Geçen haftaki yazıda, içinden geçmekte olduğumuz dönemi bir küresel ara rejim olarak görebileceğimizi ve bunun iki Dünya Savaşı arası dönemle bazı benzerlikler taşıdığını belirtmiştim.
Bu yazıyı yazarken Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi bir haftasını doldurmuş ve ateşkes görüşmelerinin ikincisi henüz başlamıştı. Geçtiğimiz bir haftada, savaşın yarattığı insani trajedilere her gün yenilerinin eklendiğine tanıklık ettik. Bunların yanında pek çok değişim de yaşandı.
Özellikle Almanya bir günde geleneksel resmi pasifist dış politika pozisyonunu değiştirerek bu yıl 100 milyar Avroluk bir silahlanma harcaması yapacağını duyurdu. Diğer bazı Avrupa ülkelerinde de benzer kararlar alındığını gördük. Rusya’nın işgal girişiminin Avrupa’ya etkilerinin çok boyutlu olacağı şimdiden ortaya çıktı, bunları değerlendirmek ileriki yazılara kalsın. Bu yazıda Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımları ve Çin’in bu süreçteki pozisyonunu ele alacağım.
Ekonomik yaptırımlar
Rusya’nın Batı merkezli finansal ağlardan çıkarılması olabilecek en ağır ekonomik yaptırımlardan biriydi. Stratejik Rus firmalarının varlıklarının dondurulması, bu firmaların Batılı finansal kurumlardan aldığı borçları geri ödeyememelerine yol açacak. Dolayısıyla, ekonomik yaptırımların Rusya dışındaki olumsuz etkileri başta Avrupa ülkeleri olmak üzere pek çok ülkede görülecek. Artan enerji ve buğday fiyatları ise savaşın ekonomik etkilerinin hızla dünya ekonomisine yayıldığını gösteriyor.
Dolar “kısa vadede kral” olmayı sürdürecek. Ancak, üretimin ağırlık merkezi çoktan Asya’ya kaymışken finansın merkezinin Batı’da kalmayı sürdürmesinin yarattığı gerilimlerin giderek arttığını vurgulayabiliriz.
Ancak, firmalara yapılandan daha önemlisi, Rus merkez bankasının rezervlerine yapılan müdahale. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda rezerv biriktirmenin yerli parayı savunmanın en önemli yolu olduğu 1997 Asya Krizi’nden çıkan bir ders olarak pek çok “yükselen piyasa ekonomisine” öğütleniyordu. Fakat görüldü ki, bir savaş durumunda bunun pek bir anlamı kalmıyor. Ve yine görüldü ki, Rus Merkez Bankası faizleri iki katına çıkarmasına ve sert sermaye kontrolleri uygulamasına rağmen rublenin değersizleşmesinin önüne geçemedi. Bunun arkasından neyin geleceğini iyi biliyoruz: Enflasyonun patlaması.
Dolar sonrası dönemin başlangıcı mı?
Ekonomik yaptırımlar kısa vadede Rusya’nın işgal girişimini durdurmaya yeterli olur mu, henüz belli değil, ancak bunların mevcut küresel finans sistemi üzerinde uzun vadeli etkisi olabileceği konuşulmaya başlandı. “Dolar sonrası dönem” başlığı altında zaten epeydir süren bir tartışma var.
Küresel parasal hiyerarşinin devletler arası küresel hiyerarşiyi izlediği bir ortamda bu tartışmanın gündeme gelmesi zaten beklenen bir gelişmeydi. Ne var ki, piyasa yorumcularının finansal piyasaların “etkin piyasa hipotezi”nin teorik dünyasından çok uluslararası siyasal iktisadın inceleme alanına girdiğini keşfetmeleri için Rusya’ya uygulanan ölçekte büyük bir yaptırımın gündeme gelmesi gerekiyordu.
Elbette tüm bunlar doların hâkimiyetinin bir anda buharlaşacağı anlamına gelmiyor. Hatta Adam Tooze’un belirttiği gibi, dolar “kısa vadede kral” olmayı sürdürecek. Ancak, üretimin ağırlık merkezi çoktan Asya’ya kaymışken finansın merkezinin Batı’da kalmayı sürdürmesinin yarattığı gerilimlerin giderek arttığını vurgulayabiliriz.
Çin’in pozisyonu
Rusya’nın ABD merkezli küresel ekonomik ve finansal sistemden dışlanması ister istemez onu Çin’e doğru itiyor. Bilindiği gibi, Çin, Hindistan ve Pakistan, Rusya’ya karşı NATO ülkeleri gibi bir tavır almadı. Ama bu bir Rusya-Çin ittifakının doğmakta olduğunu “müjdelemek” için yeterli değil.
Rusya’nın finansal ağlardan çıkarılması olabilecek en ağır ekonomik yaptırımlardan biriydi. Stratejik Rus firmalarının varlıklarının dondurulması, bu firmaların aldığı borçları geri ödeyememelerine yol açacak. Ancak, firmalara yapılandan daha önemlisi, Rus merkez bankasının rezervlerine yapılan müdahale.
Hatta Çin’in böyle bir yükü üstlenmesi, ihracatının önemli bir kısmını yaptığı ve finansal olarak bütünüyle entegre olduğu Batılı pazarlarla ilişkilerini bozma riski taşıyacağı için rasyonel de değil. Fakat kesin olan, Rusya’nın Çin pazarına bağımlı olduğu bu yeni süreçte Çin’in elinin giderek güçleneceği.
New York Times’da belirtildiğine göre, geçtiğimiz üç ay boyunca Biden yönetimi Çinli yetkililere pek çok kere Rusya’nın işgal için hazırlık yaptığı yönünde bilgi paylaşmış. Ancak Çin’in buna ikna olmadığı anlaşılıyor. Sürecin başında Rusya’nın Ukrayna seferini işgal olarak tanımlamayan Çin yönetiminin üzerindeki baskı giderek artarken, ateşkeste etkin rol alabileceği yönündeki açıklaması bu baskıyı azaltabilecek bir ara yol bulma girişimi olarak görülebilir.
Rusya’nın ekonomik yaptırımlarla durdurulup durdurulamayacağı Çin için de önemli. Zira herhangi bir nedenle benzer bir ekonomik yaptırım setiyle karşılaştığında bununla nasıl başa çıkabileceği hakkında çeşitli stratejiler geliştirmek için zaman kazanmış oluyor. Batı merkezli finans sisteminden kaçış var mı, yok mu, onun test edildiği zamanlardayız.
Rusya’nın rezervlerini ABD dolarından başka para birimlerine çevirmesi onu yaptırımlardan koruyamadı. Bakalım Çin’in büyüme modelini değiştirerek ihracata olan bağımlılığını azaltıp iç pazarın önemini artıran yeni yönelimi onu gelecekteki sorunlardan koruyabilecek mi?