Görmeyen, bilmeyen, söylemeyen yok: Benzeri görülmemiş şiddette bir ekonomik krizin eşiğindeyiz. “Bunlar iyi günlerimiz” dedirten bir fırtına kopmak üzere. Peki, sol ne durumda? Yaklaşan fırtınaya karşı koyabilir mi? Ne yapabilir, nasıl yapabilir? Umut-Sen örgütlenme koordinatörü Başaran Aksu’ya bağlanıyoruz…
Sol ekonomik krizle mücadele edebilir mi?
Edemez. Şu an için edemez. Çünkü sahici hiçbir hazırlığımız yok. Açalım:
Öncelikle devlete karşı büyük bir direniş hareketi yaratarak fiili, meşru, militan mücadelelerle kurulan KESK’ten başlayalım. Faşizan sivil diktatörlük rejiminin KHK’larla işlerinden ihraç etme saldırılarıyla önemli sayıda üyesini kaybeden, KHK ile atılan üyeleriyle ekonomik bir dayanışmayı (üye aidatlarından ve bağışlardan gelen mali katkının tamamının aylık olarak muhreç kamu çalışanlarına ödenmesi) sergilerken DİSK, özellikle Genel-İş Sendikası, KHK ile ihraç edilen binlerce üyesiyle, üstelik büyük bir mali gücü varken dayanışma içinde olmaktan bütün çağrılarımıza rağmen kaçındı, kaçınmaya devam ediyor.
KHK’lara karşı etkili bir direniş ortaya koyamayan, fiili inisiyatiflerle direnen KHK ile atılmış üyelerinin sürdürdüğü direnişlerle yeterli dayanışmayı ortaya koyamayan, mevcut üyelerinin oluşan atmosfer nedeniyle sokağa çıkmaktan ürktüğü, direnç gösterdiği, “işine sarıldığı” KESK’in, bu durumundan sıyrılamadığı takdirde ekonomik krize karşı mücadele etmesi ya da krize karşı mücadeleye önderlik etmesi beklenmemelidir. Oysa silkinmesi ve derlenip toplanmasının yolu bu doğrultuda özeleştirel tarzda hızlı bir hazırlık için seferber olmasından geçmektedir.
DİSK’in bu etkisiz, siyasetsiz yapısıyla sahici bir odak olmak, emekçi sınıflara önderlik etmek şansı maalesef yoktur. Bunun sorumlusu üye işçiler değil, siyasi patronaj silsilesidir.
DİSK’in açmazları
DİSK yönetimi konusunda çok yazdım. DİSK’i CHP, Kayyım ve HDP belediyelerindeki işçilerin üye olduğu Genel-İş Sendikası yönetiyor. Haliyle DİSK yönetiminin belirlenmesinde CHP ve HDP belirleyici. Ayrıca, MHP’li bir başkana sahip Lastik-İş, sarı sendikacılığın star isimlerinden birinin başkan olduğu Tekstil-İş de yönetimde söz sahibi.
Yine CHP belediyelerinde örgütlü ve Genel-İş yönetiminin adeta müstemlekesi olarak faaliyet yürüten Güvenlik-Sen, Dev-Turizm-İş sendikaları yönetimin arkasına dizilmiş durumda. Yine üyesiz sendikalardan Dev-Maden Sen başkanı DİSK’in Ankara temsilciliğini sayesinde alabildiği Genel-İş yönetiminin emir eri konumunda. Üyesi çok az olan birkaç sendika ise zaten ses çıkartabilecek, itiraz edebilecek hakikatlere sahip değil.
İki sosyalist grup, temsilcilerinin genel merkezde bulunması nedeniyle, üç sosyalist grup ise bağlı sendikaların veya onların şubelerinin yönetimlerinde konum sahibi olmaları, bu yolla bir dizi uzman kadrosuna sahip olmaları ve başka olanaklar ve bağlar nedeniyle, 75 bin üyeden her ay kestikleri aidatlarla muazzam bir mali gücü kontrol eden Genel-İş’in hantal çizgisinin patronajıyla hareket ettiler bugüne kadar. Tek bir itirazları olmadı, şeklen taraftar kandırmak amaçlı yapar göründükleri eleştiriler de daha çok grup konumlarını güçlendirmek amaçlı oldu şimdiye kadar. Şahsi fikrim, Genel-İş’in bir sendika gibi değil, bir kulüp gibi faaliyet yürüttüğü ve başka türlü davranamayacağıdır.
Milyonlarca işçinin, emekçinin sermaye ve AKP eliyle sefalete sürüklendiği bu momentte DİSK’in bu etkisiz, siyasetsiz yapısıyla sahici bir odak olmak, emekçi sınıflara önderlik etmek şansı maalesef yoktur. Bunun sorumlusu üye işçiler değil, söz konusu siyasi patronaj silsilesidir. Son tahlilde, bu yapıyı yöneten CHP genel merkezindeki kliklerdir. Yapılması gereken acilen mevcut yönetimin istifa etmesidir. DİSK’in yönetiminde özel sektörde örgütlü, sınıf mücadelesi açısından kararlı sendikaların ağırlığının sağlanması şarttır. Böyle olursa her şey mükemmel olacak değil, ama bu kadar da sefil olmaz. Kamuda örgütlü işçi sendikalarının, hele de yerel yönetim sendikalarının siyasi vesayetten çıkması yapısal olarak zordur.
Ümit veren sendikalar ve şubeler
Sendikal hareket içinde, sararmış yapıların yanısıra, halen ümitli olmamıza vesile olan sendikalar ya da bazı sendikalara bağlı dinamik şubeler var: Son yıllarda kesintisiz direnişler örgütleyen Nakliyat-İş, Birleşik Metal-İş, genel merkezi parçalı, ancak mücadeleci şubeleri olan Petrol-İş, ısrarlı grev ve direnişlerle biraz kapalı kutu olsa da Tek-Gıda-İş, yine direniş ve örgütlenme hamleleri içinde olan Tümtis, Deriteks, eksiklik ve yanlışlıkları da olsa Sosyal-İş, Kristal-İş’in belli şubeleri bunlara örnektir. Yine DİSK’e bağlı Dev-Yapı-İş gibi fiili direnişler örgütleyebilen sendikalar var.
DİSK’in yönetiminde özel sektörde örgütlü sınıf mücadelesi açısından kararlı sendikaların ağırlığının sağlanması şarttır. Böyle olursa her şey mükemmel olacak değil, ama bu kadar da sefil olmaz. Kamuda örgütlü işçi sendikalarının, hele de yerel yönetim sendikalarının siyasi vesayetten çıkması yapısal olarak zordur.
Bunlar dışında sosyalistlerin oldukça sınırlı bir kesiminin mütevazı çabalarla geliştirmeye çalıştığı Dev-Tekstil, İnşaat-İş, İyi-Sen, Giyim-Sen, DGD-Sen, Bağımsız Maden-İş, Batis, Tomis gibi sendikalar, kimi dernekler, Metal İşçileri Birliği gibi işçi oluşumları, belli iş kolları ve havzalarda etkili müfreze kabiliyeti gösterebilen, ancak ülkesel bir harekete önderlik etme çapı ve kapasitesi henüz zayıf olan, ama ortak bir davranış içinde büyük etkiler yaratabilecek bağımsız sendikal zeminler var.
Ayrıca, politik yapıların geçen yılın sonunda yan yana gelerek oluşturdukları Birleşik Emek Koordinasyonu (BEK) özellikle taşeron işçilerin “kadro”ya geçiş sürecinde yaşanan işten atılmalara karşı ve Metal toplu sözleşmesi döneminde etkili çalışmalar ortaya koyabildi, şimdilerde ise krize yönelik doğru bir konumlanma arayışında.
Kuşkusuz bunlar SGK’ya kayıtlı 15 milyon işçinin olduğu bir tablo için oldukça küçük bir küme. Ancak bu sınıfsal azınlık, etnik ya da kültürel azınlıktan farklı olarak, doğru mobilize olunca tüm emekçi sınıflara, yani toplumun geneline siyasal bir öncü örgütün yokluğunda belli bir yere kadar önderlik edebilecek meziyetlere kısmen sahiptir. (Öncü örgütün sürecin başında kurulmuş olması bir kural değildir, somut duruma göre sürecin içinde ya da sonunda da kurulabilir pekâlâ.)
Bizim cenahtaki durum kabaca böyle. Önümüzdeki birkaç ayı başka türlü davranma hedefinde olan bir hazırlığın seferberliği ile geçiremezsek, geleceği belirlemeye yüksek ihtimalle aşağıda sadece birkaç yüzüne dikkat çektiğim karşı devrim cephesi daha hazırlıklı. Şimdilik…
Hak-İş’in üye sayısının 650 binlere taşınması, özel sektörün kritik işyerlerinde bu konfederasyona bağlı sendikaların konumlandırılması… Türk-İş’in AKP ve MHP’ce teslim alınarak iyice sarartılması… Bir zamanların “solcu” sendikası Hava-İş’in AKP tarafından gasp edilmesi… Sarı-gangster Türk-Metal’in üye sayısının Metal Fırtına badiresine rağmen 209 binlere taşınması… Bunlar hep sermayenin kriz hazırlıklarıydı.
Sermayenin kriz hazırlıkları
12 Eylül cuntasından AKP’ye kadar sürüp giden sermaye iktidarları bir yandan milyonları borçlandırarak geçim mengenesine sıkıştırıp hareketsiz kılarken, işçi sendikalarını ele geçirerek ve sarartarak, bürokratlaştırarak ve bu şebekelerin her tür pisliğini kolaylaştırarak başka bir hazırlık yürüttü. Aynı süreçte esnek çalışma ve güvencesizleştirme politikalarının gerektirdiği tüm yasal düzenlemeleri yaparak hukukileştirdi. Bu sendikal yapılar bu politikaları istekle hayata geçiren AKP’yi ya alkışladılar ya da meclis önünde birkaç eylemle, AKP önlerinde birkaç şeklen basın açıklamasıyla “muhalefet” ettiler.
Hak-İş Konfederasyonu’nun üye sayısının 650 binlere taşınması, kamunun ağırlıklı bölümleri ve özel sektörün kritik işyerlerinde bu konfederasyona bağlı sendikaların konumlandırılması… Türk-İş’in büyük sendikalarının da arasında yer aldığı güçlü sol blokun dağıtılmasının ardından konfederasyonun AKP ve MHP’ce teslim alınarak iyice sarartılması… Bir zamanların “solcu” sendikası Hava-İş’in operasyonla AKP tarafından gasp edilmesi… Sarı- gangster Türk-Metal Sendikası’nın üye sayısının Metal Fırtına badiresine rağmen 209 binlere taşınması… Bunlar hep sermayenin kriz hazırlıklarıydı.
İşçilerin dünyasından kopuş ve sermayenin başarısı
Bunlara engel olamadık. İlericilik-gericilik gibi yanlış bir ikilik üzerinden yürütülen söylem savaşı, sınıf kavgasını –solun da enayiliği sayesinde– görünmez kıldı, burjuvazinin eli güçlendi. İşçilerin dünyasından mekânsal ve kültürel olarak kopuş, siyasal uzaklık, söylem uzaklığını da neredeyse otomatik olarak sağladı. Orta sınıfların kültürel dünyası, yaşam tarzı savunuculuğu solun proleter hakikatten her anlamda kopuşunu, yabancılaşmasını bugünkü boyutlarına vardırdı. Liberal ya da ulusalcı argümanlarla işçilerin sola taraf olması beklendi. Bu, işçi ve emekçi kesimleri aptal yerine koymaktan başka bir şey değildir.
Sermaye, yerel mafya ve çete unsurlarını, bugün hepsi birer holdinge dönüşmüş cemaatlerin yerel acentelerini, Ülkü Ocakları’nı bir yandan bu sarı sendikaların etrafına dizdi. Öte yandan da bu kesimlere taşeron şirketler kurdurarak iş kanunu değişikliğiyle asıl işten koparılıp yardımcı iş olarak tanımlanan güvenlik, temizlik, yemek işlerini bunlara aktardı. Yeni çıkarılan Kiralık İşçilik (Kölelik) Yasası sayesinde asıl işlerde yüzde on oranında kiralık işçiyi çalıştırarak grev, direniş, örgütlenme olasılıklarını kırıcı işlevler yüklendi bu taşeron yapılar.
İşçilerin dünyasından mekânsal ve kültürel olarak kopuş, siyasal uzaklık, söylem uzaklığını da neredeyse otomatik olarak sağladı. Orta sınıfların kültürel dünyası, yaşam tarzı savunuculuğu solun proleter hakikatten her anlamda kopuşunu, yabancılaşmasını bugünkü boyutlarına vardırdı.
Sendikalar mafyalaşınca aidat haraca, toplu sözleşme sermaye boyunduruğuna dönüştü. Sermaye krize hazırlık için işçi davalarında on yıl olan zaman aşımı süresini oldubittiyle beş yıla düşürüp milyonların beş yıllık birikimlerini cebe indirirken yine bu yapılara güvenildi. “İşten atıldığınızda paranızı yıllarca beklemeden Arabuluculuk Yasası sayesinde hemen alacaksınız” söyleminin arkasındakinin borçlandırılmış, acil nakit paraya muhtaç işçilerin arabuluculuk tezgâhında hak ettiklerinin ancak onda birine razı olup masadan kalkması planı olduğu hızlıca ortaya çıktı.
TOBB başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu genel kurullarında böyle bir yaratıcılık için kendilerinin tebrik edilmesini, AKP’nin ise takdir edilmesini istedi. Benzer bir başarıyı, sendikal tazminat ödenmesinde, eski yasada 10 kişi olan işyeri çalışan sayısını 30 ve altındaki olarak değiştirince sağlamışlardı. Bu yolla KOBİ’lerde iş güvencesi ortadan kaldırılmıştı. 30 işçiyi aşan işyerlerine her 29 işçi için yeni şirketler kurdurulup sendikal örgütlenmelerin önüne geçilmişti.
Kıdem tazminatının artık fona devrine bile gerek yok. Arabulucuk “yaratıcılığıyla” işçi atılınca alacağı ücretin ancak onda birini almaya mahkûm ediliyor. Davada ısrar eden az sayıda işçinin dava süreleri ise bilinçli olarak uzatılıyor.
Büyük kuşatma
Hikâye şu: Sömürüye isyan edip örgütlenmeye karar verince, önce işyerindeki katı hiyerarşiye karşı koymayı, ardından sarı sendika tuzağına düşmemeyi, ardından cemaatin tecridinden sıyrılmayı, mafyanın, ülkü ocağının, AKP, MHP parti teşkilatlarının, çetenin, sarı sendika tetikçilerinin basıncıyla, şiddetiyle başa çıkmayı mucize eseri başarırsan, devlet bir sermaye tetikçisi olarak arabuluculuk tezgâhıyla ya da bilirkişi raporlarıyla seni vuruyor.
Bir işçinin, vatan, millet, bayrak, ezan, din, iman tedrisinin ağırlığından sıyrılsa bile, bütün bu yukarıdaki yapılarca çitlenmişlikten sıyrılmasını sağlayacak bir sol kültürün, dilin, tarzın, adanmışlığın, dayanışmacı bir kuşatıcılığın, koruyuculuğun yokluğunda güven ve huzurla sola sarılmasını mı bekliyoruz?
Real ve Uyum/Makro, Flormar, Cargill işçilerinin inadından, sebatından, umudundan sonuçlar çıkararak direne direne, birleşe birleşe, dövüşe dövüşe büyüyebiliriz.
Öte yandan, bu karşı devrim cenderesi içindeki emekçi sınıfın büyük çoğunluğunun halen neden AKP’ye oy verdiğini anlamayan bir ileri zekâlılığa yanıt vermeye vakit harcamak zorunda kalıyoruz. Yandaş medya, üniversiteler, özel hastaneler, yurtlar, Diyanet, kuran kursları, İHH’lar, Ensar’lar, özel okullar, sanat, spor, kültür endüstrileri, politik ihale mekanizmaları, ordu, polis, F-tipleri, MİT, TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, TİSK, Kayseri İş Adamları Derneği, Afşin Genç Girişimciler Derneği, İstanbul Bayburtlu İşadamları Derneği, Trabzon Kadın Girişimciler Derneği, sanayi ve ticaret odaları… Bu dernek, birlik ve odalar neredeyse il il, ilçe ilçe örgütlüler. Patronlar bunlarla da yetinmiyor, sağdan soldan, İslâm’la, milliyetçilikle, ulusalcılıkla, liberallikle, siyasal partilerle kuşatıyor emekçileri.
Direne direne, birleşe birleşe
Ölüme meydan okuma konusunda rüştünü binlerce kez ispat etmiş, her dönem bu tavrı güncellemiş olan ülkemiz devrimci, sosyalist sol geleneği uzun erimli, planlı, onyılları hesaba katmış, adanmış bir çalışmanın, mücadelenin tarafı olmak konusunda halen çok isteksiz.
İstediğin kadar yeniden kamulaştırma talep et, istediğin kadar “faturayı emekçiler ödemeyecek” de, istediğin kadar cumhuriyette öyle olmuş, böyle olmuş de, istediğin kadar parti, dergi çevrenle basın açıklaması yap, kongre topla, konser, miting, piknik düzenle, barikat kur, militan eylemler yap, kendi gücünü örgütlemiş, iktidar hedefi olan siyasal/toplumsal bir emekçi halk hareketi değilsen, olmaya da çalışmıyorsan nafile. Sonuç tıpkı 1990’ların solunun özelleştirmeler karşısındaki muhalefetini yargıdaki kamucu yargıçlara havale edişindeki teslimiyet gibi bitmeyen bir yenilgi, dinmeyen bir hayal kırıklığı olacaktır.
Sorum devrimcilik iddiasında olan genç arkadaşlara: Ne diye oyalanıyorsunuz orada burada? Oysa şimdi, bilmediğimizi, ama kimsenin de bilmediğini kabul ederek başlayabiliriz. Devrimin güncelliğinden başlayabiliriz.
Bir sene dört ayı geride bırakan Real ve Uyum/Makro işçilerinin direniş inadından, dört ayı geride bırakan Flormar işçilerinin sebatından, 150 günü geride bırakıp Bursa’dan İstanbul’a doğru rüzgâra yüzlerini dönerek, sağanak yağmurda sırılsıklam ıslanarak yol alan Cargill işçilerinin umudundan sonuçlar çıkararak direne direne, birleşe birleşe, dövüşe dövüşe büyüyebiliriz. İlkeyle, sevgiyle, saygıyla ve kardeşlikle.
Biz az bulunuruz, çok bulunuruz, umursamadan Umut-Sen’de bunu yapmanın yollarını arıyoruz.
Not: Tam bu yazıyı gönderirken küçük sendikalar olarak görülen İnşaat-İş, Dev-Yapı-İş, İyi-Sen’in 30 bin işçinin ağır koşullar altında çalıştığı, âlemin oradaki kölelik koşullarına dair değil de adının ne konacağı üzerinden kavga yürüttüğü 3. Havaalanı işçisinin hak arayış eylemi ile doğru iletişim kurabildiğinin somut bir versiyonunu hep birlikte görmüş olduk. Elbette Kürt kökenli inşaat işçilerinin yoğunluğu ve onların sahip olduğu politizasyon bu etkileşimin kurulmasında önemli bir kolaylaştırıcı, ama bu alanda çalışma yapmak için kurulan bu sendikal yapıların binbir yokluk içinde sürdürdükleri inatçı çabanın yokluğunu düşünmek kimseye iyi gelmez sanırım.