AKP 16 yıllık icraatında tarım ve hayvancılığı bitirir, kamunun sanayi tesislerini gözü kapalı satar, üç kuruşluk enerji ve maden uğruna bütün bir doğayı talan ederken, iktisadın motorunu inşaat işlerine verdi. Ancak özellikle özel sektörün dış borcu ve döviz kriziyle birlikte dev firmaların birbiri ardına iflas erteleme istemesi, bu çarkın eskisi gibi döndürülemeyeceğini gösteriyor. Delik deşik oyulmuş, tarumar edilmiş İstanbul başta olmak üzere pek çok kentin yarım kalmış inşaatlarla dolu sokaklara mahkûm olması muhtemel. İstanbul’un mirasına, yaşantısına, kimliğine aykırı bir garabet proje olan Kabataş İskelesi bu ihtimalin canlı örneklerinden biri. Her tür itiraza ve uyarıya rağmen binbir hukuksuzlukla, usûlsüzlükle ilerleyen ve tamama erdirilmesinden vazgeçilen Kabataş projesinin akıbetine yakından bakıyoruz…
Ekonomik ve siyasi gidişatın etkilerinin gündelik yaşamı adım adım boğduğunu hep birlikte çaresizlik içinde görüyor, izliyoruz. Bir gündelik yaşam buhranı içindeyiz. Bu buhran, elimizin değdiği, gözümüzün gördüğü o kadar çok eşyaya, gıdaya, mekâna yansıyor ki… Pazardan al(ama)dığımız meyve-sebze; kasapta-markette, gözümüzün şüpheyle baktığı kırmızı et; yarım yamalak karşılanan ya da hiç karşılanamayan okul ihtiyaçları; bir zamanlar her gün kullandığımız, ama artık olmayan vapur iskelesi; kapatılan ve başına ne geleceğini bilemediğiniz parklar, yeşil alanlar; her yağmurda yaşadığımız felaketler…
Bu gündelik sıkıntıların bir de İstanbul’daki yansımalarını düşünün. Aşırı betonlaşma ve ekonomik çöküşün şehirde yaşayanları nasıl bir cendereye sıkıştırdığını…
Ekonomik krizle beraber yaşanan çöküş, şehrin çöküşüyle paralel bir seyir izliyor. O yüzden yeni bir olgu olarak görülmesi gereken çöküntü şantiye alanları ile yaşamaya kendimizi hazırlayalım. Bu olguya birkaç örnek verecek olursak:
Tarlabaşı Projesi: İnşaatın başlama tarihi 2011. Yıl 2018. Hâlâ tek bir bina dahi tamamlanmış değil. Bir son tarih de verilememekte.
3. Havalimanı Projesi: Açılış tarihi belli, ama projenin bitiş tarihi belli değil. Üstelik havalimanına ulaşım meselesi büyük bir muamma olarak ortada duruyor. 14 Eylül’de şantiyede yaşanan isyan ve sonrasındaki süreç, projeyi belirsiz bir akıbete mahkûm etti.[1]
Fikirtepe Projesi: Başlangıç tarihi 2010. Mahallenin ve sakinlerinin hali ortada. Bölgedeki mağduriyetlerle ilgili her gün bir haber okuyoruz. Aileler inşaat alanında çadır nöbeti tutuyor. Bitiş tarihi belli değil.[2]
İstanbul büyük bir kentsel krizin eşiğinde. Kentin toprağından, arsasından, mega projelerinden para kazanma efsanesi çökmek üzere. Bir bakıma, inşaat sermayesi ve Erdoğan hükümeti moratoryum ilan etti diyebiliriz.
Kabataş ve kentsel kriz
İstanbul büyük bir kentsel krizin eşiğinde. Kentin toprağından, arsasından, mega projelerinden para kazanma efsanesi çökmek üzere. Erdoğan’ın son yaptığı açıklamadan çıkardığımız kadarıyla başlama vuruşu yapılmamış bütün projeler rafa kaldırılacak. Bir bakıma, inşaat sermayesi ve Erdoğan hükümeti moratoryum ilan etti diyebiliriz.
Gelin, bu krizi son iki yıldır hayatımızda olan ve etrafında büyük bir gürültünün koptuğu Kabataş projesi üzerinden birlikte okuyalım.
Bir imkânsız proje olduğu en başından belli olan, uzmanların ve sıradan yurttaşların her yolu deneyerek sürekli uyarılar yaptığı, tam adıyla Kabataş İskelesi Ulaşım Transfer Merkezi projesinin akıbeti artık belirsiz.[3]
Proje neden imkânsızdı, yakından bakalım.
Meselenin iki boyutu var: 1. Teknik boyut, 2. Ekonomik maliyet.
Kabataş projesi, büyüklüğü, genişliği ve yerleştiği alanın özellikleri, çevresindeki yapılar ve halihazırda yapılan projeler dikkate alındığında, yoldan geçen, hiçbir uzmanlığı olmayan bir vatandaşın da rahatlıkla söyleyebileceği gibi, yapılması hem teknik açıdan imkânsız, hem de inşaat aşamasında çevresine çok büyük zararlar verdiği ve vereceği kesin bir projedir.
Önce Kabataş İskelesi Ulaşım Transfer Merkezi’nin inşa edileceği alanın neleri içerdiğine bakalım. Ortada Kabataş-Bağcılar Tramvay hattı var. Aynı hatta yerin altında Taksim-Kabataş Füniküler hattı bulunmakta. İskeleyle aynı hizada ve birbirine çok yakın alanlarda yapımına 2016 yılının başında başlanan, Beşiktaş durağındaki çalışmalarda önemli arkeolojik bulgulara rastlanmasıyla gündem olan Kabataş-Mahmutbey Yeraltı Metro Raylı Sistemi inşaatı devam etmekte. Bu inşaat nedeniyle bölgenin en çok kullanılan yeşil alanı Fındıklı Parkı yüzde 70 oranında kapatılmış durumda. Aynı şekilde sahil de tamamen kapalı.
Kabataş projesinde, iki yılın sonunda, işin en başında meslek örgütlerinin ve kent savunucularının önerdiği noktaya gelinmiş gibi görünüyor. Bütün bu süre boyunca ortaya çıkan zarar, bunun kamuya maliyeti ve bu zararın hesabını kimin vereceği belirsiz.
Bir de Karaköy ve Ortaköy arasındaki yolun yeraltına alınması meselesi var. Birkaç noktada yapılacak battı-çıktılarla karayolu yeraltına alınacak. Bütün bu saydıklarımız çok az bir yüzölçümüne sahip olan söz konusu alanda yapılacak.
Kabataş ve Fındıklı Parkı hattını, sahil boyunca Karaköy’e kadar devam eden tartışmalı Galataport projesinden ayrı ele almamak lâzım. Bütün bu hat boyunca, denize, deniz kıyısına hem fiziksel erişim hem de manzara bizlere kapatıldığı gibi, kapalı şantiyeler arkasında her gün bir usûlsüzlüğün yaşandığını, yapılan itirazlar ve suç duyurularıyla bunların kayda geçtiğini belirtelim. Karaköy Yolcu Salonu’nun, Paket Postanesi’nin yıkımını buna örnek verebiliriz ya da altyapının sürekli arıza vermesini, yolların çatlamasını… Battı-çıktılarla trafiğin yeraltına alınması, esasen Galataport projesiyle Kabataş-Salı Pazarı-Karaköy hattına yüklenecek yeni işlevin ihtiyacına yöneliktir. Limana inen turistler, yüzeye çıkmadan otobüslere doldurularak yeraltından Karaköy ve Dolmabahçe tarafına aktarılacak.
Şunu da unutmayalım: Burası 1993 yılından beri Kentsel Sit Alanı içerisinde. Yani koruma altında. Ayrıca İstanbul Boğazı’nın giriş kısmı. İstanbul silueti açısından da Sarayburnu’nun karşısında çok önemli bir manzaranın parçası. Sol tarafında Dolmabahçe Camii olarak da bilinen Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii ve Dolmabahçe Sarayı, sağ tarafında Mimar Sinan eseri Molla Çelebi Camii gibi tarihi yapılar bulunmakta. İnşaat süresince Molla Çelebi Camii’nin çatladığını da yeri gelmişken belirtelim.
Hakan Kıran’ın çizdiği projeye göre, söz konusu alanda inşa edilecekler şunlar: yeraltına bin araçlık otopark, yeraltı çarşısı, mağazalar, yeme-içme büfeleri, müze, sergi salonları, martı görünümlü iskele, martı yumurtası biçiminde yuvarlak iki büyük yapı…[4]
Söz konusu alana bunca yapının yerleşemeyeceği, bunca fonksiyonun burada işlenemeyeceği ortada. 10 bin metrekarelik bir alanı Boğaz’ın incisi olan bölgeye dolgu yaparak “kazanmayı” düşünecek kadar körelmeyi hangi karakter özellikleriyle açıklamak gerekir acaba? Buna ilerleyen satırlarda değineceğiz.
Yıldız mimarların psikanalitik okumaları yapılarak birçok gerçek açığa çıkarılmalı, bunda mutlaka kamusal bir fayda var. Zira her mimari fantezi ve kibir, bizim gündelik hayatımızı etkiliyor.
Kabataş projesi ve hukuk
Kabataş projesinin hukukla ilişkisinin bir faciadan ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Şehir tarihimizin en hukuksuz ve usûlsüz birkaç projesinden biriyle karşı karşıyayız.
Projeyle ilgili, 13 Mayıs 2016 tarihinde yapılan ve belediye meclisinden geçen plan değişikliği askıya çıkartılmayarak açılacak davaların ve yapılacak itirazların aylarca önüne geçilmişti. Proje tam 14 ay sonra askıya çıktı!
Koruma kurulundan onay alınmadan projenin uygulamasına geçildi. 10 Ağustos 2016, inşaatın başlama tarihi. 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu onayı ise 6 Ekim 2016 tarihinde alındı. Yani kentsel sit ilan edilen bir yerde kurul kararı olmadan iki ay boyunca inşaat yapıldı.
Kentsel sit olan bölgede dolgu yapabilmek için deniz ve karayı birbirinden ayırarak deniz koruma alanı dışına çıkarıldı ve sadece kara alanı koruma bölgesi olarak tarif edilerek bilimsel ve hukuki bir garabete imza atıldı (ki kara bölgesini de korumadığını üst satırda belirttik). TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ÇED Danışma Sekreteri Mücella Yapıcı’ya kulak verelim: “2008’de sunulan avan proje ile 2013’te metronun dahil olmasıyla ortaya çıkan projenin ilgisi yok. Proje sadece martıdan ibaret değil, yapıya bütüncül bakmak lâzım, yani dolgu alanı ve dolgu alanında önerilen bodrum katlarla beraber. Ayrıca onaylı Koruma İmar Planı olmayan bir alanda bu kadar büyük çapta bir projenin böyle plansız bir süreçle yapılması çok yanlış. 2017’de itiraz ettiğimiz planda battı-çıktı kısmı karada kalıyor. Diğer fonksiyonlar ise (otopark, galeriler, alışveriş alanları) kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kalıyor. Deniz tarafında kalan kısımların 2863 sayılı kanuna dahil olmayacağına karar verildi. Aynı binanın bir kısmının koruma kanununa dahil edilip bir kısmının edilmemesi söz konusu olamaz.”
Peki, iki yılın sonunda olan ne? Eylül ayı İBB meclis toplantıları sırasında projeyle ilgili açıklama yapan İBB Ulaşım ve Trafik Komisyonu Başkanı Mahmut Yeter, projenin gecikmemesi için bazı kısımlarını iptal ettiklerini söyledi. Yani iki yılın sonunda, işin en başında meslek örgütlerinin ve kent savunucularının önerdiği noktaya gelinmiş gibi görünüyor. Bütün bu süre boyunca ortaya çıkan zarar, bunun kamuya maliyeti ve bu zararın hesabını kimin vereceği belirsiz. Hakeza, iki yıldır Kabataş yerine oraya buraya savrulup fazladan yol ücreti vermek zorunda olan İstanbulluların zararını da kimin karşılayacağı belirsiz. Yaşadığımız ekonomik çöküşün taşları, burada örneğini gördüğümüz sayısız akılsızlık ve plansızlıkla döşendi işte!
Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Odası kurulunda yaptığı konuşmada söyledikleri meselenin geldiği noktanın en üst makamdan ilanı. İlgili kısmı aynen okuyalım:
“Elimizdeki kaynakları önceliği bitmeye en yakın projelere vererek çalışmaların ilerleme durumuna göre kademe kademe kullanacağız. Yüzde yüze yakın hangi yatırım varsa önce
onları bitirmeye, yüzde elli üzerindekileri yavaş yavaş bitirmeye… Ancak ihalesi yapılmış, daha henüz doğru dürüst başlanmamış projelere, onları oturup konuşup onlara başlamayacağız. Onları şu anda bir kenara koyuyoruz. Zira şu andaki durum bunu gerektiriyor.”
Bu ifadeler, Kanal İstanbul başta olmak üzere kazma vurulmamış bütün projelerin askıya alınması anlamına geliyor. Burada bir parantez açmamıza izin verin. Bu konuşmadan iki gün sonra yeni Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, “kanal bizim en önemli projemiz, süreç devam edecek” minvalinde bir açıklama yaptı. Makamlar arası bir anlaşmazlık gibi görünse de aslında ortada bir çelişki yok. İktidar Kanal İstanbul projesinden vazgeçemez; daha doğrusu, vazgeçtiğini alenen ilan edemez. Çünkü 2011 yılından beri hayalini sattığı ve en üst perdeden defalarca, özellikle seçim dönemlerinde propagandasını yaptığı, sürekli başlama tarihi verdiği bir proje bu. Yeni rejimin kurucu unsuru olan mega projelerin en başında geliyor. Dolayısıyla utanma belasına bu projeyi rafa kaldırdığını ilan edemez; bu, kâğıttan diktatörlüğünün zayıflığını gösterir. Ama sanılmasın ki projeyle ilgili söylenen adımlar atılacak. Hayır, en ufak bir somut adımın atıldığını görmeyeceğiz. Unutturmak için derin bir sessizliğe gömülecekler. Parantezi kapatıp Kabataş’a devam edelim.
Mimari fantezi ve kibir: Hakan Kıran
Tarihi ve kültürel özelliklere sahip böyle bir bölgeye, hukuksuz ve pervasızca, böyle devasa bir yapıyı inşa edebilmeyi kimler aklından geçirebiliyor, bu cüreti nereden bulabiliyor derseniz, elbette ortada muazzam bir güç ilişkileri meselesi olduğunu söylemek lâzım. Bu projenin mimarı Hakan Kıran. Kıran, eski İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın ortağı. El ele vererek, tarihi siluete zarar verme pahasına Haliç’e boynuzlu metro geçiş köprüsünü yaparak şehre damgalarını vurdular. Kıran’ın icraatlarının arkasında hep Topbaş’ın olduğu bilinir. AKM’nin yanındaki Kıran’a ait Gezi Pastanesi, yine onun tarafından koruma kuruluna aykırı şekilde genişletilir, AKM’den ve yoldan kendi pastanesine alan katarken de yaptıklarının görünmeyeceğinin özgüveniyle hareket etmiştir. Hatta bu martı projesinin Topbaş’a ait olduğu, belediye başkanı olduğu için açıktan sahiplenmediği çok sık dile getirilen bir rivayettir. Ama projenin fikir sahibi olmasa da esas hamisinin Topbaş olduğu kesin. Nitekim 15 Temmuz süreci sonrasında yaşanan gerilim neticesinde görevden alınınca Kıran’ın da sesi kesildi, projenin arkasında duran kimse kalmadı. Son gelinen aşamada proje Hakan Kıran’dan alınmış durumda.
Duyduğumuza göre, Hakan Kıran bu projenin tasarımı karşılığında kamu bütçesinden 750 bin TL almış. Martı konamadı, ama paralar uçtu! Şimdi, bu alışverişin neresindeyiz diye sormak kamu olarak bizlerin, İstanbulluların hakkı olsa gerek! Kıran’a ödenen para (miktar ne olursa olsun), yeni proje ve yeni mimara ödenmesi muhtemel para, iki yıllık şantiyenin ve gereksiz çalışmanın masrafı, bunların hiçbirinin kamu zararı olarak kayda geçmeyeceği ve hiç kimsenin, özellikle kamu yöneticilerinin hesap vermeyeceği açık.[5] Köşesine çekilen Topbaş’ın en ufak bir sorumluluk duygusu taşıdığını söyleyebilecek kimse var mı?
Kent mücadelesinin kutuplaşma eksenli siyasetin panzehiri olma potansiyelini açığa çıkarma ve geniş kesimlere yayma biçimi, yöntemi ve dili üzerine düşünmeye başlamalıyız.
Gelelim mimarın dünyasına. İlerleyen dönemlerde, başta Hakan Kıran olmak üzere, yıldız mimarların psikanalitik okumaları yapılarak birçok gerçek açığa çıkarılmalı, bunda mutlaka kamusal bir fayda var. Zira her mimari fantezi ve kibir, bizim gündelik hayatımızı etkiliyor. Örneğin, bu formatta ve büyüklükte bir yapıyı boğazın gerdanına dikmeyi düşünebilmek bile büyük bir özgüven gerektiriyor. İlber Ortaylı bir yazısında söylemişti, “Mimar Hakan Kıran’ı hepimiz tanıyoruz; onun fonksiyonu adeta İstanbul kıyılarındaki Mimar Sinan’ı gölgelemeye çalışmaktır” diye. Hem Mimar Sinan’la yarışıyor hem de İstanbul’a damga vurma hırsıyla hareket ediyor. Vuruyor da gerçekten, Haliç Köprüsü yıkılmadığı sürece arkasından hep beddua ettirecek kuvvette damga vuruyor hem de. Bu şehir, Kıran’ı ve onun gibileri, işlediği suçlarla anacak. Mimarlar, şehrin yerel yönetimi ve yurttaşlar arasında adeta bir savaş sürerken, İstanbul bir savaş alanına dönmüşken, koltuklarında gerinip “ben sadece projeyi çizdim, ötesini bilmem” laçkalığını sergileyemezler. Nereye, hangi fiziksel ve ekonomik koşullarda, hangi ekolojik etkileri yaratarak ne tasarladıklarının sorumluluğunu almak zorundalar. Ama tabii böyle bir etik bilincin izine rastlamıyoruz maalesef. Örneğin Murat Tabanlıoğlu, hukuksuzca ve gizlice alınan bir kararla 1.derece tescili kaldırtılan babasının eseri AKM’nin yıkılmasını utanmadan seyredip yeni proje hazırlayabiliyor; Hakan Kıran, kamuya bir açıklama yapmadığı gibi, projeye yönelik bilim insanları ve yurttaşların yaptığı uyarıları kişisel alıp hakaret davaları açabiliyor.[6]
Bir çift sözümüz de, ressam Devrim Erbil ve fotoğrafçı Ara Güler’e olsun! Erbil’in resimleri Kabataş, Güler’in eski İstanbul fotoğrafları da Galataport projesinin üzerini, pisliğini ve adeta günahını örtüyor. Bazı sanatçılar, tarih boyunca, iktidarların ve sermayenin aklama araçları olarak işlev görmüşlerdir. Bu iki ismin sanat açısından taşıdığı değerden de, eserlerinin kullanımına izin verme sürecinin içeriğinden de bağımsız olarak şunu söylemek lazım ki, İstanbul’un kent suçları tarihine, eserlerini ortak ederek geçmişlerdir. Bir hukuk ve şehir katliamı bu eserlerle görünmez kılınıyor!
Kentsel kriz ve muhalefet
Bu yazıda Kabataş projesi üzerinden okumaya çalıştığımız ve aslında geçerken değindiğimiz bir sürü projeyle devam etme olasılığı yüksek olan kentsel krize muhalefetin nasıl yaklaşması gerektiği üzerine uzun erimli bir tartışmaya girişmek gerekiyor. Özellikle Gezi direnişinden bu yana geçen beş senenin sonunda bu tartışmanın bütün aktörler nezdinde bir muhasebeyi de içermesi gerektiğini belirtelim. Önümüzdeki günlerde bu tartışmanın ciddi bir biçimde sürdürülebilmesi ümidiyle bir-iki noktaya temas ederek yazıyı sonlandıralım:
- Kentin dönüşümü olgusu üzerinden yaşanan tartışmaların ve sürdürülen muhalefetin, kutuplaşma siyasetinin kendini güçlü şekilde yeniden ürettiği bir zemin haline geldiği gerçeğini kabul etmeliyiz.
- Bu gerçeğin ve iktidar tarafından yaratılan bu tuzağın farkında olarak, kent mücadelesinin kutuplaşma eksenli siyasetin panzehiri olma potansiyelini açığa çıkarma ve geniş kesimlere yayma biçimi, yöntemi ve dili üzerine düşünmeye başlamalıyız.
- Yaşanan ekonomik çöküş üzerinden hükümetin ve Erdoğan’ın akıbetine dair farazi sonuçlar çıkarmanın yanıltıcı olduğu, yaşanan bunca deneyimden sonra apaçık ortadadır. Bir siyasal öngörü şeklinde sunulan, iktidarın gidici olduğu yolundaki temelsiz varsayımın karşısına, iktidarın 16 yılda becerdiği, toplumun yüzde 40-50’lik bir kesimini bütün akılsızlık ve kötülüklerine ortak etme ve kendisine inandırma başarısını çıkarmalı, bu somut bilgiye göre taktik ve strateji geliştirebilmeliyiz.
[1] 3. Havalimanı şantiyesinde patlayan isyanın ve yaşananların apayrı bir başlıkta ele alınması gerekiyor. Yıllardır bir toplama kampı biçiminde çalışılan şantiyedeki problemler, içeri kimse alınmadığı için dışarı yansımıyordu maalesef. Özellikle üstü örtülen ve rakamların gizlendiği işçi ölümleri büyük boyutlara varmış durumdaydı.
[2] Fikirtepe projesi hakkında 140journos’un hazırladığı video: https://www.youtube.com/watch?v=UEDySQdHg-A
[3] TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin 5 Eylül 2018 tarihli Kabataş açıklaması: http://www.mimarist.org/kabatas-ulasim-transfer-merkezi-projesi-hakkinda-basin-duyurusu/
Ayrıca Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası’nın yapılan plan değişikliğine yönelik açtıkları yürütmeyi durdurma talepli dava devam etmektedir.
[4] Kabataş projesinin temsili videosu: https://www.youtube.com/watch?v=XL5OgYRUe5w
[5] İstanbul Kent Savunması’nın 11 Eylül 2018 tarihli açıklaması: https://www.facebook.com/IstanbulKentSavunmasi/posts/2187506954871085
[6] Davalar birer birer reddediliyor: https://twitter.com/kentsavunmasi_/status/1040155069755387904?s=12