“DANS İÇİN TEŞEKKÜRLER”

Ragıp Duran
27 Kasım 2019
SATIRBAŞLARI

En az üç kuşağın sesi-sözü Leonard Cohen hayatını, ölümü, bu arada kadınları, kuşları, nehirleri anlatmış yine. Ardında bıraktığı şiirler, şarkı sözleri oğlu Adam’ın marifetiyle albümleşti: Thanks For The Dance. Montreal mezarlığına bağlanıyoruz.

 

Kasımın 22’sini bekliyordum. Sabırsızca. Cohen’in Thanks For The Dance’i çıkacaktı. Cuma günü internete düştü dokuz şarkı. MP3’ümü geceyarılarına kadar yanımda taşıdım. Aynı akşam taradım tanıtım ve eleştiri yazılarını, 32 tanesini altını çizerek okudum. New York Times’tan Libération’a, Mojo’dan Variety’ye, NME’den American Song Writer’a dünyanın bütün önemli gazetelerinde ve müzik dergilerinde uzun ve övgü dolu satırlar vardı.

70’li yılların ortalarında, Cohen ilk çıktığında, 33 turluk plağını dinlerken bir yakınım “O ne ses öyle, mezardan mı şarkı söylüyor bu adam?” demişti. Değişen bir şey yok. Son albümde de kısık, boğuk, kalın, tırtıllı, ama yumuşak ve tabii ki çok yaşlı bir ses var kayıtta.

Dokuz parça var, toplam süre yarım saati biraz aşıyor. Cohen aslında şarkı söylemiyor, biraz mırıldanıyor, biraz da şiir okuyor. Ama oğlu Adam esaslı bir müzik döşemiş babasının şiirlerine.

“Cohen’in sesi Tanrı’nın sesi gibi ve yakında Tanrı’yla buluşacak birinin sesi” diyor bir uzman. Diğer bütün albümleri gibi Thanks For The Dance de tercihan geceleri ve mutlaka tek başına dinlenecek bir CD. Neredeyse bir ibadet ritüeli gibi.

Zigzaglar, istikrarsızlıklar, kimlikler

Vasiyetname niteliğindeki bir önceki albümü You Want It Darker piyasaya çıktıktan 19 gün sonra vefat etmişti. Kanserdi. Yataktan düşüp göçüp gitmişti öbür tarafa. Ki bir süredir hem şarkılarında hem söyleşilerinde ölüm temasını işliyordu kanaviçe misali.

Bu son CD, bir öncekinin bir tür devamı. Ya da belki vasiyetnamenin dipnotu, son sözü. Darker’ın kayıtları sırasında kaydedilmiş bazı şiirler ve şarkılar vardı. Oğlu Adam’dan talep etmiş bunları bestele diye. O da babasının eski çalışma arkadaşları ile kendi tanıdığı müzisyenleri toplayıp, tüm uzmanların görüşüne göre, tam da Cohen’in istediği bir albüm yapmış. “Cohen yaşıyor, halen aramızda ve şarkı söylüyor” dedirtecek kadar.

The Flame başlıklı kitap, Cohen’in vefatından sonra yayınlanan şarkı sözleri, şiirleri, günlük notları ve desenlerini içeriyor. İşlediği temalar yeni değil: Hayat, aşk, seks, kadınlar, Tanrı, ruhani şeyler, kendisi… Bu arada yenilgi, yaşlılık, insani acıların ağır yükü, mağfiret, yas da Cohen’in en çok işlediği temalar.

Aslında ilginç bir adam. Orijinal yani. Bir benzeri yok. Çünkü hayatı, fikirleri, şarkıları ve tabii ki kendisi 82 yıl boyunca çok zigzag çizmiş, düşmüş kalkmış, batmış göğe çıkmış.

Darker’da “Hazırım Tanrım” çağrısını yapmıştı, Albüm çıktıktan sonraki ilk söyleşisinde “İlelebet yaşayacağım. En az 120 yaşına kadar” dedi.

Psikolojik olarak istikrarsızlık abidesi: Babasını erken yaşta kaybetmiş. Şair olarak başladığı kariyerinde uzun yıllar parlayamamış, kenarda köşede kalmış, kadınlarla ilişkisi oldukça sorunlu. Yetmiş yaşından sonra, bizim garip şarkıcı, kadın menajerinden acaip bir kazık yedi. Kasayı alıp gitmiş hanımefendi. Mahkemelik oldular. O da mecburen yeni baştan turnelere başladı.

Bir sürü kimliği var Kanadalının: Şarkıcı, söz yazarı, besteci, şair, ressam, rahip, baba, sevgili hatta biraz da filozof.

Geç Dönem Üslûbu’nun örneği

Son albümde müzikal olarak çok güzel bir parça var, “The Night of Santiago”. Bakire olduğunu söyleyen, ama evli barklı, çoluk çocuk sahibi genç bir kadınla vakti zamanında başından geçen ilişkiyi anlatıyor. “Hayatımın neredeyse yarısını unuttum / Ama bu olayı hâlâ hatırlıyorum.” “Moving On” ise belli ki Marianne (“So Long Marianne”in kahramanı Cohen’den az önce göçmüştü, Leonard da ona yazdığı son mektupta “Bekle, yakında ben de geleceğim yanına” demişti) için yazılmış.

Javier Mas, İspanyol lütü çalıyor ve bütün parçalara damgasını vuruyor. Cohen’in bir Federico Garcia Lorca uzmanı ve hayranı olduğunu hatırlatalım. Kızının adı Lorca. Bense konser ekibindeki udi John Bilezikciyan’ı bekliyordum. Adam’ın aranjmanlarında piyano, yaylılar flüt, trompet, Yahudi arpı hüzünlü sese güzel eşlik ediyor.

Depresyon, haliyle yine başrolde: “Depresyonuma kaynak yaratıyor / Hazreti İsa ile buluşup Marx okuyordum.”

Albümde sadece dokuz parça var ve toplam süre yarım saati biraz aşıyor. Cohen aslında şarkı söylemiyor, biraz mırıldanıyor, biraz da şiir okuyor. Ama oğlu Adam hakikaten esaslı, çok sade, ama derin ve içten bir müzik döşemiş babasının şiirlerinin altına.

Depresyon, haliyle yine başrolde: “Depresyonuma kaynak yaratıyor / Hazreti İsa ile buluşup Marx okuyordum.”

Holokost’tan, hatta bugünden söz ettiği “Puppets”’ şarkısında, “Alman kuklalar Yahudileri yaktı” dedikten sonra, “kukla başkanlar dünyaya hükmediyor / kukla ordular ülkeleri yakıyor” diye dize döşemiş. “The Hills” şarkısında da “sistemi vurmuşlar” diyor.

Kuşku yok ki özel bir Cohen simyası var bütün şiir ve şarkılarında. Ancak başka bir gözle okuyunca, başka bir kulakla dinleyince şarkıları, şiirleri, “sanki bu biraz garbî arabesk!” diyesim geliyor.

Eleştirmenlerin kimi zaman dingo, kimi zaman da düşündürücü tespitleri var Cohen ve son albümü hakkında. Birkaç örnek: “Cohen iyimser bir kötümser”. “Liriğin ustası, melankolik ve şefkatli”. “Hem bu dünyanın hem öbür dünyanın insanı”. “Karanlık uysallığın şairi”. “Zihninin şeytanlarıyla uğraşıyor”. “Her an büyük yenilgiye hazır”. “İlahi bir sesle hayatının büyük bir kısmında kendisiyle konuştu”. “Ruhani olanla dünyevi olan arasında gitti geldi”. “Latif ama yaralı bir yırtıcı”. “Bu son dans hayal kırıklığına uğratmıyor”. “Karanlık metinlerin parıltısında gizlenen ışık”. “Melankolinin güneşli sesi”. “Sıcak bir yel gibi”…

Cohen tartışmasız artık klasikler mabedine girmiş bir şarkıcı-şair. İlk şarkılarındaki gitar ağırlıklı folk havasındaki esintiler son CD’de de var.

Darker albümü için yazmıştım, Thanks For The Dance için de geçerli: Edward Said’in Geç Dönem Üslûbu kitabı için iyi bir örnek olur bu son albüm.

Hayat biterken rahatlıyor galiba insan: “Evden çıkamıyorum / Ya da telefona cevap veremiyorum / Gittim gidiyorum, yine batıyorum / Ama yalnız değilim (…) İzlenecek kimse yok artık / Öğretilecek bir şey de kalmadı / Yalnız bir tek / Hedefe ulaşmada sıkıntı var.”

Güle güle Leonard. Ben inanmam ama, belki bir gün bir yerde yeniden karşılaşır mıyız?

^