VEZİR MOHAMMAD NOURTANİ CİNAYETİ VE SİSTEMİN ÇARKLARI

Söyleşi: Bekir Avcı
28 Kasım 2023
Vezir Mohammad Nourtani'nin vesikalığı eşi Kamergül Maliki Nourtani'nin elinde. Fotoğraf: Cihan Çelik / Evrensel
SATIRBAŞLARI

Zonguldak’ta Vezir Mohammad Nourtani cinayetine uzanan olaylar nasıl gelişiyor?

İskender Bayhan: Ailesiyle Van’dan Zonguldak’a geldiğinde günübirlik işler yapıyor Vezir Mohammad Nourtani. Bir süre balık tutup satmaya çalışmış mesela. Öldürülmeden üç hafta kadar önce de bu maden işini buluyor. Eşi, Nourtani’nin bulduğu bu işin önceki günübirlik işlere göre daha sürekli, ücretinin de azıcık daha iyi olduğunu biliyor sadece.

Nourtani, eşi Kamergül Maliki’ye maden ocağının tutuklanan sahiplerinden birinin ismini ve telefonunu veriyor. “Herhangi bir durum olduğunda bu numara üzerinden bağlantı kurarsınız” diyor. Bir gece eve gelmeyince aile bu numarayı arıyor. Telefondaki kişi Nourtani’nin madende olduğunu söylüyor. Ama sabah erken saatlerde Nourtani hâlâ gelmeyince aile iyice kaygılanıyor. Telefonlara çıkan da olmayınca bu kez polise şikâyette bulunuyorlar. Morgda bir ceset olduğunu söylüyor polis de. Gidip morgda Nourtani’yi teşhis ediyor aile.

Cesedi teşhis ettiklerinde onlara bir belge, resmi herhangi bir şey verilmiyor. Çenesinde yaralar, vücudunda kırıklar olduğunu, belden aşağısının yanık olduğunu görüyorlar ve bunun bir cinayet olduğunu anlıyorlar. Şikâyetin ardından olay kamuoyunda duyulunca Nourtani’nin eşi polislere madenin ortaklarından birinin kendisinde olan telefonunu ve ismini veriyor. Onun üzerine gözaltılar yapılıyor.

Cinayeti nasıl işliyorlar?

İlk etapta altı kişi gözaltına alınıyor. Bunlardan üçü adli kontrolle salıveriliyor, üçü tutuklanıyor. Tutuklananlardan ikisi ocağın sahipleri: Enver Gideroğlu ve Hakan Körnüş. Tutuklanan diğer kişi orada çalışan bir işçi, Ahmet Aydın. Ocakta çok sayıda işçi çalışmadığı için başta aralarında ocak sahiplerinin de olduğu bu altı kişi gözaltına alınıyor. Birkaç Afgan işçinin daha ocakta olduğu söyleniyor, ama o olaydan sonra onlar ortadan kayboluyor. Gözaltına alınan, daha sonra adli kontrolle bırakılan işçilerden birinin ön otopsi üzerinden alınan ifadesi olayın resmi olarak iki ana kaydından birini oluşturuyor. Bir diğer kayıt ayrıntılı otopsi raporu olacak, ama o hâlâ hazırlanmış değil.

Bu çakal inlerinin ortaya çıkması ancak ve ancak bir iş cinayetiyle ya da Nourtani örneğinde gördüğümüz gibi, vahşi bir cinayetle mümkün. Onlara “kaçak ocak” denince yerel yönetim, mülki idare, vali, kaymakam sorumlu tutulmamış oluyor. Hatta “kaçakları” yakalamış, işlerini yapmış sayılıyorlar.

Söz konusu işçi, olayın nasıl yaşandığını ifadesinde anlatıyor: Nourtani’nin fenalaştığını, bu yüzden onu ocağın dışına çıkardıklarını, sonra madenin ortaklarına haber verdiklerini, onların gelip durumu gördüğünü söylüyor. “Hastaneye gitmesi lâzım, durumu iyi değil” dediklerini, ama ocağın sahiplerinden Hakan Körnüş’ün daha önce benzer bir nedenle ceza aldığı için, infazı yanmasın diye “Onu hastaneye götürürsek başımız belaya girer” dediğini ve Nourtani’yi yok etmeye karar verdiklerini anlatıyor.

Nourtani’yi Enver Gideroğlu’na ait arabanın bagajına koyuyorlar. Bunları anlatan işçi Nourtani’nin arabanın bagajına konulduğunda derin derin nefes aldığını söylüyor. Bundan sonrasını ise tutuklananlardan Ahmet Aydın anlatıyor: Yolda bir benzinciden beş litrelik benzin alıyorlar bidonla. Sonra Gelik’in ormanlık bölgesine götürüp Nourtani’nin üzerine benzini döküp yakıyorlar ve cinayet mahallinden ayrılıyorlar. Bir çukur kazıp gömmüyorlar bile. Orada öylece bıraktıkları için Nourtani’nin ölü bedeni bulunabiliyor. Öylece açıkta bırakmasalar, birisi çıkıp anlatmasa belki Nourtani’nin bedenini bulmak da mümkün olmayacaktı. Halihazırda gizlilik kararı olduğu için şu anda kimse dosyayı inceleyemiyor.

İskender Bayhan

Nourtani ailesini Afganistan’dan Zonguldak’a getiren koşullar neler?

Zonguldak’a geliş hikâyeleri çok çarpıcı. Önce İran’a, oradan Van’a, sonra Zonduldak’a geliyorlar. Yaklaşık 23 yıl önce Afganistan’ın Şaburgan şehrinden İran’ın Şiraz şehrine göç ediyorlar. İran’a göç etmelerinin nedeni Afganistan’daki zor yaşam koşulları, savaş, yoksulluk, işsizlik. Aile İran’dayken büyük oğulları bir iş kazası geçiriyor. Yanlış bir teşhis konuyor. Doktor herhangi bir müdahale uygulamadan doğrudan bacağını kesiyor. Buna tepki gösteriyor aile ve şikâyetçi oluyor. Doktor orada tanınan, bilinen biri. Ailenin deyişiyle, “arkası kuvvetli”. Böyle olunca, oradaki yönetimin de baskısıyla aile suçlu bulunup İran’dan sınır dışı edileceğini öğrenince Türkiye’ye kaçıyor, cinayetten beş ay önce Van’a geliyorlar.

Van’a geldiklerinde nasıl koşullarla karşılaşıyorlar?

Van’a geldiklerinde göç idaresinde tutuluyorlar. Konteynerde yaşıyorlar. Van’dan ilkin Iğdır’a, iki ay önce de Zonguldak’a gönderiliyorlar. Zonguldak’a gelişleri tamamen oradaki Göç İdaresi Müdürlüğü’nün yönlendirmesiyle oluyor.

Bu yönlendirme tesadüf mü? Ailenin özellikle göçmenlerin kayıtdışı çalıştırıldığı bir maden bölgesine gönderilmesinin altında nasıl bir neden var?

Altında bir şey aramaktan öte, halkaları birbirine bağlamak durumu izah edecektir. EMEP Zonguldak il başkanımız Ateş Türeli bir TTK işçisi, merkez ilçe başkanımız Fahri Bozbaş ise emekli bir maden işçisi ve aynı zamanda tiyatro-müzik sanatçısı. Oraları avuçlarının içi gibi biliyorlar, olup bitene hâkimler. Onlardan ve yerel basından edindiğimiz bilgilerle ailenin anlattıklarına bakınca şöyle bir tablo var: Halkın çok doğru tabiriyle, “çakal ini” denen bu ocaklarda daha evvel emekli madenciler, Zonguldak’ın kırsal bölgelerinden gelen gençler çalışıyorlar. Usta, emekli madencilerle genç işçiler birlikte, daha kontrollü ve kısmen “daha güvenli” bu işleri yapıyorlar.

Rödovans şirketlerinde kömürler raylı sistemle taşınıyor. Ama çakal inlerinde bu tamamen insan gücüyle yapılıyor. Modern kölelikle ilkel köleliğin sentezlendiği bir üretim düzeninin adı çakal inleri.

Ama maliyetlerden kaçınmak ve kömürden elde edilen kârı artırmak için koşullar gitgide ağırlaştırılınca, bölgedeki gençler başka kentlere sanayiye gidiyor, oralarda çalışıyor. Bu işleri yapacak emekli madenciler de pek kalmıyor. Çünkü “çakal inleri”ndeki çalışma koşullarını kimse göze almıyor artık. Tamamen çeteleşmiş, mafyalaşmış gruplar tarafından, madencilikle alâkası olmayan, madencilikten anlamayan ve ama esas olarak bu mekanizmanın nasıl yürüdüğünü bilen kişilerin elinde toplanıyor bu işler.

Nourtani’yi öldürenlerden Hakan Körnüş mesela, daha önce de “kaçak ocak” işletmekten ceza almış. Dolayısıyla, bu süreçte o koşullarda çalışacak işçinin bulunamaması akıllara şunu getiriyor: Göçmen işçilerin, özellikle Afgan göçmenlerin buralara yönlendirilmesi bilinçli bir tercih olarak görünüyor. İşte böyle bir yönlendirmeyle Zonguldak’a gidiyor Nourtani ailesi de. Ama müracaat ettikleri Zonguldak göçmen bürosu oturma ya da çalışma izni vermiyor kendilerine.

Oturma izni verilmemesinin gerekçesi ne?

Aile üç kez müracaat ettiğini söylüyor. Hepsinde reddediliyor. Gerekçe olarak da Zonguldak’ta böyle bir izne ihtiyaçları olmadığı ifade ediliyor. Aslında bölgeye gelen göçmen işçiler oradaki rödovans bölgelerinde kurulmuş çakal inlerindeki emek sömürüsünün ana dayanağı yapılıyor. Bunun bilinmemesi gibi bir durum yok. Bölgede yüzlerce çakal ini olduğu defalarca haber yapıldı.

EMEP’in Zonguldak’ta Nourtani ailesini ziyaretinden

Bunun bir ispatı da Nourtani’nin ölümünden hemen sonra Zonguldak’ta Jandarma eşliğinde birçok kaçak maden ocağının patlatılması değil mi?

Tabii ki. Valilik Nourtani’nin çalıştığı ocak dahil, elliye yakın kaçak ocağı bir gecede dinamitledi. Siz bir gecede elliye yakın kaçak ocağı bulup dinamitleyebiliyorsanız, bundan haberdarsınız demektir. Dinamitleme dedikleri de, çakal inlerinin giriş bölümleri. Oraları dinamitleyince ocağın kullanılamaz hale getirildiği varsayılıyor. Ama aradan biraz zaman geçince bir başka yerde yeni bir çakal ini açılabiliyor, kurulabiliyor. Bunun önünde bir engel yok çünkü. Ayrıca maliyeti de yok. Böyle bakınca, yüzlerce Afgan işçinin oturma izni, çalışma izni verilmeden orada bulunmasına ses çıkarmamak tabloyu ortaya koyuyor. Bütün bunlar oradaki yerel yöneticilerin sorumluluğunda.

“Kaçak maden ocağı” denen yerlere, halkın deyişiyle, “çakal ini” diyorsunuz. Neden bu tabir daha doğru?

Bu ocaklara insanlar servislerle falan gidip gelmiyor. Çalıştırılan işçiler oturdukları semtlere yakın yerlerde ya da şehir merkezlerinde bir araya gelip, bir araçla toplu olarak götürülüyorlar ocaklara. Böyle onlarca, yüzlerce araç gidiyor her gün. Bunun bilinmeme, görülmeme ihtimali var mı? Zonguldak’ın nüfusu kaç ki? Hele Kilimli, küçük bir ilçe. Gelik ise küçücük bir belde. Oraya gezmeye gitse dışardan biri, dikkat çeker. O yüzden “kaçak maden ocağı” kavramı durumu anlatmıyor. Ortada ne doğru düzgün ocak var, ne altyapı var, ne de kaçak bir durum var. Bu “kaçaklık” vurgusu üzerinde ısrarla durmak gerekiyor. Çünkü “kaçak” dendiğinde birtakım sorumlulukları üzerinden atabiliyor devlet.

Nasıl?

Bu çakal inlerinin ortaya çıkması ancak ve ancak bir iş cinayetiyle ya da Nourtani örneğinde gördüğümüz gibi, vahşi bir cinayetle mümkün. Onlara “kaçak ocak” denince yerel yönetim, mülki idare, vali, kaymakam sorumlu tutulmamış oluyor. Hatta üstüne üstlük “kaçakları” yakalamış, işlerini yapmış sayılıyorlar.

Rödovans sisteminin üretime dönüşmesi çakal inleri aracılığıyla oluyor. En altta çakal inlerinin, üstte rödovans sisteminin ve rödovans sahiplerinin kurduğu ocakların, onun üzerinde de TTK’nin olduğu bir mekanizma. Ve tabii buna ses çıkarmayan sendika yönetimi.

Nasıl bir rant dönüyor “çakal ini” denen bu ocaklarda, nasıl kârlar elde ediyor buraların sahipleri?

Kayıt dışı bir şeyden söz ediyoruz, muhasebesi de yok haliyle. Ama mesela, bir rödovans alanında çıkarılan kömürün yüzde yirmisini çakal ininin sahibi alıyorsa, yüzde kırkını rödovans sahibi, geriye kalan yüzde kırkı da TTK alıyor. Yani rödovans sahiplerinin TTK’den kiralama yöntemindeki “çıkarılan kömürün ton başına bir meblağ belirlenmesi” anlayışı rödovansçıyla üçüncü şahıslar, yani çakal inlerini çalıştıranlar arasında da aynı biçimde sürüyor. Ortaya çıkan kâr ve rantı tamamen kafalarına göre aralarında paylaşıyorlar.

Normalde bu rödovans şirketlerinde, ideal yöntemlerle kurulan ocaklarda, kömürler raylı sistemle, zincir olarak taşınıyor. Ama çakal inlerinde bu tamamen insan gücüyle, çuvallarla yapılıyor. Üretim de çok ilkel. Modern kölelikle ilkel köleliğin sentezlendiği bir üretim düzeninin adı çakal inleri.

Normal bir ocaktan farklı olarak oralardaki işleyiş, üretim koşulları, çalışma şartları nasıl?

Kaçak ocaklar daha çok gözden ırak, ormanlık alanlarda oluyor. Bu bölgelerde vurdulu- kırdılı olaylarla isim yapmış, gücünü siyasi yapılardan alan kanun tanımaz tipler kolaylıkla bir çakal ini tezgâhı kurabiliyor. Emek gücünü ise özellikle sosyal yaşama kapalı, her ne pahasına olursa olsun çalışan göçmenler oluşturuyor. Bu ocaklarda çalışma alanı dar olduğundan en fazla üç-beş, genelde iki kişi çalışıyor. Seyyar bir elektrik lambasıyla aydınlatma yapılırken, gaz ölçümü için, bu işin erbabı, gaz ölçüm aleti olan bir kişi bazen kontrole geliyor. Gaz varsa, bir süre üretim durduruluyor. Havalandırma olanağı varsa, ilkel yöntemlerle müdahale ediliyor.

Kaçak ocaklarda tahkimat ormandan kesilen her çeşit ağaç direkle yapılır. Oysa madencilikte çam idealdir. Fakat kaçak ocak günü kurtarmak için ne varsa onu kullanıyor. Vagonla ray üzeri nakliyat en uygundur, fakat maliyet yüksek olduğundan, kova, çuval vb. elle taşınır malzeme kullanılıyor kaçak ocaklarda. Kazma, kürek en önemli üretim aracıdır. “Mortik” veya “tabanca” olarak tanımlanan basınçlı veya elektrikli martopikör idealdir. Fakat bunu tedarik etmek ve alt yapısını oluşturmak da masraflı iş. Kaçak ocak işlerini yürüten kişiler menfaatleri gereği birbirleri ile çok sıkı fıkıdır. Yasa dışı iş ilişkisi içinde olduklarından çemberin daralmaması ve her şart altında kömüre yol vermek için her yola gelirler. Nourtani cinayetinde gördüğümüz gibi, yaralı bir işçiyi yakarak öldürmeye kadar varan canilikler yapılabiliyor.

Kamergül Maliki Nourtani

Basına yansıyan haberlere göre, Nourtani’nin çalıştırıldığı maden ocağı 6 Kasım’da göçertilerek kullanılamaz hale getiriliyor, ama başka bir giriş açılarak yeniden kömür üretimine başlanıyor. Cinayet 9 Kasım’da işleniyor, 10 Kasım’da Nourtani’nin cansız bedeni ormanda bulunuyor. Cinayetin gündem olması üzerine de devlet eliyle bazı çakal inleri göstermelik dinamitleniyor. Bu dört-beş günlük kronoloji bize ne anlatıyor?

Bu kronolojinin arkasında 20 yıllık bir özelleştirme, 2004’te AKP’nin çıkardığı bir yasayla taş kömürü madenlerindeki rödovans uygulaması var. Legalleştirilmiş devasa bir sistem. Anayasada madenlerin özelleştirilmesi, özel mülk olması mümkün değil. Sistem bunu aşmak için özelleştirmenin bir adımı olarak rödovans, yani kiralama sistemi uyguladı. Sadece Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) kiralama işlemi yapabiliyor. Bu maden bölgelerinde TTK belli bir ton başına üretimi belirlenen meblağ üzerinden maden ocaklarını şirketlere ve kişilere kiralıyor. Rödovans kiralamak demek. Ama sözcüğün Fransızca kökeni haraç demek. Yani aslında TTK maden sahalarını haraç olarak kiralıyor.

Çakal inleri bu “resmi” sisteme nasıl bağlanıyor?

Yüksek kâr ve rant elde edebilmek için rödovans sahibi şahıs veya şirketler belli bölgelere ocaklar kuruyor. Bunu resmi olarak yapıyorlar. Ama bir süre sonra “tahkimat yapılıyor, ocakların bakımı var” falan deyip ara veriyorlar. O bölgeleri ellerinde tutuyorlar ve daha ucuz, daha az maliyetli bir yöntem olarak bu çakal inlerini işleten, daha alttaki üçüncü şahıslara kiralıyorlar.

Bu üçüncü şahıslar da tek bir rödovans sahibinin TTK karşısındaki yükümlülüğü gibi rödovans sahiplerine karşı yükümlüler. Çıkardıkları kömür tonuna göre onlara para öderler. Dolayısıyla, rödovans sisteminin üretime dönüşmesi bu çakal inleri aracılığıyla oluyor. Kömürün bütün kârı ve rantı aşağıdan yukarıya, bu şekilde paylaşılıyor. Yani en altta çakal inlerinin olduğu, üstte rödovans sisteminin ve o rödovans sahiplerinin kurduğu ocakların olduğu, onun üzerinde de TTK’nin olduğu bir mekanizma. Ve tabii buna ses çıkarmayan sendika yönetimi…

Nourtani’yi öldüren şahıs eski MHP Gelik belde başkanı. MHP’nin Meclis’teki açıklaması: “Bu şahıs alkollü araç kullanmaktan ceza almış, sonra yönetimden çıkarılmıştır.” Adam onlarca Afgan madenciyi kaçak çalıştırmış, ceza almış. İnfazının yanma pozisyonu var, yine de ocak işletiyor. Bu durum merkezi ve yerel iktidar güçlerinin ağırlığını da gösteriyor. Genel Maden-İş de bu çarkın nasıl döndüğünü gayet iyi biliyor.

Sendika, yani Türk-İş’e bağlı Genel Maden İşçileri Sendikası bu çarkın neresinde?

2018’den itibaren Zonguldak Maden Mühendisleri Odası’nın TTK’ye ve yetkili mercilere sunduğu raporlar var. Bu raporlarda kaçak ocak faaliyetlerinin, sanılanın aksine, işsizliği körüklediği gibi, güvencesiz çalışma ve iş cinayetlerini de tetiklediğine dair uyarılar var. Buna rağmen Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) bu duruma göz yumuyor. Sendika TTK’nin özelleştirilmesini biliyor. TTK’ye işçi alımı çok nadir ve politik amaçlarla yapılıyor, bundan haberdar. Bu rödovans kiralamaları, çakal inlerinin işletilmesi, hepsi yerel ve merkezi iktidarın bilgisi dahilinde. Birçoğu da siyasi bağlarını kullanarak bu işi yapıyor.

Nourtani’yi öldüren şahıs eski MHP Gelik belde başkanı. MHP’nin Meclis’teki açıklamasını burada hatırlamak lâzım. “Bu şahıs alkollü araç kullanmaktan ceza almış, sonra yönetimden çıkarılmıştır” açıklaması yaptılar. Suç olarak bunu görüyorlar. Ya adam onlarca Afgan madenciyi kaçak çalıştırmış, suç işlemiş, ceza almış. İnfazının yanma pozisyonu var, yine de ocak işletiyor. Ama MHP yönetiminin açıklaması bu. Bu durum orada merkezi ve yerel iktidar güçlerinin siyasi ayağının nasıl oluştuğunu da gösteriyor. Genel Maden-İş de bu çarkın nasıl döndüğünü gayet iyi biliyor. Amasra’da, 2022’de 43 maden işçisinin yaşamını yitirdiği katliamda da sendika yönetimi çok eleştirilmişti. İşçilerin şikâyetlerine rağmen madene gitmek zorunda kalmaları, çalıştırılmaları, üretimin durdurulmaması tartışıldı. Sendikanın Zonguldak’taki tavrı, “Bizi ilgilendirmez, üyemiz yok orada, bunlar zaten sendikaya da üye olamıyor, kaçak çalışıyorlar” şeklinde. Ama bir işçi sendikası olarak, bıraktık sınıf sendikacılığını, işçilerin mesleki örgütü olarak bunu raporlarsın en azından, buradaki durumu söylersin. Buralar binlerce işçinin alın terinin sömürülmesinin dayanağı olmuş, TTK’de çalışan işçilerin ücretlerinin düşürülmesinin gerekçesi olmuş. Bir sürü neden var. Bunun üzerine gitmemek bile o çemberin içinde bir rol oynamak anlamına geliyor. Zonguldak Emek ve Demokrasi Güçleri bir açıklamayla durumu protesto ettiler, oraya dahi katılmadı sendika.

Vezir Mohammad Nourtani’nin yakıldıktan sonra bırakıldığı ormanlık alan

Nourtani cinayetinde büyük bir vahşet ve akıl almaz bir cüret var. Bu cüret nereden geliyor?

Az önce sözünü ettiğimiz, TTK’nin en üstte olduğu, altında rödovans ve onun altında çakal inlerinin olduğu sistemin uzantısı olduğunu bildikleri için bu cüret var. O işçilerin orada kaçak çalıştırıldığını, herhangi bir kaydın olmadığını bildikleri ve ayrıca MHP’li oldukları, yani iktidarın bir parçası oldukları için bu cürete sahipler. Ama cüretin önemli sebeplerinden biri de bütün bunları denetlemesi, takip etmesi, kayıt altına alması, soruşturması gereken bürokrasinin hiçbir şey yapmaması. Tüm bunları bilirseniz gayet cüretli olursunuz. Cüretiniz nereye kadar uzanır, artık saklanamayacak kadar vahşi bir cinayeti işledikten sonra –ki o cinayeti işlemek de bir cüret– öldürdüğünüz kişiyi yakıp, ulu orta bırakıp gitmeye varacak kadar. Yakıp gömmemek de bir cüret. İşi böyle halledebileceğini düşünüyor çünkü.

Afgan göçmen işçilerin sadece iş gücü olarak değil, bütün ruhu ve bedeniyle satın alınabilir olduğu bir sistemin olması bütün bu cüretin temelini oluşturuyor. Düşünün, böyle bir cinayeti infazının yanacağı düşüncesiyle işliyor, işlediği cinayetin açığa çıkmayacağını düşünebiliyor. Şunu da ekleyeyim, biz altıncı gün ailenin yanındaydık. Biz gittiğimizde aileyi valilikten, kaymakamlıktan, belediyeden, göçmen bürosundan hiçbir yetkili ziyarete gelmemişti. Biz oradayken sadece sosyal hizmet birimi görevlileri gelmişti, o kadar.

Bunun nasıl bir anlamı var?

Bu davanın seyri açısından valilik yetkililerinin, yerel yöneticilerin oraya gelmemesi çok çarpıcı. Çünkü böyle bir durumda soruşturmanın akıbeti için, delillerin karartılmaması açısından hızla hareket etmek gerekir. Aileyle ivedilikle görüşmek, bilgi alışverişinde bulunmak lâzım. Aileye güven vermek gerekir. Bunun için oradaki partili arkadaşlarımızla, yerel basından arkadaşlarla biz çaba sarf ettik. Partimizden hukukçu arkadaşlarla gittik. Ailenin en büyük isteği faillerin mutlaka hak ettikleri cezaları almaları. Bizim de muradımız davayı üstlenmek. O yüzden gittiğimizde avukat arkadaşlarımız orada vekâlet de bıraktı.

Göçmen işçiler modern kölelikle ilkel köleliğin en uç örneklerini yaşıyor. Bu sistem onları bu işin merkezine oturtarak köleliği daha da ağırlaştırıyor, onun koşullarını da meşrulaştırıyor. Bütün işçi ve emekçileri ilgilendiren bir tabloyla yüz yüzeyiz.

Nourtani cinayeti münferit değil. Örneğin, iki yıl önce İzmir Güzelbahçe’de Suriyeli üç inşaat işçisi çalıştıkları taş atölyesinde gece uyurken ırkçı bir saldırgan tarafından üzerlerine benzin dökülerek yakılmış, öldürülmüştü…

2020’de de Konya Karaman’da çobanlık yapan Afganistan uyruklu Halil Özbek’in cesedi bir kuyuda bulundu. Soruşturma sonucunda 150 lira için öldürüldüğü ortaya çıkmıştı. Onun bedeni de kaybolsun diye kuyuya atılıyor. Geçen sene de Suriyeli işçi Mahmud Mışo Suruç, Akçakale yol yapımında çalışırken elektrik akımına kapılıp yaşamını yitirmiş, cenazesi başka bir şantiyeye taşınmak istenirken ailesi ve iş arkadaşları engel olup almışlardı cenazeyi…

Çok sayıda örnek var. Türkiye’de münferit değil bunlar. İSİG Meclisi’nin 2022 Aralık sonu verilerine göre, her yıl ortalama 83 göçmen mülteci işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor. Türkiye’deki iş cinayetlerinin toplamına oranla yüzde 4,41. İş kolları genel olarak tarım, inşaat ve maden. Bu istatistikler akademisyenlerin, uzmanların gönüllü çabalarıyla oluşturuluyor. Gerçek rakamları bilemiyoruz, muhtemelen bu bildiklerimizin çok üzerinde. Münferit değil bu vakalar, münferit olan Zonguldak’taki, İzmir’deki vahşetin boyutu olabilir sadece.

Ruhsatsız maden ocakları, yöre halkının deyişiyle “çakal inleri”. Birinci fotoğraf: Zonguldak’ın Kilimli ilçesinde 2018 yılında ruhsatsız bir maden ocağında meydana gelen patlamada üç işçi (Uğur Göktaş, Kenan Çavuş ve Hasan Gençtürk) yaşamını yitirmişti. Maden ocağının sahibi İsmail Aygün, sadece bir yıl sonra, ikinci duruşmada tahliye edilmişti.

Münferit olmayan bu durumda Türkiye’deki göçmen düşmanlığının, ırkçılığın nasıl bir payı var? Az önce konuştuğumuz cürette bu nefretin de payı var mı?

Tabii ki, bu cüret ırkçılıktan da besleniyor. Bu yüzden nefretin, göçmen düşmanlığının karşısında durmanın ne kadar önemli olduğunun altını ısrarla çizmek gerekir. Çünkü ister kendinizce çok haklı gerekçeler bulun, ister “niye kendi ülkelerinde kalıp mücadele etmiyorlar” deyin, işin varıp geldiği nokta, sizin doğrudan pay sahibi olmadığınızı düşündüğünüz ırkçı tepkilerden cesaret alındığı. Bu vahşetleri yapanlar sizin gerekçelerinize sığınabiliyor. Bu yüzden Türkiye’de yaşayan bütün emekçiler, ezilen, sömürülen halk kesimleri, mevcut yasalarla sınırlı da olsa, göçmenlerin eşit haklara sahip olmalarını savunmalıdır.

Türkiye’de uzun yıllardır, ama özellikle son yedi-sekiz yıldır, mevcut sistemin kanlı çarkları ucuz emek sömürüsü üzerine dönüyor. Bir avuç sermayedarın yüksek kâr elde edebilmesinin temel dayanağı ucuz emek sömürüsü. Bu da olabildiğince güvencesiz, kayıtsız, esnek bir sistem içinde mümkün. Bu sisteme mahkûm edilmiş emekçiler artık ilkel kölelik sistemindeki gibi, bedenleriyle birlikte kapitaliste satılıyor. Kapitalist tarafından böyle satın alınmış gibi bakılıyor.

Neden söylüyorum bunu, İskenderun’daki Tosçelik’te gerçekleşen iş cinayetlerine bakalım. Patlama sonrasında, hemen müdahale edecek bir tane bile acil müdahale ekibi yok. İşçiler ilk müdahaleyi kendileri, can havliyle yapıyorlar. Ya da Antep’te, Akınal Sentetik Tekstil’de çalışan işçilere bakalım. Aynı makinada defalarca iş kazası geçirip elleri, kolları kopmasına rağmen orada yine çalışmak zorunda kaldılar.

Böyle bir sistemin en alt basamağında, modern kölelikle ilkel köleliğin en uç örneklerini yaşayanlar göçmen işçiler. Bu sistem onları bu işin merkezine oturtarak köleliği daha da ağırlaştırıyor, onun koşullarını da meşrulaştırıyor. Doğrudan bütün işçi ve emekçileri ilgilendiren bir tabloyla yüz yüzeyiz. Burada en kötü, en yanlış, en olmaması gereken tutum göçmen işçilere karşı ırkçı ve şoven yaklaşımdır. Bunu kapitalistler yapabilir. Onların bedenini, emeğini, her şeyini ilkel ve modern köleliğin senteziyle satın alıp kâr ve rant peşinde koşanlar bunu yapabilir. Onların partileri, sözcüleri de bunu yapabilir. Ama bu ülkenin işçi ve emekçileri yapamaz. Bunun en büyük zararını yine kendileri görüyor.

Bu karşılıklı bir çark. Bu çark sömürüyü daha da pekiştirecek şekilde dönüyor. Bu yüzden göçmen düşmanlığı döner sizi vurur. Sadece başka halklardan, etnik kökenlerden işçi kardeşlerimizi değil, bütün emekçileri vurur.

İki yıl kadar önce AKP’li Mehmet Özhaseki, “Bazı şehirlerde sanayiyi Afgan ve Suriyeli sığınmacılar ayakta tutuyor” demişti. Göçmen emeği bir yandan patronlar ve siyasiler tarafından bu şekilde övülürken, bir yandan da ırkçı ve şoven propagandanın hedefi. Bu nasıl bir çelişki?

Toplam olarak bu üretim düzenini, işleyişini meşrulaştırabilmek için olabilecek en ideal formül bu. Böyle bir şeyin üzerini insanların manevi değerlerini kışkırtarak örtebilirsiniz. Ya “vatan, millet, Sakarya” edebiyatı yaparsınız, ya din-inanç istismarı yaparsınız. İnsanlar da ancak oradan bakarak böyle bir gerçekliğin karşısında susmayı, sistemin çarkının bir parçası olmayı sindirebilir. En azından belli bir süre bu şekilde mevcut durumu sürdürebilirsiniz. Bunların yaptığı da o.

Üretimde insan emeği makinanın bir parçasıdır. Bu bağlantı geçmişte makinaların insan emeğinin bir parçası olduğu bir üretim aracı-üretici güç bağlantısıydı. Teknoloji geliştikçe insan emeği makinanın bir parçası haline geldi ve şimdi işçinin emek gücü değil, tamamen bedeni, yaşamı, her şeyi artık o üretimin, fabrika rejiminin parçası oldu. Yani kapitalist sizin yalnızca emek gücünüzü satın almıyor artık, onu makinayla eşitliyor. Bunu yaptığı gibi, fabrika dışındaki bütün hayatınızı, bütün toplumsal ilişkilerinizi de onun etrafında şekillendirip teslim alıyor. Onun üzerine de milliyetçi, ırkçı, şoven duyguları boca edip bütün gerçekleri karartıyor.

Peki, bir “çakal ini”nde bir göçmen işçinin yaşadıklarıyla, örneğin Soma ya da Amasra’daki madenlerdeki katliamları yan yana koyarsak…

Dört-beş yıl boyunca Sayıştay raporlarında Amasra madenlerindeki ocaklarda havalandırma sisteminin eskidiği, yenilenmesi gerektiği, bunun için bir bütçe ayrıldığı, ama bütçenin neden harcanmadığı soruluyor. İki milyon liranın üzerinde ayrılmış bir bütçe var ve harcanmamış.

O havalandırma sistemi değişmediği için Amasra’da yaşanan grizu patlamasında 43 madenci yaşamını yitirdi. Öğrendik ki, o işçilerin önemli bir kısmı o cihaz değiştirilmediği için boğularak ölüyor. Daha da çarpıcı olanı, bu katliam olduktan bir hafta sonra o cihaz alınıyor ve yenileniyor. Bunu daha önce yapmayan, sonra yapan kim? TTK.

Bu ülkenin işçi ve emekçileri, çakal inindeki zihniyetle Amasra’da TTK gibi bir kurum arasındaki bağıntıyı kurarsa, göçmenlerle düşman değil kardeş olması gerektiğinin bağını da kurar. Çünkü bunu yapan aynı zihniyet, aynı zincirin halkaları.

Çakal inindeki zihniyetle Amasra’da TTK gibi bir kurum arasındaki bağıntıyı doğru kurarsa bu ülkenin işçi ve emekçileri, göçmenlerle düşman değil kardeş olması gerektiğinin bağını da kurar. Çünkü bunu yapan aynı zihniyet, aynı zincirin halkaları. Bugün çakal inlerinde modern kölelikle ilkel köleliği sentezleyen düzeni kuran ve ona göz yuman mekanizmayla bir başka yerde aynı düzeni başka türlü kuran mekanizma aynı. Irkçı, şoven propagandayı canlı tutan da, “Bizim yabancı iş gücüne ihtiyacımız var” diyen de aynı sınıfın, aynı iktidar gücünün parçası.

Tekrar edeyim, bir gecede gidip 50 tane çakal inini imha ediyorsunuz. Nasıl bu işin “kaçak” olduğunu söyleyip bunun bir çarkın parçası olmadığını söyleyebilirsiniz? Şimdi Beş Yılık Kalkınma Planı’nda bunun böyle devam edeceği söyleniyor. Planın büyük kısmında, ucuz işgücü sömürüsünün, kayıtsız ve güvencesiz çalışmanın en yoğun olduğu maden, inşaat gibi sektörlere verilecek imtiyazlar tanımlanıyor. Hatta bu sektörlerde izin süreçlerinin kolaylaştırılarak yatırım güvencesiyle teşviklerin arttırılacağı anlaşılıyor. Çünkü ancak bu şekilde yüksek kârlar elde edilebiliyor. Bunun bedelini de ister istemez o çalışma düzeni içinde herkes aynı sınıfın parçası olsa da, farklı düzeylerde ödüyor. Nourtani de maalesef böyle ödemiş oldu.

Göçmen Sendikası Girişimi, Vezir Mohammad Nourtani için 14 Kasım’da İstanbul ve Ankara’da eylem düzenledi

Nourtani cinayeti açısından ve aile için bundan sonra süreç nasıl ilerleyecek?

Zonguldak Emek ve Demokrasi Güçleri’nin tutumu önemli. Bir adım attılar. Ayrıca, Zonguldak Maden Mühendisleri Odası da, EMEP Zonguldak teşkilatı da bu işin takipçisi olacaktır. Bunun altını ayrıca çizmek istiyorum, yerel gazetecilik çok önemli. Onlar olmasa, Halkın Sesi ilk başta bu haberleri duyurmasa bugün ülkenin gündeminde olmaz, yapılan küçük müdahaleler bile yapılmazdı belki. Onun için süreci hep beraber bu arkadaşlarımızla takip etme konusunda mutabıkız. Mahkeme sürecini de birlikte takip edeceğiz.

İkinci önemli nokta, aileye güven vermek. Kendi istedikleri, güvendikleri avukatlara verebilirler davayı. Ama onlara da söyledik, partili avukatlarımız da bu davaya müdahil olsun, onlara da vekâlet verin, ne kadar çok hukukçu arkadaşa vekâlet verirseniz davanın takibi o kadar hızlı ve etkili olur dedik. Bir diğer önemli husus, Meclis’te de bunu gündemde tutmaya çalışacağız.

Fakat dördüncü ve en önemli nokta, iş cinayetleri davalarının takibi. Bu davalar öyle ki, takip etmediğinizde ödül gibi cezalar bile çıkmıyor. Dolayısıyla, oradaki güçlerle beraber davaları daha kitlesel takip edip, ailenin de özgüveninin artmasıyla bu katliamın sorumlularının hak ettikleri cezalara çarptırılmaları mümkün olacak.

Çakal inleri denen mekanizmayla mücadele uzun soluklu. O mekanizmayı sürekli, kesintisiz gündemde tutup mücadele etmezseniz, “50 tane dinamitledik” derler, öyle kalır. Başta da söylediğim gibi, bu çakal inleri ancak ve ancak böylesi vahşi iş cinayetleri yaşanınca gündeme geliyor.

Son söz?

Zonguldak’ta aileyle dayanışma içinde olanlar var. Bazı muhtarlar Halkın Sesi gazetesini arayıp dayanışma içinde olmak istediklerini söylemişler. Ama Nourtani’nin eşinin esas isteği, Zonguldak’ta ikametgâh izinlerinin olması, çocuklarının eğitim ve tedavi görebileceği koşulların yaratılması, böyle bir sahiplenmenin olması. Geçtiğimiz günlerde bir kez daha oturum ve çalışma izni için müracaat ediyor Nourtani’nin eşi. Bu kez de “Ankara’dan yanıt bekliyoruz” cevabı almışlar. Yani hâlâ oturum konusunda bir gelişme yok. Bunu valilik, belediye ve göçmen bürosu üstlenmeli. Şu ana kadarki tutumlarına bakınca nasıl bir adım atarlar, üzerlerine düşeni yaparlar mı, bilmiyorum. Aksine, üstüne üstlük aileyi oradan sürerler mi, “Vezir Mohammad Nourtani’yi katledip, ailesini de sürgün ettiler” der miyiz? Bu memlekette mümkün böyle şeyler. Ama bununla mücadele etmek önemli, üzerimize düşen de bu, mücadeleyi sürdürmek.

^