Önce öğretim üyelerinin yüzde 90’a yakınının oylarını alarak seçilen rektörün yerine kayyum atadı. Sonra bir gün durup dururken, “erkek olan oğlumun aslında puanı Boğaziçi’ne tutuyordu” dedi, kimse bir anlam veremedi. Ardından, bir tatil günü okula “baskın yapıp” öğretim üyelerinin bir kısmını karşısına dizerek “Boğaziçi bu ülke ve milletin değerlerine yaslanmadığı için küresel bir marka olamadı” diye azarladı. Komşu ülke toprağında giriştiği savaşı kampüste lokum dağıtarak kutlamak isteyen öğrencilere bir grup “yerli ve milli” olmayan öğrenci karşı çıkınca müdahale yine ondan geldi: “O komünist, o vatan haini, terörist gençlere üniversitede okuma hakkı vermeyeceğiz.” Çevikler mesajı aldı, lokumları yere düşürmekle suçlanan öğrenciler tutuklandı. Öğrenim hakkı ellerinden alınmak istenen öğrencileri dinliyoruz…
Gözaltı ve tutukluluklarda son durum ne?
Mavi: 19 Mart’taki olaydan sonra, 22 Mart sabahında operasyonlar başladı. O günden bu yana toplam 28 gözaltıdan 13’ü tutuklandı. Sekiz arkadaşımız adli kontrolle serbest. Dört kadın tutuklu Bakırköy’de, dokuz erkek tutuklu da Silivri’de. Dosyalar üzerinde gizlilik var. Suçlama sanırım “terör örgütü propagandası şüphesi”.
Yeşil: İkametine baskın yapılıp adresinde bulunamayan arkadaşlarımız da olduğu için arananların olduğunu tahmin ediyoruz, ama tam olarak kaç kişi olduğunu bilemiyoruz.
Mavi: Ben 19 Mart’ta eylemde yoktum, 22’sinde operasyonları protesto eyleminde gözaltına alındım, aynı günün gecesinde de serbest bırakıldık. Okulda polis tarafından sürekli taciz ediliyoruz, siviller burnumuzun dibine kadar yanaşıp fotoğraflarımızı çekiyor, binalara girerken takip ediyor, masa açtığımızda tehditler savuruyorlar.
Gözaltına alındığınızda nasıl bir muamele gördünüz?
Mavi: Dayak yedik, bırakıldık. Emniyet’e götürülmedik, hep gözaltı aracındaydık. En son bir karakolun önüne çekip ifadelerimizi aldılar, sonra hastaneye bıraktılar, oradan dağıldık. Bütün o sürede sürekli darp, hakaret, tehdit… Şizofrenik tepkiler…
Nasıl “şizofrenik tepkiler”?
Mavi: Kendi kendine konuşup, kendini daha çok sinirlendirip “Şehitlerimize hakaret mi ettiniz? Ettiniz değil mi? Ettiniz, ettiniz…” diyerek vurmak gibi. Boğaziçi’ni özel okul zannediyorlardı, “Paranızla okuyorsunuz diye kendinizi bir şey mi zannediyorsunuz!” diye hiddetleniyorlardı. Sonra bir arkadaşımız “Özel okul değil burası” deyince, “Üstelik devletin parasıyla teröristlik yapıyorsunuz!” diye vurmaya başladılar.
Boğaziçili olduğunuz için fazladan bir hınçla davrandıklarını da düşünüyor musunuz?
Mavi: Öyle bir öfke vardı. İkide bir omuzumuza dokunup “İlk kaç bine girdin” ya da “Ne kadar burs alıyorsunuz” veya “Başarı bursu mu” diye soruyorlardı. Tuhaf bir ruh halleri vardı.
Polislerin yaşları size yakın mıydı?
Mavi: Çevik kadınlardan biri ‘97’li, diğeri ‘94’lüydü. Çok konuştukları için haklarında çok da bilgi vermiş oldular. (gülüyor) Erkekler 28-30 yaş arasındaydı. Gözaltı aracı okulun önündeydi, bizi sürükleyerek oraya götürdüler ve okulun dışına çıktığımızda daha vahşi davranmaya başladılar. Aracın içine girdikten sonra, amirleri gelip bir arkadaşımızı göstererek “Bunun ağzına sıçın, raporunun altına ben imzamı atacağım” dedi. Sonra, aracı otoparka çekip dövmeye devam ettiler.
Sizi gözaltına Çevik Kuvvet mi aldı?
Mavi: Siviller aldı. Eylem olacak bilgisiyle sayıları artmıştı. Okulun güvenlik polisleri de vardı, İÜ’den, İTÜ’den gelen de vardı. Bizi alan Beyazıt’tan gelmişti. Erkekler sivil, kadınlar Çevik Kuvvet’ti. Çevik Kuvvet sadece dövmek için araca girdi. Sivil de dövdü, Çevik de. Stres atma olarak görüyorlar o işi. Kadın polislerden biri bizi döverken telefonda sevgilisiyle konuşuyordu, anlaşılan sevgilisi MİT’çi ya da Özel Harekâtçıydı, “İki gündür dövüyoruz bunları, antidepresan gibi oldu, rahatladım” dedi. Siviller biraz daha farklı dövüyor, başını öne eğdirip dövmeye çalışıyorlar. Çok dar bir alandasınız zaten, sağdan soldan, üstten çullanıyorlar, saldırabildikleri kadar saldırıyorlar. Bir arkadaşımız “Daha düzgün dövün, öldüreceksiniz” dedi. Bunun üzerine daha düzgün dövmeye başladılar. (gülüyor) Yoksa boynu kırılacak gibiydi.
Sivil de dövdü, Çevik de. İdeolojik doldurulmuşlukla, o siyasi öfkeyle hem aşağılamak, hem gerçekten yok etmek istiyorlar. Hem böyle bir öfke, hem de tipik küçük burjuva, ulaşamadığına duyulan hınç. “Siz kendinizi akıllı mı zannediyorsunuz?” ile “Şehitlerimize nasıl hakaret edersiniz?” arasında gezinen bir söylemleri vardı.
Bu dayağın, gözaltının amacı aşağılamak, gözdağı vermek mi, diğer öğrencileri korkutup sindirmek mi, maksat ne sizce?
Mavi: İdeolojik doldurulmuşlukla, o siyasi öfkeyle hem aşağılamak, hem gerçekten öldürmek istiyor. Kendi kendilerine bir masal uydurup ona inanarak davranıyorlar: “Afrin’deki şehitlerimize nasıl hakaret edersiniz!” gibi… Korkunç bir öfke vardı. Bir ara “Sizi gözaltında kaybederiz” muhabbeti yaptılar. Yok etmek istiyorlar: “Dağa çıkın da sizi orada öldürelim, sizde o cesaret de yok ki” gibi, “Umarım televizyonda ölünüzün fotoğraflarını görürüz” gibi laflar… Hem böyle bir öfke, hem de tipik küçük burjuva, ulaşamadığına duyulan hınç. “Siz kendinizi akıllı mı zannediyorsunuz?” ile “Şehitlerimize nasıl hakaret edersiniz?” arasında gezinen bir söylemleri vardı.
19 Mart günü tam olarak ne oldu?
Mavi: Bir senedir okulda resmen varlık gösteren İslam Araştırmaları Kulübü (BİSAK) “Afrin zaferi”, “fetih kutlaması” için masa açmış, lokum dağıtıyordu. “Zaferimizi kutluyoruz”, “Keyif sigarası içiyoruz” gibi çirkin yorumlarla duyuru yapmışlardı, o gün attıkları o tweet’lerin fotoğraflarını da çektik. Masa açtıklarının haber alınması üzerine, farklı siyasi çevrelerden insanlar protesto etmek için toplandı. Örgütlü bir hareket değildi, tepkisel bir toplanmaydı.
Yeşil: Açılan pankart da zaten durumu anlatıyor: “İşgalin, katliamın lokumu olmaz”. Şehitleri anmak için bir masa açıldı da ona tepki gösterildi gibi sunulmaya çalışılıyor; kesinlikle öyle değil. Afrin operasyonunu işgal hareketi olarak gören ve buna karşı çıkan bir protesto. İşgalin kutlanmasına karşı bir protesto. Hepimiz köylerin yağma edildiği haberlerini okuduk. İnsanlar ölürken kutlama yapamazsınız.
Mavi: Herkes farklı motivasyonlarla geldi. İşgalden rahatsız olan da, sırf çocuklar öldürülüyor diye bunun kutlanacak bir şey olmadığını düşünen de… TSK da dahil, orada askerler, siviller, insanlar hayatlarını kaybetti, kaybediyor, bu kutlanacak bir şey değil.
Afrin’de hayatını kaybeden askerlerin yakınlarının da herhalde hoşuna gidecek bir durum değil “keyif sigarası içiyoruz” türünden laflarla kutlama lokumu dağıtılması…
Yeşil: Cenazelerde tabutun üzerine el koyup konuşma yapmalar da esasen aynı tavır. Ve bu tavır herkesin midesini kaldırıyor aslında.
Sizin pankart açıp protesto etmeniz üzerine olay nasıl seyretti?
Yeşil: Bir “olay” olmadı aslında. Fiziki bir itiş kakış da olmadı. Hatta polislerden biri şöyle bir yorum yaptı: “Ben Beyazıt’tan geliyorum, burası Beyazıt olsa bu iki grup birbiriyle kavga ederdi, Asayiş gelir, darptan işlem yapılırdı, siz de yırtardınız. Keşke birbirinizle dövüşseydiniz…” (gülüyorlar)
Mavi: Dekan [Öğrenci İşleri Dekanı] geldi. İki tarafla da konuştu. Bizim talebimiz masalarını kaldırmalarıydı. BİSAK’lılar da “Tamam, ama onlar da dağılsın” demiş. Dekan “Siz masayı kaldırın, siz de dağılın” dedi. Arada, kim olduklarını tanımıyoruz, bir-iki kişiyle küçük bir gerilim çıkıyor sadece. Videolarda yere dökülmüş biraz lokum görünüyor. Kim döktü, nasıl oldu, o da yok görüntüde. Ona dair bir şey biz bilmiyoruz. Hadi lokumlar dökülmüş olsa bile, alt tarafı bir okul kavgasının cumhurbaşkanının gündemine girmesi, talimatla öğrenci tutuklatması ilginç. Öte yandan, arkadaşlarımız terör örgütü propagandasından yargılanıyor, ama olaya Terörle Mücadele değil, Güvenlik Şube, yani okul kavgalarını ayıran polis bakıyor. Çok küçük bir mesele. Yaralanan yok, itiş kakış bile olmadı. Sadece lokumun düştüğü iddiası var. Lokum!
Bu olayın öncesinde giderek tırmanan bir gerilim var mıydı?
Yeşil: Öğrenciler arasında bir şey yoktu. Ama cumhurbaşkanından Boğaziçi’ne yönelik bir tavır olduğunu, ne zaman kurulduğunu bilmediğimiz Boğaziçililer Derneği’nin davetiyle gelip yaptığı konuşmayla da görmüştük.
Erdoğan’ın ocak ayında bir pazar günü üniversiteye gelip “Boğaziçi’nin bu ülke ve milletin değerlerine yaslanmadığı için küresel bir marka olamadığını” söyleyerek öğretim üyelerini azarladığı konuşma…
Mavi: Önceki sene, “kayyum rektör” protestoları aylarca sürmüştü, mezuniyet töreninde tepkiler gösterilmişti; hiçbiri böyle büyütülmemişti. Sonra, kayyum meselesi dindi, kayyumu kimse ciddiye almadığı için o da kendi kozasına çekildi. Öğrenciler arasında bir gerginlik yoktu. Erdoğan o konuşmayı yaptığı gün nerdeyse gizlice geldi, kendi kendine konuştu, kaçar gibi çıktı.
Yeşil: Kayyumdan bu yana Boğaziçi’yle bir uğraşma süreci var. Gezi’nin faturasının çıkarıldığı yerlerden biri de bizim okul diye düşünüyorum. Öyle ortak bir söylem var: “Yerli ve milli değil…” Suçlamalar ortaklaşıyor gibi. Bir de, Beyazıt’taki ya da başka üniversitelerdeki gibi müdahale edemiyorlar. Öğrenciler içinde bizimle kavga edecek, onları destekleyen bir kalabalık yok. Buradakiler ancak BİMER’e şikâyet eder, hocaları araya sokarlar…
Ocak ayındaki o konuşmadan bir-iki gün önce de Erdoğan bir basın toplantısında “erkek oğlumun puanı Boğaziçi’ne tutuyordu” demişti. Sizi döven polislerde gözlemlediğiniz türden bir Boğaziçi “ilgisi” sanki…
Mavi: Evet, epeydir ODTÜ ve Boğaziçi bu şekilde gündeminde. Üniversitenin yurtlarını KYK’ya (Kredi ve Yurtlar Kurumu) bağlamaya çalışıyor. Özel yurt Superdorm’u kadın-erkek olarak farklı binalara ayırmaya niyetli. Bunlar zaten lojmanda komşu dairelerde oturuyormuşsunuz gibi, daire tipi yerler. Geleneksel Taşoda Festivali’nin iptal edilmesi girişimi var.
Boğaziçi’nin hedefe konması sizce Gezi’yle mi başladı?
Yeşil: 2011’de girdim Boğaziçi’ne. O zaman Starbucks işgali vardı, polis müdahalesi olmuştu. Teknopark açılışı sırasında Çevik girip hiçbir protesto olmadığı halde, bir kız öğrenciyi saçından tutup çekerek, yerde sürükleyerek mânâsız sertlikte bir müdahalede bulunmuştu. Ondan beri de böyle bir şey yoktu. Ama bu “yerli ve milli” vurgusuyla Boğaziçi gündeme getirilir oldu. 7 Haziran seçimlerinden sonra da “Boğaz’da yalılarda viskisini yudumlayıp HDP’ye oy veren şerefsizler” [Devlet Bahçeli] denmişti… Bu söylemler bugün Boğaziçi’nin üzerine gelen cumhurbaşkanının söylemine benziyor. Boğaziçi sağın çok zayıf olduğu bir okul. Bunu şuradan da görebiliriz: Afrin’de girilen savaşın şovenizmi yükseltmesi bekleniyordu. Ama beklendiği kadar yükselmedi, hatta yükselmediğini söyleyebiliriz. Okuldaki bu son olaydan sonra, insanların bu harekâta karşı olduğunu, en azından destekler pozisyonda olmadığını gördük. Arkadaşlarımızın tutuklanmasından sonra, bir forum düzenlemek için bildiri masası açıldı. Bir buçuk saatte bin tane bildiri dağıtıldı. Sürekli “korku atmosferi” deniyor, buna pek katılmıyorum. O kadar korku olsa, bu harekât şovenizmi öyle körüklemiş olsa, o kadar bildirinin dağıtılamaması, kampüste bizim vebalı gibi tecrit ediliyor olmamız lâzım. Tam tersi oldu. Muhbir olarak bilinen, bu olayı tetiklediği düşünülen kişiler aslında kampüste tecrit oldu.
Şehitleri anmak için bir masa açıldı da ona tepki gösterildi gibi sunulmaya çalışılıyor; kesinlikle öyle değil. Afrin operasyonunu işgal hareketi olarak gören ve buna karşı çıkan bir protesto. İşgalin kutlanmasına karşı bir protesto. Cenazelerde tabutun üzerine el koyup konuşma yapmalar da esasen aynı tavır. Ve bu tavır herkesin midesini kaldırıyor aslında.
Vatan Partisi’nin gençlik kolu Öncü Gençlik’in yöneticisi felsefe son sınıf öğrencisi Şafak Erdem, Atatürkçü Düşünce Kulübü’nün de eski başkanıymış, lokum standına karşı çıkan öğrenciler için şöyle demiş: “Barış akademisyenlerinin kullandığı söylemde de aynı şey geçerliydi. Bunlar Türkiye devletini toptan karalamaya yönelik girişimler. O yüzden ifade özgürlüğü kapsamına girmez. … Niyetleri ne olursa olsun bunu yapmak Türk ordusuna işgalci, katliamcı demek oluyor. Bunun sonucu olarak tabii ki yaptırımlar var.” Vatan Partililer ve AKP’yi destekleyen İslamcılar sık sık böyle aynı noktada buluşuyor mu?
Mavi: Özellikle darbe girişiminden sonra, Vatan Partisi’nin “Erdoğan bizim çizgimize geldi” söylemiyle, İslamcılarla arayı bayağı kapattılar. İslamcılarla Vatan partililer ayrı kampanyalar düzenliyorlar, ama aynı çizgide hareket ediyorlar. Lokum standı sırasında Vatan Partililer yoktu, ama ertesi gün ve daha sonrasında olayı körüklemek için ellerinden geleni yaptılar. Hatta, olayın öznesi İslamcılar olmasına rağmen, Vatan Partililer çok daha fazla sahiplendi. Gözaltılar ciddi infial yarattı, bölüm toplantıları yapıldı, toplantılara gelen İslamcılar “Bu kadar büyüyeceğini düşünmedik, aslında biz kulüp olarak düzenlemedik lokum dağıtmayı, bireysel bir şeydi, o da yanlış olmuş…” tavrındaydı daha çok. Ama Vatan Partili Şafak “İfade özgürlüğüne girmez, gerekli yaptırımlarda bulunulur” diyebildi. Ayrıştıkları nokta da bu, İslamcılar daha kolay geri çekilebiliyor, daha korkak davranabiliyor, Vatan Partililer üzerine üzerine gidebiliyor.
Bu olayda Vatan Partililer ne zaman devreye girdi?
Yeşil: Hemen ertesi gün bayrak astılar.
Mavi: Dışardan gelen yirmi-otuz kişiyle gövde gösterisi yaptılar.
Yeşil: Ama okulda bunun bir karşılığı yok.
İslamcılar dedikleriniz AKP’li ya da AKP destekçisi mi, onlar içinde de geniş bir yelpaze var mı?
Mavi: BİSAK bir çatı kurumu gibi. BİSAK İBDA-C’ye yakın olanından AGD’ye (Anadolu Gençlik Derneği) ya da AKP destekçilerine uzanan karışık, heterojen bir İslamcı grup.
İslami eksende siyaset yapanların gündemleri, talepleri neler?
Yeşil: ODTÜ’dekine benzer bir mescit meselesi var. “Burası halkımızın değerlerini yansıtmıyor, biz burada sessiz çoğunluğuz” gibi bir söylem var. Şimdi, savaşla beraber daha saldırganlaşmış bir dil. “Bizi eziyorsunuz” mağdur dilinden “Siz kim oluyorsunuz”a geçildi. Ama muhbirlik faaliyeti dışında, birebir karşımıza çıkmazlar.
Mavi: Aslında pek de siyasi motivasyonları yok. AKP siyasal İslamcı bir iktidar olarak bütün argümanlarını çürüttü, bunun çıkışsızlığını yaşıyorlar. “Okulun içinde cami olsun, derslere yetişemiyoruz” gibi küçük ve geçerliliği olmayan argümanlar… Kuzey kampüsün dibinde cami var, yürüyerek üç dakika. Genelde kendi içlerinde sohbetler yapıyorlar, dışa dönük faaliyetleri olduğu pek söylenemez, hatta hiç yok. Esad Halep’i geri aldığında toplu Cuma namazı kıldılar. Hâkim olan daha çok motivasyonsuzluk.
Yeşil: İdeolojik kampanya, faaliyet yürütmemelerinin sınıfsal bir boyutu da var. Bizim okuldakiler daha çok kariyer peşinde. Mezun olduktan sonra TRT’de, şurada burada kadro kapma derdindeler. İdeolojik, politik kavga verecek sağlamlıkta değiller. Böyle bir kaypaklık da var. Gerektiği kadar gözüküyorlar, bulunmalarının işlerine yarayacağını düşündükleri yerde fotoğraf veriyorlar. Kendilerini riske atmazlar.
Kayyumdan bu yana Boğaziçi’yle bir uğraşma süreci var. Gezi’nin faturasının çıkarıldığı yerlerden biri de bizim okul. Öyle ortak bir söylem var: “Yerli ve milli değil…” Suçlamalar ortaklaşıyor gibi.
AKP’ye muhalif İslami gruplar var mı?
Mavi: Antikapitalist Müslümanlar ya da antikapitalist eğilimleri olanlar o gruplara girmiyor. Kendilerini “antikapitalist, Müslümanlar” olarak tanımlayan Bağımsız Müslümanlar diye bir grup var. Şu anda tutuklu bir arkadaşımız da o gruptan. Savaş karşıtı bir tutum göstererek bizimle birlikte tavır aldılar. Önceki İHH karşıtlıklarında örneğin, arada duruyorlardı, kavga çıkmasını önlemek, iki tarafı yatıştırmak gibi pozisyon alıyorlardı. Ama sonuçta, grup dahi denemeyecek kadar az bir sayıdan bahsediyoruz, tek tek insanlar…
Antikapitalist Müslümanlarla ortak eylemleriniz, faaliyetleriniz oluyor mu?
Mavi: Zaman zaman… Eskiden Şura diye bir grup vardı, hepsi mezun oldu. Şuracılar Soma eylemimize gelmişlerdi. Kulüplerde “antikapitalist, Müslümanlar” oluyor. Genelde sol cenahın içinde hareket ediyorlar ya da tarafsız kalıyorlar. Gözaltılar başladığında ortak platformumuza Bağımsız Müslümanlar imzalı “Bu gözaltıları kınıyoruz” diye bir mail geldi.
Okuldaki sol yelpaze nasıl?
Mavi: TKP’sinden KÖZ’üne, MFT’sine çok geniş bir yelpaze.
Yeşil: Mavilerin grubunun sayıca bir ağırlığı var.
Mavi: TKP’lerin üçü de var.
Yeşil: Bölünmeden önce TKP çok kalabalıktı.
Mavi: Gezi’nin havası en çok onlara yaramıştı. Bölünmeden sonra biraz içlerine kapandılar. KP’nin kesinlikle bir kitlesi var. Ama merkezî iş dışında herhangi bir faaliyette göremezsiniz. Merkezden bir şey yap denilmezse asla yapmazlar, ortak eylemlere asla gelmezler.
Kürt hareketi var mı?
Mavi: Onlar faaliyet açısından biraz üniversiteden çekildi, varlar, ama bir şey yapmıyorlar.
Yeşil: Yurtsever gençler aslında ezelden beri yoktu. Daha ziyade “beyaz Türk” ya da Alevi HDP’liler var. Yurtsever gençler de var, onlar kadar da kalabalıklar, ama onlar biraz geride durdular. Boğaziçi’yle “uyumlu” ekip, HDP, iş yürüttü. İlginç bir durum; üniversitelerde genelde en ağırlıklı olan Kolektifler bizde yok.
Öğrencilerin ne kadarı politize?
Mavi: Konjonktüre göre değişiyor. Gezi’yle, Soma’yla, Berkin’le sokaklara dökülen kitleyle şu anki durum epey farklı. Darbe girişiminden sonra, aktif olarak siyasetle ilgilenme eğiliminde olanlar biraz yalnızlaştı. Boğaziçi’nin politik hassasiyetler bakımından güçlü, ama aktif bir mücadele örme açısından örgütlenme kapasitesinin zayıf olduğunu düşünüyorum. Gözaltına alındığımızda yapılan foruma 100-120 kişi katıldı. Bu şartlarda iyi bir sayı. Ama aynı şey Gezi zamanında olsaydı, binlerce kişi katılırdı.
Yeşil: Berkin için Hisarüstü’nde iki bin kişilik eylem yaptık. Boğaziçi nüfusunun beşte biri gelmişti.
Mavi: O insanların tamamına yakını Berkin’in cenazesine de geldi. Tamamen konjonktürel, kaygılarıyla, bedel ödenecekse bunu göze alıp alamamayla bağlantılı. Bugün, bedel ödettiriliyor… Ve ekstrem bedeller. Bir pankart tuttunuz diye tutuklanmak acımasızca bir bedel. Barış sürecinde olsa, asla konu olmayacak. Ama büyük çoğunluk tutuklamaların haksız olduğunu düşünüyor.
Yeşil: Bu konuda şöyle bir ölçütüm var; mail grubumuz Forum Boğaziçi’ne, bu olaydan sonra durmadan yeni kayıt olma talebi geldi. İnsanlar olan biteni takip etmek istiyor. Bizim kuşak artık üniversiteden ayrılmak üzere. Gezi esnasında ortaokulda olan, bu tür olaylara dahil olmamış, ama belki de daha aktif olma beklentisiyle üniversiteye başlayanlar var. Bu son olayın onları politize eden bir yanı da oldu. Bu olay üzerinden kendilerini ifade etme imkânı bulamamış olabilirler. Ama alttan alta bir şeyin kaynadığı da hissediliyor. Tutuklanan arkadaşlarımızın biri ‘99 doğumlu mesela. Siyasete böyle bir giriş yapmış oldu. Gelen haberlere göre de morali gayet iyi. Bu polis şiddeti, yine Gezi’dekine benzer bir şekilde, insanları topladı aslında. Eyleme gelmemiş, pankartın arkasında durmamış olabilirler, ama buna karşı alınan tavırdan çok büyük bir kesim çok rahatsız. Hatta okulun geneli bence bundan rahatsız.
Yeni gelen öğrencilerle kendi döneminizi kıyasladığınızda nasıl bir fark görüyorsunuz?
Mavi: 2013-2014’te Gezi’yle gelen kuşak çok gevşekti, insanı biraz rahatsız ediyordu açıkçası. Bir şeyin parçası olma konusunda çok zayıftı mesela. 2015-16 bayağı sert geldi, politik bilinçleri daha yüksekti. Şartlar da biraz daha sertleşmeye başlamıştı. Bu sene gelenler sosyal olarak çok zayıf. Siyaseti geçin, sosyal, entelektüel faaliyetlere katılım, ilgi çok zayıf. Tamam, Marksist Fikir Topluluğu’nun etkinliğine gelmiyorsun, politik olmak zorunda değilsin de, sinema ya da edebiyat kulübününkine niye gitmiyorsun? Gerçekten kindar ya da içine kapanık…
“Korku atmosferi” deniyor, buna pek katılmıyorum. O kadar korku olsa, Afrin’de girilen savaş bekledikleri gibi şovenizmi yükseltse, kampüste bizim vebalı gibi tecrit ediliyor olmamız lâzım. Tam tersi oldu. Muhbir olarak bilinen, bu olayı tetiklediği düşünülen kişiler tecrit oldu.
Korku, çekinme nedeniyle değil bu içe kapanıklık öyle mi?
Mavi: İçleri boşalmış. Entelektüel herhangi bir şeye ilgileri yok. Kilyos’ta hazırlıktaysanız, bütün etkinliklere gitmek istersiniz. Üniversiteye yeni girmişsiniz, en rahat seneniz. Hatta normalde, sene başında bütün kulüplere kayıt yaptırılır, sonra yetişemeyip bazılarını elersiniz. Yeniler nerdeyse hiçbir kulübe üye değil, entelektüel kulüplerden bahsediyorum, muhtemelen kariyer kulüpleri öyle değildir. Bir de, darbe girişimi sonrası askeri okullar kapatılınca, polis okulundan, askeri okuldan çok öğrenci geldi, o da çehreyi değiştirdi.
Yeşil: Onlardan TGB’lere (Türkiye Gençlik Birliği) giren çok olmuş.
Mavi: İslamcı ve ırkçı, milliyetçi tayfayı kalabalıklaştıran biraz da bu profil değişikliği oldu.
Yeşil: Bence bizim kuşak, biz çok afalladık, çünkü gözümüzü açıp üniversiteye girdiğimizde daha gevşek, daha rahat bir hava vardı, hemen sonra da “çözüm süreci” geldi… (gülüyor) 10 Ekim’den [2016, Ankara katliamı] sonra esas olarak bir sertleşme hissettik. O zamana kadar solun içinde olmak daha olağan, “bedel ödemek”le pek ilişkilendirmediğin, hatta kültürel bir tercih olarak görülebilecek bir şeyken, bir anda işin rengi değişti. Yeni gelenlerin tavrındaki değişiklik biraz da bunları gördükleri için olabilir.
Tutuklamalardan sonra, siyasi baskıyı protesto etmek ve ifade özgürlüğünü savunmak için kampüsün çeşitli yerlerine renkli kurdeleler asmaya başlamışsınız. Düşündüğünüz başka eylemler var mı?
Yeşil: Şu an için çok net bir yol yok. Boykot mu, şenlik mi gibi bazı öneriler konuşuldu. Taşoda festivalinin engellenmesiyle birlikte düşünülebilir, tutuklamaları gündeme getiren müzikli, şenlikli bir şey yapılabilir.
Bizim kuşak çok afalladık, gözümüzü açıp üniversiteye girdiğimizde daha gevşek, daha rahat bir hava vardı, hemen sonra da “çözüm süreci” geldi… 10 Ekim’den sonra esas olarak bir sertleşme hissettik. O zamana kadar solun içinde olmak daha olağan, “bedel ödemek”le ilişkilendirmediğin, hatta kültürel bir tercih olarak görülebilecek bir şeyken, bir anda işin rengi değişti.
Hocalarınızın tavrı nasıl, bu süreçte size somut olarak destek oldular mı?
Mavi: Genel olarak olumlu bakıyorlar, ama pek karışmak istemiyorlar. Nottu, sınavdı gibi meselelerde yardımcı oluyorlar.
Yeşil: Politik olarak yanımızda durmuyorlar. Mağdur olarak yaklaşıyor ve onun üzerinden destek oluyorlar.
Mavi: Okulda 115 barış akademisyeni var, az değil, hepsi yargılanıyor. Aslında BAK’la, kendi davalarıyla, tam olarak aynı şeyden yargılanıyor öğrenciler de. Ama kendi korkularıyla baş başalar gibi. On üç günlük gözaltı süresi hocalar için kendi aralarında tartışmakla geçti: “Bir şey yapmak lâzım…” Bir yandan, mağdurun yanında olma, ona yakın hissetme, diğer taraftan da “aman bir şey yaparsak, başlarına bir şey gelir, bizim de başımıza iş açılır...” Öğrencilerde olmayan korku hocalarda var, hocalar sürekli fren yaptırmak istiyor.
Yeşil: Kayyum rektör atanma sürecinde de bunu yaşadık. Aslında, tam olarak ne konuştuklarını, ne yaptıklarını bilmiyoruz. Ama gördüğümüz, kayyum rektör atandığında bizim o rektörün kapısına gidip dayanmamız ve Barış imzacısı hocalarımızın kendilerini rektöre siper edip bizi karşılarına alarak protestoyu engellemek istemeleri. Mevzuya “konuşarak halledebiliriz” diye yaklaşıyorlar. Hep “Aman Boğaziçi’ne polis girmesin” gerekçesi vardı. Evet, Boğaziçi’ne polis girmesin. Ama şimdi girdi. Ve yine farklı bir şey yapmıyorlar.
Mavi: Rektör atanması öncesinde beklentiyi çok yükseltip sonra onun gereğini yapmayarak makası açmış oldular. Herkesin tavrı “seçilmiş rektör atanmazsa buna tepki koyacağız” yönündeydi. Ama Erdoğan da salak değil, Erdoğan Üniversitesi’nin bir profesörünü buraya atayacak hali yok. Boğaziçi’nden birini, aday olmamış birini atadı. Sonuçta, kayyumdu atanan. Ama, “Bizden çok da uzak değil, Boğaziçi değerlerine sahip… Şimdi buna tepki gösterirsek, o da istifa ederse yerine kim bilir kim getirilir…” dendi. İlkesel duruş sergilenmedi. Ankara Üniversitesi’nde KHK’larla atıldı hocalar, cüppeleriyle yerlerde sürüklendi, Boğaziçi’nden tepki gelmedi. “Kurumu koruyalım”, gerekçe hep bu. Kurumu oluşturan bileşenler bu kadar zarar görürken kurum nasıl korunur? Kurum soyut bir şey değil ki. Taşı toprağı mı koruyacağız? Öğrenciler tutuklanıyor, hocalar yargılanıyor, Eğitim-Sen’liler diken üstünde, kayyum atanmış, içeri polis girmiş… Daha ne olacak?
Yeşil: Pazarlıkla bazı şeyleri koruyabileceklerini sandılar, ama öyle olmadı. “Biz demiştik” diyeceğiz de, onu söylemek de kötü. Bunu çok tartıştık onlarla.
Mavi: Bize karşı “Çocuklar fazla ileri gitmeyin, sen bir dur” tavrına girip ebeveyn rolü oynamaya çok meraklılar. Ama bu ebeveyn rolünün altında “kendimizi de koruyalım” derdini de hissediyorsunuz: “Öğrenciler şimdi bizim başımızı da yakmasın…”
Yeşil: Kayyum protestoları olurken, yanımızda olmasalar bile, en azından karşımızda olmasaydılar. Ama, karşımızdaydılar. Rektörlüğün kapısındaydım, onlar da güvenlikle beraber bize engel olmak için önümüzü kesiyorlardı. Orada ara zaten açılmıştı, bundan sonra o birliği kurmak çok zor, son olayda bu iyice görüldü, hissedildi.
Mavi: Kaybedecek kariyerleri, çocukları, belli bir burjuva yaşantısı… Öğrenciler açısından öyle bir şey yok, biz zaten geleceksizliğe mahkûm edilmiş ve başka bir alternatif görmeyen insanlarız. Bu yüzden aramızda bir makas açıldı.
Yeşil: Aslında çok kalabalıklar, BAK imzacılarının sayısı bizim okulda epey fazla, muhalif öğrenciler de çok kalabalık. Absürtlük burada ortaya çıkıyor, sol, muhalif olarak adlandırılabilecek büyük bir kitleyiz, ama bir şekilde, bu gücün kendisi kendi ayağını bağlayan bir hale geliyor, çünkü frenliyor. Kapasite çok, sayı da çok, ama bu harekete geçmiyor.
Korku yüzünden mi?
Yeşil: Bence korku değil, pazarlığı tercih etmek siyasi bir tavır. Bunun daha çok işe yaradığı düşünülüyor. Kaybedecek şeylerinin olması da bir etken olabilir, ama ben daha çok siyasi bir tercih olarak görüyorum. O yüzden de bu olanlardan siyaseten sorumlular. Vicdani olarak değil, çünkü vicdani olarak, kendilerince bir şeyler yapıyorlar. Mağdur olarak gördükleri kesimlerle dayanışmayı sürdürüyorlar.
Darbe girişiminden sonra özellikle, İslamcılarla Vatan partililer ayrı kampanyalar düzenliyorlar, ama aynı çizgide hareket ediyorlar. Ayrıştıkları nokta, İslamcılar daha kolay geri çekilebiliyor, daha korkak davranabiliyor, Vatan Partililer üzerine üzerine gidebiliyor.
İnternet medyasında sizinle, arkadaşlarınızla yapılan söyleşiler de hep bu mağdurluk söylemi üzerine kurulmuş: Tutuklanan, gözaltına alınan, bu nedenle travma yaşayan öğrencilere beslenen şefkat…
Yeşil: Beni de çok rahatsız etti o tavır. Biz siyasi bir eyleme girişmiş, bunun sonucunu bekleyebilecek insanlarız. Karşımızdaki devlet. “Ah devlet babamız bize bunu nasıl yapar” diyecek insanlar değiliz. “Çözüm süreci” denen şey biteli de çok oldu. (gülüyor)
Mavi: Memlekette herkes her yerde dayak yiyor. Sırf bundan bahsetmek biraz utanç verici oluyor.
Yeşil: Ayıp yani. Hele böyle bir zamanda…
Mavi: Biz dayağı, işkenceyi duyurmak istedik elbette, Boğaziçi’nde bile bundan haberi olmayanlar var. Ama, Kürt coğrafyasında sürekli olan bir şey bu. 70 bin öğrenci tutuklu, Allah aşkına, 13 Boğaziçili de biraz yatsa ne olacak? Söyleşilerde siyasi yorumlarımız özellikle kırpılıyor, geriye duygusal, acılı bir mağduriyet hikâyesi kalıyor. Biz üzgün değiliz, öfkeliyiz, bunu ısrarla söylüyoruz.
Seçimler sizin gündeminizde mi, erken seçim konusunda ne diyorsunuz?
Yeşil: 16 Nisan referandumundan beri Türkiye’de seçim havası var. Afrin operasyonu da buna kan taşımak için yapıldı diye düşünüyorum. Ama görüyoruz ki, beklenen olmadı. Hesapladıkları gibi her şeyi kontrol altında tutabilseler, şovenizmi yükseltebilmiş olsalar, Afrin’deki tırnak içinde “zafer”den oy devşirebilmiş olsalar, seçim bu şekilde öne alınmazdı. Aslında, bizim okuldaki olay da iktidarın ne kadar sıkışmış olduğunu gösteriyor. Savaştaki bir ülkede, bir “zafer” kazanılacak, bir grup öğrenci buna karşı çıkacak ve bunu bastırmak için cumhurbaşkanı bizzat müdahale edecek! Otuz kişiye karşı cumhurbaşkanı! Otuz öğrencinin protestosuna karşı, bir tabur çevik kuvvet polisi, bir sivil polis ordusu ve bir cumhurbaşkanı gerekiyorsa, bu, iktidarın güçsüzlüğünü, kırılganlığını, acizliğini gösterir. Bu savaş atmosferinde, arzu ettiği gibi şovenizmi yükseltmeyi başarsaydı, karşımıza doğrudan okulun öğrencilerinin çıkması, bizim tecrit edilmemiz gerekirdi, ama tam tersi oldu. Başımıza gelen, genel siyasi havaya dair örnek bir olaydır. Bu arada, hep cumhurbaşkanlığı seçiminden söz ediliyor, parlamento seçimi de var. Erdoğan parlamento seçimiyle cumhurbaşkanlığı seçimini eşitlemeye çalışıyor, çünkü cumhurbaşkanlığı seçiminde daha avantajlı görüyor kendisini. Parlamentoda çoğunluğu elde edip edemeyeceği daha sallantıda.
Biz dayağı, işkenceyi duyurmak istedik elbette, Boğaziçi’nde bile bundan haberi olmayanlar var. Ama, Kürt coğrafyasında sürekli olan bir şey bu. 70 bin öğrenci tutuklu, Allah aşkına, 13 Boğaziçili de biraz yatsa ne olacak? Söyleşilerde siyasi yorumlarımız özellikle kırpılıyor, geriye duygusal, acılı bir mağduriyet hikâyesi kalıyor. Biz üzgün değiliz, öfkeliyiz, bunu ısrarla söylüyoruz.
7 Haziran’da kaybetmişti çoğunluğu…
Yeşil: Bunun tekrar olma olasılığı var. Parlamentonun bileşimini belirleyebiliriz. Onun için, ittifak yasasından da yararlanarak solun HDP’nin merkezinde olduğu bir şekilde genel seçimlere hazırlanması gerektiğini düşünüyoruz. Cumhurbaşkanlığında ise ilk turda Demirtaş girmeli, ikinci tura çıkabilecek tek aday o. Çıkamazsa, bize göre, ikinci turda seçimin boykot edilmesi lâzım.
Mavi: Ben de seçimin erkene alınmasının yönetememe sorunuyla ilişkili olduğunu düşünüyorum, hem ekonomik hem de siyasi bir kriz var. Grevler yasaklanıyor, insanlar işlerinden atılıyor, öğretmenler, doktorlar kadro alamıyor. OHAL, KHK’lar çok geniş bir kitlede yorgunluk, bıkkınlık yarattı, hayatta kalıp kalamama derdi var. Çok sayıda insan hem ekonomik krizden hem de KHK’lardan, muhbirlikten ciddi biçimde etkilendi. Savaş çığırtkanlığı da bu yönetememe krizinin sonucu. 24 Haziran tarihi bir yandan da İyi Parti’yi seçime sokmamak için düşünülmüş olmalı. Sol muhalefetin beraber bir aday çıkarmaya çalışması iyi olur. Emek eksenli siyaseti oluşturacak bir hat gerekiyor. Alana çıkamayacağı, siyaset yapamayacağı için biz Demirtaş’ı düşünmemiştik. Ahmet Şık’ın adı geçiyordu aday olarak, biz Fatih Maçoğlu’nu önermiştik, kitlelere ulaşabilecek “güzel solcu” örneği. İkinci tura örneğin Akşener’le Erdoğan kalırsa, tabii boykot olmak zorunda. Kalan adayla alakalı biraz.
Yeşil: Referandumda da çok güçlü bir Hayır kampanyası yürütüldü, hatta kazandık muhtemelen. Bu iktidar seçimle gitmeye yanaşacak gibi görünmüyor. Dolayısıyla, seçimleri sokak hareketini büyütme perspektifinden düşünmek lâzım. Parlamentoya girecek milletvekili sayısı elbette önemli, ama bunun esas sokakta örülecek bir muhalefetin bakiyesi olarak ortaya çıkması daha hayırlı olur.