KARA TREN: BATTAL DURUSEL

8 Ağustos 2018
SATIRBAŞLARI
Beşiktaş basketbol takımının efsanevi oyuncusu Battal Durusel bugün, 8 Ağustos 2018’de aramızdan ayrıldı. Roll sayfalarıyla, 2004’ten bir yazısıyla ve çok sevdiği Led Zeppelin’le uğurluyoruz. 

Biz tıfıldık; o, Beşiktaş’ın 11 numarasıydı, muhteşem beşlinin maça ası. Hep rakiptik; gönlümüz okul takımlarındaydı, sevdiğimiz abilerin okullarıydı onlar: İTÜ, Kolej, ODTÜ… Beşiktaş’ı yenelim diye bizimkilere tezahürat yapardık, ama onun her attığı girsin isterdik. Aman o hata yapmasın derdik. Diğerleri kaçırsın diye dua ederdik. Diğerlerini de severdik, ama maç işte.

NBA’ydi, Olimpiyatlardı derken, ne zaman basketten açılsa laf, dönüp dolaşıp o beşliye gelir oldu son günlerde. Başlı başına bir zevkti isimleri saymak: Fehmi, Tom (Davis), Aptullah, Battal, Hurşit –Erman sonradan katıldı onlara. O efsane beşliyi sayarken nedense Battal için ayrı bir parantez icap ediyordu her seferinde: “Öyle zarifti ki, isminin ve cisminin hilafına. Büyülerdi resmen; hip, beat, ne derseniz deyin, apaş, çelebi, zen…”

Yıllar sonra çıktı karşımıza. 18 Ağustos 2004 tarihli Cumhuriyet’in spor ekindeki bir yazıyla: “Geçmişten bugüne…” Fena heyecanlandık, meraklandık, fakat tırstık resmen okumaya. Ya büyü bozulursa?

Çekine çekine göz gezdirirken sayfaya, siyah harflerle yazılmış Led Zeppelin’i gördük birden. Bulut dağıldı, başladık okumaya. Oynadığı gibi yazmıştı. Harbi, samimi, sade, zarif, güçlü. Cümleleri jump shot‘ları gibiydi: “Deliksiz.” Led Zeppelin I’le hazırlanmaya başlamış şampiyonluk maçına. Led Zeppelin III’ten Hats Off To (Roy) Harper’ı roll’layarak saygı duruşuna geçiyoruz: Battal’a şapka!

Roll, sayı 90, Eylül-Ekim 2004

Ayaktakiler, Tom Davis, Aptullah, Battal; oturanlar, Fehmi, Ümit… Hurşit’le Necmi kenarda…

Geçmişten bugüne

Soğuk odada küçük gelen yatağımdan güçlükle kalktım. Bugün 2 Mart 1975. Galatasaray’la şampiyonluk maçımız var. Banyoda yüzümü yıkarken aynada yüzümün şişmiş olduğunu görüyorum. Bütün gece uyumamış, rüyamda maçı oynamıştım. Banyodan çıkarken ilerde büyük odaları, büyük yatağı olan sıcak bir ev düşledim. Mutfaktan çay kokusu geliyordu.

Babamın karşısına oturdum. “Şampiyonlukta prim var mı!” dedi. “Ne primi baba, yenelim yeter” diye cevapladım. “Eczacıbaşı, Efes’te oynayanlar iyi paralar alıyorlar, size bir şey yok mu?” dedi. “Sen değil misin bizi Beşiktaşlı yapan” dedim, kahvaltıdan kalktım. Salona geçtim. Dual pikaba Zeppelin I’i koydum. Underground müzik kulaklarımda yankılanırken şarj eden bir pil gibi dolduğumu hissediyordum. Black Sabbath, Cream, Pink Floyd derken kendime geldim. Malzeme çantamı doldurdum. Best Converse ayakkabılarım iyice eskimiş, altları silinmişti…

Evden çıktım ve Ziverbey’den Kalamış’a yürüdüm. Kalamış’ta, Kozluca’nın büfesinde Erol, Şansal, Hüseyin oturuyorlardı. “Ne oluyor bugün?” diye sordular, “yeneceğiz” dedim. Öğlen olmuştu. Todori’de hafif bir yemek yedim. Garson Aleko elinde şekerli bir kahveyle geldi. “Hadi paşam, bu sana doping olur, buraya galibiyetle dönün” dedi. Taksi tutacak param yoktu. Dolmuşla Kadıköy’e inerken ileride güzel bir arabam ve çok param olmasını arzuladım.

Kadıköy vapuruna bindiğimde maça giden birçok tanıdık yüz vardı. Beşiktaş’tan üç-dört kişi beraber Harbiye dolmuşuna bindik. Maç havasını bulmuş, insanlar Spor Sergi’ye giden yolda Radyoevi önünden kuyruğa girmişti. Bir gün herhalde yetkililer buraya büyük bir salon yapacaklardı!

Spor Sergi’nin kapısında amigo Şeref “hadi koçum” dedi, sırtımı sıvazladı. Kaya ve Gökhan hakem ikilisi maçı başlattığında her şeye hazır olduğumu ve yeneceğimizi biliyordum. Maçın sonunda hatırladığım, seyircinin korkunç uğultusu, bizim takımın iyi oyunu, Galatasaray’ın direnişi ve ABD’li Williams’dan yediğim darbelerdi. Ancak sonunda Beşiktaş, ilk Türkiye Ligi şampiyonluğunu kazanmıştı. 

Maçtan sonra Karaköy dolmuşuna binmek için Harbiye’ye doğru yürürken ağrıyan kaburgalarıma ve soğuğa rağmen mutlu ve gururluydum. Bugün geçilmesi gereken yollardan geçiyorduk.

Umutluydum. İleride basketbol çok büyüyecek ve basketbolcular çok büyük imkânlara kavuşacaklardı. Dolmuş Karaköy’e gelmişti. Cebimde kalan son 50 liralığı şoföre uzattım. Karaköy rıhtımında hava karanlık ve soğuktu. Bense mutlu ve umutlu…

Battal Durusel, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2004

^