Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi bir ayı geçti. Çatışmaların yoğunlaştığı bölgelerde sivil ölümler artıyor ve Ukrayna’dan çeşitli Avrupa ülkelerine giden göçmenlerin sayısı üç milyonu geçmiş durumda. Şehirlerdeki yıkım ve can kayıpları sürerken ateşkes görüşmeleri de devam ediyor, ancak şimdiye kadar bir mesafe alınabilmiş değil.
Ukrayna’ya akan askeri mühimmat ve yardımlar giderek artıyor, ama NATO’nun bir muharip güç olarak savaşa doğrudan dahil olması gündemde değil. Batılı ülkeler Rusya’ya karşı konvansiyonel bir savaşa girişmek yerine ekonomik savaş ilanını tercih ediyor.
ABD’nin başını çektiği ve Avrupa Birliği ülkelerinin de katıldığı ekonomik yaptırımlar Rusya’yı küresel finansal ve ticari ağlardan izole etmeyi amaçlıyor. Ancak, bu ilk anda görüldüğü kadar kolay ve maliyetsiz değil. Bu yazıda Rusya’ya karşı yürütülen ekonomik savaşın Rusya açısından ilk bir aylık maliyeti ve küresel ekonomiye etkileri üzerinde duracağım.
Yaptırımlar ne kadar etkili?
Batı’nın Rusya’ya ilan ettiği ekonomik savaş kısa dönemde sanıldığı kadar hızlı ve etkin sonuçlar vermiş gibi görünmüyor. Bunun en temel nedenlerinden biri Avrupa’nın Rusya’dan ithal ettiği doğalgaza bağımlılığı nedeniyle Rusya’nın gaz ve petrol ihracatını halen sürdürebilmesi. Tahminlere göre, Rusya bu ticaretten günde 900 milyon dolar kazanmaya devam ediyor.
Şunu da eklemeliyiz: Ekonomik yaptırımlar nedeniyle Rusya’nın ithalatı çöktü, evet. Ancak, enerji ihracatının halen sürmesi çok ilginç bir sonuç ortaya çıkarıyor. Rusya ekonomisinin 2022’de 250 milyar dolar cari fazla vermesi bekleniyor. Bu geçtiğimiz 20 yılda görülen en büyük cari fazla olabilir.
Bu ilginç gelişmeye Rusya’da uygulanan sermaye kontrolleri sonucunda sermaye kaçışının engellenmesi de eklendiğinde, rublenin savaşın ilk günlerindeki sert düşüşün ardından yeniden değerlenmeye başladığını görüyoruz.
Ekonomik yaptırımlar nedeniyle Rusya’nın ithalatı çöktü, evet. Ancak, enerji ihracatının sürmesi çok ilginç bir sonuç ortaya çıkarıyor. Rusya ekonomisinin 2022’de 250 milyar dolar cari fazla vermesi bekleniyor. Bu geçtiğimiz 20 yılda görülen en büyük cari fazla olabilir.
Buradan yaptırımların tamamen etkisizi olduğu anlamı çıkmamalı. 2022’de Rusya’yı büyük bir resesyon ve artan enflasyon bekliyor. Elbette Rusya’nın uluslararası finans ve ticaret ağlarından dışlanması uzun vadede hem Rusya için hem de küresel ekonomi için ciddi sonuçlar doğuracak.
Ancak, eğer yaptırımların amacı bir ekonomik panik ve şok yaratarak Rusya’da iktidarın zora düşmesini ve işgal girişiminden vazgeçmesini sağlamak ise, geçtiğimiz bir ay bu amaca henüz ulaşılmadığını gösteriyor. Yaptırımların Rusya’yı durduramadığı ortaya çıkarken, küresel ekonomiye etkileri giderek daha fazla önem kazanmaya başlıyor. Bunun nedeni dünya ekonomisinin zaten pandeminin yarattığı tahribatın etkilerinden kurtulamamış olması.
Pandemiden çıkış gündemi
Savaş gündemi olmasaydı 2022’nin en önemli küresel ekonomik önceliği pandemiden çıkışın nasıl yönetilmesi gerektiği konusu olacaktı. Zira, bir yandan salgın nedeniyle konan sınırlayıcı önlemler pek çok ülkede kaldırıldı, diğer yandan da 2020’de ötelenen harcamaların etkisiyle 2021’de ekonomiler yeniden canlanmıştı. Salgın döneminde devletlerin uyguladığı destek paketlerinin niteliği nedeniyle gelir dağılımı eşitsizliklerinin dünya genelinde arttığına tanıklık ettik.
2022’ye kalan sorunların başında tedarik zincirlerinde ve lojistik sektöründe yaşanan aksaklıklar nedeniyle bazı mallarda yaşanan kıtlıklar ve bunların neden olduğu fiyat artışlarının nasıl kontrol edileceği geliyordu. Savaş gündemi mevcut sorunlara yenilerini ekleyerek durumu daha da ağırlaştırdı.
Olumsuz etkilerin eşitsiz dağılımı
Rusya ve Ukrayna ekonomileri her ne kadar dünya ekonomisinde büyük bir yer kaplamasa da (dünya ekonomisinin sadece yüzde 2’si), Batı’nın Rusya’ya karşı başlattığı ekonomik savaş emtia piyasalarında yaşanan büyük bir şok olarak geri dönüyor.
Bu şokun en önemli bileşenleri doğalgaz, petrol ve tahıl fiyatlarındaki tarihi artışlar. Detaylara baktığımızda, dünya buğday ihracatının yüzde 30’unu, mısır, gübre ve doğal gaz ihracatının yüzde 20’sini ve petrol ihracatının yüzde 11’ini bu iki ülkenin karşıladığını görebiliriz.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD’nin tahminine göre, savaş nedeniyle küresel büyüme oranının yüzde 1 gerilemesi, Rusya’da büyük bir ekonomik daralmanın yaşanması ve tüketici fiyat endeksinin küresel ölçekte yüzde 2.5 artması beklenebilir. Yani daha az büyüme, daha çok işsizlik ve daha yüksek fiyatlar bizi bekliyor.
Savaş hem yoksul ülkeleri hem de zengin ülkelerdeki yoksulları daha kötü etkiliyor. Bunun en temel nedeni, gıda ve enerji harcamalarının gerek yoksul ülkelerin bütçelerinde, gerekse zengin ülkelerdeki yoksulların tüketim sepetlerindeki payının yüksek olması. Bunun anlamı şu: Ekonomik savaşın maliyeti büyük ölçüde yoksulların sırtına yükleniyor.
OECD’ye göre, küresel büyüme oranının yüzde 1 gerilemesi ve tüketici fiyat endeksinin küresel ölçekte yüzde 2,5 artması beklenebilir. Yani daha az büyüme, daha çok işsizlik ve daha yüksek fiyatlar bizi bekliyor. Parasal sıkılaştırma, yavaşlayan ekonomiler ve artan hayat pahalılığı, 2022’yi karanlık bir yıl yapmaya yetecek gibi görünüyor.
Savaşın uzaması durumunda, yoksulların sırtına binen bu maliyetin her bir ülkedeki iktidar için siyasi faturasının olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Zira, bu maliyetler aynı zamanda ABD merkez bankası Fed’in enflasyonu kontrol etmek için faiz artışına başladığı bir döneme denk geliyor. Yani bir yandan parasal sıkılaştırma, diğer yandan yavaşlayan ekonomiler ve artan hayat pahalılığı, 2022’yi karanlık bir yıl yapmaya yetecek gibi görünüyor.
Olası siyasi sonuçlar
Siyasi maliyet demişken, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı UNCTAD’ın gıda fiyatlarındaki artışlarla siyasi istikrarsızlıklardaki artışı ilişkilendirmesine dikkat çekmek gerek. Bu rapora göre, genel olarak tarım, özel olarak da tahıl fiyatları endekslerinin zirve yaptığı 2011-2013 arası dönemde, Arap Baharı isyanları yaşanmıştı. Şu anda aynı endeksler, 2010’ların başındaki seviyelerin de üzerine çıkmış durumda.
Bu açıdan baktığımızda, önümüzdeki dönemde giderek zorlaşan ekonomik koşulların dünya genelinde nasıl siyasi/ekonomik sonuçlar doğuracağı dikkatle takip edilmesi gereken bir gündem olacak.
Böylesine zorlu bir dönemin geniş toplum kesimleri için daha fazla demokrasi, sosyal adalet ve barışla sonuçlanabilmesi, ancak devletlerin ve farklı sermaye gruplarının gündemlerinin ötesine geçebilecek toplumsal hareketlerle mümkün olabilir. Aksi durumda, milliyetçiliği arkasına almış farklı otoriter projelerin birbiriyle kavga ederek yükseleceği bir dönemle karşı karşıya kalacağız.