COVID-19 AŞILARI VE BELİRSİZLİKLER

Söyleşi: İrfan Aktan
23 Ocak 2021
SATIRBAŞLARI

Aşılama başladı, ama rahatlamadan çok endişe, kuşku, belirsizlik getirdi. Salgının başından beri süregelen anti-şeffaflığın aşıda da kendisini göstermesinin yanısıra, aşıların sonuçlarına dair yeterince bilimsel veri olmaması rivayetleri ve soru işaretlerini çoğalttı. Resmi netleştirmek için Seattle’a, Sana Biotechnology araştırma kuruluşunda gen ve hücre tedavisi üzerine çalışan bir ekibin başında bulunan virolog Semih Tareen’e bağlanıyoruz.
Çizim: Brian Stauffer

Türkiye 13 Ocak itibariyle Çin’den gelen CoronaVac aşısını kullanmaya başladı. Fakat bu aşının faz 3 çalışma sonuçları açıklanmadığı için çok sayıda soru işareti var. Bu aşıya dair bilinenler ve bilinmeyenler neler?

Semih Tareen: CoronaVac’ı üreten Sinovac şirketi ne yazık ki yapması gerekenleri tamamen profesyonel biçimde yapmadı. Pfizer, Moderna aşılarında, çalışmalar belli bir hızda ve şeffaflıkta yayınlanarak bilim insanlarının değerlendirmesine sunuldu. Ama maalesef, CoronaVac’ın faz 3 çalışmalarına dair bir açıklama henüz gelmedi. Bununla birlikte, Türkiye, Brezilya ve Endonezya’da CoronaVac’ın klinik deneylerine başlandı ve farklı sonuçlar çıkıyor ortaya. Sinovac tüm bu verileri derleyip analiz ettikten sonra sonuçları açıklayacağını söylemişti, bekliyoruz.

Normalde, faz 1, 2 ve 3 aşamaları tamamlandıktan sonra elde edilen sonuca göre aşının kullanımına geçilmesi gerekmez mi? CoronaVac aşısının etkinliğinin netleşmesi için neden Brezilya, Türkiye veya Endonezya’daki klinik sonuçlar beklensin?

Semih Tareen

Normalde dediğiniz gibi olur, ama Covid-19 salgınının yarattığı aciliyetten ötürü ülkeler bu tür kararlar vermek durumunda kalabiliyor. Elbette ideal olan, Sinovac’ın bütün verileri değerlendirmesi, açıklaması ve ona göre karar verilmesi. Öte yandan, Sinovac’ın 1. ve 2. faz sonuçlarını yayınladığını da unutmayalım. CoronaVac’a ilişkin elimizde azımsanmayacak veri bulunuyor. Türkiye’den, Endonezya’dan, Brezilya’dan 9 binin üzerinde gönüllü var. Elde edilen sonuçlardan aşının etkinliğini ve güvenilirliğini görebiliyoruz. Bu açıdan Türkiye’de bu aşıya başlanması kararında bir hata yok. Evet, aşılamanın başlaması doğru karar, ama biz bilim insanları olarak isterdik ki, gerekli bilgileri hükümetlerden alabilmek için iğneyle kuyu kazmak zorunda olmayalım. Nitekim, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihazlar Kurumu’nun internet sitesinde bulmamız gereken bilgileri başka yerlerden araştıra araştıra elde edebiliyoruz. Bu süreci şeffaflıkla yürütme sorumluluğu hem ilaç şirketlerinde hem de hükümetlerdedir.

“Çin malı” denerek CoronaVac’a burun kıvrıldığı, hatta bazı kesimlerin Pfizer veya Moderna aşılarını temin etmeye çabaladığı görülüyor. Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz?

Ne yazık ki, son zamanlarda bir de aşı milliyetçiliğiyle karşılaşıyoruz. Milliyetçi söylem insanların aşılara güvenini yitirmesine, “Çin malı aşı yaptırmam” yaklaşımına yol açabiliyor. Aşıyı milliyetle ilişkilendirmeyi Trump da yaptı ve çeşitli kesimlerde bu söylem yayılıyor. Bu hem yanlış hem de tehlikeli. Bilimin en güzel tarafı böylesi bir tuzağa düşmemesi. Bilim insanları veriler, deliller, kanıtlar neyse ona göre hareket eder.

Yedi milyar insanın hayatını doğrudan ilgilendiren aşının dört-beş şirketin kontrolünde olması çok ciddi bir mesele. Bu aşıların fiyatlarıyla, dağıtımıyla ilgili nasıl bir süreç bekliyor bizi?

Pek çok şirket, ellerindeki milyonlarca dozu sadece imalat fiyatına satacağını, kâr gütmeyeceğini açıklamıştı. Ardından, mesela Moderna gibi şirketler, patentlerini paylaşma konusuna değindiler. Dolayısıyla, salgın ortamında bu şirketlerin Covid-19 aşısı üzerinden zenginleşmeyi hedeflemeyecekleri kanaatindeyim. Çünkü zaten ellerindeki ilaçlardan zenginleşiyorlar. Burada en önemli husus Pfizer, Moderna gibi şirketlerin geliştirdiği mRNA aşısının gelecekte aşı teknolojisi konusunda çığır açmaya aday olmasıdır.

Ne yazık ki, bir de aşı milliyetçiliğiyle karşılaşıyoruz. Bu milliyetçi söylem insanların aşılara güvenini yitirmesine, “Çin malı aşı yaptırmam” yaklaşımına yol açabiliyor. Bu hem yanlış hem de tehlikeli.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Başkanı salgına karşı 49 yüksek gelirli ülkede 39 milyon aşı yapıldığını, en düşük gelirli ülkelerden birine ise sadece 25 doz aşı verildiğini açıkladı. DSÖ Başkanı aşının paylaşımında feci bir ahlaki başarısızlığın eşiğinde olunduğunu söyledi. Sırf Türkiye’de 120 milyon doz aşıya ihtiyaç var, TTB’ye göre toplum bağışıklığının sağlanması için aşılamanın altı ay içinde yapılması gerekiyor. Dünya ölçeğinde salgına karşı toplum bağışıklığının sağlanması nasıl mümkün olacak?

Her hükümet kendi halkına bu aşıyı tedarik etmekle sorumlu. Ayrıca, Aşı ve Bağışıklama İçin Küresel İşbirliği (Global Alliance for Vaccines and Immunization) veya Dünya Sağlık Örgütü’nün oluşturduğu uluslararası aşı grubu COVAX gibi yapılar da ihtiyacı olan ülkelere aşıyı tedarik konusunda çalışmak durumunda. Öte yandan, gelişmiş ülkelerin satın aldığı doz miktarıyla yoksul ülkelerin alabildiği arasında dramatik bir fark var. Zaten aşının dağıtımı kısa süre içinde mümkün olamayacak. Kısıtlı miktarda bulunan bir üründen söz ediyoruz. O yüzden her hükümetin halkı için gösterdiği çaba belirleyici olacak. Dünya ölçeğinde yaygın aşılamanın tamamlanması yılları alacak. İdeal olan elbette tüm dünyada kısa sürede yaygın aşılama, ama bu şu aşamada mümkün değil. Altı ayda aşılamayı tamamlamak bazı ülkeler için mümkün olabilir, ama pek çok ülke bunu böyle bir sürede yapamayacak.

Peki, kitle bağışıklığının gerçekleşemediği ülkelerde ne olacak?

Salgın maalesef oralarda devam edecek. Aşılamanın yapıldığı yerlerde ise vakaların azalacağını umuyoruz. Salgının tarihçesinden dolayı elimizde sınırlı veri bulunuyor. Sadece 9-10 aylık verilere bakabiliyoruz. Görebildiğimiz kadarıyla, hastalığa yakalananlarda antikorlar en az 6-9 ay kalıcı oluyor. Ama bu süre, virüsü kapan herkes için geçerli değil.

Peki, daha fazla ya da daha uzun süreli antikor elde etmek için, örneğin hem Pfizer hem Sinovac aşısı yaptırmak mümkün mü?

Elimizde buna dair bilimsel bir çalışma olmadığı için etkilerini bilemiyoruz. Ama normalde, aşıların karıştırılması tercih edilmez. Bu yolu deneyen kişi çok ciddi bir yan etkiyle karşılaşmayabilir, ama dünyada yeterli sayıda aşının olmadığı bir ortamda iki farklı aşıyı olma imkânı bulan biri açısından yapılacak tercih, aynı zamanda ahlaki de olacaktır. İki aşı varsa ortada, bunun iki kişi arasında bölüşülmesi gerekir. Sınırsız aşımız olsaydı, iki aşının aynı anda kullanımı üzerine düşünebilir veya bunun sonuçları üzerine araştırmalar söz konusu olabilirdi.

Fas zatürre aşısına niye Fransa’dan fazla ödüyor? #Pharma’ya sor. Sınır Tanımayan Doktorlar eylemi. Kasım 2015, New York

Aşılardan birini yaptıranlar açısından hastalık tehlikesi tamamen bertaraf oluyor mu?

Bir kere aşı aşama aşama yapılacağı için eski normale hemen dönemeyeceğimiz kesin. Siz aşı olmuş olabilirsiniz, ama etrafta aşı olmayanlar olduğu sürece, onları korumak durumundasınız. Öte yandan, aşının bizi virüsten tamamen koruyup korumayacağını henüz bilmiyoruz. Çünkü aşı genelde iki şekilde işler: Ya enfeksiyonu ya da ciddi hastalığı önlerler. Pek çok aşı enfeksiyonu önlemiyor, ama ciddi hastalığın önüne geçebiliyor. Covid-19 aşıları enfeksiyonu mu önlüyor, yoksa ciddi hastalığı mı, henüz kesin bilmiyoruz. Dolayısıyla, aşı olanların sadece başkalarını değil, kendilerini de korumak için şu anki düzende bir süre daha kalması gerekiyor.

Aşıların etkisine dair belirsizlik ne zaman ortadan kalkar?

Kinik deneylerde toplanabilen veriler belli. Bu konuda biraz daha çalışma yapılması gerekiyor, ama bu sene içinde net bilgiler elde ederiz.

Covid-19 aşılarının üretiminde kullanılan mRNA teknolojisinin aşı çalışmalarında çığır açabileceğini söylediniz. Nedir mRNA teknolojisi?

mRNA teknolojisi 1990’lardan beri var. mRNA aşıları yapmaya çalışan ilk şirket Almanya’da 2000 senesinde kuruldu. Daha sonra 2008’de bu yöntemi geliştirmek üzere BioNTech ve 2010’da Moderna şirketlerleri kuruldu. mRNA aşıları 2008’den beri insanlarda deneniyor. Yani, çok yeni bir teknoloji değil. Ama nihayet bir hastalığa karşı etkili olduğunu Covid-19 virüsü dolayısıyla gördük. Bahis konusu şirketlerin çalışma alanları sadece Covid-19’a değil, AIDS’e sebep olan HIV’e, çocukların hastalanmasına sebep olan RSV (Respiratuvar Sinsitiyal Virüs), Zika virüsü ve birçok kanser türüne karşı mRNA aşılarını geliştirmeye çalıştıklarını görüyoruz. mRNA yöntemine ilgi epeydir var ve Covid-19 salgınıyla bu ilgi daha da arttı. Gelecekte benzer salgınlarla karşılaştığımızda aşı hazırlama konusunda bize en çok zaman kazandıracak yöntemdir mRNA. Dolayısıyla, gelecek pandemilere artık daha hazırız. Ayrıca, mRNA üretim ve imalat açısından daha basit bir teknoloji. Mesela, Sinovac aşısı için laboratuvarlarda litrelerce virüs üretmeniz gerekirken, mRNA aşılarında böyle bir ihtiyaç yok. Covid-19 ortaya çıktığında on gün içinde virüsün genomu sekanslandı ve hemen ardından aşı yapılarak laboratuvarda deneylere başlandı. Bu çok hızlı bir süreçti. mRNA aşıları biyolojik olarak diğer aşılardan biraz daha farklı çalışabilir. Bu Covid-19 için ayrı bir avantaj değil belki ama, kanser veya şu an aşısı bulunamayan virüsler için daha olumlu bir teknolojiye dönüşebilir. Çünkü bağışıklık sistemini diğer aşılara nazaran biraz daha farklı güçlendirebiliyor.

Gelişmiş ülkelerin satın aldığı doz miktarıyla yoksul ülkelerin alabildiği arasında dramatik bir fark var. Aşının dağıtımı kısa sürede olamayacak. Kısıtlı miktarda bir üründen söz ediyoruz. O yüzden her hükümetin gösterdiği çaba belirleyici olacak. Dünya ölçeğinde yaygın aşılamanın tamamlanması yılları alacak.

Nasıl güçlendiriyor?

Daha kolay anlaşılması için geleneksel aşıyla karşılaştıralım. Mesela Sinovac aşısı geleneksel bir aşı. Hastadan virüsün numunesini alıyor, laboratuarda izole edip litrelerce çoğaltıyorsunuz. Sonra da kimyasal veya radyoaktif yöntemlerle o virüsü inaktif hale getiriyorsunuz. Bunu insanlara aşıladığınız zaman bazı hücreler virüsü içlerine alıyor, parçalıyor ve o parçaları bağışıklık hücrelerine sunuyorlar. Bu sunum çok önemli. Çünkü bunun sayesinde bağışıklık hücreleri hem virüsü tanıyor hem hafıza kazanıyor hem de güçlenerek gerçek virüse hazırlanıyor. Geleneksel aşı böyle çalışır. mRNA aşısında ise bir virüsü kullanıyorsunuz, ama o virüsün kısmi bir bölgesine denk gelecek bir sekans kullanıyorsunuz. Sekans derken, mesela bizim genomumuzda DNA var ve DNA’nın herhangi bir kısmına sekans deniyor. Benzer şekilde virüsün de bir RNA genomu var. Onun bir kısmı alınıp sekansı laboratuvarda RNA molekülü haline getiriliyor. Genelde sekans olarak virüsün dışındaki kılıf proteini tercih ediliyor. Onu da ürettikten sonra lipidi nano partiküllerin içine koyuyorlar. Bu lipid partikülleri sabun baloncuğu gibi düşünebilirsiniz. Her baloncuğun içinde bir veya birden fazla mRNA molekülü var. Bunları aşı olarak verdiğinizde, yine geleneksel aşılamadaki gibi aşılama noktasındaki hücreler bu partikülleri içine alıyor. mRNA molekülünden virüsün kılıf proteini oluşuyor. Vücuda kılıf proteini sunduğunuzda, bağışıklık ortaya çıkıyor.

Bu yöntem tıpta bir devrim niteliğinde, öyle mi?

Katalin Karikó

Senelerdir mRNA sahasını yakından takip eden biri olarak bu soruya “kesinlikle evet” yanıtı verebilirim. Böyle bir başarı bilim insanları açısından gurur verici. mRNA teknolojisini şu anda geliştiren isimlerin başında Özlem Türeci, Uğur Şahin ve ekipleri geliyor. Alkışı hak ediyorlar. Fakat esas mRNA’yı geliştiren isim Macar asıllı biyokimyager Katalin Karikó. Karikó 1990’larda Macaristan’dan ABD’ye gelmiş, Pennsylvania’da bu çalışmalara başlamış. Zamanında onun çalışmaları ilgi görmüyor ve aldığı bursları kaybediyor. Hatta üniversite “ya işten çıkın veya düşük maaş vereceğiz” diyor kendisine. Karikó buna rağmen çalışmalarına devam etmiş. İyi ki de etmiş. Çünkü bugün onun sayesinde Covid-19’a karşı mRNA aşısından söz edebiliyoruz. Ama bu sadece bugünün gelişmesi değil, geleceğe ilişkin de çığır açıcı bir buluş.

Pfizer-BioNTech’in geliştirdiği aşının Norveç’te ölümlere neden olduğu söyleniyor. Bu doğru mu?

Bu ölümlerin aşıyla alâkalı olup olmadığı henüz belli değil. Covid-19 aşıları acil kullanım onayı altında kabul gördüğü için hâlâ sanki 3. faz devam ediyormuş gibi her türlü veri toplanıyor. Her türlü yan etki ve ölüm, aşıyla ilgili olsa da olmasa da rapor ediliyor. Norveç’te 33 kişi hayatını kaybetti, ama maalesef sosyal medyada ve haber kanallarında bu ölümler direkt aşıyla ilişkilendirildi. Oysa British Medical Journal, Norveç İlaç Acentası Tıbbi Başkanı Steiner Madsen’la görüştü. Madsen hayatını kaybedenlerin çok yaşlı ve ciddi sağlık sorunları olduğunu, ölümlerin doğrudan aşıyla bağlantı olmadığını, bunu araştırdıklarını söyledi. Zaten böyle bir etki olsaydı, şu ana kadar milyonlarca insan aşılandığı için pek çok vaka görürdük. Keza aşılamanın yapıldığı huzurevlerinde zaten her hafta yüzlerce insan sağlık sorunlarından ötürü hayatını kaybediyor. Fakat aşılanmış olup da hayatlarını kaybettiklerinde, sanki aşıdan kaynaklıymış gibi sunuluyor. Böyle bir doğrudan ilişkiden söz etmek mümkün değil.

Çeşitli ülkelerde görünür olan aşı karşıtları ve onların dayandığı komplo teorileri var. Sizce aşı karşıtlığı, toplum bağışıklığının sağlanmasını engelleyecek düzeyde mi?

Sanmıyorum. Fakat aşı tedirginliğiyle aşı karşıtlığını karıştırmamak gerekiyor. Pek çok insan doğal olarak yeni bir aşı, özellikle de yeni bir teknoloji söz konusuyken tedirgin olabilir, çeşitli sorular sorabilir. Bizim gibi bilim insanlarının sosyal medyada sürekli mesai halinde olmasının nedeni, tam da insanların bu sorularına bilimin ışığında yanıtlar vererek hurafelere alan bırakmamak. Pek çok insanın aşı karşısında tedirgin olduğunu, ama sorularına yanıt bulunca da gönül rahatlığıyla aşı olduğunu gördüm. Aşı karşıtları başka bir mesele. Neredeyse bu işi bir örgütlenmeye dönüştürüp sosyal medyada aktif olarak eksik, hatalı ve hatta düpedüz yalan bilgiler paylaşarak insanları aşıdan soğutmaya çalışanlar var. Ama sanırım onların sayısı az, sesleri çok. Şu ana kadar Covid-19 için halk sağlığı açısından tehdit oluşturabilecek düzeyde değiller. Ama sosyal medyada sansasyonel yalan bilgiler çok rağbet görürken, doğru bilgiler çok heyecan uyandırmıyor. Burada en üzücü şey, aşı karşıtlarının veya yakınlarının aşı olmadıkları için zarar görmeleri olur. Nitekim, kızamık gibi çok kolay önlenebilen bir hastalık, maalesef aşı karşıtlığı yüzünden tekrar artıyor. Normalde sağlıklı bir hayat yaşayabilecek çocuklar, anne-babalarının verdiği yanlış karar yüzünden bu hastalığa yakalanabiliyor.

Aşılar aşama aşama yapılacağı için eski normale hemen dönemeyeceğimiz kesin. Öte yandan, aşının bizi virüsten tamamen koruyup korumayacağını henüz bilmiyoruz. Dolayısıyla, aşı olanların sadece başkalarını değil, kendilerini de korumak için şu anki düzende bir süre daha kalması gerekiyor.

Bu arada, çocukların da Covid-19 aşısı olması gerekiyor mu?

Etik açıdan da klinik deneylerde çocuklara aşı yapılmaz. O nedenle çocuklara aşı yapılıp yapılmayacağını ileride öğrenebileceğiz.

İngiltere’de ortaya çıkan mutasyonun virüsün yayılma hızını da etkisini de artırdığı haberleri doğru mu?

Bunu da zamanla daha iyi anlayacağız. Ama bütün canlılar, virüsler sürekli mutasyon geçirirler ve bunların çoğu etkisizdir. Virüslerdeki bazı mutasyonlar ölümcül olabilirken, çok ender bazıları ise avantaj sağlayabilir. Şu an İngiltere’de gördüğümüz mutasyon kümesine dair iki bilimsel veri var. Birincisi, bunun 23 mutasyondan oluşan bir küme olduğu. O yüzden bazen varyant diyorlar. Çünkü mutasyon kümesinin diğer varyantlara göre daha sıkça görülmeye başlandığı gözlemlendi. İkinci gözlem ise, viral yük miktarının bu mutasyon kümesinde biraz daha fazla olduğu yönünde. Fakat yeni çıkan yayınlarda bu verinin de biraz değiştiğini görüyoruz. Çünkü ilk başlarda bu yeni mutasyon kümesinin yüzde 50 daha fazla yayıldığı açıklanmıştı. Şu anda, son bilimsel yayında o oran yüzde 6’ya düştü. Anlayacağınız, bilgiler henüz taze ve sürekli yeni bilgiler geliyor. O nedenle tedbiri elden bırakmamalıyız. İnsanları ne karamsarlığa sürüklemeliyiz ne de rehavete.

Geçen sene bu vakitler ciddi bir karamsarlık hüküm sürüyordu. Birçok bilim insanı aşının hiçbir zaman bulunamayabileceğini söylüyordu. Aradan geçen bir yıl hem bilim hem de insanlık açısından nasıl değerlendirilebilir?

Altı ay öncesine kadar aşının bulunup bulunmayacağından bile emin değildik. Bu sadece karamsarlıkla ilgili değildi. Aşısını bulamadığımız bir sürü virüs var. Örneğin HIV, Zika, RSV… 40 senedir HIV veya RSV aşısı bulanamadı. Bunun biyolojik ve virolojik sebepleri var. Ama Covid-19’da şanslıydık. Çünkü öbür virüslerde karşılaştığımız sorunlarla karşılaşmadık. Dolayısıyla, salgında olabilecek en iyi konumdayız. Hem aşı bulunduğu için hem de salgın 2020’de yaşandığı için. Çünkü eğer 1950’lerde bu salgınla karşılaşsaydık, insanlık tarihi bambaşka yazılacaktı. Bugün teknolojik açıdan iyi bir durumdayız ve bu sayede gelecek çok daha parlak. Ayrıca, insanlık son bir senede, işbirliği, dayanışma, iletişim ve bilime yatırımın hayatiyetine dair çok önemli dersler aldı.

Moderna’nın patentini paylaşmaya dair işaretler verdiğini söylediniz. Patent sorunu olmasa, dünyanın pek çok yerinde yerel laboratuvarların hızla aşıyı üretip yaygınlaştırması mümkün olmaz mı?

Aslında tam değil. Maalesef bu konu popülist bir söylemle medyada işleniyor. Elbette hepimiz aşıların ücretsiz olmasını ve tüm dünyada paylaşılmasını istiyoruz. Ama dünyanın içinde bulunduğu ekonomik kurallar dolayısıyla şirketlerin geliştirdiği ürünler patentlerle korunuyor. Öte yandan, mRNA aşıları açısından onlarca farklı patent var. Bunların bazıları aşıyı üreten şirketlere de ait değil. Yani tek bir patent var ve şirket bunu paylaştığı an her şey rahatlıkla ilerler gibi bir gerçeklik yok. İkincisi, bütün ülkelere bu aşıları üretim izni verilse bile, hepsinin bunu yapması mümkün değil. Çünkü bu aşıların üretimi için belli standartlar, Good Manufacturing Practice (GMP) denen laboratuvarlar gerekiyor. Düşünün ki, Türkiye’de sadece bir tane tam donanımlı GMP laboratuarı var. Yani patenti bedava bile olsa biz Türkiye’de şu anki koşullarda yeterli sayıda üretim yapamayız. Pek çok ülkede tek bir tane bile GMP yok.

^