30 Ekim Ege depreminin üzerinden dört gün geçti. Yıkımın yaşandığı Bayraklı’da yiyecek, giyecek konusunda dayanışma sürse de çok eksik var. Depremzedeler dışarıda koronavirüs riskiyle karşı karşıya, bu konuda alınmış herhangi bir önlem yok. Çadır alanları hasar gören binalara oldukça yakın, ayakta kalan ancak yıkılma riski barındıran yapılara dair bir çalışma henüz yok. Bayraklı’da panik ve belirsizlik hakim. İzmir’in halet-i ruhiyesini depremzedeler anlatıyor.
Depreme nerede, nasıl yakalandınız?
İsmet Yontuk: Bayraklı Manavkuyu’da oturuyorum, Kızılay Kan Merkezi’nin tam karşısında. Bundan birkaç ay önce ufak ufak depremler oluyordu. 30 Ekim’deki depremi de ilk başta birkaç saniyelik küçük bir sarsıntı sandım, “çok şükür, bitti” diye düşündüm. Ancak, daha derinden vurmaya başladı ve devam etti. Ortalama 20-25 saniye hissettim. Evde pijamayla oturuyordum, zemin katta oturduğum için bir anda sokağa çıkmaya çalıştım. Apartman kapısını açtığımda yıkılan bir binanın toz dumanı üzerime geliyordu, o şokla apartman kapısını kapattım. Yukarıdan bağırma seslerini duyunca kapıyı tekrar açtım ve dışarı çıkmak zorunda kaldım. Kavşağa yakın olduğum için karşıdaki çimlik alana doğru gittim. O esnada köşedeki bir binanın yıkıldığını gözlerimle gördüm. Kafamı çevirdiğimde ise bir başka binanın devrildiğini gördüm. O an hiçbir şey yapamadım, sadece elimdeki telefonla birilerine ulaşmaya çalıştım. Hatlar kilitli olduğu için bir süre kimseye ulaşamadım. Sonrasında babam beni internet üzerinden aradı, daha sonra annemle konuşabildim.
Berna Güler Arslan: Biz de Bayraklı’daydık. Çok şiddetli hissettik depremi. Bir oğlum var. Eşimle beraber bütün düşüncemiz onu korumaktı. Deprem sona erdikten sonra durumun ciddiyetinin farkına vardık, çünkü etrafta bir toz bulutu yükseldi. Dışarı çıktığımızdaysa manzara korkunçtu. Hemen sonra arkadaşlarımızla haberleştik, bir arkadaşımızın çocuğunun göçük altında kaldığını öğrendik. Biz öğretmeniz, arkadaşım imza vermek için o gün okula gidiyor, döndüğünde çocuğunu göçük altında buluyor. 30 Ekim’den bu yana bekliyoruz, hâlâ haber yok. Diğer binalarda bir kat görüntüsü var yine de, ama bu Emrah Apartmanı’nda kat bile görünmüyor, tamamen moloz yığını.
Biliyoruz ki, deprem öldürmüyor, bina öldürüyor. Bu nasıl bir para hırsı, nasıl bir mantık, bilemiyorum. “Bir ülkenin kalitesini görmek istiyorsanız insanların nasıl öldüğüne bakın” diyorlar ya, öyle işte.
Eviniz depremden nasıl etkilendi?
Rezan Yazkan: Evimiz çok hasar gördü. Duvarlarda çatlaklar var. Eşyaların altında kalmaktan zor kurtulduk. İçeride durmamız mümkün değil. Hâlâ yetkililerin gelip evi kontrol etmelerini bekliyoruz.
Cantürk: Oturduğum bina dokuz katlı, dört bloktan oluşuyor. Eski bir site. Zemin kattaki evimin bütün duvarlarında çatlaklar var. İki odamın kolon diplerinde derin çatlaklar var. Onlar sıva çatlağı mı kolon çatlağı mı, bilmiyorum. Uzmanların gelip rapor vermesini bekliyorum. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvurdum, inceleme talep ettim. Şu ana kadar bir yetkili gelmedi. Bakanlıkla konuştuğumda, bütün ekiplerin sahada aktif olarak çalıştığı, belli noktalarda afet ve koordinasyon masalarının kurulduğu söylendi. Onlara gidip bilgi vermemiz gerektiğini ilettiler. O taleplerde bulundum, inceleme yapılmasını bekliyorum. Annem Balçova’da yaşıyor, bazen onda, bazen de Karşıyaka’da oturan bir arkadaşımın evinde kalıyorum.
O binada hâlâ oturanlar var mı?
Cantürk: Evet, üst katlarda oturmaya devam edenler var. “Evimde çatlak yok, bir şey olursa çıkarım” diyorlar. Ben zemin katta oturduğum, çatlakları gördüğüm ve herhangi bir yaşam alanı görmediğim için evde kalmıyorum.
Bayraklı’da yıkılan binalardan bazılarına daha önce çürük raporu verildiği ortaya çıktı. Yakın tarihte uzmanlar deprem uyarısı da yapmıştı. Sizin yaşadığınız evde, o bölgede daha evvel bir etüt yapıldı mı hiç?
Cantürk: Ben iki buçuk yıldır aynı evde yaşıyorum. Bu süre zarfında hiçbir etüt ya da araştırma yapılmadı.
Arslan: Bayraklı’daki binalar eski ve yorgun binalar. Bu denli yorgun binaların her yıl yapılandırılması, gözden geçirilmesi gerek. Bu konuda çok bilgi sahibi değilim, ama mantıken, bir insan olarak, bir anne olarak düşündüğümde, daha güvenli yerlerde barınmamız için bu yapıların doğru düzgün gözden geçirilmesi şart. Bu açıdan, her ne kadar bazı konularda iyi belediyecilik yapılıyor olsa da, bu konularda belediyenin de kusurları olduğu görüşündeyim. Biliyoruz ki, deprem öldürmüyor, bina öldürüyor. Bu nasıl bir para hırsı, nasıl bir mantık, bilemiyorum. “Bir ülkenin kalitesini görmek istiyorsanız insanların nasıl öldüğüne bakın” diyorlar ya, öyle işte. Neden bazı binalar sağlamken bazı binalar moloz yığını halinde, onu irdelemek gerekiyor. Neden ekonomik olarak normal düzeyde insanlar, garibanlar bu tür durumlardan en zararlı çıkıyor? Neden zengin birisinin göçük altından çıkarıldığını duymuyoruz?
Depremin hemen ardından sosyal medyada nefret söylemleri türedi. Bunları duydunuz ya da gördünüz mü, ne hissettiniz?
Cantürk: Onlarla aynı havayı soluduğum için utandım. “Alkolün, zinanın başkentinde bu depremin olması kadar doğal bir şey yok” diyenler olmuş. Onlar adına ben utanıyorum. İzmirliyiz; afet anında kimse fahiş fiyatlarla bir şey satmadı, kimse ev fiyatlarını artırmadı, otel ücretleri fırlamadı, bazı oteller ücretsiz kapılarını açtı, birçok firma destekte bulundu, çadır alanlarında yardımlaşma sürüyor… İnsanlık budur, onların yaptığıysa insanlık dışı.
Arslan: Nefret söylemlerini çok takmıyorum, ama iyi bir şey değil. Bundan beslenen bir güruh var, bu kötü bir şey. Bu kadar kötü olamaz insanlar, olmamalılar. Hiç mi insan sevmediler, hiç mi doğa, çocuk sevmediler? Biz burada çocukların kurtarılmasını bekliyoruz. Onlar kendi nefretleriyle boğulsun. Dünyayı güzellik kurtaracak. Ben halkların kardeşliğine inanıyorum. Van depreminde nasıl canımız yandıysa, nasıl gözyaşı döktüysek orası için, burada da aynı duygular içerisindeyiz.
Neden bazı binalar sağlamken bazı binalar moloz yığını halinde? Neden ekonomik olarak normal düzeyde insanlar, garibanlar bu tür durumlardan en zararlı çıkıyor? Neden zengin birisinin göçük altından çıkarıldığını duymuyoruz?
Bir yandan da dayanışma var; Soma’da hakları için mücadele veren maden işçileri de arama kurtarma çalışmaları için buraydı mesela…
Arslan: Duyduğumda çok etkilendim. Madenci bir arkadaşı gördüm hatta, ama rahatsız etmemek için yanına gitmedim. Çok gurur duydum. Onların eylemlerini de destekliyorum, hissediyorum. Ailecek yanlarındayız. Duyarlılığımız her ne kadar yok edilmeye çalışılsa da duyarlı insanlarız, duyarlı bir toplumuz. Her şeye rağmen buradaki dayanışma güzel hissettiriyor.
Cantürk: Madencilere çok teşekkür ediyorum. Onlar tecrübeliler ve daha seri bir biçimde yardımcı olabildiler. Türkiye’nin birçok ilinden yardıma gelen diğer herkese çok teşekkür ediyorum. Bu dönemde insanların yanımızda olması, dayanışması iyi hissettiriyor. Görüntülerde gördük, enkaz altında kalanlar bile kendilerine yardım etmeye çalışanlara, “ne olur gitmeyin” diyor. Görüş ve fikir ayrılıkları olabilir, ama böyle zamanlarda insanların birbirine kenetlenmesi kadar güzel bir şey yok.
Deprem pandemi koşullarında meydana geldi. Evde kalamıyorsunuz, dışarıda da virüs var. Bu durumla nasıl baş ediyorsunuz? Buna karşı yetkililerin aldığı herhangi bir önlem var mı?
Cantürk: Bulunduğumuz yer zaten virüs riskinin yoğun olduğu bir bölgeydi. Risk şu anda daha da arttı. Dışarısı kötü, içerisi kötü. Evde oturduğunuz zaman yıkılma ihtimali, dışarıda virüs riski var. Çadırlaşma var, evet, ama bir ekip de gelip korona testi yapmıyor. Sadece yemek yardımı gibi durumlar var şu anda. İnsanlar panik halinde hâlâ, neyi nasıl yapacaklarını bilemiyorlar. Herkes beklemede.
Yazkan: Annem kas hastası, ayakları tutmuyor. Babam çok yaşlı. Pandemi nedeniyle birlikte yaşıyorduk uzun zamandır. Mart ayından beri çok dikkat ediyorduk, dışarı çıkmıyorduk. Şimdi mecbur dışarıdayız. Şu haldeyken hiç pandemiyi düşünemiyoruz. Depremde ciddi bir dürtü var, sallıyor sizi ve “eyvah” diyorsunuz, ama virüsü gözle göremediğimiz için pandemi arka plana atılıyor. Şu anda pandemiye ne kadar dikkat ediliyor, bilmiyorum. Seyyar tuvalet kurulmuş mesela, mikrop yuvası. Oraya girdiğiniz an virüs kapabilirsiniz zaten. Ben seyyar tuvaleti kullanmamak için kalmaktan korktuğum evimin tuvaletine gidiyorum mecburen.
Yani dayanışma var, ama eksiklikler de çok…
Yazkan: Evet. Mesela kaldığımız çadır devasa bir binanın yanı başında. Mecbur olduğumuz için bu çadırdayız. Bunu bulmamız da zor oldu zaten. Evimiz yıkılmadığı için öncelik-sonralık konusu var. Anca bu kaldığımız çadırı bulabildik. “Evler dibine doğru çöküyor, yıkılsa da buraya gelmez” deyip kendimi avutarak geceleri uyumaya çalışıyorum.
Bu şartlarda yaşam nasıl devam edecek, talepleriniz neler?
Cantürk: İşimle alakalı haber bekliyorum. Bundan sonra ne olacak bilmiyorum. Mühendislerin vereceği raporla hayatımın seyri netleşecek. O ana kadar göçebe hayatı yaşayacağım. Risk nedeniyle evime girmek istemiyorum. Evime girdiğimde o manzarayla beraber deprem ânını tekrar yaşıyorum. Bir eşya almak için eve girmek zorunda kaldım, girmemle çıkmam bir oldu. Süreç ne kadar hızlanırsa bizim için o kadar iyi olacak. 48 saatten fazladır uyku uyumuyorum. Psikolojik olarak ayrı bir şokun etkisindeyim. Şu anda oturduğum yerde bir tabelanın sallandığını gördüğümde dahi “ne oluyor” diyorum. O ânı canlı canlı tekrar yaşıyorum. Evet, bütün İzmir depremden etkilendi, ama yıkımın olduğu tek yer benim de yaşadığım Bayraklı. Bunu insanların anlamasını çok beklemiyorum, önemli olan acıyı paylaşmak. Cumhurbaşkanı bazı vaatlerde bulundu, kira yardımında bulunulacağını, 24 milyon TL ödenek gönderildiğini, ihtiyaç halinde daha fazla gönderilebileceğini söyledi. Bu sözlerin arkasında durulmasını istiyorum. Ben birçok kişiye nazaran daha az zararla kurtuldum. Ama maddi durumu çok kötü olan, çok zor durumda olan, şu an başını sokacak yeri olmayan insanlar var, en azından onlara yardım edilsin. Bir kişi karısını ve çocuğunu depremde kaybetti, dün haberlerde gördüm. O kişi yalnız başına kaldı. Bu insana sadece maddi de değil, psikolojik destek de verilmeli. Bize ev, araba, iş verilmesini istemiyoruz, derdimiz bu değil, bizi hayata bağlamaları lâzım.
Bu acıyı kimsenin yaşamaması için sadece İzmir’in değil, İstanbul’un, riskli her yerin gözden geçirilmesi gerekiyor. Zenginliğin buralara akıtılması gerekiyor. Coğrafya kaderimiz olmasın artık.
Yazkan: Devlet konservatuvarı mezunuyum. 2011’den beri Karşıyaka Belediye Konservatuarı’nda çalışıyordum, bireysel enstrüman dersi veriyordum. Belediye yönetimi değiştikçe bizim çalışma şartlarımız da değişti: 2012’de tam zamanlı olarak taşerona alındık. 2015’ten sonra saat ücretli sistemine geçirildik. Bu sistemde sigortalarımız eksik yatırılıyordu. Derken, KHK çıktı; tekrar tam zamanlıya geçeceğimizi düşünürken aksine elimizdeki saat ücretli sigortalı çalışma hakkımız da alındı. Yani güvencesiz çalışmaya itildik. 2018’den itibaren sigortasız çalışmak zorunda bırakıldım. Zaten bu yılın başlarında, mart ayında pandemi başladı. İş kaydımız olmadığı için tamamen işsiz kaldık. “Her şey normale dönsün, tekrar kuruma dönelim” diye düşünüyorduk. Pandeminin üzerine deprem oldu. Şu anda hiçbir güvencem yok, işsizim ve dışardayım. En azından işimi geri istiyorum.
Bir son söz istesek?
Arslan: Deprem gerçeğiyle yaşamayı öğrenmeliyiz, unutmamalıyız. Neden Japonya’da şiddetli depremlerde binalar sallanırken bu tür facialar yaşanmıyor? Aslında zengin bir ülkeyiz, eğer farklı yerlere akıtmazsak halk da bu zenginlikten yararlanabilir. Dün akşam eve gittim, oğluma sarılıp yattım, ama hep burayı düşündüm. “Kendi yavruma sarılıyorum, ama birçok insan göçük altında” dedim. Kendime yakıştıramadım bunu. Bu acıyı kimsenin yaşamaması için sadece İzmir’in değil, İstanbul’un, riskli her yerin gözden geçirilmesi gerekiyor. Zenginliğin buralara akıtılması gerekiyor. Coğrafya kaderimiz olmasın artık.