ÇİN DEVLETİNİN UYGUR TÜRKLERİ POLİTİKASI VE TÜRKİYE’DEKİ AKİSLERİ

Söyleşi: İrfan Aktan
27 Mart 2021
SATIRBAŞLARI

Çin’in Doğu Türkistan’la, Uygur halkıyla derdi ne? O “temerküz kampları” neyin nesi? İslâm-Türk sentezcisi yerli ve milli iktidar Müslüman soydaşlara yapılan zulme neden sessiz? Dahası, Türkiye’deki 300 binden fazla Uygur Türkünün çalışma izni ve sosyal güvencesi niye yok? Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin 25-27 Mart’ta Türkiye’yi ziyaretiyle bir kez daha gündeme gelen bu soruların bağlamını ve tarihsel boyutunu, altı yıl önce Türkiye vatandaşlığına geçen, aile üyeleri halen Doğu Türkistan’daki kamplarda tutulan Uygur Türkü, Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Abdürreşit Celil Karluk’tan dinliyoruz.

 

Doğu Türkistanlı Müslüman Türklere son yıllarda dozu giderek artan şekilde baskı ve asimilasyon uygulayan Çin’in Dışişleri Bakanı Wang Yi 25-27 Mart’ta Türkiye’yi ziyaret etti, çeşitli görüşmeler yaptı. Bu ziyareti ve Türkiye’nin Uygur Türkleri ve Doğu Türkistan sorunuyla ilgili politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Abdürreşit Celil Karluk: Açıkçası Çin Dışişleri Bakanı’yla neler konuşulduğunu merak ve endişeyle bekliyoruz. Türkiye’nin bu sorunla ilgilendiğini biliniyor, ama tutarlı bir “Uygur Türkleri” politikasının olmadığını düşünüyorum. Bu “ilgi” Çin’le münasebetlerde Doğu Türkistan sorununun çözümü konusunda bir netice sağlamaya yeter mi, yoksa mesele sadece sorunu idare etmek mi, bilemiyoruz. Bildiğimiz şu: Bırakın Doğu Türkistan’dakileri, Türkiye’ye göç etmiş ve T.C. vatandaşı olmuş Uygurlar bile haklarını alamıyor. Ben yeşil pasaport sahibi ve profesör bir TC vatandaşı olarak güven içinde Çin’e gidemiyor, Kaşgar’daki hasta annemi ve kardeşimi buraya getiremiyorum. Hatta ve hatta 1400 küsur gündür ailemle en asgari iletişim bile kuramıyorum! Ailem hakkında bilgi almak için en son Mart 2017’de aradığımda annem, “bizi seviyorsan bir daha arama, kapat şu lanet olası telefonu” demişti. Ailemi bırakın, kendisi de Çinli olan akademisyen arkadaşlarımı, eski öğrencilerimi aradığımda da aynı yanıtı alıyorum. Türkiye buradaki Uygurların güven içinde aileleriyle iletişim kurmasını sağlayacak bir diplomatik ilerleme bile sağlamış değil. 

Abdürreşit Celil Karluk

Ama Türkiye ve Çin arasındaki diplomatik ilişkilerin iyi olduğu söyleniyor…

Ticarete bakınca Türkiye lehine bir gelişme yok, siyasete bakınca Çin’in söylemlerinin Türkiye’de git gide hakim olduğunu görüyoruz. Gönül istiyor ki, bu iyi ilişkiler karşılıklı olsun. Ya da insani meselelerde ABD’ye, Avrupa’ya, hatta Hindistan’a verilen tepki Çin’e de verilsin. Orada açık bir soykırım yaşanıyor. Siyasiler Türkiye’nin ezilenlerin yanında olduğunu sürekli söylüyor, ama Uygur Türkleri söz konusu olduğunda somut bir adım göremiyoruz. Bu konuya dikkat çekebilmek için AKP’ye, MHP’ye ve ilgili birimlere gittik, raporlar, bilgiler verdik, ama en ufak bir gelişme olmadı. Türkiye Çin veya ilgili ülkelerle ilişkilerini daha insani, medeni ve stratejik boyutta geliştirebilirdi. Bu potansiyeli vardı. Çin’in Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olup Doğu Türkistan’daki insanlara bu kadar insanlık dışı vahşeti yaşatması karşısında, Türkiye’de “Uygurlar da bizim gibi Türk, Müslüman, bizimle kardeştir” siyaseti yapanların yüzümüze samimiyetle bakabileceklerini sanmıyorum.

Türkçe bildikleri için mi?

Hayır, Azerbaycanlılar veya bazı Suriyeliler de Türkçe biliyor, ama entegrasyonda adacık oluşturuyorlar. Uygurlarda öyle bir durum yok. Öncelikle psikolojik bariyer yok, kültürel olarak çok yakın, fizyolojik olarak da. Bundan dolayı birinci nesilde entegre başlar, ikinci nesilde biter, üçüncü nesilde kaybolur. Yüksek lisans tezimi bu konuda yaptığım için biliyorum. Türkiye’deki Doğu Türkistanlılar hakkında net sayı veremezsiniz. Çünkü çabuk kaynaşıp entegre oluyorlar. Göçmen bütünleşmesinde kültürel ve psikolojik bariyerleri olmayan, sert bir politik dışlanma görmeyen gruplar daha çabuk entegre olur. ABD’ye göç eden beyazların Latin ve Asyalılara göre daha çabuk uyum sağlaması gibi. Ama 2000 yılı sonrası çeşitli nedenlerle gelen veya Türkiye’nin Güneydoğu Asya ülkelerinden getirdiği Uygurlar da var. Kimisi 50 bin kişiden bahsediyor. TC pasaportu alamayan, ikâmetle yaşayan veya hiçbir şeyi olmayan bir kesim bu. Kayseri, İstanbul, Ankara ve Konya’da yaşıyorlar. Bu insanlar Türkiye’yi ikinci vatan olarak görüyor. Bunu Türkiyeliler anlayamaz, biraz anlarsa Balkanlılar anlar. Birçok Uygur varını yoğunu satıp dolarlarıyla geldi Türkiye’ye.

Türkiye’de Doğu Türkistanlı kaç kişi var?

Cumhurbaşkanı’nın bir zamanlar verdiği bilgilere göre, Türkiye’de en az 300 bin Uygur Türkü var. Hamasetçi milliyetçilere göre 80 milyon, İslâmcılara göre ne kadar bilinmez! Öte yandan, Doğu Türkistanlılar Türkiye’deki göçmen grupları içinde bütünleşme maliyeti en düşük olan grup, entegrasyona en açık kesim. 

Türkiye’de en az 300 bin Uygur Türkü var. Türkiye’nin Güneydoğu Asya ülkelerinden getirdiği Uygurlar da var. Kimisi 50 bin kişiden bahsediyor. TC pasaportu alamayan, çalışma izinleri, sosyal güvenceleri, hiçbir şeyi olmayan bir kesim bu. Maalesef meselenin bu yönü pek bilinmiyor.

Varsıllar mı geldi?

2013 sonrası artan baskılar nedeniyle umudunu kaybedenler, çocuklarını burada okutmak isteyen varlıklılar da geldi. Ben de malımı, mülkümü satıp geldim. Türkiye bahsettiğim Doğu Türkistanlılara ikâmet verdi, ama çalışma izni vermiyor. “Uzun dönem kalabilirsin, cebindeki parayı harcayabilirsin, ama çalışamazsın” der gibi. Yıllardır Türkiye’de çalışamadan yaşayan bu insanlar getirdikleri varlıklarını tamamen tükettiler. Çalışamadıkları için yoksullaştılar, sosyal güvenceleri de yok. Bir ailenin morg ücretini ödeyemediği için çocuğunun cenazesini bile çıkaramadığını biliyoruz. Dolayısıyla Uygur Türkleri sorununun bir boyutu da burada yaşanıyor ve maalesef meselenin bu yönü pek bilinmiyor. 

Cenevre Sözleşmesi gereği, kalıcı olarak bir ülkeye kabul edilmeyenlere sığınmacı statüsü verildiğinde çeşitli sosyal olanaklar sağlandığı söyleniyor. Bu durum Uygur Türkleri için geçerli değil mi?

Uluslararası koruma yalnızca Suriyeliler için geçerli, Irak, İran, Afganistan veya Türkistan’dan gelenlere işlemiyor. Bu insanlar için devletin veya sivil toplum örgütlerinin rehabilitasyon, yerleşme, entegrasyon gibi konularda politikaları olmalı. Bunların hiçbiri yok. Hükümete yakın yardım dernekleri bu durum üzerinden çeşitli “ticaretler” yaptı. Akademisyenler olarak, 2014’te bu insanların büyük şehirlerden çıkarılmaları, Anadolu’da boşalan köylere yerleştirilmeleri, kendi hayatlarını kurabilmeleri gerektiği yönünde önerge verdik. Hiçbir dernek, STK bunu ciddiye almadı. Bugün devasa dernekler “yardım” adı altında Uygur Türklerini dilenci yapmış durumda. Çocuklar için de gurur kırıcı bir hayat, anne-babası her gün derneklere gidip dilenci gibi yardım alıyor olması hakikaten gurur kırıcıdır. Bırakın meslek edindirmeyi, çalışmak isteyene iş yok, çalışanların çoğu kaçak ve sigortasız. Aralarında dünya sıralamasında ilk 500’e giren Çin üniversitelerinden mezun tıp doktorları var, ama YÖK denkliklerini bir türlü çıkarmıyor. Türkiye’deki Uygurlarda son yıllarda artan dışlanmışlık hissi hâkim.

Çin Halk Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu önü, 25 Mart 2021 

Doğu Türkistan’dan Çin’e yönelen nasıl bir tehdit var ki, 1,5 milyar nüfusluk kocaman bir ülke bütün dünyanın tepkisini göze alarak küçücük bir bölgedeki insanları asimile ediyor, toplama kamplarına alıyor. Sizin ailenizin de bu baskılara maruz kaldığını biliyoruz. Amaç nedir?

Çin için en büyük tehdit farklılıklardır. Çin’in 1,5 milyarlık nüfusu aslında heterojen olmasına rağmen dışarıdan homojen gibi algılanıyor, böyle olması isteniyor. Çin’de antropolojik ve sosyolojik olarak binlerce etnik grup var, ama yasalar sadece 55’ini resmi azınlık olarak tanıyor. Bunlar da Çin’in lanse ettiği gibi etnik grup değil, geçmişte devlet kurmuş, kendi dili, yazısı ve kültürü olan milletler. Örneğin, Tibetliler, Uygurlar, Moğollar… Çin zihniyetini çok iyi anlamak lâzım: Fark eşittir tehdit. Bu zihniyet Çin Komünist Partisi (ÇKP) döneminde daha fazla öne çıktı, bilhassa Soğuk Savaş sonrası.

Türkiye’de Kürtlerin yaşadığı ayrımcılığa benzer diyebilir miyiz?

Irkçılık veya dışlama, dışlanma konusunda Türkiye ile Çin kıyaslanamaz bile. Çin bu konuda hakikaten emsalsizdir. Çin’de sırf sakalınız olduğu için bölücü muamelesi görebilir, “zihniyeti bozuk” olarak yaftalanabilir, hatta terörist olarak içeri alınabilirsiniz. Dış görünüşünüzden bile “Çin imajına uygun olmayan bir hayat” yaşadığınız düşünülebilir ve bu da parti-devlet birliği için tehlike olarak görülür. Çin’de yaşadığım dönemde, Pekin’in saygın üniversitelerinden birinde sosyoloji kürsüsünde öğretim üyesiydim. Marksist kuram ve eleştirel teori eğitimi almış öğrencilerim, onlara Uygur Türklerinin veya diğer azınlıkların, hatta Han Çinli grupların gördükleri zulümle ilgili görseller, videolar izlettiğimde, ilgili sosyoloji kuramlarına uygun yorumlamak yerine “devlet olması gerekeni yapıyor” diyorlardı. Ayrıca, başka bir derste benzer konuları konuşurken birden amfinin kapısı açıldı ve biri girip “böyle ders anlatamazsın, konuyu değiştir” diye uyardı. Bu uyarıyı yapanlar ÇKP’nin fakültelerdeki sekreterleri. Bütün derslikler, amfiler kamerayla izlenir. Her şey takip edilir. “Bu konulara” girdiğim için savunmam bile istendi.

Çin için en büyük tehdit farklılıklardır. 1,5 milyarlık nüfusu heterojen olmasına rağmen homojen gibi algılanıyor, böyle olması isteniyor. Çin’de antropolojik ve sosyolojik olarak binlerce etnik grup var, ama yasalar sadece 55’ini resmi azınlık olarak tanıyor. Çin zihniyetini çok iyi anlamak lâzım: Fark eşittir tehdit.

Bu anlattıklarınız resmi devlet politikası nedeniyle yaşananlar, Çin halkının Uygurlara yaklaşımı nasıl?

Uygurların Çin’de yaşadığı en büyük sorun dış görünüşleri nedeniyle ayrımcılığa uğramak. Benim meslektaşlarım, mesai arkadaşlarım dahi dış görünüşümle ilgili ağır şakalar yapar. Kıllarımız nedeniyle maymun benzetmesi yapılır, domuz eti yemediğimiz için kıllı olduğumuz söylenir.

Irkçı söylemler bu kadar rahat kullanılabiliyor mu?

Türkiye’de yaşananlara ırkçılık diyorsak Çin’deki için ultra-ırkçılık gibi yeni bir kavram bulmalıyız. Evet, Çin’de bunlar çok normaldir. Daha yakın zamanda, Çin’de yayınlanan bir deterjan reklamında, siyah bir erkek beyazlatıldı. Avrupalılar bu reklamı eleştirince Çinliler bayağı şaşırdı. Çünkü algılar çok farklı. İsimler nedeniyle de ayrımcılık yapılır. Aynı odayı yıllarca paylaştığım mesai arkadaşım bile bana asla Abdürreşit Celil demezdi. Sadece “Reşit” derdi. Ben yokken çalışma ofisime gelip tam adım ile beni sorduklarında, doğrudan “burada öyle biri yok” derdi. Ad ve soyadımız Çinlilerinki gibi iki veya üç hece olmalıydı. Benimki gibi dokuz hece adı hatırlamak zor geldiği için akıllarında tutmak istemezlerdi. Ama yabancı olursa, örneğin Rus veya Batılı, akıllarında tutmaya çalışırlardı. Öte yandan, benim çalıştığım sosyoloji bölümüne Uygurlar çok nadir alınır. Sosyoloji lisansı için öğrenci kontenjanı verilmez, verilse de sadece Çin dilli Uygurlara çok kısıtlı sayıda verilirdi. Çünkü Çin’de üniversite kontenjanları millete göre verilir. Bir bölüme 30 öğrenci alınacaksa, 25’i Han Çinlisi olur. Geri kalanlar da Moğol, Tibet, vs. diye dağılır. Ama onlar da muhakkak Çin dilinde eğitim veren kurumlardan mezun olmalı. 

Gözleri bağlı, ayaklarına pranga vurulmuş yüzlerce Uygurlu tutsağın insansız hava aracıyla çekilen görüntüleri geçtiğimiz yıl basına yansımıştı

Başka dilde eğitim veren okullar var mı?

Doğu Türkistan’da 2003’e kadar, özerk bölge yasası gereği, Uygur Türkçesiyle ilk, orta, lise ve üniversite eğitimi verilirdi, ama kaldırıldı. Şimdi tamamen Çince eğitim veriliyor. Uygur Türkçesiyle insanların kendi aralarında dahi konuşmaları yasak. Geçenlerde sosyal medyaya düşen bir video vardı. İlkokulda çocuk Uygurca konuşmayı bırakın, ablasının Uygurca adını bile söyleyemiyordu. Görüntüde konuşan Çinli, “ablanın adını söyle, bir şey olmaz” dediğinde “ceza yemekten çok korkuyorum, onun adı Çince değil Uygurca” diyordu.

Doğu Türkistan’da Uygur Türkleri arasında Pekin yönetimi veya ÇKP ile iş birliği yapan gruplar var mı, yoksa bütünleşik bir muhalefet mi yürütülüyor?

Yok yok, Türkiye’deki gibi düşünmeyin. Orada muhalefet diye bir şey yok, çünkü muhalif olduğunuz anda ya hapse girersiniz ya idam edilirsiniz. Tehdidi ortadan kaldırmak için her yol denenir. Muhalif olma ihtimali bile düşünülerek tedbir alınır. Geçenlerde BBC muhabirine konuşan Uygur Özerk Bölgesi dış ilişkiler yetkilisi, kamplara alınanlarla ilgili olarak “suç işleme ihtimalini önceden kestirdiğimiz için tedavi etmek üzere buralara aldık” diyordu.  

Özerk yönetim ne kadar özerk?

Doğu Türkistan’da önemli yerlerde ve kilit birimlerde Uygurlar çalıştırılmaz. Onlar sadece zabıta gibi yerlerde çalışabilir. Yani yerelde Uygur halkıyla Uygurlar uğraşır. Ama zabıtanın yöneticisi bile Uygur olamaz, Çinlidir. Özerk bölgelerdeki bütün idari birimlerde, merkezden mahallelere kadar, ÇKP sekreterliği vardır. Bölge yetkilileri tamamen Han Çinlisidir. Üniversitelerde bir bölüm başkanı bir de muhakkak ÇKP sekreteri olur ve bütün belirleyici kararları onlar alır. Özerk bölgede yerel yöneticiler, örneğin vali, kaymakam, muhtar Uygurdur, ama köylerde bile Çinli ÇKP sekreteri vardır ve yerel yöneticiyi o atar. ÇKP sekreterleri kimin idareci olacağına, maliyede ve diğer önemli işlerde belirleyicidir. Onların dediği olur.

Türkiye’de yaşananlara ırkçılık diyorsak Çin’deki için ultra-ırkçılık gibi yeni bir kavram bulmalıyız. Daha yakın zamanda, Çin’de yayınlanan bir deterjan reklamında, siyah bir erkek beyazlatıldı. Avrupalılar bu reklamı eleştirince Çinliler bayağı şaşırdı.

Uygurlar ÇKP üyesi olabiliyor mu?

Çin’de ilkokula başlayan herkesin sicil dosyası açılır ve bu sicil sizi gölge gibi takip eder. Eğer sicil dosyanız uygunsa ÇKP’ye girebilir, burada da özel bir eğitim alırsınız. Bu eğitimlerden geçerseniz atamayla idari bir göreve gelebilirsiniz. Aykırı düşünen biri üye olamaz. Örneğin ben üyelik dilekçesi verdim, bir kaç yıl gözetlendim, izlendim. Periyodik olarak önemli uluslararası gelişmeler hakkında ÇKP ideolojisine uygun“izlenim ve değerlendirme” raporları yazdıktan sonra üye oldum.

ÇKP üyeliğinin nasıl bir faydası oldu size?

Üzerimdeki gözetleme azaldı, ama asla güvenmediler. Çünkü ben Uygurum, ismim Abdürreşit. Doktoramı rejimin sevmediği, şüphe duyduğu bir ülkede, Türkiye’de bitirdim. Fakat üç dilde akademik yayın yapabiliyorum. Gerçi Çin zihniyetine göre dört dil, çünkü Uygur Türkçesi ile Türkiye Türkçesini iki farklı dil olarak görülüyor. Bu akademik birikimime göre, bölüm başkanı olmam, yüksek fonlu projeler almam gerekir, ama bu asla olmadı. Çince dışında başka bir dilde yayın yapamayan bir meslektaşımın eriştiği imkânlara asla erişemem. Çünkü ben her zaman bir tehdidim. Çünkü Çinlilik oranım istenilen seviyede değil, onlardan hâlâ çok farklıyım.

“Çinlileştirme” nasıl yapılıyor?

Kültürel, psikolojik Çinlileştirmeyle bitmiyor bu iş. Fizyolojik farkları ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. En önemlisi zihniyetin değiştirilmesi amaçlanıyor. Çinliler sizi sosyal hayatta, arkadaş ortamında, içki masasında dener. “Türkiye çok iyi bir ülke” derler, “evet” deyip onaylarsanız hemen notunuz alınır. Veya “Türkiye Doğu Türkistan’daki bölücüleri destekliyor” diye eleştirileri aynı tonda desteklemezseniz yine hakkınızda not alınır. Doğu Türkistan’da sakallı gezmek, içki-sigara içmemek, merhaba yerine selamünaleyküm demek terörist görülmenize yeter. 

Ayakkabı fabrikasında çalıştırılan Uygurlar

2013-2014 itibarıyla baskılar neden arttı?

Uygur Özerk bölgesinin kurulması sonrasında başlayan sonu gelmeyen kampanyalar, yasaklar, dışlamalar 1980’e kadar devam etti. 1980-1990 arası rahatlama dönemi oldu azınlıklar açısından. Uygurlar da rahattı. Ama 1995’ten sonra Çin yasaları göz ardı edildi. Aslında Çin inanç yasası diyor ki, “Çin vatandaşı istediği dine inanır, inanan inanmayanı, inanmayan inananı zorlayamaz.” Ama 1997’de yayınlanan bir yönetmelikle inanç yasası ayaklar altına alındı, devletle ilişkisi olan herkesin dini hayatı sıfırlandı. Sıfırlamayanlar cezalandırıldı. 2003’te Uygur Türkçesi kamusal alandan ve eğitim dili olmaktan çıkarıldı. Akabinde bölgedeki diğer diller de eğitim dili olmaktan çıkarıldı. 2006’dan itibaren, bugün Batı’nın “köle işçi” dediği 16-21 yaş arasındaki Uygur kızları zorunlu olarak Çin’in doğusuna transfer edilmeye başlandı. Fabrikalarda, el ve fiziki işlerin yoğun olduğu, tekstil, ayakkabı, otomasyon dışındaki işlerde çalıştırılıyorlar.

Gitmek istemeyenlere ne yapılıyor?

Gitmek istememe şansınız yok. Çocuğunuzu göndermezseniz bölücü, ayrılıkçı, terörist olarak damgalanırsınız. Hatta ben üç yıl bu proje üzerine çalışırken gördüm, Çin’in doğusunda Kaşgar’da bu uygulamaya karşı gelenlerden bazılarının evleri dümdüz edilmiş.

Bu uygulamaya neden geçildi?

2008’de Çin’in tek çocuk politikası sonucu birçok fabrika ucuz Çinli işçi bulamadı. Tek çocuklu Çinliler de daha yüksek maaşlı işlerde çalışmayı tercih ediyordu. Köle işçi olarak getirilen Uygur çocuk işçiler bir Çinlinin aldığı maaşın yarısına, üçte birine çalıştırılmaya başlandı. Hatta pek çoğu ayın sonunda çalıştığı fabrikaya borçlu olarak çıkarılıyor. Diyelim ki ayakkabı bağcığı işindesiniz. Bir tane bağcığı yanlış bağladığınızda, bunu telafi etmek için üç bağcığı daha bağlamanız gerekiyor. O işçiler hakkında sosyolojik çalışma yaptığım için biliyorum bunları. Bu çocukların zorla çalıştırılma uygulaması halen devam ediyor.

Doğu Türkistan’da 2003’e kadar, özerk bölge yasası gereği, Uygur Türkçesiyle ilk, orta, lise ve üniversite eğitimi verilirdi, ama kaldırıldı. Şimdi tamamen Çince eğitim veriliyor. Uygur Türkçesiyle insanların kendi aralarında dahi konuşmaları yasak.

Nasıl bir ücret politikası uygulanıyor?

İşçinin kendisi şirketle konuşamıyor. Kontratı yerel hükümetle fabrika kendi arasında imzalıyor. Yaptığım araştırmada 30 küsur fabrikaya girdim, binlerce işçiyle mülakat ve anket yaptım. Alınan maaş, bir Çinli işçinin aldığının en fazla yarısı kadar. Dediğim gibi, çoğu işçi ay sonuna kadar borçlu çıkıyor. 

“Nazi kampı” benzetmesi yapılan işkence kampları var mı gerçekten? Kaç kişinin bu kamplarda olduğu düşünülüyor?

Bu uygulama 2017’de başladı. BM’ye göre iki-üç milyon, bizim tahminimize göre en az beş milyon insan bu kamplarda. Devasa kamplar bunlar. Uydu görüntüleri, oraya götürülen muhabirlerin çektiği fotoğraflar var. On binlerce insanın bir arada tutulduğu, Çinlilere göre “beyindeki zararlı virüslerin temizlendiği” kamplar bunlar. Bu zararlı virüsün İslâm olduğunu açıkça belirten resmi açıklamalar var. Aralarında meslektaşlarım, akademisyenler de var. Kardeşlerimden biri 2017’de kampa alındı. Tek suçu 2014’te Türkiye’ye gelmesi ve dindar olması. Gürbüz ve sağlıklı olarak girdiği kamptan tüm vücudu felçli, yatalak halde çıktı. Konuşamıyor, yarı ölü vaziyette. En küçük kardeşim 90 yaşındaki anneme bakmakla mükellefti. Orada bir dükkân işletiyordu, araba yedek parçası satıyordu. 2017’den beri nerede olduğunu bilmiyoruz. Şu anda 40 yaşında. Büyük abim ve bir yeğenim kamptaymış, 15 yıl hüküm giymişler. Çin’in Ankara Büyükelçiliği, ben bu konuda beyanat verince bulunduğum üniversitenin rektörlüğüne zarf bırakarak bunların tümünü gayrıresmi teyit etti. İki kardeşimin de terörist girişimde bulunma ihtimalinden dolayı alındığı söyleniyor. Gayrıresmi diyorum çünkü, elçilikten gelen zarfın içinde A4 beyaz kağıda yazılmış, Çin’in diplomatik veya bürokratik diline uymayan tarzda yazılmış bilgiden ibaret. Elçilik kaşesi, mührü veya imza yok. Antetli kağıt bile değil. Bu zarfla birlikte rektörümüze hitaben de yazı vardı. Sonra rektörümüz elçiliğe bir yanıt yazısı yazdı. Bana gelen yazının elçilik tarafından yazılıp yazılmadığını, yazıldıysa kendi öğretim üyesinin neden ailesi ile hâlâ görüşemediğini, ne zaman ve nasıl iletişim kurabileceğimi soran resmi bir mektuptu bu.

Urumçi’de Çin yönetimini protesto eden Uygur kadınlar her zaman olduğu gibi polis şiddetiyle karşı karşıya kaldı, 7 Temmuz 2009

Elçiliğin yanıtı ne oldu?

Aradan neredeyse 15 ay geçti, cevap bile vermediler. 

Kardeşleriniz nasıl bir terörist girişimde bulunmuş olabilirler?

Bir Çinliye ters bakmış olabilirler mesela! Daha fazlası değil! 

Doğu Türkistan meselesi hakkında Türkiye’de çok az insan bilgi sahibi. Bu meselenin tarihsel arkaplanı nedir, nasıl başladı ve bugün neler yaşanıyor?

Kafkasya’nın doğusunda yer alan Türkistan coğrafyası, güneyde Afganistan, doğuda Çin Seddi, kuzeyde Sibirya’ya kadar uzanıyor. Bu bölgeye ismini “Türklerin yaşadığı yer” anlamında Farisîler vermiş. Amu, Sır ve Tarım ırmakları ile Türkistan’ın bereketli vadileri uygarlıklara ev sahibi olmuş. İslâmiyet öncesinde ve sonrasında da önemli medeniyet ve kültür merkezleri olan Buhara, Semerkand ve Kaşgar kentleri de bu bölgede. Bereketli toprakları nedeniyle yerleşik hayatın erken başladığı, ticaret ve siyasetin geliştiği, devletlerin kurulduğu Türkistan hem kendi bölgesinde bir güç olmuş hem de büyük imparatorluklar bu bölgeye hâkim olmak istemiş. Çin’in de bu bölgeye hâkim olma düşüncesi ilk olarak milattan önce 138’de, Çin’in yayılmacı Xīyù (Şiyü) ülküsüyle başlıyor. 

Doğu Türkistan’da önemli yerlerde ve kilit birimlerde Uygurlar çalıştırılmaz. Özerk bölge yetkilileri tamamen Han Çinlisidir.

Şiyü ülküsü nedir?

Xīyù aslında Batı Diyar anlamına geliyor. Bu ülkünün temeli iki bin yıl kadar önce, Çinliler Hunlarla uğraşırken atılmış. Çinliler kendilerine karşı en büyük tehdidin kuzey ve kuzeybatıdan geldiğini, bu tehdit unsurları bertaraf edilmezse Sarı Irmak’ın bereketli vadisindeki mevcudiyetlerini koruyamayacaklarını düşünüyordu. Bu ülküye göre hayatta kalmak için sürekli güçlenmek ve doğrudan telaffuz edilmese de Batı Diyar’daki Türkistan’ın ele geçirilmesi gerekiyor. Öte yandan, Büyük İskender de Türkistan’a kadar gelmiş, ama alamadan geri dönmüş. Sanayi Devrimi’nden sonra sömürgeciliğin başlamasıyla birlikte de kuzeyden Rusların, güneyden İngilizlerin ve doğudan Çinlilerin işgaline maruz kalmış bu coğrafya. Aslında Çin 1840’a kadar kendisini bölgesindeki tek egemen güç olarak görüyordu. Buna göre dünya düzeninin merkezi Çin ve etrafındaki küçük ülkeler ona vergi veren, haraç ödeyen barbarlar. Ama Sanayi Devrimi ile toplar, tüfekler kılıca üstün gelince işin rengi değişiyor. Afyon Savaşı’nda Batılı ülkelerle karşı karşıya gelen Çin ordusu yerle bir oluyor.

Batı’ya yenilmeden önce kendisini bölgesel güç olarak gören Çin’de tarihsel arka plan nasıl?

Çin milleti M.Ö. 1500 yıllarında Sarı Nehir vadisinde medeniyet kurarak tarih sahnesine çıkıyor. Medeniyetlerde en önemli öğe olan yazıyı inşa ediyorlar. Böylece erken dönemde kazandıkları benlik ve yarattıkları uygarlık adım adım birikiyor. Bugünkü Çin yazısı üç bin yıldır kullanılıyor. Yazı Huaxia dediğimiz orijinal Çinlilerin etraflarındaki beyliklere karşı üstünlük kazanmasını ve M.Ö. 220’de birleşik ve merkeziyetçi bir devlet kurmasını sağlıyor. M.Ö. 6. yüzyılda Konfüçyüs ve Taoizmin kurucusu Laozi, devletin nasıl yönetileceğine dair fikirler geliştirip bunları yazılı hale getiriyor. Sonradan kurulan devletler, Konfüçyüs düşüncesinin olgunlaşmasıyla birlikte, genellikle merkeziyetçi ve itaat temellidir. 

Abdürreşit Celil Karluk Çin’in Ankara Büyükelçiliği önünde basın açıklamasında, 11 Şubat 2021

Türkistan meselesi ve Şiyü ülküsü işin içine nasıl dahil oluyor?

Devlet coğrafi ve nüfus olarak büyüyor, ama kuzeydeki “barbar” Hunları savaşta yenemiyor. Çinlilerin ismini aldığı Han (Hanzu) sülalesi devlet aklını kullanarak M.Ö. 138’de Zhang Qian isimli generali, Hun Federasyonu içindeki beyliklerle işbirliği yapması için bir heyetle birlikte Türkistan’a gönderiyor. Fakat Hunlar tarafından yolda yakalanıyor ve 10 yıl esir kalıyor. Sonunda bir şekilde kaçıyor ve görevine devam ediyor. Hunların uygulamalarından mustarip obeyliklerle Çin’in onlara destek vereceğini söyleyerek anlaşma yapıyor. Gittiği bölgelere dair detaylı raporlar tutuyor ve 16 yıl sonra başkente dönüyor. 

Pekin’e mi?

Hayır, o zaman başkent güneyde, Pekin ise sonradan Çinlileşen Moğolların. Zhang Qian döndüğünde o dönemin kralı getirdiği bu müthiş raporları okuyor ve artık bu bölgeye Xiyu (Şiyü) denmeye başlıyor. Böylece Çin’in güvenlik stratejisi içinde Türkistan bölgesine hakim olması düşüncesi Xiyu ülküsü ekseninde şekilleniyor.

Ne tür bilgiler var Zhang Qian’ın raporlarında?

Toprakların bereketli, insanları kullanmanın ise kolay olduğu ve bu bölgedeki beyliklerle ilişki kurulması gerektiği yazıyor. Çin’de üretim bol, ürün fazlası var. Böylece çay, ipek ve değerli eşyalar Türkistan coğrafyasına götürülmeye başlanıyor. İsmi 1800’lerde İpek Yolu olarak konulan yolun hikâyesi de buna dayanır.

Çin Türkistan’ı ne zaman işgal ediyor?

Çin’in en güçlü olduğu M.S. 7. yüzyılda, yönetimdeki Tang hanedanının ordusu, Göktürkleri parçalayıp Türkistan bölgesine giriyor ve tamamen işgal ediyor. 750 yılında Abbasi İmparatorluğu ordusu Horasan’a giriyor ve burada Çinlilerle karşılaşıyor. O zaman bu bölgede yerleşik olan, benim de soyadımı aldığım Karluklar ve başka Türk beylikleri var. Çinliler ile Abbasi ordusu arasındaki savaşta bu beylikler ilk başta Çinlilerin safında yer alıyor, henüz Müslüman değiller. İslâmla daha önce temas etmişler, ama Müslümanlardan zulüm görmüşler. Savaş sürerken Karluklar, kendilerinin yenemediği Çinlileri artık güçlü bir ordunun yenebileceğini görüp Abbasilerin safına geçiyorlar. Böylece 751 yılında Çinliler Türkistan topraklarından tamamen çıkartılıyor.

BM’ye göre iki-üç milyon insan kamplarda. On binlerce insanın bir arada tutulduğu, Çinlilere göre “beyindeki zararlı virüslerin temizlendiği” kamplar bunlar. Kardeşlerimden biri gürbüz ve sağlıklı olarak girdiği kamptan felçli, yatalak halde çıktı.

Türkler de din mi değiştiriyor?

Hemen değil, bu bölge 930’larda tamamen İslâmlaşıyor. Çinliler 1755 yılına kadar bölgeye adım atamıyor.

Yani Çin’in Türkistan’ı ilk işgali yaklaşık 100 yıl sürüyor, sonra bin yıl Türkistan’a giremiyor, öyle mi?

Çin imparatorluğu genişlediği toprakları genellikle kendisi fethetmez. Örneğin Moğollar savaşır, toprak alır, yönetimi Çin’e devreder. Moğolların genişlettiği topraklarda yönetime gelen Ming Hanedanı, bugün ÇKP’nin yaptığı kültürel homojenleştirmenin çok daha fazlasını 14. yüzyılda yapıyor. Türkleri, Arapları, İranî halkları, Müslüman grupları asimile etmeye başlıyor. Dillerini, kendi aralarında evlenmelerini, kendi kıyafetlerini giymelerini yasaklıyor. Çin’deki Müslümanlar Timur’dan yardım istiyor. Timur ordusuyla Çin’e yürüyor, fakat yolda ölünce Ming Hanedanı da asimilasyonu tamamlıyor. Daha sonra 1644 yılında kuzeyden gelen Hun soyundan Mançular Ming Hanedanı’nı yok edip Çin topraklarına hâkim oluyor. Mançular atlı ve savaşçı. Toprakları genişletiyorlar ve Moğollar ile anlaşamıyorlar. Moğollar ile savaşırken bugünkü Doğu Türkistan’a giriyorlar. Böylece 10 asır sonra Çinliler Mançu orduları ile birlikte tekrar Türkistan’a girmiş oluyor.

Bu işgale karşı bir direniş veya bir savaş başlıyor mu?

Evet, 1878’e kadar da sürüyor, ama Çin lehine sonuçlanıyor. Doğu Türkistan, Çin’in 19. eyaleti olarak, 1884’te bugünkü Şinciang ismini alıyor. Aynı dönemde Ruslar da Kaşgar’a 200 kilometre uzaklıktaki bugünkü Bişkek’i işgal edince Rus ve Mançu orduları bir sınır çiziyor. Böylece Doğu Türkistan-Batı Türkistan ayrımı ortaya çıkıyor. Doğu Türkistan 1949’a kadar yarı sömürge-yarı bağımsız olarak kalıyor. 

Doğu Türkistan’ın yarı sömürge durumu ne kadar devam ediyor?

1933’te Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti kuruluyor, ama Kızıl Ordu tarafından yıkılıyor. 1944’te bu kez SSCB’nin desteğiyle ikinci Cumhuriyet kuruluyor. Kuzeydoğu Türkistan’daki Çin birlikleri bu destekle temizleniyor, ama II. Dünya Savaşı sonunda, Yalta Konferansı’nda bu coğrafyanın kaderi belirleniyor. SSCB Doğu Türkistan’ı Çin’e veriyor, milli ordu tamamen pasifize ediliyor. Böylece, Çin savaşmadan bölgeyi ele geçiriyor ve 1955’te Şinciang-Uygur özerk bölgesi kuruluyor.

Bölgeye Doğu Türkistan demek yerine neden farklı bir isim veriliyor?

Türk ismi tamamen yasaklanıyor. Zaten Doğu Türkistan üzerinde bugün kitlesel soykırıma dönüşmüş baskı ve zulümler 1955’ten itibaren başlıyor. Bu mesele 2017’de Türkiye’nin de gündemindeydi, ama sonra gündemden düştü, unutturuldu. Batı’da özellikle ABD ile Çin arasındaki sorunlar artmaya başlayınca, bugüne kadar dar anlamıyla bir “Türk-Müslüman” sorunu olan Doğu Türkistan meselesi küresel bir soruna dönüştü. Meselenin Batı’ya yansıması böyleyken, Müslümanlar açısından Doğu Türkistan meselesi hep bir yük olarak görüldü.

 

 

 
^