Freelance Emek: Ofissiz Çalışmanın Sınıfsallığı kitabını yazmanızda kendi deneyiminizin de etkili olduğunu söylüyorsunuz. Ne iş yapıyordunuz, çalışma şartlarınız nasıldı?
Özlem İlyas: Boğaziçi’nde çeviribilim okudum, sonra sosyolojide master yaptım. Master yaparken çalışıyordum da. İlk başta bir çeviri bürosuna girdim. Asgari ücretten bir tık fazla kazanıyordum. Ama çalışma saatleri ve sağlık sorunları nedeniyle o işi sürdüremedim. Çünkü her gün sekiz saat aralıksız çeviri yapıyordum. Çeviri sekiz saat durmadan yapılacak bir iş değil, ama bir büroda çalıştığınızda sizden bu bekleniyor. Gözümle ilgili ciddi sorunlar yaşamaya başlayınca oradan çıktım ve freelance çalışmaya geçtim. Bu kez de asgari ücret dahi kazanamıyordum ve sağlık sorunlarım devam ediyordu. Ailemle yaşıyordum, bu şartlarda ayrı bir eve çıkmak mümkün değildi. Bu şekilde kendi hayatımı kuramayacağımı, yetişkin hayatına geçiş yapamayacağımı gördüm. Doğrusu, diplomanın vaat ettiği şey olmuyordu. Daha güvenceli bir sektör diye düşünüp İngilizce öğretmenliğine geçtim. Bu arada Dünyada Mekân’a gidip gelmeye başladım.
Dünyada Mekân için “kitabımın ilham kaynağı oldu” diyorsunuz. Dünyada Mekân’la yolunuz nasıl kesişti?
Dünyada Mekân Gezi direnişi sonrası, 2015’te, beyaz yakalı, işsiz ve freelance çalışanların düzenlediği bir dizi forumda ortaya çıkan bir inisiyatif tarafından kuruldu, 2019’a kadar da faaliyetini sürdürdü. Gezi sonrasındaki beyaz yakalı forumlarına katıldığım için yollarımız kesişti. Beyoğlu’nda, freelance çalışanların ortak kullanımına açık, gönüllü, bağış usûlüyle yürütülen, ticari mekânlara alternatif bir yerdi. Gündüzleri nöbetleşe mekânda bulunuyorduk, freelance çalışanlarla tanışıyorduk. Akşamları da beyaz yakalıların sorunlarını konuştuğumuz etkinlikler yapıyorduk, deneyimlerimizi paylaşıyorduk. Bir meslek kaybı yaşamıştım, ama bir örgütlenme deneyimi yaşıyordum. Birbirinden farklı, çelişkili deneyimlerdi bunlar. Bunu anlamlandırmak için de böyle bir çalışmaya giriştim sonra.
Dünyada Mekân’ın size nasıl bir etkisi, katkısı oldu?
Dünyada Mekân ev ve işyerinin dışında üçüncü bir mekân, başka türlü ilişkilerin de kurulabildiği bir yerdi. Yaşadığım sorunların bireysel sorunlar olmadığını hissetmeme ve düşünmeme yol açtı. Çünkü yaşadıklarımı bireysel suçummuş gibi hissediyordum. Neden iyi bir iş bulamıyorsun, neden geçinemiyorsun? Bir de akraba, aile boyutu var işin. Herkesin sizden beklentisi yüksek. “Herhalde benim beceriksizliğim” diyordum. Ama benim gibi çalışan diğer insanların da benzer sorunları olduğunu görünce bunun bireysel bir şey olmadığını anladım. Sorunların toplumsal olduğunu görünce de mevzu politikleşmeye başladı zaten. Orada benden yaşça büyük insanlarla tanıştım. 9-6 bir işte çalışmayan veya evlenmeyen insanları, farklı yaşamları görmek de dönüştürücü oldu. Çünkü ben ailemle yaşıyordum, işe ve okula gidiyordum. Buralar hep disipline edici mekânlar. Bunların dışında bir yer olması dönüştürücüydü. Dünyada Mekân’da sorunlarımızı tematik olarak da tartışıyorduk: Nasıl iş buluruz, nasıl freelance olduk? Güvencesizlik, borçluluk gibi konularda deneyim paylaşma atölyeleri oluyordu. Bu konuları derinlemesine konuşmanın benim için hem psikolojik hem politik açıdan olumlu etkileri oldu.
Kitapta şöyle bir pasaj var: “Freelance çalışanlar ya işyerlerindeki travmatik deneyimlerin sonucu işten ayrılıp freelance çalışmayı tercih ediyor ya da işten atılma travmasıyla freelance çalışmaya başlamak zorunda kalıyorlar. Kimisi de maddi zorluklardan ötürü ek iş olarak freelance çalışmak zorunda.” Freelance çalışmanın ana nedenleri neler?
Bu biraz ikircikli bir mevzu. Bir yanda işsizliğin, özellikle genç işsizliğinin yaygın olmasının rolü var. Görüştüğüm insanlar da bunu söylüyordu. Bir yandan da güvencesizlik diye bir mefhum var. Bildiğimiz anlamda 9-6 işler artık yok. 9-6 mesaili, güvenceli bir iş eskinin bir tahayyülü artık ve sürdürülebilir değil. Bu durum aile kurumu ve sosyal hayattaki ilişkilerin de altını oyuyor. Altı oyulan ilişkilerin yerine yeni dayanışma ağları, yeni toplumsal bağlar koyamadığınızda bu sizi yalnızlaştırabilecek bir şey de olabiliyor.
Yaşadıklarımı bireysel suçummuş gibi hissediyordum. Neden iyi bir iş bulamıyorsun, neden geçinemiyorsun? Farklı yaşamları, başkalarının da aynı sorunları yaşadığını görmek dönüştürücü oldu. Sorunların toplumsal olduğunu görünce mevzu politikleşmeye başladı.
Güvencesizlik ve işsizlik işin bir boyutu. Bir diğer boyut da neoliberal ideolojinin etkisi. İdeoloji özneyi tamamen tahakküm altına alamaz, fakat etkisi olmadığını da söyleyemeyiz. Sistem size, “kendi kaderinizi elinize alabilir, freelance çalışıp özgür olabilirsiniz” diyor. Toplumsal ilişkilerinizi size fayda sağlayacak şekilde yönetmenizi ve bu ilişkilerin egemeninin aslında siz olduğunuzu söylüyor. Böyle bir şey çekici olabiliyor, bunun alıcısı da olabiliyor. Çünkü ofiste patronun suratını görmek istemeyen işçi “en azından bunlardan uzaklaşabilirim” diyerek freelance çalışmaya yönelebiliyor. Bir egemenlik hissi gibi. Çalışma hayatı ve yaşam koşullarımız üzerinde kontrolümüz azalıyor, ama bunu inkâr etmemizi de sağlayabiliyor freelance çalışma. “Hayır, kontrol sende, egemensin aslında” hissi uyandırabiliyor. Kontrolün sende olduğu hissi kaygıyı geçici de olsa yatıştırabiliyor.
Freelance çalışmak çoğunlukla zoraki, ama bir noktada tercih haline dönüşebiliyor, öyle mi?
“Zoraki mi, tercih mi” diye bakmak yerine, toplumsal belirleyenlerin ne olduğuna bakmaktan yanayım. Sadece üretim ilişkilerini değil, duygusal öznellik faktörünü de işin içine katarak düşünmeyi tercih ediyorum. Bazı durumlarda tercihmiş gibi görünüyor, doğru. Mesela yazılım sektöründe ya da kültürel veya bilişsel sermayenin işçiye daha fazla müzakere gücü kazandırdığı sektörlerde tercihmiş gibi görünüyor, ama daha yakından bakınca çalışma koşullarındaki sebepleri görüyoruz. Çalışma saatlerinin uzunluğu ya da işte kendini gerçekleştirmenin mümkün olamaması bir neden olarak çıkıyor karşımıza. Sonuçta piyasa ekonomisine bağlanıyor. Tercih gibi göründüğü durumlarda bile ekonominin nasıl örgütlendiğiyle alâkalı bir sonuç aslında.
Bir bakım krizi var. Ailesinden bakım desteği alamayan, geliri düşük olan beyaz yakalılar çocuklarına bakmak için freelance çalışmayı seçebiliyor. Kendi sağlığını, psikolojini, ilişkilerini önceleyip freelance çalışmaya geçmek de önemli bir faktör. Ücretsiz işler de freelance çalışmaya geçişi belirleyenler arasında. Mesela bir arkadaş aktivizme zaman ayırmak için freelance çalışmaya geçmişti. Yükseköğrenimine devam etmek isteyenler arasında da freelance çalışma çok yaygın.
Yani, evet, “zoraki bir tercih” denebilir belki. Ama burada öznellik de yok değil. Kişiyi ideolojiye indirgemenin sorunlu olduğunu düşünüyorum. Bu insanlar kapitalizm dışındaki üretim ilişkilerini ve yaşama biçimlerini de en azından denemeye kalkışıyor. Freelance çalışanları salt neoliberalizmin mağduru gibi teorize etmenin sorunlu olduğunu düşünüyorum.
Güvencesizliğin freelance çalışmaya yönelme nedenlerinden biri olduğunu vurguladınız. Ama freelance çalışma da güvencesiz. Örneğin, sigorta konusu freelance çalışan için bir çıkmaz. Bir güvencesizlikten öbürüne sürüklenmedeki yönelimi ya da “tercihi” nasıl açıklarsınız?
İşverenle sözleşme yapan freelance çalışanların oranı yüzde 15-20’dir. Onlar da hayatlarında birkaç defa iş sözleşmesi yapmışlardır. Ofissizler’in yaptığı bir ankete göre, hiç iş sözleşmesi yapmayan freelance çalışanların oranı yüzde 55. Yaklaşık yüzde 20 de nadiren sözleşme yapıyor. Kayıt dışı çalıştığınızda işverenden paranızı alıp alamayacağınız belli değil. Kayıtlı çalışabilmeniz için bir şahıs şirketinizin olması gerekiyor. Yani işçiden şirketleşmesi, şirketlerin ödediği vergileri üstlenmesi bekleniyor. Haliyle freelance çalışan buna yanaşmıyor.
Freelance çalışma biçimindeki bazı özellikleri motokuryelerin durumuyla paralel düşünebiliriz. Ben esnaf kurye olarak adlandırılan çalışma biçiminin bu kadar yaygın olduğunu, insanların buna zorlandığını bilmiyordum, Yemeksepeti’yle öğrenmiş oldum. Bu, çalışmanın toplumsal bir süreç olmasının inkârı. Eskiden neoliberalizmin bir ideoloji olduğunu, kişinin kendisini girişimci olarak görmeye teşvik edildiğini konuşurduk. Bunun söylemsel etkisi var gibiydi. Şimdi, bunun fiziki altyapısının oluşturulduğunu görüyoruz. Hepimiz tek başımıza şirket olacakmışız gibi, bütün riskler çalışana taşere ediliyor. Riskler toplumsallaştırılarak, çalışma gayritoplumsallaştırılıyor. Freelance veya güvencesiz çalışanların kooperatifleşmesi ve kuryelerin işçileşmek için verdikleri mücadele, yani esnaf kurye olmayı reddetmeleri birbirine zıt gibi görünüyor. Birisi işçi olmanın reddi, diğeri işçileşmek için verilen bir mücadele gibi, ama aslında ikisi de çalışmanın toplumsallaşması talebi.
Çalışmanın toplumsallaşmasından kastınız ne?
Bireysel bir süreç olmaktansa üretimin tekrar toplumsal olduğunu bize hatırlatacak mücadelelerden bahsediyorum. Bütün yükümlülükleri ve riskleri üstlenerek evde tek başına çalışma düzenine bir günde geçilmedi. Çalışma ilişkileri dönüşe dönüşe bu noktaya gelindi. Bir yandan da işçilerin sağlıklarına, psikolojilerine zarar veren ve disipline edici iş ilişkilerine karşı verdikleri direnişlerin rolü var elbette. İş ilişkileri dönüşmeye devam ediyor. Emeklilik, sigorta gibi hakların tekrar konuşulabilmesi için dilin değişmesi gerekiyor. “Çalışma toplumsaldır” gibi bir dil değişimi sözünü ettiğim. Hem kuryelerin deneyiminde hem freelance çalışanların bir araya gelmesinde hem de kooperatifleşme girişimlerinde bunu görüyoruz.
Freelance çalışma “zoraki bir tercih” belki. Ama burada öznellik de yok değil. Kişiyi ideolojiye indirgemenin sorunlu olduğunu düşünüyorum. Bu insanlar kapitalizm dışındaki üretim ilişkilerini ve yaşama biçimlerini de en azından denemeye kalkışıyor.
Freelance çalışanlarla kurye işçileri arasında söylemsel açıdan ciddi bir bağ var. Konuştuğumuz kuryelerden biri “ben kuryeliği patronu görmeyeceğim için yapıyorum” diyordu. Freelance olmasalar bile “özgürleşmek” adına böyle bir tercih söz konusu. “Özgürleşme”ye buradan bakarak ne söylersiniz?
Bu, öznellik faktörünün ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Esnaf kuryelikte insanlar işçiliği reddederek –patronu görmek istememe mesela– o çalışma ilişkilerinden kurtulmak istiyor. Bu durum direnmeyi ve eyleme geçmeyi engellemiyor doğal olarak. Hatta belki de teşvik eden bir şey, hakkını aramasının önünde bir engel görmüyor çünkü. Bundan freelance çalışanlar ilham alır diye umuyorum.
Nasıl ilham alabilirler?
Motokuryeler de birlikte çalışmıyor, ama bu örgütlenmenin önünde bir engel değil. Elbette bu dağınık toplamı örgütlemek daha zor olabilir, ama bunun dezavantajı olduğu gibi avantajı da var: Patron baskısından uzaklaştığımızda başka türlü hissetme, düşünme, özgürlüğü tahayyül etme imkânımız da açılıyor. Çünkü işyerindeki yönetsel süreçler ve ideoloji çok baskılayıcı. Mesela, çalıştığım işyerinde iş sürecine dair yapıcı bir yorumda dahi bulunsam o yorum yönetim tarafından negatif algılanabiliyor. Maaşımın ne kadar arttığını hesabıma yatınca öğreniyorum. Bu bir şekilde içselleştirdiğimiz bir şey. Ama işyerinden çıktığımızda emeğimiz üzerinde hâkimiyet kurma arzumuz ortaya çıkabiliyor. Bunun incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu öznellik boyutunun rolü nedir, geçinme kaygısı gibi maddi faktörlerin rolü nedir, örgütlenme pratiklerinin sahadaki rolü nedir? Her halükârda öznellik boyutunun önemli olduğunu bize gösteriyor.
Öznelliğin özü icabı olumlu bir şey olarak görülmesi de biraz sorunlu değil mi?
Bu yüzden de ikircikli bir mevzu bu. Maddi koşullarla ve çalışma ilişkileriyle birlikte düşünmek gerekiyor. “Başkasıyla uğraşmak istemiyorum.” Bir insan bunu neden söyler? E sistemin ona vaat ettiği özgürleşme de olmuyor. “Sen kandırıldın kardeşim” mi diyeceğiz, yoksa “gel beraber özgürleşelim” mi? Akıntıya karşı değil, akıntıyla birlikte ilerleyebilecek bir yöntemin daha iyi olacağını düşünüyorum. “Sen işçisin, neoliberalizm seni kandırıyor, sana vaat ettiği egemenlik yalan” demek yerine bunu yapmak lâzım.
Freelance çalışanın işi üzerindeki “egemenliği” tartışmalı değil mi? İşveren ve freelance çalışan arasındaki güç ilişkisi üzerinden bakınca neler söylersiniz?
İşveren ve freelance çalışan arasındaki güç ilişkisini sektör, deneyim, yaş ve cinsiyetten bağımsız düşünemeyiz. Mesela, yazılımcıların emeğine talep var, arz ise az. Bu sayede yazılımcılar işverenle müzakere masası kurabiliyor. Bu masayı kurmak bile freelance çalışanlar için ayrı bir iş. Çevirmenler için müzakere masası yok mesela. Yaptığım mülâkatlarda freelance çalışanların çoğunluğu “işverenle görüşeceğinizde dışarıda ve profesyonel bir mekânda görüşmek en iyisi, böylece işverenle eşitmiş gibi bir hava yaratırsınız” diyorlardı. Bu taktiği kim uygulayabilir? Bunu çoğunlukla çocuğu olmayan, yalnız yaşayan erkekler yapabilir. İş üzerinde hâkimiyet de o yüzden kolektifleştirilmesi gereken bir nokta. Toplu sözleşme olmayabilir, ama asgari ücretler belirlenebilir veya işçilerin farklı ihtiyaçlarına yönelik toplu müzakere araçları geliştirilebilir.
Freelance çalışanlar çeşitli network’lerle iş bulabiliyor. Bu network’lerin karşılıklı çıkarlar için kurulduğu aşikâr. Bu durum insanların birbirini, ilişkilerini nesneleştirmesi, araçsallaştırması anlamına da gelmez mi?
Özne sadece neoliberal ideolojiye indirgenemez ama, elbette sistemin özneye bir etkisi var. İlişkilenme biçimlerinin altyapısını neoliberal iktisat oluşturuyor. Neoliberalizm toplumsal ilişkilere “egemen” bir özne istiyor. Ama bir yandan da bu öznenin tarihsiz, mekânsız ve toplumsuz olmasını, network’ler kurarak toplumsallaşmasını istiyor. Bu duruma psikanalitik bir bakışla “toplumsal ilişkilerin kabul edilerek inkâr edilmesi” diyorum. Oysa hakiki bir toplumsal ilişki kırılganlık, borçluluk, suçluluk, çatışma da içerir. Tarih dediğimiz şey sınıf çelişkilerinin çatışmasının tarihidir. Neoliberalizm bu toplumsal olguları reddederek herkesin birbirinden faydalanabildiği bir sistemi vaat ediyor. Somut çalışma ilişkileri kazan-kazan ideolojisiyle kuruluyor. Bu anlayış örgütlenmenin önünde büyük bir engel, ama kişinin çatışmalı ilişkileri tekrar göze alması gerek. Kolektif bir yapı veya sendika olmadığında çalışan çatışamaz. Çatışamayınca taleplerini de ifade edemez. Bu yüzden freelance çalışanlar “kimseyle uğraşmayayım” diye düşünür. Ayrıca neoliberalizm freelance çalışana “çatışmana gerek yok, biz dostuz” deyince çatışma eğilimi azalıyor.
Freelance çalışanlar açısından “kaygıyla özgürleşmeden” bahsediyorsunuz. Özgürleşme pozitif bir şeyken, burada negatif bir durumla, kaygıyla yan yana. Kaygıyla özgürleşme ve örgütlenme ilişkisi için ne dersiniz?
Bu konuya psikanalitik bir yerden bakmaya çalışıyorum. Kaygının iki kaynağı var. Bunu freelance çalışanlarda şöyle somutlayabilirim: Verili çalışma ilişkileri ve sosyal ilişkilerden uzaklaştığımızda nasıl yaşayacağımız sorusu. “Karar artık sizin” diyorlar. Sizi karar vermek mecburiyetinde bırakıyorlar aslında. Bu zaten boşluğa düşmek gibi. Böyle olunca kişide “ne yapacağım” kaygısı oluyor. Bir gazeteci arkadaşım ailesine “şu yazıdan bu kadar para aldım” diyordu, ama almıyordu aslında, yalan söylüyordu.
Freelance veya güvencesiz çalışanların kooperatifleşmesi ve kuryelerin işçileşmek için verdikleri mücadele, yani esnaf kurye olmayı reddetmeleri zıt gibi görünüyor. Birisi işçi olmanın reddi, diğeri işçileşmek için verilen bir mücadele gibi, ama aslında ikisi de çalışmanın toplumsallaşması talebi.
Freelance çalışanların söz ettiği ikinci kaygı kaynağı da şu: Birçok tavsiye veriliyor, “şöyle yaparsan iyi olur, şöyle beslen, şunları takip et”… Bir tavsiye bombardımanına maruz kalabiliyoruz. Hangi birini yapacağım derken kaygıya sürüklenebiliyor freelance çalışan. Kaygı duygusu harekete geçmenin önüne geçebilecek bir duygu. Kişiye ket vurabilir.
Psikanalizde kaygı özgürlüğün de duygusu aynı zamanda. İnşa etme süreçlerinin hepsinde, yazar ya da sanatçılarda da kaygı vardır. Ama toplumsal olarak örgütlenmediğinde kişi eski alışkanlıklarına geri dönmeye çalışabiliyor, devlet ve şirket gibi disipline edici eski kurumları arzulayabiliyor. O yüzden, çatışma ve kaygıyla başa çıkabilecek bir öznenin inşası ve bunun kurumlarının olması gerektiğini vurguluyorum. Bir öznellik var, bir gücü varmış gibi, gücü tam da bu öznellikten geliyormuş gibi. Ama bu toplumsal olarak örgütlenmediğinde, çatışmanın mümkün olduğu siyasi kurumlar olmadığında, kaygıyla başa çıkabilecek yaratıcı kurumlar olmadığında bu durum örgütlenmenin önünde ciddi bir engel. Evet, freelance çalışanların sendikalaşabilmesinde bazı zorluklar var. Ama müzakerenin başka kurumları, araçları yaratılabilir.
Freelance çalışanların kurye işçilerininkine benzer bir örgütlenme, direniş deneyimleri var mı?
Dünyada Mekân’da bir araya gelenler daha sonra Ofissizler adıyla bir dayanışma ağı kurdu. Çalışmadaki sorunları araştırıp görünür kılmak, hak talepleri geliştirip onları savunmak ve çalışanlar arası dayanışma ağları kurmaktı amaç. Bu kapsamda bir hukuk etkinliği de yapılmıştı. Freelance çalışanlar sözleşmeli çalışabilir mi, yasada ne tür sözleşmeler var gibi konular araştırılmış, tartışılmıştı. Yaptığımız bir etkinliğe Yandex’e çalışan işçiler de gelmişti. Onların şöyle bir deneyimi vardı: Yandex’in Türkiye’deki assesörleri birbirinden habersiz aynı platforma freelance çalışıyorlardı; 600 kadarı 2015’te bir mail’le işten çıkarıldı. Bir grup çalışan bir araya gelip işverene dava açtı ve bazı kazanımlar elde etti.
Birbirini tanımayan onca freelance çalışan nasıl bir araya gelebildi?
İş yaptığınız bir şirkete aynı zamanda kimlerin sizin gibi freelance çalıştığını çoğu zaman bilmiyorsunuz. Ama Yandex işçilerinin durumu farklı, düzenli olarak çalışıyorlar. İşyeri bir mail atıyor. O mail’in normalde BCC denen yöntemle hangi alıcılara ulaştığının gizli kalması gerekiyor. Ama öyle olmuyor. Böylece elemanlar birbirini yakalayabiliyor ve birbirlerine mail atabiliyorlar. Farklı ülkelerde çalışıyor olsanız bile birbirinizden haberdar olduğunuzda örgütlenme ihtimaliniz ortaya çıkabiliyor. Tek bir platforma çalışıyor olmak önemli.
Freelance çalışanlar için örgütlenme zeminleri neler olabilir?
Güvencesizlik koşullarına müdahale edecek politikalar üretmek gerekiyor. Freelance çalışanların bir araya gelip kullanabilecekleri, ücretsiz, kamuya açık ortak çalışma mekânları kurulabilir. Güvencesiz olduğumuzda bunu maddi olarak sürdürmekte zorlanabiliyoruz. O yüzden kamusal destek talep edilmesi gerektiğini, bunun bir politika ufku olarak öne konabileceğini düşünüyorum. Mahallemde gidebileceğim ortak bir çalışma yeri olmalı. Güvencesiz çalışanların güçlendirilmesine yönelik şeyler yapılmalı. Mesela dışarıda uygun koşullarda yemek yiyebileceğimiz restoranlar olmalı, ulaşımdan da aynı şekilde yararlanabilmeliyiz. Toplumsal bir varlık olabilmem için somut ihtiyaçlarımın karşılanabiliyor olması lâzım ki örgütlenebileyim.
Güvencesiz, örgütsüz ve kaygılı freelance çalışanlar hangi sınıfsal süreçleri, nasıl deneyimliyor?
Sınıf analizi yaparken öncelediğim şey ekonomideki çeşitliliği vurgulamaktı. Bunun nedeni de kapitalist üretim ilişkilerinin elimizdeki tek seçenek olmadığını göstermekti. Burada feminist Marksist kuramcılar J.K. Gibson-Graham’ın (Katherine Gibson ve Julie Graham’in ortak müstear adı) Türkçeye Bildiğimiz Kapitalizmin Sonu (Metis Yayınları) adıyla çevrilen kaynağına başvurdum. İkili bu kitapta sermaye merkezli teorileri eleştiriyor. Çünkü bu teoriler genelde kapitalist olmayan üretimleri de –feodal, komünal ya da bağımsız küçük üretimler– bir şekilde sermayeye hizmet eden biçiminde, onun yedeğinde teorize edebiliyor, sermayenin krizlerini telafi ettiklerini düşünerek çerçeveleyebiliyorlar. O yüzden freelance çalışmaya bakarken sadece kapitalist sınıf süreçlerinin olmadığını, emeğin artık değerine el koyan bir kapitalistin olmadığı süreçlerin de yaşandığını, bunları illa ki sermayeye hizmet eden olarak teorize etmememiz gerektiğini söylüyorum.
Böyle bakınca nasıl bir tablo çıkıyor?
Yazılım-tasarım sektörlerinde daha bağımsız, doğrudan işverene iş yapıp aradan ajansları çıkarabilenler oluyor. Bunun olmadığı durumlarda çalışma süreci kolektifleştirilebiliyor. Bu durumda da alınan işi ve ücreti paylaşmak gibi komünal bir sınıf sürecine geçilebileceğini düşünüyorum. Bunun örnekleri mevcut. Kolektif üretime yönelik böylesi girişimler piyasa ekonomisinin içinde de bulunuyor. O yüzden, en azından sektör bazlı temel ücretlerin belirlenmesi gibi piyasa ilişkilerine müdahale edecek politikalarla yan yana olduğunda bunun daha güçlendirici olacağını düşünüyorum.
Diğer taraftan, freelance çalışanlar daha çok evde çalışıyor. Ev içinde yemek yapma, temizlik gibi işleri üstlenmede eşitsiz bir ilişki varsa, feodal süreçler katmerlenebiliyor. Kadın-erkek eşitsizliği, cinsiyetçi iş bölümü pekişebiliyor. Pandemide görüştüğüm kadın çalışanlar, erkek partnerleriyle ev işleri konusunda çatıştıklarını söylüyorlardı. Görüştüğüm erkekler de “daha çok ev işi yapıyorum artık” diyordu. Orada sınıf çatışması katmerleniyor. Bunu kötü bir şey olarak görmüyorum. Niceliksel bakarsak, kadının ev içi emeği daha çok sömürülebiliyor bu süreçte. Ama bu bir yandan ev içinde sınıf çatışması demek. Bu da ev içindeki üretim ilişkilerini dönüştüren bir şey. Peki, bu piyasayı nasıl etkileyebilir? Hizmet alımı azalırsa ev içi ilişkilerin yanında hizmet sektörü de dönüşebilir. Pandemide mesela restoranlara gitmedik, onlar hizmeti evlere taşıdı, motorkuryelerin sayısı arttı, sınıf oluş süreçleri hızlandı ve dönüştü.
Pandemide, kitaptaki tabirinizle, “ani ofissizleşme” yaşandı. Evden çalışma ile freelance çalışma arasında nasıl benzerlikler var?
Salgın başladığında kitabımın yazımını bitirmek üzereydim. Hızlıca farklı sektörlerden evden çalışmaya başlayan 10-12 kişiyle görüştüm. Eğitim, muhasebe gibi bazı sektörlerde ani bir dijitalleşme yaşandı. Dijitalleşme iş yükünü artırdı. Dijitalleşmeye geçişte çalışanların yeni bilgileri öğrenmesi gerekiyordu. İşverenler bunun için ekstra mesai saati belirlemedi. Çoğu görüşmecim “ilk iki ay çok iyiydi” demişti. Başlarda insanlar kendilerine veya ailelerine zaman ayırabildi. Ama gün geçtikçe kamusal alandan uzaklaşmadan ötürü özellikle kadınlar açısından çeşitli sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Bazı aileler kadınların evden çalışıp çocuklara da bakabildiğini görünce “sen artık evden çalışsan daha iyi olur” demeye başladı. Bu yüzden özellikle kadınlar “bir an önce sokaklara geri dönmek istiyoruz” diyordu. Ofiste çalıştığınızda kahve molaları verirsiniz, arkadaşlarınızla konuşursunuz. Bu sosyallik işin o kadar da yoğun yaşanmamasını sağlar. Yaptığım söyleşilerde özellikle yalnız yaşayan, evden çalışanlar “mola vermem için bir neden yok” diyordu. Bu yüzden gün boyu bilgisayarın önünde tükenene kadar çalışanlar oluyordu. Ev bakım işlerinden veya psikososyal nedenlerden dolayı işe odaklanma sorunları yaşayanlar da oldu. İş yapılamayınca mesai süreleri uzamaya başlıyor. Böyle olunca gece çalışma yaygınlaşıyor. Özellikle kadınlar evden çalışmadan çok etkilendi. Çünkü ancak çocukları uyuyunca çalışmaya başlayabiliyorlardı. Yine, evden çalışanlar patronların kendilerinin verimliliğinden şüphe etmesinden ötürü işten atılma korkusu yaşamaya başladılar. Bir yandan fazla mesai yapıp diğer yandan işten atılmaktan korkuyorlardı.
Pandemide ofiste olmayan çalışanları izlemek için çeşitli yazılımlar tasarlandı. Metaverse’ün ufkunda sanal ofislerin olduğu da görülüyor. Yakın gelecekte çalışmanın farklı biçimleri ortaya çıkacak gibi. Geleceği nasıl görüyorsunuz?
Hibrid çalışmanın yaygınlaşacağını öngörebiliriz. Ütopik anlatıları da, felâket senaryolarını da sorunlu buluyorum. Geleceğin inşasında bizim hiçbir rolümüz olmayacakmış gibi bir anlatı kuruluyor. Evet, sermaye bizi denetliyor. Hatta bazı şirketler çalışanlarını izlemek için bilgisayar kameralarını açmalarını istiyor. Bilgisayar faresini denetleyen yazılımlar da var. Büyük kurumsal şirketler bu tür yazılımları kullanabiliyor. Veya salgının etkisi biraz düştüğünde şirketler çalışanlarını ofise geri çağırıyor, çalışanların üzerindeki kontrolü kaybetmek istemiyorlar. Ama işçilerin mücadele etme ve örgütlenme kapasitesini de hesaba katmak gerekir. Geleceğin net bir şekilde belirlendiğini söylemek doğru değil. Çalışanların taleplerini ve arzularını da hesap etmemiz gerekir.
Son söz?
Freelance çalışanlar arasındaki sınıfsal farkların analiz edilmesi ve bu çeşitliliğin siyasal olarak temsil edilmesi hayati önemde. “Prekarya” demekle işimiz bitmiyor, somut duruma bakmamız gerekiyor. Dayanışmacı, çoklu mücadele hatları kurmamız lâzım. Çünkü emeğini satan her insan arasında ittifak kurulabilir. Karşımızda karmaşık bir resim var, cesaretle o karmaşaya bakmamız gerekli.
1+1 Express, sayı 179, Bahar 2022