yani kazanana kadar sürdüreceğiz. Bu fabrikada sendikal özgürlüklere saygı duyulduğu gün biz de kazanmış olacağız.