COVİD-19 SALGINI HANGİ AŞAMADA, DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE DURUM NE?

Söyleşi: Fırat Fıstık
27 Nisan 2020
SATIRBAŞLARI

Fotoğraf: Saner Şen
İtalya Başbakanı Giuseppe Conte, salgına karşı alınan tedbirlerin 4 Mayıs’tan itibaren kademeli olarak gevşetileceğini, ilk aşamada inşaat, toptan ticaret, imalat sektörlerinin çalışmaya başlayacağını, 18 Mayıs’ta müze, sergi ve kütüphanelerin 1 Haziran’da da restoran, kafe ve barların açılacağını duyururken, İspanya’da sokağa çıkma yasağının 40. gününde 14 yaş altındaki çocukların aileleriyle sokağa çıkmasına izin verildi.
Diğer Avrupa ülkeleri de tedbirleri gevşetmeye hazırlanıyor. İsviçre’de yapı, bahçe işleriyle ilgili marketler, kuaförler, veteriner klinikleri, güzellik salonları 27 Nisan itibarıyla açıldı, Hırvatistan’da birçok işyeri, kütüphane ve müze de bu haftadan itibaren açık olacak. Çekya’da Avrupa Birliği ülkelerinden iş nedeniyle ülkeye yapılan seyahatlere yeniden izin verilirken, restoran ve kafeler de 11 Mayıs’ta kademeli olarak açılacak. Norveç’te ilkokulların açılması kararı verildi, Belçika da belirlenen bazı işyerlerinin 11 Mayıs’ta açılacağını duyurdu.
Durum böyleyken birçok uzman bu konuda endişeli ve ikinci dalga tehlikesine dikkat çekiyor. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Selim Badur, “Önlemlerin zamanından önce esnekleştirilmesi, salgının yeniden alevlenmesine yol açabilir. Bilimsel veriler yerine, ekonomik kaygılar bizi yönlendirirse bu pandeminin üstesinden gelmek güçleşir” diyor.
Prof. Dr. Selim Badur’a bağlanıyoruz ve aşı çalışmalarından tedavilere, sağlık politikalarından ikinci dalga ihtimaline kadar birçok konuyu kendisinden dinliyoruz.

 

En baştan başlayalım , Covid-19’u SARS’tan, MERS’ten ve diğer virüslerden ayıran temel özellikler neler?

Selim Badur: SARS ve MERS, Covid-19 etkeni olan SARS-CoV-2 virüsüne göre daha yüksek ölüm oranına yol açıyordu, SARS’da yüzde 10, MERS’de yüzde 30’lardaydı. Yeni koronavirüste bu oran yüzde 2-4 civarında, ancak yayılımı çok daha güçlü. Bu durum yeni virüsün reseptörü olan ACE2’ye bağlanma özelliği ile ilintili. Ayrıca, yeni bir antijenik tipte virüs olduğundan ve insanlar daha önce bu virüs ile hiç karşılaşmadıklarından bağışıklık söz konusu değil. Bu nedenle süratle yayılımı gerçekleşti. SARS ve MERS’te yayılım bu denli geniş olmadı. Büyük olasılıkla her ikisinin insandan insana bulaş güçleri fazla değildi ve bu durum reseptörlerinin yerleşimi kadar virüsün genetik özellikleriyle de ilintili.

Prof. Dr. Esin Şenol, “Bu virüsün dinamiklerinin yüzde 80’ini biliyoruz artık” demişti. Bilinenlerle bilinmeyenleri karşılaştırdığınızda, “artık biz bu virüsü tanıyoruz” diyebilir miyiz?

Prof. Dr. Esin Şenol’dan farklı düşünüyorum. Evet, virüsle ilgili bilgilerimiz süratle artıyor, ancak bilmediğimiz, bu virüse özgü olan ve daha önceki bilgilerimiz ile açıklayamadığımız çok konu var. Bu virüs, bizi şaşırtacak oranda beklenmedik davranışlar gösteriyor. Örneğin, diğer solunum sistemi etkenlerinden farklı olarak çok farklı organ ve dokulara bağlanarak, farklı sistemlerde hastalıklara neden oluyor. Nöroinvaziv özelliğinin kalp ve damarlarda hasar oluşturması gibi.

Virüsle ilgili bilgilerimiz süratle artıyor, ancak bilmediğimiz, daha önceki bilgilerimiz ile açıklayamadığımız çok konu var. Bu virüs, bizi şaşırtacak oranda beklenmedik davranışlar gösteriyor.

Virüsle ilgili yayınlanan makalelerde çok fazla çelişen nokta var. Bu durum normal mi?

SARS-CoV-2 virüsü alışılagelenden farklı, beklentilerden farklı özellikler gösteriyor. Farklı yayınlarda çelişkili bulgular bildiriliyor. Örneğin, virüsün dış koşullarda ne kadar canlı kaldığı sorusuna çok farklı yanıtlar veriliyor, deneysel koşullarda farklı ısı ve nem oranlarında farklı ve çelişkili bulgular elde etmek mümkün. Maskenin yararı ve kullanımına gelince, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ilk açıklamalarında sağlıklı kişilerin maske takmasının gereksiz olduğunu söyledi, ancak daha sonra sağlıklı görünen çok sayıda asemptomatik, yani hastalık belirtisi göstermeyen olgu olduğu ve bu kişilerin virüsü topluma yaymada önemli oldukları anlaşıldı. Sonuçta, belirti göstermese de, her bireyin virüs taşıma olasılığı göz önüne alınarak herkes için maske kullanımı önerildi. Bu bir çelişki gibi algılanmamalı. Zaman içinde konu ile ilgili bulgular ortaya çıktıkça, yaklaşımın değiştirilmesi olağan bir durum.

İlk vakayı 11 Mart’ta duyuran Türkiye’deki gelişimi nasıl değerlendirirsiniz?

Bazı önlemlerin erken alınması ve genç nüfus oranının yüksek olması ülkemizin şansı oldu. Uygulanan test sayısının zamanla artması ve çeşitli kısıtlamalar virüsün daha kontrollü yayılımını sağlayarak sağlık sisteminin rahatlamasına yardımcı oldu. Ayrıca resmi açıklamalardan öğrendiğimiz kadarıyla hasta yatağı ve yoğun bakım olanaklarının yeterli olması, tedavide kullanılan ilaçlar açısından sıkıntı yaşanmaması şansımız oldu. Elbette bazı öngörülemeyen ya da zamanında atılamayan adımlar da oldu. Maske teminindeki aksamalar veya bazı riskli kişi ve grupların gerekli şekilde karantinaya alınamaması gibi.

Ülkelerin sağlık politikaları bakımından bakarsak dünya nasıl bir sınav verdi?

Hem DSÖ bünyesinde, hem de birçok ülkede pandemi planları hazırlanmıştı. Ancak etkenin bu denli hızlı yayılımının öngörülemediği yadsınmaz bir gerçek.  Burada DSÖ’nün “hatalı ve yetersiz” kaldığı eleştirilerine değinmem uygun olacaktır. DSÖ, tavsiye kararı alan bir yapıdır ve yaptırımı yoktur. Bu nedenle “İşin başında DSÖ, neden Çin’e yasaklar getirmedi?” sorusu doğru bir görüş değil. Bu bağlamda asıl sorunun, sağlık sektörünün özelleştirilmesiyle ilintili olduğunu düşünüyorum. Halk sağlığı ve koruyucu hekimliğin ön planda olduğu yaklaşımlar, kâr amacı güden ve sağlığın özelleştirildiği yapılanmalara oranla içinde bulunduğumuz pandemi gibi geniş çaplı soruna daha etkili yanıt verebiliyor. Salgın hastalıklara karşı daha hazırlıklı ve donanımlı olmaları nedeniyle başarılı sonuçlar elde edebiliyorlar. Öte yandan, konuya baştan itibaren bilimsel bir açıdan bakarak gerçekçi ve şeffaf bir politika izleyen ülkeler –örneğin, Almanya– ile önce konuyu hafife alarak inkâr, sonra başka ülkeleri veya grupları suçlama, ya da her şeyin yolunda gittiğini vurgulama yaklaşımı gösteren ülkelerde –örneğin, ABD–pandeminin seyri doğal olarak farklı oldu, oluyor.

Önlemlerin zamanından önce esnekleştirilmesi, salgının yeniden alevlenmesine yol açabilir. Bilimsel veriler yerine ekonomik kaygılar bizi yönlendirirse bu pandeminin üstesinden gelinmesi güçleşir. Tepe noktasına gelindiğini söylemek iyimser bir yaklaşım.

Birçok ülke tedbirleri gevşetmeyi tartışıyor, bunun yanında uyarılar da yapılıyor. Sizce bu ciddi bir risk mi?

Önlemlerin zamanından önce esnekleştirilmesi, salgının yeniden alevlenmesine yol açabilir. Bilimsel veriler yerine ekonomik kaygılar bizi yönlendirirse bu pandeminin üstesinden gelinmesi güçleşir. Şu an için tepe noktasına gelindiğini söylemek iyimser bir yaklaşım. Olgu sayısında, kaybedilen kişi sayısında göreceli bir azalma başlasa da, yaklaşımlarda köklü değişimlere gidilmesi için erken olduğunu düşünüyorum.

İkinci dalga ihtimaline dair birçok açıklama yapılıyor. Eylül-Ekim’de bir ikinci dalga olması ne kadar muhtemel?

Daha önceki salgın ve pandemilerde ikinci dalga olgusunun yaşandığı biliniyor. Ancak Covid-19 için şimdiden bu gelişme mutlaka olacaktır demek doğru olmaz. Sadece eski deneyimlere bakarak böyle bir olasılığın varlığından bahsetmek uygun ve gerçekçi bir yaklaşım. 

Fotoğraf: Chris Mcgrath

Yıllarca bu virüsle yaşamayı öğrenmek zorundayız sanırım. Buna katılıyor musunuz?

Evet, olayların gelişimi bu görüşün doğru olacağını düşündürmektedir. Burada belirleyici olan toplumsal bağışıklığın oranı ve etkisidir. Ancak SARS-CoV-2’ye karşı oluşacak antikorların gücü, süresi ve her şeyden önce etki oranı konusunda bir dizi belirsizlik var. Ancak bu sorulara yanıt bulunduğunda gelecek hakkında öngörülerde bulunabiliriz.

Tedavide kullanılan ilaçları ve diğer yöntemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle ülkemizde hızlıca kullanılmaya başlandığı ve sonuç verdiği söyleniyor.

Hem hidroksiklorokin hem de konvalesan dönemde alınan plazmaların kullanımı konusunda dünya çapında kabul görmüş standart bir uygulama yok. Her tür tedavi deneme aşamasında ve etkene özgül bir ilaç henüz geliştirilmediğinden, yararlı olabileceği düşünülen her yola başvuruluyor. Bugün için farklı ülkelerde, hatta aynı ülke içindeki farklı sağlık kurumlarında değişik protokollerden yararlanılıyor. Ülkemizde ise Sağlık Bakanlığı’nın önerdiği tedavi algoritmaları daha standart bir yaklaşımın gerçekleşmesini sağlıyor. Herhangi bir ilacın ya da tedavi yaklaşımının hangi hastaya, hangi aşamada verileceği konusunda elimizdeki bilgiler ışığında en yararlı olabileceğini düşündüğümüz tedavi şemalarını uygulamalıyız ve böyle de yapılıyor.

“Altın standart” olarak kullanılan PCR testi, gerçek olguların ancak üçte ikisinde pozitif sonuç veriyor. Bu durumda testin yeterli duyarlılığa sahip olduğunu söylemek güçleşiyor. Ayrıca semptomları olmadığı için test yapılmayan asemptomatik olguların varlığı da söz konusu. Bunlara bakarak gerçek olgu sayısının resmi olarak bildirilenlerden daha fazla olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Aşı çalışmaları için insan deneyleri başladı. Bilimsel makaleler, çalışmalar aşı çalışmaları konusunda ne söylüyor?

Gelinen noktada aşılar kullanılarak oluşturulması beklenen antikorların, yukarıda belirttiğim özellikleri –kalıcılığı, süresi, ve en önemlisi etkinliği ve güvenilirliği– ortaya konduğunda aşıların ne boyutta yarar sağlayacağını göreceğiz. Klasik anlamda bir aşının oluşturulması kadar, yaygın kullanıma girmeden önce yapılacak kontrollerin de büyük önemi vardır ve kontroller uzun zaman alır. Uygulamadan önceki bu kontrol aşaması için gönüllü insan gruplarına ihtiyaç vardır. Gönüllülerin seçimi, yapılacak işlemlerin etik yönü konunun diğer önemli bir boyutudur. Aşıların 2021 yılı başında uygulamaya konabileceği öngörülebilir. Aşılar kadar geliştirilecek anti-virallerin de önemli olduğunu düşünüyorum.

Koronavirüs testi negatif çıksa da bulguları gösteren çok sayıda hasta var. Testlerin duyarlılığı konusunda da birçok eleştiri var. Açıklanan rakamların çok daha üzerinde enfekte insan olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bugün için “altın standart” olarak kullanılan PCR testi, gerçek olguların ancak üçte ikisinde pozitif sonuç veriyor. Bu durumda testin yeterli duyarlılığa sahip olduğunu söylemek güçleşiyor. Durum böyle iken, doğal olarak klinik bulguları uyan ve tomografi sonucu Covid-19 ile uyumlu hastaların tedavisine başlanıyor. Ancak tüm ülkelerde sadece PCR testi pozitif çıkan olgular “Covid-19 olgusu” tanısı alıyor ve kayıtlara geçiyor. Ayrıca semptomları olmadığı için test yapılmayan asemptomatik olguların varlığı da söz konusu. Bunlara bakarak gerçek olgu sayısının resmi olarak bildirilenlerden daha fazla olduğunu söylemek yanlış olmaz.

^