OVACIK TARIMSAL KALKINMA KOOPERATİFİ – 2

Söyleşi: Ulus Atayurt, Umut Kocagöz
24 Nisan 2019
SATIRBAŞLARI

Ürettiğinin değerini almak, dayanışma ile üretimi artırmak, doğaya zarar vermeden merhale merhale geleceği örmek… Ovacık Kooperatifi’ne ürünlerini emanet eden çiftçilere bağlanıyoruz: Ovacık’tan ve Kedek köyünden çiftçiler, yörenin tarımsal geçmişini, kooperatifin heyecan uyandıran örgütlenmesini, gelecekten beklentilerini anlatıyor…  
Hasat zamanı: “Komünist başkan” Fatih Mehmet Maçoğlu köylülerle birlikte tarlada çalışıyor. 

CENGİZ YARAR (Ovacık)

Ateşin, suyun, güneşin bilgisi

 

Ovacıklıyım. Atalar, neneler Dersim Pulur’dan. 1994’te köy yangınlarında 65 civarında köy boşaldı, yani neredeyse bütün köyler göç etti. Köylü gidince her şey bitti. Paylaşım köylüye dayanıyordu. Hayvancılık vardı, et ucuzdu. Üretim azaldı ve bencillik ortaya çıktı. Biz toprağımız olmadığı için başkasının merasını, tarlasını kiralıyorduk. Tarım para etmiyordu, ürettiğini hakkıyla satamıyordun. Ölmüyordun, ama sürünüyordun. O dönemde ne para var, ne hayvan, ne üretime destek var. Tohum alıyorsun, su gelmiyor. Su geliyor, ürün alıyorsun, ama satamıyorsun. Alım gücü yok…

Cengiz Yarar

Çalı fasulyesi buraya özgü olmasına rağmen geç yetişen bir bitki, kar altında kaldığı çok oluyor. Bir yağmurla ürün çürüyor. Çok eskiden mercimek denenmiş. Bu sene 100 dönüm ektiler, ama tutmadı. Ovacık’ın ovasının üzerinde ince bir toprak var, altı çakıl. Orman tarafında 10 dönümde 80 teneke fasulye alırsın, burada o miktarı ancak 20 dönümde alırsın.

Düzce depremi sonrası, Ulaşılabilir Yaşam Derneği kuruldu. Dernekteki Dersimli arkadaşlar buradaki köy yakmaları da hesaba katıp tarıma yönelik bir proje tasarladılar. 2004 yılında 100 civarı çiftçiyle bilinçli, ekolojik bir tarım yapmak için çalışmalar başlattık. Dernek dışarıdan çiftçi getirdi, bu çiftçiler bize eğitim verdi. Tarım ilacı kullanılmadan, böcekle, haşaratla nasıl baş edeceğimizi, nasıl sulama yapacağımızı, hangi tarihte ne yapmamız gerektiğini öğrendik. İlk sene millet ürününü 600 liraya satarken biz 1500 liraya satabildik. Ama yeteri kadar satamadık. Broşürler yaptırıp kamu binalarını gezdik, pazarlamaya çalıştık. Tam o dönemde bakliyat fiyatlarında ani düşüş yaşandı. 1500 liraya sattığımız ürün 500 liraya düştü. Paramızı da alamadık. Derdimizi ne karşı tarafa ne çiftçiye anlatabildik. O maceramız son buldu. Ama çiftçiler bir araya gelindiğinde daha ucuza iş yapılabildiğini gördü.

Yine aynı dönem, 2004’te Çetin Altan Yerlikaya diye bir arkadaşımız vardı. Belediye başkanlığına adaylığını koydu. Destekledik. Tarım aletleri ve traktörlere belediye imkânları üzerinden ulaşmak istiyorduk. Üretim için belediyede olmayı istiyordu. Ama kaybetti. Peki niye? O dönem 80 Konutlar denen bir yer var. Hepsinin devlete 20 bin borcu vardı. Bazı encümenlerin rantı var. Çünkü bunlar deprem konutu ve borcu olmaması lâzım. Ak Parti “ben bürokrasiye daha yakınım, sizin borcunuzu sildiririm” dedi. 80 ev, oyunu komple Ak Parti’ye verdi. Şu anda 1994 belgeseli çekiyoruz, orada yaşayanlar bunları anlatıyor.

Kooperatifle tüm halk kazanıyor. Desteklendiği zaman, herkes ürettiği zaman herkes kazanacak. Belediye her daim el değiştirebilir, ama kooperatif yine kalacak.

Sonra bizim yıllar önce düşündüğümüzü arkadaşlar kooperatif olarak yapmaya başladı. Üretici ile tüketiciyi buluşturdular. Kooperatifi daha bilinçli örgütlediler. “Komünist başkan”ın da popülerlik kazanması ile kooperatif çok iyi bir fırsat elde etti. Çok güzel gidiyor, çünkü tüm halk kazanıyor. Desteklendiği zaman, herkes ürettiği zaman herkes kazanacak. Belediye her daim el değiştirebilir, ama kooperatif yine kalacak. Kooperatif kâr amacı gütmüyor. Zaten yöneticiler maaş almıyor. Gönüllülük esas. Ama başkasının eline geçip de kâr marjı odaklı çalışırsa, çok ciddi paralar kazanabilirler. Kooperatifi belediye desteklemiş olabilir, ama bir sahibi yok. Kooperatif üretici olan herkesin, sadece Ahmet’in, Mehmet’in değil. O yüzden herkesin desteklemesi gerekiyor. Hem kooperatif ortağıyım hem de denetleyici üyesiyim. Bu memlekette güzel bir şey oluyorsa, onun içinde yer almaktan gurur duyuyorum. Fasulye, nohut üretiyorum. 15-20 dönüm ekiyorum.

Kooperatifin doğal üretim çalışmaları çok önemli. Balda analizler yapılıyor düzenli. Rastgele gidilip denetleniyor. Şeker veren arıcıların balı alınmıyor. Balımızın prolin değeri yüksek çıktı, çok memnunuz.

Buranın özel bir sarımsağı vardır, nadir bulunur. 2004’te arkadaşlarla sarımsağı koruma altına almak için dağdan getirdik, kademe kademe tohumlarını ektik. Beyaz, kırmızı, humuslu, killi toprakta ektik. Sadece dağda değil, ovada da yetişebileceğini kanıtladık. Ormanda bir bitki beş-altı çiçek veriyorsa, bunun hepsini koparma, bir-iki kopar ki yine tohum versin. Mantarı kökünden koparma, bıçakla kes, ikinci sene tekrar verebilsin. O yüzden “bilinç” diyoruz.

Eski dönem burada icarlık vardı. Kişi sana tarlasını verir, tohumunu verir. Traktör parası vs. bütün eziyeti sen çekersin, yarı yarıya parayı bölüşürsün. Burada devlet 1630 dönüm arazi sattı. O döneme göre çok ucuz ihaleye çıktı. Arazi tek parsel. Bizim de 100 çiftçi toprağımız yok. Dedik para toplayalım, ihaleye girelim. İhaleye giren müteahhitlerle konuştuk. Durumu anlattık. Geri çekildiler. 1630 dönüm araziyi alıp 100 çiftçi arasında, bize inanmayanlar hariç, bölüştürdük. Dağıtımı kurayla yaptık. Ya da kendisi tanıdık, akraba olanlar bir grup oluşturup kendi komşularını belirlediler. Genel olarak 10’ar dönüm, ama bazılarına 50 dönüm, 80 dönüm, mecbur kaldık, verdik. Bu işten dolayı insanlar bize güvendi. Sonra, ikinci bir parsel satışı yapılacaktı. Çiftçiler yine birlik oldu. Bunu gören devlet satışı durdurdu. 2001 yılıydı. O dönemde 920 liraya mâlettiğimiz toprak bugün 80 bin lira. Herkes üretiyor. Zengin toprağını alır, yatırım amaçlı görür, kalsın der. Ben üreteyim gözüyle bakarım.

O dönemde toprak sahibi olanların birçoğu şimdi kooperatife üretim yapıyor. Su sıkıntısı var. Kooperatifin desteklediği, KHK’dan atılan öğretmenler de üretiyor. Gönüllü arkadaşlar onlara destek oluyor. Köy komisyonları toplandı, “etrafınızda ne kadar üreten varsa, herkesi teşvik edin, biz kooperatifi ayağa kaldıracağız” dendi. Kızlık köyünde kavgaları ortadan kaldırmak için de beraber ekim yapıldı. “Benim tarlama su gelsin değil, bu tarlaya su gelsin” diye mücadele edildi. Beş-altı genç arkadaş çok fazla emek verdi. Bu diğer köylere de ilham verdi. Köylüler doğru ürettiği zaman kendi pazarlarını oluşturabiliyor. Akrabalar, komşular görüyor, alıyor. Bir buçuk tonu kendim satabiliyorum. Kooperatif zaten “satabiliyorsan sat, satamıyorsan bana getir” diyor. Ben kendi tohumumu zor zaptediyorum. Ürün kalmıyor kooperatife götürebileceğim. Bursa’ya, Erzincan’a, İstanbul’a, çeşitli yerlere gönderiyorum.

Burada çok sayıda endemik bitki var. Burası milli park bölgesi, bir bitkiyi kopardığınızda ceza yazılır. Barajlar yapılırsa bu bitkiler bitecek, su, tarım zora girecek, üretim yapılamayacak.

Dersim Aleviliğinde üç şeye, ateşe, suya ve güneşe kutsallık atfedilmiştir. Mesela bizde güneşe karşı işenmez. Gündoğumunu dua ederek karşılarız. Işığın vurduğu yeri öperiz. Ateşe de işenmez. Su zaten bütün insanların kutsalı olması gereken bir şey. Doğa da aynı şekilde. “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” derler. Burada sekiz adet HES projesi var. Halbuki burada çok sayıda endemik bitki var. Barajlar yapılırsa bu bitkiler bitecek, su, tarım zora girecek. Üretim yapılamayacak. Vadimiz el değmemiş çok güzel bir yer, onu korumak istiyoruz. Burası milli park bölgesi. Bir bitkiyi kopardığınızda ceza yazılır. Ama devlet HES yapımına izin veriyor.

Bir süre önce çıkan bir kararla HES’ler iptal edildi. Barajın ne kadar belalı olduğunu insanlar öğrendi. İklim değişiyor, bitki çeşitliliği azalıyor. Dersim merkezde baraj yapıldı, onun etkilerini halk gözlemliyor. O zaman baraj yapımını destekleyenler şimdi ilk karşı çıkanlar. Yağmur buradaki toprağı sürüklüyor. Keban’a yirmi yıl ömür biçtiler, sekiz yılda doldu. Şimdi Hasankeyf aynı. Bir kültürü yok ettiler. Merkezdeki köylerin bir kısmı sular altında kaldı, inanç yerleri yok oldu. Hasankeyf, ki dünya mirası, onca mücadele verildi, onu kalkıp taşıyor. Hepsini bir araya getirsen ne olur ki? Ama konu elektrik değil, konu rant. Devletin tepeden aşağıya değil, aşağıya gelip yukarı bakması lâzım. Çiftçinin durumunu anlaması lâzım. Gerçekten üretmek istiyorsa… Ama istemiyorsa, yukarıdan bakmaya devam etsin. Nitelikli duruş, nitelikli üretim her şeyin önünde. Bunu yaptıktan sonra, gelecek var. Üreteni düşündüğün kadar tüketeni de düşüneceksin.

 

İNAN KAYIR (Kedek Köyü)

Doğayla bir hukukumuz var

 

Yine aynı dönem, 2004’te Çetin Altan Yerlikaya diye bir arkadaşımız vardı. Belediye başkanlığına adaylığını koydu. Destekledik. Tarım aletleri ve traktörlere belediye imkânları üzerinden ulaşmak istiyorduk. Üretim için belediyede olmayı istiyordu. Ama kaybetti. Peki niye? O dönem 80 Konutlar denen bir yer var. Hepsinin devlete 20 bin borcu vardı. Bazı encümenlerin rantı var. Çünkü bunlar deprem konutu ve borcu olmaması lâzım. Ak Parti “ben bürokrasiye daha yakınım, sizin borcunuzu sildiririm” dedi. 80 ev, oyunu komple Ak Parti’ye verdi. Şu anda 1994 belgeseli çekiyoruz, orada yaşayanlar bunları anlatıyor.

Sonra bizim yıllar önce düşündüğümüzü arkadaşlar kooperatif olarak yapmaya başladı. Üretici ile tüketiciyi buluşturdular. Kooperatifi daha bilinçli örgütlediler. “Komünist başkan”ın da popülerlik kazanması ile kooperatif çok iyi bir fırsat elde etti. Çok güzel gidiyor, çünkü tüm halk kazanıyor. Desteklendiği zaman, herkes ürettiği zaman herkes kazanacak. Belediye her daim el değiştirebilir, ama kooperatif yine kalacak. Kooperatif kâr amacı gütmüyor. Yöneticiler maaş almıyor. Gönüllülük esas. Ama başkasının eline geçip de kâr odaklı çalışırsa, çok ciddi paralar kazanabilirler. Kooperatifi belediye desteklemiş olabilir, ama bir sahibi yok. Kooperatif üretici olan herkesin, sadece Ahmet’in, Mehmet’in değil. O yüzden herkesin desteklemesi gerekiyor. Hem kooperatif ortağıyım hem de denetleyici üyesiyim. Bu memlekette güzel bir şey oluyorsa, onun içinde yer almaktan gurur duyuyorum. Fasulye, nohut üretiyorum. 15-20 dönüm ekiyorum.

Önceden burada kendilerine yetebilecek kadar buğday ekerlermiş. Fiğ, bezelye, yonca gibi hayvansal yemler ekerlermiş. Fasulye de ekilirmiş ama, bilinç yokmuş. Sadece kendine yeterlilik odaklı. Sonra, tüccarın eline düşüldü. Dört-beş yıl önce fasulye bitmek üzereydi. 2011 yılında traktör aldım. Bizim arazi geniştir. Üç-dört tarla fasulye ekmiştik. O kadar büyük bir alanda çok az. Çünkü aldığın para traktörün mazotunu karşılamıyor. Belediyenin devreye girmesiyle, o sene tohum dağıtıldı, hiç ekmeyenler de ekti, gelir olarak düşündü. Hem hayvancılık yapıyor hem fasulye ekiyor. Hiç ekmeyenler bugün 10-15 dönüm ekiyor, 20 dönüm eken 40-50 dönüme çıktı. Bütün köy ekiyor. Güzel bir ekonomik gelir oluşturdu, kooperatif de destek oluyor. Eskiden buğday çok yaygındı, şimdi kayboldu. Domuz da çok burada, çok zarar veriyor. Darı ekilirmiş, ekmeği yapılırmış. O da bitti, domuz onu da çok yiyor. Bu sene buğdaya bir yönelme var, bir torba un çok pahalı. Topraktan ekmeğimizi çıkartsak iyi olur.

Belediyenin devreye girmesiyle tohum dağıtıldı, hiç ekmeyenler de fasulye ekti. Hiç ekmeyenler bugün 10-15 dönüm ekiyor, 20 dönüm eken 40-50 dönüme çıktı. Güzel bir ekonomik gelir oluşturdu.

Bizim doğa ile bir hukukumuz, barışımız var. Burada kültürler doğa üzerine, sular üzerine kurulmuştur. Biz “Munzur Baba” diyoruz, “Kırk Gözeler” diyoruz. Buraya ziyaretler var. İnsanlar gider, dualar eder, adaklar adar. Sular bu kültür için değerlidir, dokunulmaması gerekir. Munzur gözelerini insanlar sahiplenir, adına adaklar adar. Daha önceleri ay ilk çıktığında insanlar el açıp dua edermiş. İnancımız doğa ile birliktedir.

Bölgede HES projeleri var, Mercan’da bir tane yapılmış. HES’lerin tarım arazilerine zarar vereceğini düşünüyoruz. Dere ıslah projesi adı altında dereyi kapadıklarını gördük. Gözelerin üst tarafında Eğripınar köyünün suya erişimi kalmadı, fasulye üretemiyorlar. İmza toplamamız işe yaradı, HES’i durdurduk. Yoksa köyün en büyük arazisinde su sıkıntısı yaşanacaktı. Bu aynı zamanda insanları göçe zorlamanın da bir politikası. Savaşla değil, bu şekilde göç ettirecekler. Eskiden 1938’deki gibi insanları kırıyorlardı. Artık böyle politikalar var.

Komünist başkanın gelmesiyle birlikte kooperatifle tanıştım. İlk projelerden biri fasulye üretimi oldu. Hayati (Güngören) abiyle köylerde çalışma yürüttük. Bir çiftçinin bütün ürününü alamıyorduk, kısım kısım. Onlar tükendikten sonra tekrar alım yapıyorduk. Önceleri büyük kentlerdeki çeşitli derneklere gönderiyorduk. İki sene böyle geçti, 50-60 ton satış yapabiliyorduk. Sonra Hayati abi öncülüğünde kooperatifleştik. Ben de kurucu üyeyim. Daha profesyonel, internet üzerinden satış yapıyoruz, İstanbul, Ankara, İzmir gibi yerlerde şube açtık. İki senedir ürün alıyor kooperatif. Sözleşmeler yapıldı. Bizim köy en çok üretimin olduğu yerlerden biri, yaklaşık 60 üreticiyle sözleşmemiz var. Burası 85-90 haneli bir köy, beş-altı hanenin arazisi yok, onlar fasulye ekmez.

Fasulyeden insanlar para kazanıyor. Eskiden fasulye daha çok çıkıyormuş, tüccara satılıyormuş. Tüccar gelip harmandan alıyormuş, teneke usûlü ölçerek. Tenekesi 1-2 lira. Ucuzmuş, ama ürün çokmuş. Tüccar ürünü alır, parasını getirmez. Şimdi tüccar olayı bitti. Kooperatif parasını veriyor üreticinin. İnsanları tefecilerden, tüccarlardan kurtardı.

Fasulyelerin seçimi zor iş. Güz vakti gelin, evin içi hep fasulyedir. Mevsim soğuk, fasulyeyi elle tek tek seçiyoruz. Bazı üreticiler seçme sürecinden korkuyor. Kimsesi yok, hayvanları var. Seçme sorunu olmasa, üç değil, on dönüm eker. Bu konuda kooperatif gelişme gösterebilir. Bir seçme fabrikası olsa, köylü ürünü doğrudan oraya götürse, işler kolaylaşır. Bunu da araştırıyoruz.

Üretim arttı, bu çok önemli. Satış konusunda ciddi gelişmeler var, şubemiz var artık. Bakış açısı değişti, profesyonelleşti. Eskiden üreticilerin kafasında soru işaretleri vardı, “paramızı alır mıyız, Maçoğlu gitse bu iş yürür mü” gibi. Seçimlerde belediye kaybedildi, ama kayyum gelmediği sürece bu iş yürür, çünkü kooperatif oturdu. Herkes ürünü biliyor, markalaştı. Şimdi mandırayı kiraladık, hayvansal ürünleri de markalaştırmaya çalışıyoruz. Belki böylece büyük şehirlerden göç alacağız. İnsanlar yazın gelip burada yaşıyor. Şehir hayatının sorunlarını da düşündüğünde, bu bir imkân.

Peynir yapıyoruz, genel olarak tüccara veriyoruz. O sisteme “çadır” deniyor. Elde pazara götüren, kendi çevresine gönderen var. Özellikle yazın şehir dışından gelenler oluyor. 30-40 kg peynir siparişi veriyor. Büyük hayvancılık yapanlar genelde çadıra veriyor. Mandıranın temel amacı, hayvancılığı tüccarların elinden kurtarmak. Süt fiyatlarının durumu ortada. Geçtiğimiz sene 1.4 liraydı, biz 1.6’ya toplamaya çalıştık. İnsanlar para etmediği için peynir, çökelek veya yağ yapıp satıyor.

Burada HES’i durdurduk. Yoksa köyün en büyük arazisinde su sıkıntısı yaşanacaktı. Bu aynı zamanda insanları göçe zorlamanın da bir politikası. Eskiden 1938’daki gibi insanları kırıyorlardı. Artık böyle politikalar var.

Mandırayı 5+5 yıllığına kiraladık. Bir gıda mühendisi arkadaşımız ve bir usta geçtiğimiz sene eğitim aldı. O dönem bir kısım süt topladık, deneme yaptık. Bu sene bu işe yoğunlaşacağız. Süt, peynir alımı yapacağız. Bu mandıranın daha önce bir deneyimi vardı. Munzur AŞ. çalıştırdı, bizden ürün aldılar, ama paramızı vermediler. O korku var. O yüzden geçen sene çoğu kesim süt vermedi. Biz de aylık para yatırarak sorunu çözmeye çalıştık. Bu sene de köylülerle konuşup daha fazla peynir, süt toplamaya çalışacağız. Burada genellikle tulum peyniri vardır. Saklama koşulları daha iyidir. Tulum peyniri yapıp, markalaştırıp satışını yapmayı istiyoruz.

Profesyonel yaylacılık yapan azdır. Köylerde ahır besiciliği yapanlar var. Mera kullananlar büyükbaş yapıyor. Yerli ırk var, buraya uyumlu. Tabii son dönem simental ile kırma da var. Özellikle yukarı köylerde simental çok fazla. Artık insanlar bir litre sütün, bir kilo yağın hesabını yapıyor. Daha verimli olan hangisiyse ona yöneliyor. Eskiden bir piyasası yoktu, satma derdi yoktu.

Buranın şartlarında çiftlik zor. Aile tipi hayvancılık düşünüyoruz. Şu an başkasını yapacak maddi gücümüz de yok. Gelişmiş teknolojinin ciddi maliyeti var. İnsanlar bu yüzden daha çok büyükbaş tercih ediyorlar. Benim günümün yedi-sekiz saati ahırda geçiyor. Süpürmesi, yemlemesi, yavruları beslemesi… Sigortalı işimiz de yok. Ne yapalım? Burada yem bitkileri üretiliyor. Kış şartları uzamazsa dışardan almayız. Bir de konsantre yem var, hayvana ekstra enerji vermek amaçlı, onu alıyorsun bazen. Ama daha çok kendi ürettiğimiz buğday, fiğ kullanırız.

Kooperatif insanların bir araya gelip anlaşabildikleri, konuşabildikleri, ürettiklerini rahatça satabildikleri profesyonel bir kurum. Daha bilinçli, kaygısız, üretebildiğini satabilme marifeti. Satamazsak, ürettiğimizin bir anlamı yok. Kooperatif bu anlamda bizim için değerli. Daha önce de kooperatifler vardı, ama insanlara bir şey vermedi. “Kooperatif başkanları, çalışanları yiyor içiyor” gibi bir algı vardı. Bizim kooperatifte yöneticiler para almaz. Her işini gönüllü yapar.

Bu topluma faydalı bir şeyler yapmak istiyoruz. Makineleşme konusunda gelişmiş, daha çok çiftçinin sürece katıldığı, her ilde kooperatifin bir şubesinin olduğu, otuz-kırk kişinin çalıştığı bir modeli hedefliyoruz. Bal fabrikası açmak, istihdam sağlamak istiyoruz. Eleme, paketleme, bal dolumunda kendimize yeterli hale gelelim istiyoruz.

 

ZELİHA HACIOĞLU (Kedek Köyü)

Munzur kutsalımızdır

 

Doğma büyüme Kedekliyim. Atalarım da böyle. Aile hep tarımla uğraşıyordu. Fasulye, bezelye, fiğ, buğday, yonca, goringa, bunlar üretiliyor. Ailede maddi sorunlar yüzünden gidenler var. Göç deyince aklımıza 1938 sürgünü gelir.

Çocukluğumdan beri tarım işçisiyim. Bir de yetmezmiş gibi ev işleriyle uğraşıyorum. Tarımla uğraştım, o kadar ağır iş yaptım, zoruma gitmedi, ama ev işi sanki zindan. Erkeklere söylüyorum. Çektiğimi bir Allah bilir bir yer bilir.

Hayvancılık yapıyoruz, inek var. Onun dışında fasulye, yonca, buğday ekiyoruz. Buğday da ektim, domuz yedi, bu sene inat ettim, tekrar ektim. Domuzlarla başa çıkamadım. Çok sorunlar yaşıyoruz. Burada yedi-sekiz ay kış, üç ay yaz, ama o da canımızdan bezdiriyor. Kısa zaman olduğu için ürünü alamıyorsun. Yüz teneke fasulyem karın altında çürüdü gitti. Kim diyorsa rahattır, buraya gelip otursun.

Munzur vadisini ziyaretlere gideriz. Ziyaretlerimiz kutsaldır. İnancımız, kutsalımız başkadır. Bu bölgede fabrika kuracaklardı, istemedik. İnanç yerimiz, gözeler var. Tahrip olacaktı, kirlenecekti. Kırk gözeler dediğimiz bölge, her taraftan su kaynıyor. Dağın hemen eteğinde.

Çocukluğumdan beri tarım işçisiyim. Bir de yetmezmiş gibi ev işleriyle uğraşıyorum. Tarımla uğraştım, o kadar ağır iş yaptım, zoruma gitmedi, ama ev işi sanki zindan. Erkeklere söylüyorum. Çektiğimi bir Allah bilir, bir yer bilir.

Kooperatifin başından beri içindeyim. 2004’te çiftçilikle ilgili projeye de katıldım. Burada daha önce de kooperatifler vardı, ama işlemediler. Belediyenin çalışmasına katıldım, oradan kooperatife geçiş yaptım. Kooperatife ürün veriyorum. Daha önce karaborsaya, tüccara verirdik. Sürünüyorduk. Bazen para gelir, bazen gelmezdi. Şimdi ürünümü verdikten sonra paramı hemen alıyorum. İhtiyacım olunca destek oluyor kooperatif. Bu sene 300-400 kilo arası bir ürün verdim. Çok değil. İki yıl üst üste 40’ar dönüm ektim, olmadı. Sonra yedişer dönüm ektim, yine çıkmadı. Ama pes etmedim. Şimdi çökelek ve mandıra işine giriliyor. Kışın olmuyor, ama yazın ürün verebilirim. Kooperatife güven duyuyorum. Artık rahatım. Muhatap belli, sorun yok. Kooperatifin uzun süre devam etmesini bekliyorum.

 

MEHMET KESER (Kedek Köyü)

Kooperatifçilik dayanışma demek 

 

Babamın dedesi, başka köyden buraya yerleşmiş. Köyün arazisi, suyu, anayol üstü olması, dışarıdan gelen çoğu kişinin ilgisini çekiyor. Genç nüfus çok. Yüz hane var burada. Beş-on ev Almanya’dan yaz için gelenlerin. Benim dayılarım, amcalarım Adana’da, kuzenlerim İzmir’de, İstanbul’da. Ekonomik şartlardan gitmişler. Bir tarlayla ne yapacaklar? Buğday mı ekecek, fasulye mi yapacak?

Eskilerin ilk ektikleri buğday. Yonca ve buğday Kemah’tan geliyor. Orada dağ köyleri var, şartları bize benziyor. Yeşil mercimek eskiden çok ekilirdi. İmkânı olan nohut ekiyordu. Davarı olan çökeleğini atlarla Kemah’a götürürdü. Oradan da kışlık öteberi, un alırlardı. Atı olmayan sırtında getirirdi. Buranın geçim sıkıntısı hep var. Eskiden karın ekimden mayıs ortasına kadar sürdüğü olurmuş. Davar hep içeride. Su sıkıntısı vardı. Şimdi gözelerden su geliyor. Ama eskiden verim çokmuş. Sulama yapılır, sonra buğday samanı serpilir. Her taraf buğday yığınıdır, evlerin damları kullanılır.

Fasulye çok iyi oldu. Eskiden tüccar vardı. Diyelim kişinin Elazığ’da marketi var, alacağı belirli bir miktar ürün var, ona göre bir fiyat belirliyor. Maçoğlu’yla Ovacık markalaştı. Gençliği fasulye, nohut ekmeye teşvik etti. Çok sayıda işsiz insana çalışma imkânı yarattı. Kooperatifleşme sürecini o gündeme getirdi sürekli, güzel bir şey yarattı. Fasulyelerimi tüccar almak istiyor, ama kooperatifle sözleşme yaptım. Eskiden ürünümü Elazığ’a götürürdüm, ama kooperatif daha önemli. Elazığ’a çok ürün gidince marketçi “aldım fasulyemi, ihtiyacım yok” diyor, ürün elinde kalıyor. Ama kooperatif sağlam, yol yapmıyorsun. Belki beş kuruş daha az, ama alım garantisi var. Kooperatifin de masrafı var. Çeşitli destekler sunuyor, mazot, tohum gibi.

Eskiden ürünümü Elazığ’a götürürdüm. Çok ürün gidince marketçi “aldım fasulyemi, ihtiyacım yok” diyor, ürün elinde kalıyor. Ama kooperatif sağlam, yol da yapmıyorsun.

Fasulye, yonca, fiğ üretiyorum. Köyde patates deneyenler var, ama masrafı kurtarmıyor. Patatesin kilosu 4 lira, fasulyenin 9. Yonca hem bağ hem de samanda kullanılıyor. Süt yemi için de iyi. Ziraattan organik tohum alıyoruz, sonra kendimiz bırakıyoruz.

İki senedir kooperatifle sözleşme yapıyorum. Sözleşmeli üreticinin fasulyesi öncelikli. Sözleşmenin içeriği güvene dayalı. Kooperatiftekilerin dürüstlüğünü biliriz, esas olan bu. Ben üretmezsem, kooperatif olmaz. Sözleşme içerisinde ne kullanacağın yazıyor. Eskiden suni gübre kullanılırdı, ama artık hayvan gübresi kullanılıyor. Suni gübre toprağı bozan bir şey. Daha eskiden, kızaklara çit bağlanırdı, kışın bu kızaklarla gübre çekilirdi. Orada bir nevi kooperatif vardı. Ben çekerdim, ihtiyacım kadarını alır, sonra diğerine devrederdim, o da diğerine. Gübre toprağa ciddi zarar verdi. Kooperatiften geliyorlar, neyi ne kadar ekmişsin, bakıyorlar. Toprak analizi de yapılıyor.

Güzün kooperatif toplantısında fiyat belirlendi. Fasulyeyi çıkardım. Sözleşmede 10 dönüm ekeceğim demişim. Kooperatif ona göre bir hesap yapıyor. Tarlalarda fasulye değişik zamanlarda yetişiyor, erken çıktığı oluyor. Sonra seçim yapmaya başlıyorsun. Kalabalık isen beş-on teneke anca seçersin. Günde iki teneke yapamazsın. Sonra kantarla tartılıyor. Fasulyede yerli var, kırmızı (barbunya) var, belediyenin var. Belediyenin tohumu Konya’dan, erken yetişen cinsten. Çünkü burada mevsim kısa.

Kooperatifçilik hasat anlamında dayanışma demek. Ürünü rahat satabilmek, güven demek. Bu sene dediler ki fasulyeyi seçme yok, elek gelecek. O koşulda bir tarla ekeceğime dört tarla ekerim. Eskiden tüccarın büyük elekleri vardı. Raylı bant sistemi. Fasulyeleri büyüklüklerine göre ayırıyor. En kötüsü yeme gidiyor, atılmıyor. Böyle bir şeye ihtiyacımız var. Çünkü aylarca fasulye seçiyoruz. Çoğu zaman kadınlar seçiyor. İnsanın parmakları çatlıyor, gözü ağrıyor, beli gidiyor. Yaşlılar seçiyor. 48 gün süren var.

Mandıra köylü için çok güzel olacak. Yüz davarı olan bir köylü kadın temizlik mi yapsın, katık mı sallasın, pişirsin mi, hangi birini yapsın? Yoğurdu sallıyorsun, ayran oluyor, ayrandan çökelek yapıyor. Kooperatif kendi aracıyla bunları toplayabilir, köylüden süt alabilir…

^