Latin Amerika marksizminin kurucusu Carlos Mariategui, 1928’de yayınlanan bir makalesinde şöyle diyordu: “Elbette Latin Amerika’daki sosyalizmin taklit ya da kopya değil, şiirsel bir yaratıcılığın eseri olmasını istiyoruz. Indo-Amerikan sosyalizminin esin kaynağı kendi gerçeğimiz, kendi dilimiz olmalı. Bu, yeni kuşaklara layık bir misyondur.”
Che’nin Mariategui’nin bu makalesinden esinlenip esinlenmediğini bilmiyoruz. Ama, okumuş olması muhtemel, zira hayat arkadaşı Hilda Gadea’nın Küba devrimini izleyen yıllarda Mariategui’nin yazılarını Che’ye verdiği biliniyor. Her halükârda, Che’nin siyasi düşüncesi ve pratiği, özellikle 1960’lı yıllarda, Sovyet modelini itaatkâr bir şekilde taklit etmenin Doğu Avrupa’da yarattığı felç haline odaklanmıştı. Che’nin sosyalizmin kuruluşuna dair fikirleri, “yeni bir şeyin şiirsel yaratımı”nı, farklı bir sosyalizm arayışını (bu arayış kesintili ve bütünlükten uzak olmasına rağmen) ve mevcut sosyalizmin bürokratik karikatürüne radikal bir muhalefeti içeriyordu.
“Komünist etiği olmayan bir ekonomik sosyalizm beni ilgilendirmiyor. Yalnız yoksullukla değil, yabancılaşmayla da mücadele ediyoruz. Eğer komünizm devrimci bilinçten ayrıştırılırsa, bir bölüşüm yöntemi olabilir, ama devrimci bir etiğe sahip olamaz.”
Che’nin düşüncesi 1959’dan 1967’ye dek dikkate değer bir şekilde evrildi. Sovyet tarzı sosyalizmle, yani marksizmin Stalinist versiyonuyla arasına koyduğu mesafe giderek açıldı. 1965’te, Kübalı bir dostuna yazdığı mektupta, Küba’da Sovyet mahreçli marksizm kitaplarının yayınlanması şeklinde tezahür eden “ideolojik kuyrukçuluğu” sert bir dille eleştiriyordu. “Bu ‘Sovyet tuğlaları’nın dezavantajı, düşünmene izin vermemeleridir: Parti senin adına düşünüyor. Senin yapman gereken onların düşüncesini sindirmekten ibaret.”
1963’ten sonraki yazılarında, “taklit ve kopya”yı reddedişi, alternatif bir model arayışı, daha radikal, daha eşitlikçi, daha dayanışmacı, daha insani ve komünist etikle daha tutarlı bir sosyalizm arayışı belirginleşmiştir.
Che’nin Ekim 1967’deki ölümü, siyasal olgunlaşmasını ve entelektüel gelişimini noktaladı. Geride bıraktığı yazıları her soruya cevap veren, cilalanmış bir yapı arzetmez. Merkezi planlama, bürokrasiyle mücadele gibi sorunlara ilişkin düşünceleri bütünlükten uzaktır.
Ekonomizm ve komünist etik
Che’nin yeni bir yol arayışındaki temel itki –özgül ekonomik sorunların ötesinde– sosyalizmin bir uygarlık, bir toplumsal etik, bireyciliğe, frenleri patlamış egoizme, rekabetçiliğe, kapitalizmin karakteristiği olan herkesin herkese düşman olmasına taban tabana zıt bir toplum modeli sunamadığı takdirde, anlamını yitireceğine ve muzaffer zolamayacağına inancıdır.
Che’ye göre, sosyalizmin kuruluşu, yalnızca “üretici güçlerin gelişimi”ne önem veren Stalin, Krusçev ve haleflerinin “ekonomist” anlayışlarına tezat ahlâki değerlerden ayrı düşünülemez. Haziran 1963’te, gazeteci Jean Daniel’e verdiği ünlü mülâkatta, “reel sosyalizm”in eleştirisini geliştirdiği görülür: “Komünist etiği olmayan bir ekonomik sosyalizm beni ilgilendirmiyor. Yalnız yoksullukla değil, yabancılaşmayla da mücadele ediyoruz. Eğer komünizm devrimci bilinçten ayrıştırılırsa, bir bölüşüm yöntemi olabilir, ama devrimci bir etiğe sahip olamaz.”
Eğer sosyalizm, kapitalizmle onun sahasında savaşmayı, yani üretkenlik ve tüketim sahasında kapitalizme üstün gelmeyi iddia ederse ve bunu kapitalizmin silahlarıyla –metalar, rekabet, benmerkezli bireycilik– yapmaya kalkışırsa başarısızlığa mahkûmdur. Che’nin SSCB’nin çözülüşünü öngördüğü söylenemez, ama farklılıkları tolere edemeyen, yeni değerleri içermeyen, düşmanını taklit eden ve emperyalist metropolleri “yakalamak ve geçmek” dışında ihtirası olmayan bir sosyalist modelin istikbali olmadığına dair sezgisi aşikârdır.
Che Guevara’nın yeni yol arayışı üç başlıkta özetlenebilir: Ekonomi yönetiminin yöntemleri, ifade özgürlüğü ve sosyalist demokrasi perspektifi.
Birincisinin Che’nin düşüncesinde merkezi bir yer işgal ettiği açıktır. Diğer ikisi, ki bunlar birbirleriyle yakından bağlantılıdır, daha az gelişmiştir ve çeşitli boşluklarla ve çelişkilerle maluldür. Ancak kaygılarında ve siyasi pratiğinde hep mevcuttur.
Ekonomi yönetiminin yöntemleri
Planlamanın çeşitli veçhelerine ilişkin 1963-64 yıllarındaki ünlü tartışmada, Sovyet modelinin taraftarlarına muhalefet etmiştir. O tartışmadaki muarızları, Fransız marksisti Charles Bettelheim tarafından desteklenen Küba Dış Ticaret Bakanı Alberto Mora ve Küba’nın Ulusal Tarım Reformu Enstitüsü Başkanı Carlos Rafael Rodriguez’dir. Ernesto Guevara’nın Belçikalı marksist ekonomist Ernest Mandel tarafından desteklenen görüşleri “reel sosyalizm”in radikal bir eleştirisidir.
Che’nin itiraz ettiği Doğu Avrupa modelinin anahatları şöyleydi: Sosyalizme geçiş aşamasındaki ekonomilerin nesnel kuralının değer yasası olması (Stalin’in bu tezi, o dönemde Charles Bettelheim tarafından savunuluyordu); metanın üretim sisteminin temeli olması; rekabetin (kurumlar ve bireylerarası) üretkenliği artıran bir faktör olarak kabul edilmesi; kolektif teşvikler ve paylaşım yöntemleri yerine bireysel olanların tercih edilmesi; yöneticilere ve işletme müdürlerine ekonomik imtiyazlar verilmesi; sosyalist ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerde piyasa kriterinin belirleyici olması.
“Ekonomik faktörlerin toplumsal kaderi belirlediği bir plasebo, bir sahte ilaç veriliyor bize. Bu mekanik, gayrı-marksist bir tekniktir. Kitleler kendi kaderlerini belirleyebilmelidir, üretimin hangi payının birikime ve tüketime ayrılacağına onlar karar vermelidir. Ekoınominin tekniği bu enformasyonun sınırları dahilinde işlemelidir.”
Şubat 1965’teki ünlü Cezayir Söylevi’nde, Che, emperyalist ülkelerle mücadele eden halklarla reel sosyalist ülkeler arasındaki eşitsiz ticari ilişkilere dikkat çekerek, sosyalist olduklarını iddia eden ülkelere “Batı’nın sömürücü ülkeleriyle işbirliği yapmaya son vermeleri” çağrısında bulunmuştu.
Sosyalizm, Che’ye göre, “insanlığa dair yeni bir bilinç geliştirmedikçe, yalnızca sosyalizmi kurmuş olan veya kurmakta olan toplumlara değil, dünya ölçeğinde emperyalizmden mustarip olan halklara kardeşçe bir yaklaşım içinde olmadıkça” varolması mümkün değildi.
Mart 1965’te yayınlanan “Küba’da Sosyalizm ve İnsan” başlıklı makalesinde, Doğu Avrupa’daki sosyalizm modellerini analiz ediyor ve “kapitalizmi kendi fetişleriyle fethetme” anlayışını reddediyordu. “Kapitalizmden devralınan köhne araçlarla (ekonomik birim olarak meta, kârlılık, bireysel maddi çıkarı bir kaldıraç olarak görmek vs.) sosyalizmin kurulabileceği hülyası bizi çıkmaz sokaklara götürecektir. Komünizmi kurmak için, yeni maddi temellerle birlikte yeni insanın yaratılması zorunludur.”
Che’ye göre, Doğu Avrupa ülkelerinden ithal edilen modelin başlıca tehlikelerinden biri, sosyal eşitsizliği artıran ve teknokratlarla bürokratlardan oluşan imtiyazlı bir kesim yaratmaktı. “Bu sistemde, hep daha fazla kazanan yöneticilerdir. Demokratik Alman Cumhuriyeti’ndeki yeni uygulamaya bakın: Yöneticilere verilen önem ve dahası, yöneticilerin yönettikleri için mükâfatlandırılmaları.”
Bu tartışmada iki taraf vardı. Bir tarafta, ekonomiyi değer yasası ve piyasa kuralları gibi kendine özgü yasaları olan bir özerk bir alan olarak gören “ekonomist” anlayış, diğer tarafta ise üretim önceliklerinin, fiyatlara ve benzeri konulara ilişkin ekonomik kararların sosyal, etik ve politik kriterlere bağlı olduğunu savunan siyasal sosyalizm anlayışı vardı. Che’nin önerisi, soyalizmin bu siyasal kriterleri temel alarak kurulmasıydı, dolayısıyla sosyalizm anlayışı Sovyet modelinden farklıydı.
Ancak şu da eklenmeli: Guevara, Stalinist bürokratik sistemin yapısına ilişkin net bir fikir geliştirememiştir.
İfade özgürlüğü
1963-64’teki ekonomi tartışmalarının önemli bir siyasi boyutu vardı ve bu, tartışmanın bizatihi kendisiydi: Sosyalizmin inşası sürecinde görüş ayrılıklarının toplumsal olarak ifade edilmesi ya da devrimin bağrındaki demokratik çoğulculuğun meşruiyeti.
Bu sorun ekonomi tartışmasında aleni değil, örtük olarak dile getirilmişti. Guevara, bu sorunu planlamadaki demokrasi meselesiyle net veya sistematik olarak ilişkilendirmemişti. Ancak, 1960’lı yıllarda, çeşitli vakalarda, tartışma özgürlüğünden ve fikri çoğulculuktan yana olmuştu. Kübalı Troçkistler konusunda aldığı tavır, bu açıdan ilginç bir örnektir. Che, Troçkistlerin analizlerine katılmıyordu, hatta birçok defa onları sert bir dille eleştirmişti. Ancak, 1961’de, Küba polisinin Troçki’nin Sürekli Devrim kitabınının provalarını imha etmesini kınamış, bunun “yapılmaması gereken bir yanlış” olduğunu vurgulamıştı. Birkaç yıl sonra, 1965’te, Küba’dan ayrılmasından kısa bir süre önce, Kübalı Troçkist lider Roberto Acosta Hechevarria’nın hapis cezasına son verilmesini sağlamış ve Hechevarria’nın serbest bırakılışında ona dostane bir mesaj göndermişti: “Acosta, fikirler şiddet kullanılarak yok edilemez.”
Sovyet tarzı “sosyalist gerçekçilik”i tek bir sanat biçimini empoze ettiği gerekçesiyle kınamıştır. “Memurların anladığı türden bir sanat bu. Ve bu metodla gerçek sanatsal arayışa son veriliyor, insanoğlunun sanatsal ifadesine daha doğar doğmaz deli gömleği giydiriliyor.”
1964’te, Sovyetler’in kendisini “Troçkistlik”le suçlayan raporuna karşı, Sanayi Bakanlığı’ndaki yoldaşlarına şöyle demişti: “Bu durumda karşı fikirleri ya tartışma yoluyla bertaraf edebilecek kapasitede olacağız ya da o fikirlerin ifade edilmesine göz yumacağız. Fikirleri zor kullanarak bertaraf etmek mümkün değildir. Öyle yapıldığı takdirde zekânın özgür gelişimini engellemiş oluruz. Troçki’nin düşüncelerinde değerli birçok şey var, ancak temel kavrayışları ve son dönemdeki eylemleri bence yanlıştır.”
Guevara’nın, ifade özgürlüğünü en belirgin şekilde savunduğu ve Stalinist otoriterliğe en doğrudan eleştirisini yönelttiği alanın sanat olması tesadüf değildir. “Küba’da Sosyalizm ve İnsan” makalesinde, Sovyet tarzı “sosyalist gerçekçilik”i tek bir sanat biçimini empoze ettiği gerekçesiyle kınamıştır. “Memurların anladığı türden bir sanat bu. Ve bu metodla gerçek sanatsal arayışa son veriliyor, insanoğlunun sanatsal ifadesine daha doğar doğmaz deli gömleği giydiriliyor.”
Sosyalist demokrasi
Che, sosyalizme geçişte demokrasinin rolü üzerine tamamlanmış bir teori geliştirmemiş olmakla birlikte, 20. yüzyılda sosyalizme büyük zarar veren otoriter ve diktatoryal anlayışları hep reddetmiştir. “Halkı eğitmek” iddiasında bulunanları, Marx Feuerbach Üzerine Tezler’de eleştirmişti. (“Eğiticileri kim eğitecek?”) Che de, 1960’ta yaptığı bir konuşmada şunları söylüyordu:
“Halkı eğitmenin ilk reçetesi onları devrime dahil etmektir. Halka, sırtında despotik bir hükümetle haklarını elde edeceğini öğretilebileceğini asla aklımızın ucundan geçirmeyelim. Halka öğretilecek ilk ve temel şey, haklarını fethetmeleridir. Yönetimde temsil edildiklerinde, onlara öğretilenleri ve çok daha fazlasını öğreneceklerdir. Başka bir deyişle, yegâne kurtuluş pedagojisi, devrimci pratik içinde halkın kendi kendisini eğitmesidir. Marx’ın ‘Alman İdeolojisi’nde dediği gibi: Şartların değişmesi ile insan eyleminin ya da kişisel değişimin çakışması yalnızca devrimci pratikle ortaya çıkabilir ve rasyonel olarak anlaşılabilir…”
Che, 1966’da, Sovyet ekonomi-politiğini eleştirdiği notlarında, şu satırlara yer veriyor: “Stalin’in tarihsel suçu komünist eğitimin yerine dizginlenmemiş bir otorite kültünü koymasıdır.”
Che’nin düşüncesinde, demokrasi ve planlama arasındaki ilişki yeterince irdelenmemiştir. Planlamayı savunan ve piyasa kategorilerini reddeden tezleri çok önemlidir ve günümüzdeki neoliberal “piyasa dini”nin hâkimiyeti açısından yeniden değerlendirilmelidir. Ne var ki, Che’nin tezleri kilit siyasi soruyu bir kenarda bırakmaktadır: Planlamayı kim yapacak? Ekonomik plandaki başlıca tercihleri kim belirleyecek? Hakiki bir demokrasi olmadan –yani: a) siyasal çoğulculuk b) özgür tartışma c) toplumun tartışılan ekonomik öneriler içinde serbestçe tercihini yapması– planlama kaçınılmaz olarak bürokratik ve otoriter bir “ihtiyaçlar üzerinde diktatörlük” (tıpkı Sovyetler Birliği tarihinin bolca örneklediği gibi) yaratacaktır. Başka bir deyişle, sosyalizme geçişteki ekonomik sorunlar siyasal sistemin yapısından ayrı düşünülemez. Küba tecrübesinin son otuz yıl içinde gösterdiği, demokratik sosyalist kurumların yokluğunun olumsuz sonuçlarıdır. Ancak, yine de Küba, diğer reel sosyalist ülkelerdeki bürokratik ve totaliter sapmalardan kaçınmayı başarmıştır.
Bu tartışma devrimin kurumları meselesiyle bağlantılıdır. Guevara burjuva demokrasisini reddetmiştir, ancak anti-bürokrasi ve eşitlikçi duyarlılıklarıyla birlikte, sosyalist demokrasiye dair net bir vizyon geliştirmemiştir. “Küba’da Sosyalizm ve İnsan”da, devrimci devletin yanlışlar yapabileceğini, kitlelerin bu yanlışlara reaksiyon göstererek devleti yanlışlarını düzeltmeye zorlayacağını (buna örnek olarak partinin 1961-62’de Anibal Escalante liderliğinde izlediği sekter politikayı veriyor) kabul etmektedir. Ancak, şunu da eklemektedir: “Bu sistem hukuki, adilane önlemler almak için yeterli değildir. Kitlelerle daha yapısal bir bağ gerekmektedir.” Başlangıçta, kitlelerle liderler arasında muğlak bir “diyalektik birlik”le yetinmektedir. Ancak, birkaç sayfa sonra, sorunun çözümünün etkili bir demokratik denetime yol açmasından uzak olduğunu itiraf etmektedir. “Devrimin bu kurumsallaşması henüz gerçekleştirilememiştir. Yeni bir şey arıyoruz…”
Ernesto Guevara’nın hayatının son yıllarında reel sosyalizmi “taklit ve kopya” etmeyi reddederek Sovyet modelinden giderek uzaklaştığını biliyoruz. Ne var ki, son dönem yazılarının büyük bir bölümünün yayınlanması izah edilemez bir şekilde gerçekleşmedi. Bu yazılardan biri de, 1966’da kaleme aldığı SSCB’deki Bilimler Akademisi’nin Ekonomi Politiği’ne yaptığı eleştiriydi. Che’nin ekonomiye dair düşünceleri üzerine önemli bir kitap yazan Carlos Tablada, 1996’da kaleme aldığı bir makalede, Che’nin söz konusu yazısından bazı alıntılar yapıyor. (Tablada, Che’nin yazısının tamamını yayınlama izni alamamış.) Alıntılanan paragraflardan biri özellikle ilginç, zira Guevara’nın siyasal düşüncesinin sosyalist demokrasiye yaklaştığını gösteriyor. Che, demokratik planlama sürecinde, ekonomik kararları bizzat halkın, işçilerin, onun deyişiyle “kitlelerin” vereceğini söylüyor:
“Ekonomik faktörlerin toplumsal kaderi belirlediği bir plasebo, bir sahte ilaç veriliyor bize. Bu mekanik, gayrı-marksist bir tekniktir. Kitleler kendi kaderlerini belirleyebilmelidir, üretimin hangi payının birikime ve tüketime ayrılacağına onlar karar vermelidir. Ekonominin tekniği bu enformasyonun sınırları dahilinde işlemelidir ve kitlelerin bilinçleri bunun uygulanmasını temin etmelidir.”
Ekim 1967’de, CIA’nin ve Bolivyalı işbirlikçilerinin suikast kurşunları, yeni bir sosyalizmin, demokratik komünizmin yaratılmasını kesintiye uğrattı.
Çeviren: Yücel Göktürk
Express, sayı 77, Ekim 2007
Michael Löwy’nin Haziran 2001’de İtalya’daki Ernesto Che Guevara Vakfı’nda yaptığı konuşmadan özetlenmiştir.