Alınmayan salgın önlemleri, uzun çalışma saatleri, mobbing, taciz, kötü işyeri koşulları… Kocaeli Şekerpınar Migros deposunda çalışan işçiler bu kölelik düzenine karşı ses çıkarıp, örgütlenince, işçi kıyımı başladı. Kronik hastalarla beraber 100’ü aşkın çalışan yaklaşık sekiz aydır ücretsiz izinde, içlerinden 37’si Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası (DGD-Sen) üyesi. Bir de sürgün edilenler var… İş sözleşmeleri feshedilmeyen, ama askıya alınan işçiler ücretsiz izne, kendi tabirleriyle “ölüm ücretine” mahkûm edildi. “Araf”taki işçiler 5 Ocak’tan beri her gün Migros deposunun önünde seslerini duyurmaya çalışıyor. Talepleri net: işbaşı yapmak, işyerindeki baskıların sonlanması, insani çalışma koşullarının sağlanması. Direnişteki işçileri dinliyoruz.
Ücretsiz izne çıkarılmanız nasıl oldu?
Cafer Laçin: Dört yıldır Migros depoda çalışıyorum. Gıdanın en ağır bölümünden başlayıp gıda dışına kadar, her zaman birden fazla alanda çalıştırıldım. Biz işten çıkarılmadan bir ay önce, 180 kişi alındı işe. Tecrübeli olduğumuz için yeni gelenlere işi öğrettik, onları eğittik. Deponun yıl sonu envanterini yaptıktan sonra da yılbaşında tek bir mesajla toplu olarak işten çıkarıldık. Doğru düzgün hiçbir gerekçe sunulmadı, ama çoğumuz sendika üyesiydik. İşyerinde çalışma koşullarını düzeltmek için sendikaya üye olmuştuk. Sendikaya üye olduğumuzu öğrenmişlerdi. Örgütlenmenin önünü almak için bizi göndermeye başladılar. İşten çıkarılmamızın altındaki sebep bu olmasına rağmen, bazı arkadaşlarımızı iş düzenini bozmak, performans yetersizliği gibi iddialarla çıkardılar. Bu gerekçelerin hepsi bahane, hiçbir arkadaşımız iş düzenini bozmuyordu, hepsi de performansı yüksek elemanlardı.
Fatma Yiğit: Bana sunulan gerekçe performans düşüklüğü oldu… Lise çağındaki oğlum staj yaptığı yerde iş kazası geçirmişti. Götürüldüğü hastanede kendisinden bir telefon numarası istenince benimkini vermiş. Depoda mesaideyken bana hastaneden mesaj geldi. Çok kötü oldum o an, ağlamaya başladım. Amirler gelip “sen servisle git” dediler, ama en erken servis bir, bir buçuk saat sonra kalkacaktı. Beklerken, o süre içinde hep ağladım. Çocuğu yaralanan bir anneyi evladına yetiştirmek yerine, ağlatarak beklettiler. Ben gidene kadar oğlum eve götürülmüştü. Allahtan durumu çok ağır değildi, ama olabilirdi. Soruyorum, onların beni hastaneye, oğlumun yanına yetiştirmesi gerekmez miydi? Bunun yerine, ertesi gün bir tutanak tutup “performansın düşük” dediler. Ben de buna karşı savunmamı yazdım, genel şikâyetlerimi ilettim, depodaki pisliği anlattım.
Biz çıkarılmadan bir ay önce, 180 kişi alındı işe. Tecrübeli olduğumuz için yeni gelenlere işi öğrettik, onları eğittik. Deponun yıl sonu envanterini yaptıktan sonra, yılbaşında tek bir mesajla toplu olarak işten çıkarıldık.
Deponun şikâyet ettiğiniz genel manzarası nasıl?
Depo kışları su içinde, ben de arkadaşlarım da hep sular içinde çalıştık. En ucuz, yırtık ayakkabılar veriyorlar bize, onlarla mesai yapıyoruz. Zemin her zaman berbat. Trans paletler bozuk. Bulamadığım zaman amire söylediğimde, “git bul, bana trans palet şikâyetiyle gelme” diye azarlanıyordum. Her yer kedi ve fare pislikleri içinde. Korona zamanında bile bu pislik ve rezalet içinde çalıştık. Bunların hiçbirine, söylememize rağmen, kulak asmadılar. Şikâyetlerimi dile getirdikten sonra, yılbaşı akşamı, telefonla ücretsiz izne gönderildiğimi söylediler. Beni ücretsiz izne mahkûm etmelerinin tek nedeni adaletsizliklere itiraz etmem. Yoksa standart çalışma saatlerim hariç, bir ayda 162 saat mesaim var. Neyin performans yetersizliğiymiş? Performansımdan memnunmuşsunuz demek ki.
Erhan Aydem: İçeride 700 işçi ve yalnızca iki tuvalet, bir kafeterya var, toplam 15-20 bank koymuşlar, 700 işçinin oturup orada çay-kahve içmesini bekliyorlar. Çay kazanı desen, dört tane ufak kazan, işçi mecburen üst üste çıkıyor. Bir de göz okutma sistemi var, iki tane, orada da yığılma oluyor.
Göz okutma sistemi nedir, neye yarıyor?
Cezaevi sistemi gibi, girip çıkarken retina okutmak zorundasın, yoksa ceza yiyorsun. Çalışanlar 100 metre sıra oluyor bu işlem için, giriş çıkışlarda üst üste çıkıyorlar mecburen. Anlayacağınız burada pandemi işlemiyor… Ben Migros’un müşterisine de seslenmek istiyorum. Alışveriş yapıyorlar, evet, ama içerideki çalışma şartlarını kimse bilmiyor. Ayrıca, aldıkları gıdalar onlara sağlıklı ulaşıyor mu ulaşmıyor mu, bunu da düşünmeleri lâzım. Burada birçok arkadaşımızda korona çıktı. Bu işçilerle yakın temaslı olanlar evlerine yollanmadı, çalıştırılmaya devam etti. Buradaki ürünlerin bir kısmı günlük ürün. Diyelim ki, ben de temaslıyım ya da hastayım. O ürünün kutusuna dokunmuşsam, ne olacak? Markette satışa sunuluyor ürün, virüs oraya ulaşabilir. Müşteriler at gözlüklerini atsınlar. Bir Migros mağazasına gittiğinizde güzel, nezih geliyor size, ama içerideki şartlar böyle. Migros işçisi de çukurlarda, en ağır şartlarda çalıştırılıyor. Biz burada sesimizi duyurmaya çalışıyoruz, onların da duyması lâzım. Biraz araştırsalar onlar da hakikate ulaşacak.
Deponun zemininden şikâyet ettiniz Zemin çalışma şartlarınızı nasıl etkiliyor?
Hüseyin Gül: Zemin kötü olduğu için malları taşıdığımız trans paletleri kaldırmak ve indirmek çok zor oluyor. O trans paletlerle bir ya da iki ton yükü kaldırmak zorundayız. Zemin kötü olunca bu yük katlanıyor, ürünler devriliyor. Söylediğimiz zaman “elinizi taşın altına koyun” cevabı alıyorduk. “Sizin vicdanınız rahat mı biz bu şekilde çalışırken?” diye sorduğumuzdaysa geçiştiriyorlardı. Depo işçisi için meslek hastalıklarından biri fıtıktır, onun da belki en önemli sebebi bu.
Ücretsiz izne gönderilenlerin yanı sıra sürgün edilen işçiler de var…
Murat Bostancı (DGD-Sen Başkanı): Evet. Bu bölgede yani Derince, Pendik, Gebze civarında yaşayan üç işçi Esenyurt’taki depoya sürüldü. İstanbul’un öbür ucu demek. Burada, kısa mesafede dahi servis varken, o üç işçi servissiz yollanıyor Esenyurt’a. Amaç yıldırmak. Bu arkadaşlarımızla ilgili ihtar çektik, karşı taraf da bir ihtar çekti. Arkadaşlarımızın üç-dört gün üst üste Esenyurt’taki depoya gitmediğini mazeret gösterdiler. İşçi arkadaşlarımız uzak olan o depoya gitmeyeceklerini, çalışma yerlerinin Şekerpınar deposu olduğunu ve buraya geleceklerini söylediler. Şekerpınar’a geldiğimizde ise içeri almadılar. Üç arkadaşımızın durumu şu an mahkemeye taşınmış durumda.
Çalışma saatleriniz nasıldı?
Ozan Kılıç: Dokuz aydır sabah 8’de gelip akşam 10.30’akadar çalışıyorduk. Haftada sadece bir gün, o da kavga dövüşle ancak izin alabiliyorduk. Pazar günü bile çalıştırıyorlardı. Eğer gelmezsek, ertesi hafta izne çıkamıyorduk. Bir gün saat 5’te çıktım diye beni en ağır bölüme attılar. Orada belim ağrıdı, bunu söylediğimde dinlemediler. Rahatsızlandım, rapor aldım, ama yine de ağır bölümde çalıştırmaya devam ettiler. Sadece bu da değil, yemeklerimiz iyi değildi, bulgur pilavı ya da pirinç veriyorlardı sadece. O kadar saat çalıştırıp, vitamin değeri düşük yiyeceklerle idare etmemizi istiyorlardı. Bu durumdan, tehditlerden bıkmıştık artık. Örgütlenmemiz lâzımdı. Örgütlenince de süresiz ücretsiz izne yollandık.
Aynur Demir: Arafta gibiyiz. İşten çıkarılmış görünmüyoruz, ama bir işimiz de yok. Şu süreçte iş de bakamıyoruz. Ölüm ücreti olan 1168 liraya mahkûm edildik. Soruyorum, nasıl geçineceğiz bu parayla? Ya işten çıkarsınlar ya da işe geri alsınlar bizi.
700 işçi ve yalnızca iki tuvalet, bir kafeterya var. Cezaevi sistemi gibi, girip çıkarken retina okutmak zorundasın, yoksa ceza yiyorsun. Burada pandemi işlemiyor… Migros’un müşterisine de seslenmek istiyorum. Gıdalar onlara sağlıklı ulaşıyor mu ulaşmıyor mu, düşünmeleri lâzım. Birçok arkadaşımızda korona çıktı. Bu işçilerle yakın temaslı olanlar evlerine yollanmadı, çalıştırılmaya devam etti.
Yiğit: Oğlum lise, kızlarım üniversite öğrencisi. Kızlarımdan biri tıp okuyor, biri de bilgisayar mühendisliği. Onların eğitim giderleri çok fazla, bir kitapları 500-600 lira olabiliyor. Şu an Covid-19’dan dolayı evdeler, eğitimlerini internet üzerinden, bilgisayarla sürdürüyorlar. Çalışıyor olmama güvendiğim için borca girip, çocuklarıma bilgisayar aldım. Mecburdum. İki yıl önce trafik kazası geçiren eşim yeni yeni toparlandı, ancak eli iş tutmaya başladı, ama bu sefer de ben işimden oldum. Asgari ücretle evimi çevirecek durumda değilken, şimdi ücretsiz izne çıkarıldım. 1168 liraya muhtaç ettiler bizi. Ben bununla nasıl üç çocuk okutacağım, nasıl ev geçindireceğim? İşten çıkarılan arkadaşlarımızdan yeni çocuğu olanlar var, borçlu bir sürü insan var, yeni evlenenler var. Bu insanlar ne yapacak? Hepimiz mağduruz.
Nur Kılınç: Yeni evlendim, daha bir sene oldu. Eve götürdüğüm maaş zaten yeterli değildi, şimdi bir de işten çıkardılar. Ayda 5 bin lira ödemem gereken kredi var. Banka “neden ödemiyorsun?” dediğinde “ücretsiz izne çıkarıldım, 1168 lira alıyorum” mu diyeceğim, ne diyeceğim? Bu parayla kim geçinebilir? Bizleri resmen ölümle tehdit etmek bu, başka açıklaması yok. Kendimi öldüreyim, borçlarım silinsin istiyorlar galiba…
Laçin: Dört ay önce bir çocuğumuz oldu; ayıptır söylemesi, verdikleri 1168 lira çocuğun bez masrafını bile karşılamıyor. Zor durumdayız. Ücretsiz izin kaldırılsın, işimize geri dönelim istiyoruz.
Ücretsiz iznin sendikalaşmayı engellemede bir silah olarak kullanılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aydem: İş yerimiz iş yapamaz halde olsaydı, anlayabilirdik. Ama bizi çıkartırken ardımızdan 200’e yakın işçi alabiliyorsa iş yeri, ortada bir haksızlık var demek ki. Sendikalı olduğumuz için, mobbing’lerine, tacizlerine göz yummadığımız için çıkarıldık, buna eminiz. İçeride yönetici denen şahıslar, müdürlük yapanlar çalışan arkadaşlarımızı kenara çekip “sendikalı mısın, neden sendikalısın?” diye tehdit ediyorlar, bize bunların haberleri geliyor. Bunları yaparken yanlarında bir yaverleri de görüntü alıyor. Yasadışı işler yapıyorlar. İşçiyi ezmek için her yolu deniyorlar. İnsanları yıldırmaya çalışıyorlar, insanların zaaflarını kullanıyorlar. Aldığımız zaten üç kuruş para, yetmiyordu. Bizi bundan da mahrum edip 1168 liraya, yani açlığa da değil, sefalete mahkûm ediyorlar. Bugün bir insanın bu parayla geçinebilmesi imkânsız. Devletten buradaki patrona kadar, herkes bu tablonun suçlusu. Meclis’te 584 milletvekili var, ama bunların sadece biri, ikisi gelebiliyor yanımıza.
Dokuz aydır sabah 8’de gelip akşam 10.30’a kadar çalışıyorduk. Haftada sadece bir gün, o da kavga dövüşle ancak izin alabiliyorduk. Pazar günü bile çalıştırıyorlardı. Eğer gelmezsek ertesi hafta izne çıkamıyorduk. Bir gün saat 5’te çıktım diye beni en ağır bölüme attılar.
Kimler geldi?
HDP İstanbul Milletvekili Musa Piroğlu geldi. Bizleri dinledi, sesimizi duyuracağını söyledi. Teşekkür ediyoruz ona. CHP ya da İYİ Parti’den gelen olmadı. Karşımızdaki insanlar güçlü diye korkmamalılar. Adları üzerlerinde, milletvekili, bizim vekillerimizler. Ancak şu durumda, patronların vekilleri mi milletin vekilleri mi, çözebilmiş değiliz. Migros Anadolu Grubu’nun tekelinde, Tuncay Özilhan’ın ana muhalefet yanlısı olduğunu, iktidara da söz geçirebildiğini biliyoruz. Kimse “ben bilmiyorum” demesin, gözle görülebilir bir şey bu. Ülkenin patronlardan korkmasını da anlıyoruz aslında, çünkü tamamen patronun tekeline sürülmüş bir ülke görüyoruz maalesef.
Burada sendikanızla, işçi arkadaşlarınızla beraber olmak nasıl hissettiriyor?
Filler zevk alsın diye altlarında ezilen çimler gibiyiz. Ama mücadelemizi bırakmayacağız. Fillerin altında ezilen çimen değil, ayaklarına batan diken olacağız. Ayaklarını üzerimizden çekecekler artık. Direnişimizi bırakmayacak, sonuna kadar devam edeceğiz. Ta ki, vekiller sesimizi duyana kadar. Eğer duymuyorlarsa da bunu sağlayacağız. Bakın, sadece biz direnmiyoruz, iki üstümüzdeki depoda direniş var, Cargill işçileri bin günü aşkındır direnişte, Bimeks işçileri var… Bugün açlık seviyesine gelmiş işçiler direniyor, ama gelin görün ki, rahat rahat maaşlarını alan vekillerimiz bunları görmüyor, duymuyor. Sadece vekiller de değil, medya da kör, sağır ve dilsiz. Televizyon kanalları bir dakika bile haber yapamıyorlar bizi. Çünkü hepsinin reklam arasında Migros var. İpler o kadar çok patronların elinde ki, ülke patronlardan korkuyor. Ben şahsen hiçbir şey yapamıyorsam da evimdeki televizyonda o kanalları karartacağım.
Kadın çalışanlara depo amirlerinin tacizini de gündeme getirdiniz. İşyeri bununla ilgili bir şey yaptı mı?
Demir: Yeni gelen bir kadın arkadaşımız amirler tarafından taciz edilmiş. Taciz eden amir depoda hâlâ, ama tacize uğrayan kadın işçi işten çıkarıldı. İş yerinin tutumu bu.
5 Ocak’tan beri direniştesiniz. Bu süre zarfında karşınıza bir muhatap çıktı mı, son durum nedir?
Bostancı: Görüşme talebinde bulunuyoruz, ama taleplerimiz jet hızıyla reddediliyor. Us Grup var, Migros’un taşeron şirketi. Onlarla görüştük, bize kendileriyle bir alâkası olmadığını, muhatabın Migros olduğunu söylüyorlar. Migros bir çözüm bulmak zorunda. Biz eylemimizi yapıyoruz, direnişimizi sürdürüyoruz, ama diyalog yolunu da açık tutuyoruz. Görüşme talebi olursa işçi arkadaşlarımızdan bir heyet oluştururuz, görüşme sağlanır. İşçilerin hepsi işbaşı yapar, içerideki baskılar sona ererse direnişimizi sonlandırırız. Ancak, şu anda direnişi sonlandıracak bir durum yok.
Son söz?
Yiğit: Ben çocuklarıma sınıf ayrımı yapmadan yaşamayı öğretiyorum. Çünkü kimse kimseden üstün değildir, herkes bireydir, herkes eşittir. Ayrımcılığı en derinden yaşayanlardanım. Buradaki arkadaşlarımla bu ayrımcılığın sonucunu yaşıyoruz. Biz köle değiliz, insan gibi muamele görmek istiyoruz. Sonuna kadar direnişe devam edeceğim. Şuracıkta öleceğimi de bilsem, gitmeyeceğim. Gerekirse yürüyerek Ankara’ya gideceğim. Her yere bu adaletsizliği duyuracağım. Yeter ki, bu zulüm dursun, işçilere köle muamelesi yapılmasın, kimse ikinci sınıf olarak itelenmesin. Başka da bir şey istemiyoruz.