GUSTAVE FLAUBERT'DEN MEKTUPLAR -IV

Kerem Eksen, Emre Ayvaz
23 Şubat 2022
SATIRBAŞLARI

Louise Colet’ye

Croisset, 24 Nisan 1852, Cumartesi akşamı

Üzüntülü ve bezgin mektubuna daha erken cevap yazamadım, çünkü hummalı bir çalışmanın ortasındaydım. Dünden önceki gün sabah 5’te yattım, dün de 3’te. Geçtiğimiz Pazartesi’den beri her şeyi bir kenara bıraktım ve bütün hafta Bovary’mle uğraşmaktan başka bir şey yapmadım – bu kadar yavaş ilerlediğim için canım sıkılarak… Balo bölümüne ulaştım sonunda, Pazartesi günü yazmaya başlayacağım. Umarım iyi gider. Beni son görüşünden bu yana topu topu 25 sayfa yazdım (altı haftada 25 sayfa). Kolay olmadı. Yarın hepsini Bouilhet’ye okuyacağım. Üzerlerinden o kadar çok geçtim, cümleleri o kadar fazla kopyaladım, değiştirdim, düzenledim ki artık hiçbir şey göremez haldeyim. Ama idare ederler bence. 

Cesaretini kıran şeylerden bahsetmişsin: Sen asıl benim cesaretimin nasıl kırıldığını görmelisin! Bazen nasıl oluyor da bitkinlikten kollarım kopup yere düşmüyor, beynim eriyip akmıyor, anlamıyorum. Her türlü dışsal hazdan yoksun, buruk bir hayat sürüyorum ve beni ayakta tutan tek şey bir tür daimi öfke – bazen bana acziyet gözyaşları döktürse de hiç azalmayan bir öfke. Eserimi zıvanadan çıkmış ve sapkınca bir sevgiyle seviyorum, bir zahit karnını kaşındıran kıldan gömleğini nasıl severse öyle…

Bazen, içim boş olduğunda, kelimeler gelmediğinde, sayfalarca şey çiziktirip de tek bir cümle bile yazamamış olduğumu anladığımda koltuğuma çöküyor ve orada sersemlemiş, bir çaresizlik bataklığına saplanmış halde yığılıp kalıyorum. Beni bir vehmin peşinden koşturan bu çılgınca gurur yüzünden kendimden nefret ediyor, kendimi suçluyorum. On beş dakika sonraysa her şey değişiveriyor; kalbim mutlulukla çarpıyor. Geçen Çarşamba kalkıp mendilimi almam gerekti, gözlerimden yaşlar akıyordu çünkü. Kendi yazdıklarımdan duygulanmıştım: Hayal ettiğim duygu, o duyguyu tasvir eden ifade ve o ifadeyi bulmuş olmanın tatmini – hepsi bana olabilecek en büyük hazzı vermişti. (…)

Güzelliğin devri geçti. İnsanlık belki geri dönecek ona, ama şu anda ihtiyacı yok. İnsanlık ilerleme kaydettikçe sanat daha bilimsel hale gelecek, aynı şekilde bilim de sanatsallaşacak. Erken safhalarında birbirlerinden ayrılmış olan bu ikisi, son noktalarına eriştiklerinde tekrar bir ve aynı şey olacaklar. İnsan düşüncesi geleceğin eserlerinin ne kadar göz kamaştırıcı bir zihinsel ışık altında serpileceğini öngörmekten aciz bugün. Karanlık bir koridorda körebe oynar gibi yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Etrafımızda tutunacak bir şey yok; zemin ayağımızın altından kayıyor; biz okumuş etmiş yazar-çizer takımı bir temelden mahrumuz. Neye yarıyor bütün bunlar? Ettiğimiz şu gevezeliğin herhangi bir faydası var mı? İnsan kalabalıklarıyla bizim aramızda hiçbir bağ yok. Yazık kalabalıklara, ama asıl bize yazık. Ama her şeyin bir sebebi olduğu için, benim gözümde tek bir kişinin hayalleri bir milyon kişinin duyduğu iştah kadar makbul ve meşru olduğu ve dünyada eşit derecede yeri hak ettiği için –maddi şeyleri ve bizi inkar eden insanlığı umursamadan– asıl meşgalemiz neyse onun için yaşamalıyız; fildişi kulemize çıkmalı ve hayatımızı orada, kokularını sürünmüş bir kutsal Hint dansözü gibi hayallerimizle baş başa, tek başımıza sürmeliyiz. Zaman zaman içimi büyük bir can sıkıntısı ve boşluk hissi kaplıyor – en çocuksu mutluluk anlarında bile yakamı bırakmayan şüpheler… Ama yine de bütün bunları hiçbir şeye değişmem, çünkü vicdanım bana vazifemi yerine getirdiğimi, kaderin hükmüne itaat ettiğimi, İyi olanı yaptığımı, Haklı olduğumu söylüyor.
(…)
Çeviren: Emre Ayvaz, Kerem Eksen

^