PLATFORM KAPİTALİZMİ VE GİG EKONOMİSİ

Söyleşi: Anıl Olcan
3 Mayıs 2022
Amazon'un Baltimore dağıtım istasyonu
SATIRBAŞLARI

25 Ocak’ta Trendyol “esnaf kuryeleri”yle başlayıp Hepsiburada, Scotty, Yurtiçi Kargo, Yemeksepeti, Migros depo çalışanlarının direnişleriyle devam eden bir eylemlilik ve direniş dönemine girdik emek alanında. Direnişlerin büyük ölçüde lojistik sektöründe ortaya çıkması bir tesadüf mü, bu ne ifade ediyor?

Ali Alper Alemdar: Pandemiyle birlikte yükselişe geçen, platform kapitalizmi üzerinden organize olan lojistik sektörünün kendine has, yeni bir formu var. Pandemiden önce de ihtiyaçlarımızı kısmen dijital platformlar üzerinden gideriyorduk. Yemeksepeti’nden sipariş vermek kolay geliyordu. Ama pandemiyle işin rengi değişmeye başladı. Sokağa çıkma kısıtlamalarından ötürü hem restoranlar hem de tüketiciler lojistik şirketlerine mecbur kaldı. Bu durum bir tür bağımlılık yarattı. Pandemi platform şirketlerinin tekelleşme sürecini hızlandırdı. Zaten var olan işsizlik sorunu pandemiyle birlikte artınca istihdam lojistik ve kuryelik gibi güvencesiz alanlarda yoğunlaştı. 

Aslında, Türkiye dünyadaki gig ekonomi standartlarının tam tersini yaptı. Dünyada gig çalışanları bordrolu değildir. Türkiye’deki kuryeler bordrolu işe alındı. İşçiler kelle koltukta çalışıyor, gelirleri düşük. Platform şirketlerinin önerdiği düşük maaş zamları bardağı taşıran damla oldu. İşçilerin bordrolu olması ve sendikal harekete dahil olma çabaları Türkiye’deki direnişleri daha güçlü hale getirdi.

Ali Alper Alemdar

Dünyada bu iş Uber’in ideolojik bayraktarlığını yaptığı “esnaf kurye” denen modelle başladı. Türkiye’deki şirketler de bordrolu kuryelikten bu modele dönmeye çalışıyor. Komik maaş zammı tekliflerinin arkasında da bu var. Bu arada, “esnaf kurye” tanımlamasını doğru bulmuyorum. Bu ekonomik faaliyetler gig ekonomisi olarak adlandırılıyor. Gig ekonomisi sadece kuryeliği kapsamıyor, tasarım işlerinden eğitime, sağlıktan bakım hizmetlerine, neredeyse ekonominin tamamını içeren bir modelden bahsediyoruz. Direnişler lojistik sektöründe başladı, ama aslında genel olarak gig ekonomisine geçişin sancıları yaşanıyor. Çünkü gig ekonomisi doğası gereği emek/sermaye çelişkilerini daha da derinleştiriyor. 

Platform kapitalizmi ve gig ekonomisi kavramlarının kapsama alanı ve tanımından başlayalım mı?

Platform kapitalizmini dijital şirketlerin çatısı olarak düşünelim. Bu çatı altında Facebook, Twitter, Amazon veya Uber gibi farklı kâr mantıkları olan şirketler var. Her platformun kendine özgü bir kâr mantığı var. Mesela Facebook’a üye olduğunuzda ücret ödemiyorsunuz. Facebook kullanıcılarının ürettiği verilerle satın alma talebi olasılıklarını algoritmik olarak hesaplıyor. Satın alabileceğiniz ürünlerin reklamlarını sunuyor, bu yöntemle kâr ediyor. Gig ekonomisiyse, ana akım tabiriyle, arz ve talebin dijital platformlarda eşleşmesidir. “Gig” genelde müzisyenlerin kullandığı bir terim. ABD’de müzisyenler “bu akşam gig yapalım, sahneye çıkalım” der. Yani “gig” yarının meçhul olduğu, sabit bir gelirin olmadığı işleri tarif eder. Platform kapitalizminde parça başı çalışan işçi de benzer bir güvencesizlikle karşı karşıya. Gig ekonomisi güvencesiz, parça başı iş yaparak yürüyen, üretim araçlarının emekçi tarafından karşılandığı, emek sömürüsünü artıran bir çalışma modeli. 

Bu modelin bir de talep tarafı var. Mesela bir kişi logo yaptırmak için tasarımcı arıyor. Tasarımcı ve logoyu yaptırmak isteyen kişi dijital platformda buluşuyor, ücreti belirliyor. Dijital platformlar üzerinden sadece tasarımcı değil, hemşire, mühendis, taksici de bulabiliyorsunuz. Yani işi alan tasarımcı parça başı iş üzerinden kazanç elde ediyor. Hizmeti sağlayan dijital platform komisyonunu alıyor. Gig ekonomisi parça başı işçiliği dijital ortama aktaran, küresel proletaryayı birbirine bağlayan bir sistem. Platform şirketleri de masum bir şekilde “biz size aracılık yaptık, komisyon verin” diyen yapılar değil. Bu şirketler algoritmik yönetimle ve tehlikeli bir kapitalist mantıkla çalışıyor.

Platform kapitalizmindeki sıçrama esas olarak pandemi etkisiyle mi gerçekleşti? 

Pandemi platform şirketlerine büyük bir şans verdi. Beş-on yılda gelecekleri noktaya iki yılda geldiler. Bu yüzden her alanı kontrol etmek istiyorlar. Mesela, Amazon boş bina veya depo satın alıp küçük restoranlar kuruyor. Bir depoda üç-dört farklı “restoran” bulunuyor. Bunlara “hayalet restoran” deniyor. Neredeyse penceresiz ortamlarda aşçılar yemek yapıyor, kurye yemeği müşteriye ulaştırıyor. Yani, ortada aslında bir restoran yok. Hayalet restoranlar İstanbul’da da kuruluyor. Şehirler platform şirketlerinin lojistik alanına dönüşüyor. Belki de ilerde şehrin yapısı ve alışkanlıklarımız ciddi anlamda değişecek. 

Gig ekonomisi parça başı işçiliği dijital ortama aktaran, küresel proletaryayı birbirine bağlayan bir sistem. Platform şirketleri “size aracılık yaptık, komisyon verin” diyen masum yapılar değil. Algoritmik yönetimle, tehlikeli bir kapitalist mantıkla çalışıyorlar.

Pandemi döneminde Amazon gibi platform şirketleri muazzam kârlılık oranları açıkladı. Türkiye’de de mesela Trendyol pandemide yüzde 600 büyüdü. Bu oranlarda kâr artışı sadece talep artışıyla açıklanabilir mi?

Gig ekonomisinin finans boyutunu gözardı etmeyelim. Platform şirketleri aynı zamanda finans şirketleri gibi çalışıyor. Üç tarz kapitalizm –kâr, rant ve finans– iç içe geçerek platform kapitalizmindeki tekelleşmeyi artırıyor. Yani sadece finans kapitaldeki tekelleşmeden, üretken sermayedeki veya rantiye kapitalizmdeki sermaye birikim modelinden bahsetmiyoruz. Şirketlerin sermaye birikimi muazzam. Amazon ve Facebook gibi şirketlerin bilançolarına baktığımızda, daha önce görülmemiş bir sermaye birikimi görüyoruz. Bu kopuşun temelinde emek-değer çelişkisi yatıyor. Emek-değer çelişkisinin üzerine inşa edilen çeşitli finansallaşma ve kira ilişkileri de sermaye birikimini besliyor. 

Şirketler buna rağmen çalışanlarına çok düşük ücretler, yüzde 11’lik “sefalet zammı” gibi çok düşük zam oranları önerebiliyor…

Maliyetleri işçinin üstüne yıkarak kârlılığı artırmaya dayalı bir düzen bu. Uber’in 2014 yılı verilerini baz alıp emek sömürüsü oranlarını hesaplamıştım. Yüzde 120 çıkmıştı! Muhtemelen bu oran şimdilerde çok daha yüksek. Peki neden? Çünkü platform şirketleri üretime yönelik fiziki sermaye sağlamıyor, maliyetlerini dışsallaştırıp işçinin üzerine yıkıyor. Mesela, motokuryeler kendi motorlarını almak veya kiralamakla, bakımlarını yaptırmakla yükümlü. Bu sistem doğal olarak kârlılığı artırıyor. Artan talepten dolayı iş hacmi büyüyor. Kuryelere verilen ücretler de düşük olunca kârlılık inanılmaz artıyor. Çalışma biçimi parça başı iş haline gelince işçi maliyetini neredeyse sıfıra indiriyorlar. Mesela, Yemeksepeti’ndeki çoğu kurye aslında bordrolu çalışıyor. Yemeksepeti şirketi “İşçi maliyetim var, bunu ortadan kaldırmanın en iyi yolu ‘esnaf kurye’ modeline geçiş” diyor. Bordrolu çalışanları kolayca işten atamayacağı için maaşları düşük tutup esnaf kuryelik modelini çekici hale getirmek istiyor. Yani, zaten kârlı bir sistemi daha da kârlı hale getirmek istiyorlar. Enflasyonun yüzde 50’nin üzerinde olduğu bir ortamda yüzde 11 maaş artışı teklifinin başka bir açıklaması olamaz. 

Hong Kong

Dijital platformlarda parça başı iş yapmak emekçinin belli bir otonomiye sahip olduğu, ücretini kendisinin belirlediği gibi söylemlerle cazip gösterilerek sistem palazlandırılıyor. Bahsettiğiniz küresel proletarya, emek-sermaye çelişkisi açısından yeni bir duruma işaret ediyor mu?

Bir makalede gig ekonomisiyle ile ilgili “yeni bardağa eski şarap” deniyordu. Aslında çok yeni bir şey yok. Parça başı işçilik kapitalizmin en eski formlarından biri. Yeni olan, bunun dijital platformlar üzerinden yapılması. Çok büyük bir üretim ağının içinde işçilerin birbirini görmeden çalıştığı dijital post-fordist dönemdeyiz. Dijital platformlar çağımızın fabrikaları gibi. Platform kapitalizminde müşterilerin siparişi verdiği an ile kuryenin paketi aldığı zaman aralığı dijital fabrikadaki üretim sürecidir. Bu üretim ağında çalışan işçiler klasik işçi mantığıyla ücret almıyor, olabilecek en güvencesiz, en prekar sınıfı oluşturuyor. Aslında gig ekonomisinde çalışanların fabrika işçisi statüsünde görülmesi gerekir. Ama çalışanlar hem yasal hem de fiziki olarak birbirlerinden ayrıştırılıyor. Eskiden bir işçi parça başı çalıştığında bir nebze güvenceye sahipti. Şimdi güvence tamamen ortadan kalktı.

Uber’in 2014 verilerini baz alıp emek sömürüsü oranlarını hesaplamıştım.  Yüzde 120 çıkmıştı! Muhtemelen bu oran şimdilerde çok daha yüksek. Neden? Çünkü platformlar üretime yönelik fiziki sermaye sağlamıyor, maliyetlerini dışsallaştırıp işçinin üzerine yıkıyor.

Nasıl?

Bu iş modelinin dünyadaki bayraktarlığını Uber yapıyor. Hatta buna “Uberization”, yani “Uberleştirme” deniyor. Uber şoförlerine “Siz bizim iş ortağımızsınız. Aracınız sizin dükkânınız. Biz sadece sizi müşteriyle eşleştireceğiz. Eşleştirirken sağladığımız dijital hizmetlerden dolayı bir kesinti yapacağız” diyor. Bu modele ilk giren şoförler iyi para kazandı. Çünkü emek arzı düşüktü, araç sahibine çok iş geliyordu. Ayrıca, Uber başlarda emek gücünü sisteme çekebilmek için görece yüksek tarifeli işler sağlıyordu. Dolayısıyla, sisteme başta dahil olanlar “Ne güzel iş, istediğim zaman çalışıyorum” diyordu. Ama işin aslı öyle değil. Müşteriler Uber şoförlerine puan verir. Bir şoförün iyi kazanabilmesi için puanının belli bir düzeyin üzerinde olması gerekir. Eğer şoför bazı işleri reddederse puanı düşer, üç kere iş reddettiğinde Uber platformundan engellenir. Uber şoförlerine “iş ortağı” diyor, ama müşteri seçme özgürlüğü vermiyor. Ayrıca, şoför uzun süre müşteri taşırsa Uber kâr ediyor. Dolayısıyla, burada algoritmik yönetim devreye giriyor. Algoritma şoförü daha fazla çalışmaya zorluyor. Mesela şoför kontağı kapatacakken uygulama “Şu an en yoğun saat. İyi kazanabilirsin. Emin misin?” diye soruyor. Algoritma çok ve istikrarlı çalışan şoföre terfi verip tarifesi yüksek işlerde öncelik tanıyor. Şoförün rütbesi düşükse, yüksek tarifeli işleri almasını zorlaştırıyor. Görünür bir yönetici olmasa da “iş ortağının” duygularını manipüle eden, onu daha fazla çalışmaya zorlayan, hem ödül hem de ceza veren algoritmik yönetim tarzı platform şirketleri tarafından uygulanıyor. Dijital fabrika algoritmalarla çalışıyor. 

Shoshana Zuboff’un algoritmalarla ilgili söylediği geliyor akla: “Hikâyenin özü, dijital teknolojinin doğasıyla ilgili olmaktan ziyade, kapitalizmin mutasyona uğramış yeni bir biçimi. Çoğumuzun sadece algoritmik gizem sandığı şey, aslında kapitalizmin uzun evrimindeki yeni aşama.” 

Evet. Çünkü algoritmalar emek-değer sömürüsünü artırmak için oluşturuluyor. Kapital’in birinci cildinde sermayenin biçimsel tahakkümünden gerçek tahakkümüne geçiş anlatılır. Marx’a göre, işçi emek süreçlerindeki sömürüyü hisseder, çünkü bir otonomisi yoktur, verilen görevi belli bir zamanda yapmakla yükümlüdür. Platform kapitalizmini Marx’ın “sermayenin biçimsel tahakkümü” kavramıyla anlayabiliriz. İşçiye “emek süreçlerinde biraz otonomin var” diyerek onu diğerlerinden ayrıştırıyor. Ama ayrıştırırken işçiye otonomi vermediğinden, emeğin fabrikadaki işe benzediğinden emin olmak istiyor. Bu yüzden bir işçiyi günde 12 saat çalıştıracak algoritmik yöntemler geliştiriyor. Algoritma keskin sınıfsal kodlamalarla çalışıyor. Bu kodlar çalışanın mutlak ve göreli artı değerini yükseltmeye yarıyor.

Parça başı işçilik kapitalizmin en eski formlarından biri. Yeni olan, bunun dijital platformlar üzerinden yapılması. Çok büyük bir üretim ağının içinde işçilerin birbirini görmeden çalıştığı dijital post-fordist dönemdeyiz. Dijital platformlar çağımızın fabrikaları gibi.

Yani, gig işçileri hangi sektörde çalışırsa çalışsın, sürekli gözetim ve denetim altında. 

Kapitalist şirketin en büyük derdi işçinin performansı. Bu yüzden yöneticiler işçiler üzerindeki denetim mekanizmasını kurmak zorunda. İşçilerin çıkarlarıyla patronların çıkarları farklı. Yöneticiler çeşitli yöntemlerle çıkarları ortaklaştırmaya çalışır. İşin sofistike yeri tam da burası. Bu uygulamalar çalışanlarından uygulamayı kapatmamalarını ister. Çalışan hiçbir iş yapmasa bile A noktasından B noktasına giderken veri üretir. Böylece şirket sizi her an denetler. Bu kapitalizm tarihinde daha önce görülmedi. Eskiden de veriler kaydedilirdi, ama artık saliselerle ölçülen bir kayıttan söz ediyoruz. Bu verinin farklı fonksiyonları var. Birincisi, işçinin denetlenmesi için şirkete hem anlık veri veriyor hem de algoritmaların işçiyi kontrol etmesini kolaylaştırıyor. İkincisi, şirket çalışanından aldığı veriyi soyut toplumsal bir veriye dönüştürüyor ve bu verilerle iş süreçlerinin geliştirilmesi için analizler yapıyor, böylece yazılımı güncelliyor, şirketin tekelci gücünü artırıyor. Gig çalışanının hiçbir şey yapmadığını düşündüğü anda bile ürettiği veri şirketler için değerli dijital madenlerdir. Şirket bu verileri çeşitli yollarla sermayeye dönüştürür. Bu veriler için işçilere hiçbir ücret ödemez. 

Eylemdeki işçiler de onları denetleyen uygulamaları kullanarak direniş örgütlüyor. Bu direnişleri dijital platformlar aracılığıyla örgütlemek bir çelişki yaratıyor mu? 

Emek-sermaye çelişkisinden doğan bir direnişi Twitter veya Facebook üzerinden örgütlemenin çelişkileri var tabii. Mesela, Twitter aniden Yurtiçi Kargo çalışanlarının direniş hesabını kapatabilir veya tam tersi “direniş örgütleyip tweet atmaları bana kâr sağlıyor” diyebilir. Çünkü her tweet dolaylı yoldan Twitter’ın reklam gelirini artırıyor. Platformlar direnişi belirli seviyelere kadar kabul eder: “Diren, ama platform kapitalizmi üzerinden sosyalist devrime gitme.” Son zamanlarda esnaf kuryelere destek tweet’leri attığım için karşıma esnaf kuryelerle ilgili haberler çıkmaya başladı. Twitter algoritması “bu kişi solcu” şeklinde düşünmez. Algoritmanın mantığı “bu kişi şunu tıklasa benim için kâr” şeklinde çalışır. 

Bangladeş

Platform kapitalizminin büyüyüp yayılmasının nasıl bir tarihselliği var?

Mart 2000’de NASDAQ borsasında dot.com krizi yaşandı. ‘90’larda platform şirketlerinin kurulması çok kolaydı. Online bir şirketin hizmet sunucusunu almak ve e-ticarete başlamak yüksek maliyet gerektirmiyordu. ‘90’ların ortalarında şirketlerinyüksek kârlılıkları vardı. Dolayısıyla, bu alana hücum edildi, finansal sermaye akışıyla borçlanıldı. Çoğu şirket “büyük kâra geçeceğiz” düşüncesiyle kurulmuştu. Zamanla şirketlerin gerçek kapasitesiyle piyasadaki kapasiteleri arasındaki farkın çok fazla olduğu ortaya çıktı ve finansal bir balon oluştu. Ufak bir kıvılcımla finans balonu patladı. Ardından Amazon gibi ayakta kalabilen şirketler tekelleşip piyasayı kontrol etmeye başladı. 

Platform kapitalizminin büyümesinin üç kritik aşaması var: 1980’lerdeki neoliberal dönüşümle birlikte hane halklarının borçlanması, ‘90’lardaki yüksek finansallaşma ve 2008 krizi. 2008 salt mortgage krizi değildi. Krizden çelişkiler derinleştirilerek çıkılmaya çalışıldı. İnsanlar borçluydu ve emek gücü potansiyeli çok fazlaydı. Kriz sonrası emek piyasasının mevcut durumuyla uzun zamandır kurulmakta olan dijital ekonomi birleşince işler bu noktaya geldi. Türkiye’de direnişler olduğu için platform kapitalizmindeki emek-sermaye çelişkisine yoğunlaşıyoruz. Ama platform kapitalizminin finans kapital ayağı da çok önemli. Bu şirketler çok ciddi fonlanıyor. Yani şirketlerin finansal piyasalardaki değerlenme süreci şirketin değerinden ayrışıyor. Dolayısıyla, yeni balonlar ve sermaye birikimleri oluşuyor. Bu tam da Marx’ın hayali sermaye dediği şey.

Platform kapitalizminin tekelleşme eğilimi Marx’ın anlattığı tekelleşmeye benziyor mu?

Tabii. Sonuçta sermaye bir yerde yoğunlaşıyor. Çünkü hem üretimden hem de teknolojik bilgilerden ve verilerden gelen maddi olmayan bir tekelleşme gücü var. Bunu “maddi olmayan üretken sermaye” diye tanımlıyorum. Bu üretken sermaye birikimi klasik anlamda fabrika veya makinelere bağlı değil. Tekelleşme algoritma ve veri sayesinde mümkün oluyor. Temelde üç aşamalı bir tekelleşme stratejisi var. Platform şirketleri olabildiğince fazla emek arzına, yani kuryeye veya şoföre sahip olmak istiyor. İkincisi, fiyatları doğru tahmin etmek istiyor. Üçüncüsü de olabildiğince fazla veriyi kaydetmek peşindeler. Üçünün birleşimi tekelleşme stratejisini oluşturuyor. 

Platform kapitalizminin Türkiye’deki gelişimi dünyadan farklı. Bordrolu olmaları kuryelerin işine yaradı. Türkiyeli şirketler aptallıklarının ceremesini çekiyor. İyi de oluyor. İşçilerin kolay kolay geri adım atacağını sanmıyorum. Geriye atılacak bir adım uçuruma yuvarlanmak olur.

İktisatçı Paul Mason platform kapitalistlerini eski tip üretken sanayi kapitalistleriyle kıyaslayıp “asalak” diye tanımlıyor. Gig ekonomisi patron-emekçi ilişkisini nasıl şekillendiriyor?

Asalak mıdır, emin değilim, ama bir mantıkları var.Platform şirketlerinin CEO’ları ve çok-uluslu hissedarlardan oluşan yönetim kurulları var. Hissedarların yönettiği, alt ve üst yönetim diye ayrılan bir şirket modelinden bahsediyoruz. ABD’deki pazarın yüzde 81’ini bu tarz şirketler kontrol ediyor. Google, Amazon veya Uber kalabalık yönetim kurullarına rağmen tek kişi gibi davranıyor. Her şirket kendi iş modeline göre bir emek-sermaye ilişkisi kuruyor. Bu yüzden iş ilişkileri çok katmanlı. Uber’in yasal çalışanlarıyla kurduğu ilişki ayrı, gig çalışanı şoförleriyle kurduğu ilişki ayrı. Uber çalıştırdığı şoförleri işçi statüsünde görmez. Algoritmik yönetimde çalabileceğin bir kapı, işgal edebileceğin bir fabrika yok. Uberdünya çapında iş yapan bir şirket ve genel merkezi San Francisco’da. Türkiye’deki Uber şoförü eylem yapmaya San Francisco’ya mı gidecek? Belki “asalaklar”, ama işçileri çaresiz bırakan bir sistem kurma konusunda maharetliler.

Uber’in yüzde 120 emek sömürüsü yaptığını hesaplamışsınız. Bu oran bir tekstil fabrikasında çok daha azdır. İleride gig ekonomisine geçmeyecek pek az iş kolu var. Dolayısıyla, toplumun büyük kısmı bir gig emekçisi olabilir. Bu muazzam sermaye birikimine devletler kayıtsız mı kalacak?

Söz konusu oranı Uber üzerine yapılan iki çalışmadaki verilerle hesapladım. Fiziki üretken sermayenin maliyetinin işçinin üzerine yıkıldığını, hem makro-iktisadi şartlar hem de algoritmik yönetim sayesinde işçiden daha yüksek artı değer çıkarıldığını gördüğümüzde, bu oran şaşırtıcı gelmemeli. Sermayenin almak istediği yol tam da gig ekonomisi modeli. Çünkü burada firmaların sabit sermayelerinin oranı küçülür ve firmalar değişken sermayeye ait birçok maliyetten kurtulur. Dolayısıyla, istihdamın tamamen gigleşmesi sermayenin varmak istediği bir durak. Ama o kadar kolay değil. Devlet ve sermaye her zaman barış içinde geçinmez. Platform şirketleri ile devlet arasında da bu durum geçerli. Şirketler tüm iş kanunlarının etrafından dolanmak istedikleri için devletle karşı karşıya gelebilirler. 

Shoshana Zubboff platform şirketlerini 18. yüzyılın East Indian Company gibi devletlerden büyük ve güçlü şirketlerine benzetiyor. Bu şirketler denetimden nefret ederdi. Bugün böyle bir durum var mı?

Bu halihazırda gerçekleşmekte olan bir durum. Platform şirketleri devletlerin çizdiği hukuki sınırları değiştirip kendi belirledikleri alana kaydırmak istiyor. Sermaye birikim modelinin bu denli hızlı ve akışkan olduğu bir modelde, şirketler devletin muhafazakâr sınırlarını istemez. Fakat bu, şirketlerin ulus-devleti tamamen reddettiği veya karşı çıktığı anlamına gelmiyor. 

New York

Bir Trendyol çalışanı plaza önündeki eylemde “Burada bir surat bile yok” diyerek muhatap bulamamaktan şikâyet ediyordu. Patron gerçekten görünmez mi? 

O görünmezlik algoritmik yönetim sayesinde mümkün oluyor. Türkiye’de hibrit bir model olduğu için kuryeler depo amiriyle karşılaşabiliyor. Fakat dünyada bu da yok. Tek bir şey var: Kullandığın uygulama. Uygulama iş aldığın, seni yöneten, şikâyetlerini belirttiğin bir gereç. Dolayısıyla patronu görmüyorsun. Belki çalışanlar patronunu görse rahatlayacak, işçilerin örgütlenmesi farklı olacak. Ama patron ortada yok!

Ve mesai arkadaşı da yok… 

Hiç olmazsa Türkiye’de bazı depolarda insanlar oturup sohbet etme şansı buluyor. Platform kapitalizminin Türkiye’deki gelişimi dünyadaki örneklerinden farklı olduğu için kuryelerin bordrolu olması işlerine yaradı. Türkiyeli platform şirketleri bu “aptallıklarının” ceremesini çekiyor. ABD’deki gig çalışanları bordrolu olmadıkları için örgütlenmeleri cılızdı. Türkiye’deki gibi bir grev dalgasının yaşanmasını ABD yedi-sekiz sene bekledi. 

Toplumsallaşan boykot çağrısı şirketlerin kârına çok zarar vermese de imajında ciddi tahribata yol açabiliyor. Dolayısıyla, etkili bir strateji. Boykot sadece platform şirketlerini değil, tüm kapitalistleri korkutan bir eylem biçimi.

Bu görünmezliğin arkasında somut bir şey yok mu? Sonuçta kurye somut bir meta taşıyor. Bu metaların tedarik zincirlerini düşündüğümüzde eve gelen kargo daha da “görünür” olmuyor mu? 

Bir metanın üretim ve dağıtım safhaları var. Dağıtım görünen bir aşama. Görünmez olan üretim aşaması. Bir anlığına konteynerlere değil, Yemeksepeti’nden sipariş edilen yemeğe odaklanalım. Yemek hazırlanırken harcanan emek gücünün yarattığı bir artı değer, yani bir meta var. Platform üzerinden siparişi verdiğimizde yemek ve hizmet metası satın almış oluyoruz. Restorandaki aşçının emek gücüyle kuryenin emek gücünün birleştiği, iki metanın oluşturduğu yeni bir metadan bahsediyoruz. Siparişin değerine kuryenin artı değeri gömülüdür. Ama kuryenin emeği “diğerleri gibi sabah 8, akşam 8 çalışmıyorsun, parça başı çalışıyorsun” denerekgörünmezkılınıyor. Türkiye’de gig ekonomisindeki sömürü şirketler sistemi aşırı suiistimal ettiği için net şekilde görüldü. Kışın ortasında Boğaziçi Köprüsü’nden geçmeye çalışan kuryenin çektiği çile herkesin zihnine kazındı. Kuryelerin olağanüstü durumlarda çalıştırılması şoke ediciydi. Bunu söylememek lâzım, ama Türkiye’deki şirketler “amatör” davrandı. (gülüyor) Bu yüzden çalışanlarda ciddi bir reaksiyon yarattılar. Patronlar sistemi baştan “yanlış” kurmuş. İşçilerin kolay kolay geri adım atacağını sanmıyorum. Zaten geriye atılacak bir adım uçuruma yuvarlanmak olur. Dünyadaki şirketler sömürü konusunda daha stratejik davranmaya çalışıyor.

Haklarını arayan Yemeksepeti kuryeleri tüketicilere boykot çağrısı yaptı. Boykot platform şirketlerinin çekineceği bir etki yaratabilir mi?

İşçi eylemlerinde yapılan boykot çağrısını çok kıymetli buluyorum. Toplumsallaşan boykot çağrısı şirketlerin kârına çok zarar vermese de imajında ciddi tahribata yol açabiliyor. Dolayısıyla, etkili bir strateji. Boykot sadece platform şirketlerini değil, tüm kapitalistleri korkutan bir eylem biçimi. 

İşçilerin itildiği uçurumda devlet nasıl bir konumda, nasıl bir rol oynuyor? 

ABD’de devlet gig ekonomisini her açıdan destekliyor. Sonuçta, “esnaf kurye” istihdamın parçası oluyor, vergi veriyor. Platform şirketleri ABD’de çok ciddi lobi faaliyetleri yürütüyor. 2020’de California’da gig işçilerinin, özellikle Uber şoförlerinin işçi sayılıp sayılmayacağı konusunda referandum yapıldı. Şirketler 200 milyon dolar akıtıp referandumu kazandı. Devletlerin istihdam sorununu kamu harcamalarıyla çözmeye niyeti yok. Gig ekonomisi devletlerin işine gelen bir model. Türkiye’de de durum neden farklı olsun ki?

“Esnaf kurye” modelinin sağlık gibi hayati sektörlere de yayılması, bir sağlık emekçisinin Uber şoförü gibi parça başı çalışması nelere yol açabilir? 

California

ABD’de bakım emeğine odaklanan gig ekonomisi zaten var. Türkiye’de sağlık sektöründeki doktorlar, hemşireler ağır şartlar altında çalışıyor, ücretler yüksek değil. Sağlık çalışanları yurtdışına gitmeye ya da farklı sektörlerde iş bulmaya itiliyor. Saatlerce çalışan ve çok az ücret alan bir hemşireyi düşünelim. Bir platform ona “Burada müşterini sen seçebiliyorsun” diyor. Parça başı ücretini alabilecek ve puanı yükselince ücreti de yükselecek. Dolayısıyla, gig ekonomisi ilk başta cazip görünecektir. Platforma ilk girenler biraz daha fazla para kazanacak. Sonra, hasta sayısı azalacak, gelirleri asgari ücretin altına düşecek. Gig ekonomisi asgari ücreti fiziki olarak ortadan kaldırıyor. İş alamazsan günlük ücretin sıfır. Teorik olarak asgari ücret yoktur.

Eylemdeki esnaf kuryeler “ayda 1500 lira bile kazanamadığımız zamanlar oluyor” diyor…

Emek arzını ne kadar artırırsan talep o kadar düşüyor. Esnaf kuryeler işçi statüsünde olmadıkları için sendikalaşamıyor. Yani güvencesizler. Ayrıca, şirketlerin elinde çok sofistike fiyatlama araçları, algoritmaları var. Doğal olarak, maaşlar zamanla hem ortalama ücretin hem de asgari ücretlerin altına geriliyor.

Kooperatifler üzerine yapılan çalışmalar kooperatiflerin klasik kapitalist şirketler kadar verimli, ama çok daha güvenceli istihdam sunduğunu gösteriyor. Kuryelerin canını hiçe sayan platform şirketlerinin karşısında kooperatifler ciddi bir alternatif oluşturabilir.

Öte yandan, pandemiyle beraber gig ekonomisi kadar otomasyon da hız kazandı.  Pandemisırasında, sağlık çalışanları gibi, lojistik emekçileri de “elzem” işçi diye adlandırılıyordu. Ama raporlar her iki sektörde de yakın gelecekte otomasyonun artacağını söylüyor.

Bu bana şu aşamada biraz spekülatif geliyor. Teknolojik açıdan mümkün olabilir, ama emek gücü halen şirketler için yeteri kadar ucuz ve şirketler gig ekonomisiyle birçok yasal yükümlülükten kaçabiliyor. Keza Uber de uzun bir süre şoförsüz araçlar yapacağız diye yatırım ve reklam yaptı. Sonra bu araştırma bölümünü sattı. Otomasyon esas olarak algoritmalar ve yazılımlar üzerinden düşünülmeli.

Eylemdeki işçilerin çoğu “biz varlıklarımızı satıp esnaf kuryelik işine girdik” veya “benzin parası için borçlanıyorum” diyor. Bu durum hanenin de borçlanması anlamına geliyor. Hane halkının böylesine güvencesiz bir sektöre umut bağlamasının nasıl sonuçları olabilir? 

Bu korkunç bir durum. Gig ekonomisi toplumsal yeniden üretimde bir krizi tetikleyebilir. Çünkü insanlar kendileri için kullanabilecekleri parayı ve zamanı platform şirketlerinin bekası için harcıyor. Hane halkı gig ekonomisinden gelecek belirsiz bir gelire, strese açık hale geliyor. Birikimi olan bir insan kolay kolay kuryelik yapmaz. Ama insanlar çaresiz ve borçlu. Disipline edildikleri yer işsizlik ve açlık olunca mecburen borç altına giriyorlar. Dolayısıyla, hane halkının borcu katlanıyor. Borçluluk emek-disiplin mekanizmasının bir aracı. Bunun neye yol açacağını tahmin etmek zor. Fakat eylemlerden gördüğümüz üzere, işçi sınıfı bu mekanizmalara direniyor. Böylesi borçluluk ve güvencesizlik sarmalının uzun süreli devam etmesi mümkün değil.

Gig işçileri farklı coğrafyalarda örgütleniyor. Uber işçileri bazı kazanımlar elde ediyor. Amazon Workers International’a katılım artıyor. Gig çalışanlarının örgütlenme pratikleri geleceğe dair ne söylüyor?

Pandemi sürecinde işçi sınıfında çok ciddi bir hareketlilik yaşandı. Pandemide en çok sömürülenler gig işçileri olduğu için sisteme karşı en büyük reaksiyonu da onlar yarattı. İngiltere, Kuzey Amerika ve Hindistan’da gig işçilerinin mücadelesi statü hakkı üzerinden ilerliyor. Gig çalışanları “Biz esnaf kurye değiliz, işçiyiz” diyerek garanti ücret ve yan haklar istiyor. Çin’de çok büyük bir gig ekonomisi var. Ama Çin’deki otokrasi yüzünden devlet örgütlenmenin önünü açmıyor. Yaşananlar platform kapitalizmindeki emek ilişkilerini tersine çevirme mücadelesi. Türkiye’deki mücadele hattının da temelde statü üzerinden kurulması gerekiyor. 

Yazılımcıların platform kapitalizmi içinde kritik önemde olduğu aşikâr. Platform kapitalizminde yazılımcıların sömürü mekanizmalarının dışında olduğu söylenebilir mi?

Hem evet hem hayır. Uber’in kendi yazılımcıları var. Algoritmalar ve veri seti gibi maddi olmayan varlıklar şirketlerin her şeyi. Ayrıca şirketlerin tekelci bir mantıkla ellerinde tuttukları fikri mülkiyet hakları ve patentler gibi “değerleri” var. Şirket bilançolarında maddi olmayan varlıklarda büyük bir patlama görülüyor. Neredeyse hiç fiziki varlık yok. Sonuçta, Uber arabası olmayan bir şirket. Uber, Amazon gibi şirketler veri merkezlerine yılda en az 20 milyar dolar yatırım yapıyor. Uber’in raporlarında, platform altyapısının tamamen açık kaynaklı yazılımlardan geldiğini görüyoruz. Yani Uber ve açık kaynaklı yapılar arasında işbirliği var. Hatta Uber’in “Open Source” diye web sitesi mevcut. Buradan Uber’in açık kaynaklar üzerinden yazılımcılarla ve mühendislerle kurduğu ilişkiyi görebiliyoruz. Böylece platform geliştirme maliyetlerini düşürüyorlar. Bu sisteme taşeronluk diyemiyoruz. Taşerona para ödenir, ama açık kaynağa ödenmiyor. Apple, Amazon gibi küçük yazılım şirketlerini kullanan platformlarda ise taşeronlaşma var. 

Verinin ve sermayenin platform şirketlerinde yoğunlaşması nasıl bir gidişatı gösteriyor? 

Çok fazla uygulama var. Uygulamalar duygusal beklentilerimizden hangi yemekten hoşlandığımıza kadar birçok veriyi biriktiriyor. Bizi hem kendi platformlarına bağlayacak teknikleri geliştiriyorlar hem de dolaylı olarak kontrol ediyorlar. Emek kısmında da benzer bir tablo var. Platform kapitalizmi çok ciddi bir asimetrik güç ilişkisi barındırıyor. Çünkü verinin mülkiyeti kârı ve kontrolü belirliyor. Veri birikimi, tekelleşme ve kâr arasında sıkı bir ilişki var. Platform şirketleri veriler sayesinde gelecekte hem tüketiciyi hem de üreticiyi daha fazla kontrol edebilir.

Üreticilerin, kullanıcıların, yerel yönetimlerin kurduğu platform kooperatifleri, kamusal yapılar var. Kapitalisti aradan çıkarıp böyle bir yapılanmaya yönelmenin önündeki engeller neler? 

Kapitalisti aradan çıkarmanın bir sürü avantajı var elbette. Temel mesele, kurulması planlanan platform kooperatiflerinin finansmanı. Bir platformun kârlı olabilmesi için dijital altyapı gerekiyor. İyi bir dijital altyapıya erişim ucuz değil. Birçok platform şirketi arkasında büyük risk sermayesi olmadan var olamazdı. Finansman sorunu çözülürse kooperatifler kapitalist platformlarla rekabet edebilir hale gelebilir. Platform olmayan kooperatifler üzerine yapılan çalışmalar kooperatiflerin klasik kapitalist şirketler kadar verimli, ama çok daha güvenceli istihdam sunduğunu gösteriyor. Kuryelerin canını hiçe sayan platform şirketlerinin karşısında kooperatifler ciddi bir alternatif oluşturabilir. Ayrıca Batı’da gig ekonomisinde göçmen emeği çok fazla sömürülüyor. Uber veya Lyft’te göçmenler ağırlıkta.

1+1 Express, sayı 179, Bahar 2022

^