CARGİLL İŞÇİLERİNİN İŞE İADE MÜCALEDESİ

Söyleşi: İrfan Aktan
10 Ocak 2021
SATIRBAŞLARI

Uluslararası tarım şirketi Cargill, Bursa-Orhangazi’deki nişasta fabrikasında Tek Gıda-İş sendikasında örgütlenme girişiminde bulunan 14 işçiyi 17 Nisan 2018’de işten atmıştı. Bursa Bölge Mahkemesi dava açan 12 işçiyi haklı buldu, sendikal faaliyetler nedeniyle işten çıkarıldıklarına hükmetti ve işe iade kararı verdi. Ne var ki, Cargill mahkeme kararını uygulamayı reddediyor, işçileri işe geri almıyor. İşçiler ise hakları için yürüttükleri mücadelenin 1000. gününde, 11 Ocak’ta, Ankara’da Tarım ve Orman Bakanlığı’nın önünde olacak. Tek Gıda-İş Sendikası örgütlenme uzmanı Suat Karlıkaya ile Cargill işçileri Abdullah Saraç ve Faik Kutlu’yu dinliyoruz.

 

İşyerinde örgütlenmeye giderken işlerinden atılan 14 Cargill işçisinin direnişi, Tek Gıda- İş Sendikası öncülüğünde üç yıl önce başlamıştı. Fakat salgınla birlikte direnişe ara verildi galiba. Şimdi 1000. günde yeniden mi yola çıkıyorsunuz?

Suat Karlıkaya: Biz on hafta boyunca İstanbul’daki Palladium AVM’de bulunan Cargill Merkez Ofisi’nin önünde yatıp kalktık. Daha sonraki süreçte direnişe ara vermedik, ama Cargill yönetimine yasal yükümlülüklerini yerine getirmesi için süre tanıdık. Şirket yönetimi mahkeme kararına rağmen, arkadaşlarımızın işbaşı yapmaları konusunda hiçbir adım atmayınca, kaldığımız yerden mücadeleye devam ediyoruz.

14 kişi ne zaman, neden işten atılmıştı?

17 Nisan 2018’de, arkadaşlarımız nişasta bazlı şeker kotasındaki düşüş bahane edilerek işten çıkarılmıştı. Fakat meselenin kotadaki düşüş değil, arkadaşlarımızın fabrikadaki sendikalaşma çalışmalarına karşı yapılan bir müdahale olduğunu biliyorduk. İşten atılan arkadaşlarla toplandık ve direniş kararı aldık. O gün tek hedefimiz arkadaşlarımızın işlerine dönmesiydi. 11 Ocak 2021’de, verdiğimiz mücadelenin, sokaklarda yatmanın, yürüyüşlerin, bu hukuksuzluğa yönelik tepkinin 1000. günü dolacak ve biz o gün Ankara’da Tarım ve Orman Bakanlığı’nın önünde olacağız.

Daha önce bakanlıkla herhangi bir temasınız oldu mu?

Evet, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli bizimle görüşmek istemişti. Talep ondan gelmişti. Kendisiyle bir buçuk yıl önce, İstanbul’da ben görüştüm, durumu izah ettim. O zaman henüz mahkemenin arkadaşlarımızla ilgili işe iade kararı kesinleşmemişti. Bakan ilgileneceğini söyledi, ama daha sonra bize herhangi bir dönüşü olmadı. Buna mukabil, Cargill bu süreçte devletten defalarca teşvik aldı. Cargill tarımsal faaliyet yürüttüğü için, direnişimizin 1000. gününde Tarım Bakanı’na “bir buçuk yıl önce ilgileneceğim dediniz, ne oldu” diye sormak istiyoruz.

Tarım Bakanı bizimle görüşmek istemişti. İlgileneceğini söyledi, ama bir dönüşü olmadı. Buna mukabil, Cargill bu süreçte devletten defalarca teşvik aldı. Direnişimizin 1000. gününde, Tarım Bakanı’na “bir buçuk yıl önce ilgileneceğim dediniz, ne oldu” diye sormak istiyoruz.

14 işçi de şu anda direnişte mi?

Şu an direnişe sekiz arkadaşla devam ediyoruz. Çünkü diğer arkadaşlar kendi imkânsızlıkları nedeniyle başka işyerlerinde çalışmak durumunda kaldılar.

Yargı süreci nasıl gelişti?

12 arkadaşımızla dava açmıştık, hepsinin işe iade davaları onandı. Fakat kamuoyunun bilmediği çok temel bir sorun var. Bir işyerinde sendikalaşma başladığında, işveren başka gerekçeleri bahane ederek işçileri işten çıkarabiliyor. Bunun önüne geçilecek şekilde 6356 Sayılı Sendikalar Yasası’nda düzenleme yapılması, sendikalaşma çalışmasının güvenceye alınması gerekiyor. 

Sonuçta mahkeme işe iade kararı vermiş. Cargill neden bu kararı uygulamıyor?

Anayasal bir suç işliyor aslında. Anayasa sendikalaşmanın işçinin bir hakkı olduğunu, sendikaya üye olup olmamanın kendi tercihi olduğunu belirtiyor. Ama işverenler bu anayasal hakkı ihlâl etmekten sakınmıyor. Çünkü işçi mahkemede sendikalaşma girişimi nedeniyle işten çıkarıldığını ispatlayıp işe iade davasını kazanıp işbaşı yapmak için firmaya başvurduğunda, patron yasadan kaynaklı imkânını kullanıyor.

Nedir o imkân?

Yasaya göre, işe iade davası kazanan kişiye işbaşı yaptırmayan işveren küçük bir maddi ceza ödeyerek bunun altından kalkıyor. Esas mesele bu. Oysa ihlâli yapan işveren, davayı kaybeden işveren, ama tercih hakkına sahip olan yine işveren! Adam suç işleyecek, mahkeme ceza kesecek, ama hangi cezayı çekeceğine suçlunun kendisi karar verecek! Siz böyle adalet gördünüz mü? İşe iade davası kazanan işçinin işe dönüp dönmeyeceğine patron değil işçi karar vermeli. Bu konuda düzenleme yapılması için Ankara’da siyasi partilerle de görüşeceğiz. Bununla ilgili yasal düzenleme yapılması gerekiyor. Çünkü bu, bütün işçilerin meselesi.

Diğer sendika ve konfederasyonlar da bu konuda çalışma yürütüyor mu?

Maalesef şu ana kadar Cargill direnişinin bir benzeri yok. Çünkü bu tür davalarda mahkeme biter, işçi tazminatını alır, direniş biter. Sendikalar da “mücadeleyi kazandık” der. Oysa biz diyoruz ki, haksız yere işten atılan işçi işbaşı yapmadığı sürece haksızlık da, mücadele de bitmiş sayılmaz.

İşe iade davası kazanan kişiye işbaşı yaptırmayan işveren küçük bir maddi ceza ödeyerek bunun altından kalkıyor. İhlâli yapan işveren, davayı kaybeden işveren, ama tercih hakkına sahip olan yine işveren! Adam suç işleyecek, mahkeme ceza kesecek, ama hangi cezayı çekeceğine suçlunun kendisi karar verecek! Böyle adalet gördünüz mü?

Cargill işçileri mahkemeyi kazandıktan sonra tazminatlarını aldılar mı?

Tazminatlar ödendi, ama biz para değil, işe dönüş hakkını istiyoruz. Bu arkadaşlar yıllarca fabrikada emek verdiler, firma onlara “biz bir aileyiz” deyip durdu, ama haklarını talep ettikleri anda o “aile saadeti” bitti. Bizim onurumuz, şerefimiz var. Başka bir fabrikada çalışsak, orada da hakkımızı arasak, yine aynı şey başımıza gelecek. Dolayısıyla, sendikaların, emek dostlarının, işçi sınıfının onur mücadelesini dert edenlerin unutmaması gerekir ki, sivrisinekleri bitirmeye değil, bataklığı kurutmaya mecburuz. İşten atınca birkaç gün slogan atıp sokakta bekliyor, sonra da sıvası dökük evlerimize dönüyoruz. Böyle ilerleyemeyiz.

Direnişçi işçilerden Abdullah Saraç ailesiyle birlikte

Cargill’de hangi birimde, hangi koşullarda çalışıyordunuz? Neden işten atıldınız?

Abdullah Saraç: İşten çıkarılana kadar rafineri bölümünde çalışıyordum. İşten atıldığım güne kadar da işverenle, oradaki yöneticilerle, çalışma arkadaşlarımızla herhangi bir husumetimiz olmadı. Fakat Tek Gıda-İş için yetki başvurusu yapıldıktan 20 gün sonra, 14 arkadaş işten atıldık. Rafineri biriminde 26-27 kişiydik. Fakat firmanın nişasta, yıkama, mısır kırma, glikoz yapım gibi, toplumda 150-160 işçinin çalıştığı çok sayıda bölümü var.

O bölümlerde de sendikalaşmaya giden işçiler var mıydı?

Tabii, fabrika genelinde çalışan mavi yakalılar olarak örgütlendik. Fakat sendika yetki başvurusunda bulunduktan sonra, işveren belli bölümlerde sendikalaşmanın öncüsü olan işçilerin akdini sonlandırdı. Biz atılan işçilerin performansı en üst seviyedeydi. Gerekçe olarak nişasta bazlı şeker kotasının düşürülmesi gösterildi, ama bizden hemen sonra 14 yeni işçiye işbaşı yaptırıldı. Kota bahaneydi yani.

Faik Kutlu: Ben endüstriyel nişasta üretim bölümünde çalışıyordum. Bizim birimde iki mühendis ve 9 operatör olmak üzere 11 işçiydik. Çıkarıldığımda işçiliğimin beşinci yılındaydım.

Sendikalaşma kararını nasıl vermiştiniz?

Bazı sorunlar karşısında bireysel olarak hareket ettiğimizde ne kadar zayıf kaldığımızı görüyorduk. Amirin, patronun karşısında tek başına olmak var, bir de örgütlü olmak var. Tek başına olduğunuzda kapının yüzünüze kapanması kolay. Örgütlü olduğunuzda işin rengi değişiyor. Aslında, Cargill’de 2012’den beri sendikalaşma faaliyeti vardı, ama her seferinde iki-üç işçi atılarak bu çabanın önüne geçiliyordu. Ama bizler bu sefer işçi meclisleri kurarak toplu görüşme talep etmeye başladık. Aramızda yönetime yakın arkadaşlar da vardı, dolayısıyla örgütlenmeyi yürüten arkadaşların isimleri hemen işverene gidiyordu. 5 Mart 2018’de yeterli sayıya ulaşıp sendika için bakanlığa yetki başvurusu yapıldı. O zaman işin rengi değişti.

Ne oldu?

Yetki başvurusu yaptığımızı sosyal medyadan da ilan ettik. Bunun üzerine bölüm müdürü gelip “aranıza üçüncü kişileri almayın, yarın arkanızda durmazlar, sizleri yalnız bırakırlar” diyerek telkinlerde bulunmaya, giderek gözdağı vermeye, korkutmaya çalıştılar. Ama biz dik durduk, geri adım atmadık. “Madem öyle, o zaman biz de kılıçlarımızı çekeceğiz” dedi amirler. Ardından da nişasta bazlı şeker kotasının yarı yarıya düşürülmesi gerekçe gösterilerek işten atıldık. Oysa biz kotanın düşürüleceği eylül-ekim ayından altı ay önce, nisan ayında işten atıldık. Zaten fabrikada işler çok yoğundu. Birkaç işçi izne çıktığında bile diğerlerinin mesaili çalıştığı bir fabrikadan söz ediyoruz. Neyse ki, fabrikada çalışan arkadaşlar duruşmalara gelip tüm bunları açıkça anlattılar.

Bireysel olarak hareket ettiğimizde ne kadar zayıf kaldığımızı görüyorduk. Amirin, patronun karşısında tek başına olmak var, bir de örgütlü olmak var. Tek başına olduğunuzda kapının yüzünüze kapanması kolay. Örgütlü olduğunuzda işin rengi değişiyor.

Bin güne ulaşan direniş sürecinde neler yaşadınız? Tek-Gıda İş Sendikası’nın yaklaşımı ne yöndeydi?

İşten atıldıktan sonra, sendikadan Suat abiyle (Karlıkaya) buluştuk. Bize iki yol gösterdi: “Biz sendika olarak üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirip davaları açar, arkanızda dururuz. Ama yok ‘biz mücadele etmek, hakkımızı aramak istiyoruz’ diyorsanız da, sonuna kadar yanınızdayız” dedi. Öyle de oldu gerçekten. İnsanın hayatına böylesi bir mücadele yolu bir kez geçer, iki kez geçer. Mücadeleyi seçmezsen kazanamazsın. Biz o akşam 14 kişiydik ve az önce Suat abinin dediği gibi bin güne yayılan mücadele yolunu seçtik. Şu an o yolda devam eden sekiz kişiyiz. Aramızda ailevi sıkıntıları olan, farklı kültürlerden gelen, farklı siyasi görüşü olan insanlar var, ama yolumuz aynı. 

Ailenizin tepkisi ne oldu?

Benim ailem çiftçi. Bursa-Gemlik’teki köyümüzde zeytincilik yapıyorduk. Fakat çiftçilik yapmanın koşulları artık yok. Yaptığın üretim karşılığında aldığın, verdiğin emeğe değmiyor. Herkes borç içinde. Ailem “maaşlı bir işe gir, sigortan olsun, düzenli gelirin olsun” diyordu. İşe öyle girdik. Fakat eşimi istedikten iki gün sonra işimden oldum. Sonraki bin gün içinde nişan, düğün yaptım, çocuğum oldu. Tüm bu süreçte eşimden de ailemden de destek gördüm. Zaten o destekler olmasa yola devam edemezdik. Onlar bize inandılar, yaptığımızın haklı bir ekmek mücadelesi olduğunun zamanla farkına vardılar.

Saraç: Bu direniş hayatımın en güzel tecrübesi oldu. Bizim için de, ailelerimiz için de çok zordu. Yeri geldi yürüdük, aylarca İstanbul’da sokakta yattık. Ama ailelerimiz manevi olarak, sendikamız da maddi olarak her zaman destekledi. Ailelerimiz her zaman haklı olduğumuzu biliyordu, ama böyle bir mücadele, böyle bir direniş daha önce bizim buralarda kimsenin başına gelmemişti.


Nerelisiniz?

Bursa – Orhangaziliyim, çiftçi bir ailenin çocuğuyum. Bizim buralarda mücadeleyi bilmedikleri için kazanıp kazanmayacağımıza dair fikirleri yoktu. Ama sendikanın arkamızda durduğunu, yoldan dönmeyeceğimizi gördükçe, bu onlara da özgüven getirdi. Orhangazi’deki arkadaşlarım çeşitli fabrikalarda çalışıyor. Aynı ortama geldiğimizde, bu direnişte nasıl bir tecrübe kazandığımızı, işçinin fabrikada çalışırken hakkının neler olduğunu, kendisini nasıl savunacağını, her şeye boyun eğmek zorunda olmadığını bize bakarak görüyorlar. Biz bu direniş boyunca sayısız insanla muhatap olduk. Herkesin farklı bir hayat hikâyesi olduğunu, herkesten birer kıymık alıp kendimizde tecrübeye dönüştürdüğümüzü gördük. Biz bu direnişte kaybetmedik, çok şey kazandık. Bundan sonraki hayatımda bu direniş deneyiminin bana hep yol göstereceğini biliyorum. Çünkü direniş bizim için bir okul, bir hayat dersi oldu.

Bu süreçte diğer işçi arkadaşlarınızın size yönelik tutumu nasıldı?

İlk etapta “boşa kürek çekiyorsunuz” diyorlardı. Çünkü Orhangazi’deki hiçbir fabrikanın önünde bizimki gibi bir direniş olmamıştı. İşten çıkarılanlar mahkemeye gitti, kazandı veya kazanamadı, başka fabrikalarda işe başladı. Tabii sendikanın tutumu da çok belirleyici oluyor. Sendikamız bize hep sahip çıktığı için yakın çevremizde sendikaya yönelik önyargı da kırıldı. Artık kimse bize “sendika sizi yarı yolda bırakacak” diyemiyor.

Direnişinizin Bursa’daki diğer fabrika işçileri arasında da etkili olduğunu düşünüyor musunuz?

Kutlu: Cargill fabrikası Bursa’da epey sapa bir yerde, 1. sınıf tarım arazisine kurulu. Eniştemin çalıştığı fabrikada işçiler sendikanın s’sinden söz ettiğinde işten çıkarılıyor. Bir gün işçi gazetesi okurken, o zaman İstanbul’da yaptığımız bir yürüyüşte benim de fotoğrafımı görüyor. Sohbet sırasında “bu benim kayınço” diyor. Ertesi gün fabrika yönetimi onu görüşmeye çağırıyor! Düşünün, sendikalılık öyle bir korku salmış  işverene! İşçinin birleşmesinden çok korkuyorlar.

Sadece arkadaşlarımızın işlerine iadesi için değil, yasada işçi lehine düzenleme yapılması için de mücadele veriyoruz. Daha önce çalışanların yüzde 20-30’u oranında olan asgari ücretliler şu an yüzde 50-60’a kadar çıkmış durumda.

Peki eniştenize ne oldu?

Bir süre sonra işten çıkardılar. Sebep olduğum için çok üzüldüm, ama aslında sebep olan ben değil, işverene bu kadar güç verenler. Biz duymasak, bilmesek de, işverenler bu tür süreçleri işçiden daha fazla takip ediyor. Direnişimizin bininci gününde Ankara’da olmamızın onları çok tedirgin ettiğine eminim.

Ankara’da Tarım ve Orman Bakanlığı önünde yapacağınız eylemden sonraki yol haritanın ne?

Karlıkaya: Yol haritamızı orada açıklayacağız. Ama siyasi partilerle de bu konuyu görüşmek istiyoruz. Sadece arkadaşlarımızın işlerine iadesi için değil, yasada işçi lehine düzenleme yapılması için de mücadele veriyoruz. Artık çalışanlar arasında ücreti asgari ücreti geçmeyenlerin oranı çok daha yüksek. Daha önce çalışanların yüzde 20-30’u oranında olan asgari ücretliler şu an yüzde 50-60’a kadar çıkmış durumda. İnsanlar haklarını örgütlü olarak aramak için sendikalaşmak istiyor, ama korkuyor. Çünkü yasalar patronların lehine. Düşünün, bir Amerikan firması olan Cargill bütün dünyada sadece nişasta bazlı şeker üretiminde geçen yıl 135 milyar dolar kâr etti. Ama mesele işçinin hakkına, sendikalaşmaya dayandığında hesap değişiyor.

Direnişinizin yakın vadede sonuçlanacağını düşünüyor musunuz?

Sona yaklaştığımızı düşünüyorum. On hafta boyunca İstanbul’da sokakta yattık ve sonrasında Cargill’e süre tanıdık. Bu saatten sonra artık kapının yanında değil, doğrudan önünde duracağız. Mücadelemizin yeni aşamasında çeşitli açıklamalar, ziyaretler, eylemler yapacağız. Cargill’in daha fazla dayanacağını sanmıyorum. Çünkü bizim sendikamızın bağlı olduğu uluslararası sendikal hareketin de baskısı var. Bin gün çok uzundu, bir bin gün daha sürmez umarım. Ama süreceği varsa da direneceğiz. En kısa zamanda bu arkadaşlarımıza işbaşı yaptırarak başka işyerlerindeki arkadaşların sıkıntılarına odaklanmak istiyoruz. Öte yandan, sendikadan olduğum için söylemek istemedim, ama yine de hatırlatayım: İşçiler sendikalarına güvenip üye oluyorsa, aidat veremeseler bile sendika onlara sahip çıkmalı. Tek Gıda-İş bunun örneğini sergiledi. Diğer sendikalar da bu konuda duyarlı davranmalı. Çünkü işçiler direnirken çocuklarına ekmek de götürebilmeli.

^