Kortejlerin, pankartların ve sloganların kent sokaklarında dolaşmadığı, uzaklarda bir yerde öylece yan yana duruverdiği 1 Mayıs’ın bir anlamı olur mu? İktidarın dikte ettiği alanlar bir de üstüne Maltepe dolgu alanı gibi birer kent suçuysa, hem de 1 Mayıs çağırıcılarının bu alan için açtığı davalar hâlâ sürerken, 1 Mayıs’ın Maltepe’de kutlanması bu suçu, bu düzeni meşrulaştırmış olmaz mı? Bir alan nasıl kamusal hale gelir, kent hafızası nasıl işler? 1 Mayıs arifesinde, bu seneki kutlamanın Maltepe dolgu alanında yapılma kararını TMMOB’dan HDP’ye çağırıcılarla, İstanbul Kent Savunması’ndan Kuzey Ormanları Savunması’na bu karara muhalif olanlarla tartıştık.
Günlerdir İstanbul’un sokakları, meydanları, fabrikaları ve atölyelerinde elden ele bir çağrı dolaşıyor. “Yaşamını, doğasını, aklını ve memleketi sermayenin ve tek adam rejiminin kuşatmasına karşı savunan” tüm emekçiler, kadınlar, gençler ve çocuklar 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı’nı hep beraber kutlamak için Maltepe dolgu alanına çağrılıyor. Çağrıyı yapanlar DİSK, KESK, TMMOB, TTB gibi emek ve meslek örgütleri ile CHP ve HDP gibi siyasi partilerin de içinde olduğu elli kadar kurum. Hedef, Türkiye’nin kalbinin attığı kentte, yani İstanbul’da yüzbinleri buluşturacak kitlesel bir 1 Mayıs örgütleyerek ülke çapında bir demokrasi seferberliği başlatmak.
DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu bu tercihi şu gerekçeyle açıklıyor: “Bugün Türkiye’de, işçilerin, emekçilerin, halkın kendi tepkisini ifade edebileceği kitlesel bir 1 Mayıs yapılmasına ihtiyaç var. O nedenle bu sene –Taksim iddiamızı ve irademizi sürdürmek koşuluyla– bu süreci birlikte örgütlediğimiz yaklaşık elli kadar kurumla yaptığımız uzun tartışmalar sonucunda 1 Mayıs’ı Taksim dışında olabilecek en uygun alanda düzenleme kararı aldık.” Yani Maltepe’deki dolgu alanda.
İstanbul’da 3. Köprü’den Marmaray’a kadar bir dizi kent suçu var. Ama bizim de 1 Mayıs’ı yapmak gibi bir sorumluluğumuz var. Bunun dışında başka bir alternatif üretemediğimiz noktada, açıkçası bu çekinceleri söyleyerek 1 Mayıs’ı o alanda yapmak dışında başka bir seçeneğimiz yok. –ARZU ÇERKEZOĞLU
Emek ve meslek örgütlerinin 2018 1 Mayıs’ı için yaptıkları bu mekân tercihi kent ve yaşam savunucuları arasında şok etkisi yarattı. Gezi’den bu yana Türkiye’deki toplumsal muhalefetin en dinamik ve etkili eksenlerinden biri olan kent ve yaşam savunucuları için “yaşamını, doğasını” savunanların 1 Mayıs’ı Maltepe dolgu alanında kutlamaya çağrılması kabul edilemez, hatta akıl almaz bir karar. Gerekçeleri ne olursa olsun. Neden mi?
İstanbulluların kent suçlarına karşı sürdürdükleri mücadelenin ortak forumu İstanbul Kent Savunması’nın (İKS) aktivistlerinden İmre Azem’i dinleyelim: “Bu kararı alan örgütler arasında bizim çok yakın mesai yaptığımız, birçok mücadele alanında bilgisinden faydalandığımız, beraber mücadele ettiğimiz Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası (TMMOB) da var. TMMOB’un Maltepe dolgu alanıyla ilgili açılmış bir davası var ve dava dilekçesinde Maltepe dolgu alanının deprem riski taşıdığı, bu alanda etkinlik yapılmaması gerektiği, bu alanın bir rekreasyon alanı olarak kullanılamayacağı yer alıyor. Bilirkişi raporunda da yine aynı yönde görüş bildirilmiş. TMMOB için çok vahim bir durum bu, çünkü dava açtığı ve deprem riski taşıdığını söylediği bir alana milyonlarca insanı çağırıyor. Bu gerçekten akıl almaz bir şey. Ayrıca o dolgu alanlar kentsel dönüşümün rant uğruna yıktığı gecekondu mahallelerinin molozlarıyla oluşturuluyor. Bir işçinin, emekçinin yıkılan evinin molozları üstünde bayramını kutlamak zorunda bırakılması… Düşündükçe acı veriyor bu bana. Bunun farkında olan işçi neden böyle bir ikilemde kalsın? 1 Mayıs’ı mı kutlayacağım, yoksa yıkılan evimin hakkını mı arayacağım ikileminde neden kalsın?”
TMMOB dava açtığı ve deprem riski taşıdığını söylediği bir alana milyonlarca insanı çağırıyor. Bu gerçekten akıl almaz bir şey. Ayrıca o dolgu alanları kentsel dönüşümün rant uğruna yıktığı gecekondu mahallelerinin molozlarıyla oluşturuluyor. Bir işçinin, emekçinin yıkılan evinin molozları üstünde bayramını kutlamak zorunda bırakılması… Düşündükçe acı veriyor. –İMRE AZEM
Ya da İstanbul’daki kent ve doğa talanına karşı mücadele eden Kuzey Ormanları Savunması aktivistlerinden Efe Baysal’a kulak kabartalım: “Bu alan için denizin doldurulması ve bu süreçte denize yapılan ekolojik tahribat önemli bir sorun. Bütün Boğaz hattında ‘yol yapıyoruz, bisiklet yolu yapıyoruz, miting alanı yapıyoruz, Kabataş’ta Martı projesi yapıyoruz’ diye kıyıların doldurulduğunu görüyoruz. Bir de tabii çok ciddi deprem riski barındıran yerler bu dolgu alanları. İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) bunu söylüyor. Ayrıca TMMOB da deprem riskinden dolayı bu alana dava açmış. Sol örgütlerin birinci önceliği şayet halkın güvenliğiyse, o sırada olabilecek bir afette halkın güvenliğini nasıl sağlamayı düşünüyorlar acaba? Bu davalar halen devam ederken ‘bu mitinge katılıyoruz’ demek en nazik tabirle bir çelişki. Daha halkçı, toplumcu bir yerden refleks göstermesini beklediğin kesimlerin ‘biz buraya milyonları taşıyacağız’ söylemine kilitlenerek sistemin kullandığı popülist politikanın içine gömüldüğünü görüyoruz. Tam da iktidarın istediği bir şey bu.”
Dolgu alanların suç dosyası
Evet, bu dolgu alanlar, hangi açıdan bakarsanız bakın bir kent suçu, yani kent ve doğa talanı, halkın kent hakkının gasp edilmesi. Boğaz ve sahil hattındaki diğer tüm dolgu alanlar gibi Maltepe dolgu alanının da suç dosyası çok kabarık. Bu suçları tek tek sayalım ki, yukarıda bahsi geçen çelişki de, kent ve doğa savunucularının tepkisi de daha iyi anlaşılsın:
- Denizin 1.200.000 metrekarelik bölümünü demir, çimento, cam gibi kentsel atıkla doldurarak deniz ekolojisine büyük zarar vermek.
- Yapılan işin kıyı kanunu ve kıyı kanunu uygulama yönetmeliğine aykırı, yani hukuksuz olması.
- Dolgu malzemesi niyetine kentsel dönüşüm projelerinden çıkan hafriyatın kullanılması. Üstelik, hukuka ve vicdana aykırı bir şekilde emekçilerin ellerinden alınan mahallelerinde uygulanan kentsel dönüşüm projelerinden çıkan hafriyat bu.
- Şehir dışında bir yere dökülmesi gereken o hafriyatın şehir içindeki bu dolgu alanlara usûlsüzce boşaltılmasıyla elde edilen büyük rant.
- Bu rantgözlük nedeniyle, belli büyüklükte ve nitelikte taşlarla yapılması gereken dolgunun yine yönetmeliğe aykırı bir biçimde büyük oranda toprak ve molozdan oluşması.
- Doldurulan alanlar betonlaştırıldığı için yaratılan ısı adaları.
- Betonun üzerine düşük maliyetli suni yeşil alanlar yapmak suretiyle halkın gözünün boyanması (yeşile boyama).
- Bu gibi projelerin çevreye ve kente vereceği hasarın, halk sağlığına oluşturabilecekleri risklerin tespiti için mutlaka hazırlanması gereken Çevre Etki Değerlendirme raporunun bu projede “gereği yok” denilerek yapılmaması.
- Kent dışındaki bu dolgu alanlar gösterilerek kent içindeki meydanların halkın kullanımına ve demokratik ifadesine hukuksuz biçimde kapatılması.
- Yakınından fay hattı geçen bir kentte dolgu alanların çok ciddi deprem riski oluşturmaları. Hele de Maltepe gibi devasa boyutlarda ve yönetmeliğe aykırı yapılmış bir dolgu alansa.
Neden Maltepe?
İKS konuyla ilgili emek ve meslek örgütlerine hitaben yayınladığı “1 Mayıs Maltepe Dolgu Alanında Kutlanamaz” başlıklı açık çağrıda bu suçları ve riskleri hatırlatıp özellikle TMMOB’un “şaşkınlık yaratan” çelişkisine dikkat çekmiş: TMMOB, bir kent ve doğa suçu olduğu, ciddi deprem riski taşıdığı gerekçeleriyle dava açtığı Maltepe dolgu alanına nasıl olur da 1 Mayıs çağrısı yapar? Bu soruyu TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi YK Başkanı Esin Köymen’e yönelttik:
“Elbette TMMOB açısından çok da anlamlı bir tavır olmadı bu. Maltepe dolgu alanında 1 Mayıs’ı kutlamak çeşitli nedenlerle yanlış bir mekân seçimidir. Birincisi, dolgu alan bir meydan değil, kentle bir bağlantısı yok. İkincisi, kentin içindeki her türlü yeşil alanı, meydanı, parkı yapılaşmaya açıp sonra denizi doldurarak, kıyıları ve Boğaz’ı dümdüz hale getirip şu tarafını miting alanı, bu tarafını da rekreasyon alanı olarak düzenledim tavrı hukuken de yanlış. Bir de tabii adaların kuzeyinden geçen fay hattı nedeniyle Maltepe’de zaten bir deprem riski var. Dolgu alanlarda bu risk daha da fazla. Hele ki, 1999 depreminde Gölcük-Değirmendere’deki dolgu alanın durumunu düşündüğümüzde. Açıkçası bütün bunları değerlendirdiğimizde, kişisel kanaatim şudur: Yanlış bir karar verilmiştir. Bu kadar nettir. Fakat bu konudaki birinci eşik o dolgu alanda yapılan Adalet Mitingi’ydi. Bu bir kırılma yarattı. Hele erken seçim de gündeme gelince, büyük bir alanda kitlesel katılımlı bir buluşma yapmak, ne olursa olsun bir araya gelmek ve güçlü bir şeyler söylemek kaygısı mekân kaygısının önüne geçti. Öte taraftan, Türkiye’nin yaşadığı süreç ortada, bir dayanışma gününe ihtiyaç var ve TMMOB olarak böyle bir dayanışma gününe zarar verecek davranış ve çağrılardan özellikle uzak duruyoruz. Yanlış yanlışı doğurmamalı.”
Ortak mülkiyet, kamusal mülkiyet kavramını yitiriyoruz. Siyaseten baskıcı bir rejime doğru yönlendirmenin etaplarından biri bu. Direniş ve dayanışmayla özdeş olan bir mekândan kopartılmamız, mekânla hafıza arasındaki ilişkinin kopartılması demek. Alanın geniş olması bu dayanışma gününün yaygın kutlanması anlamına gelmiyor, sadece niceliğe bakarak gösterileri, eylemlilikleri değerlendirmek doğru değil. –ESİN KÖYMEN
Aynı soruyu HDP İstanbul İl Başkanı Cengiz Çiçek’e yöneltiyoruz. Ne de olsa, siyasete Türkiye’de pek alışık olmadığımız bir ekolojik vurgu getiren ve bu nedenle birçok kent ve doğa savunucusunun 7 Haziran seçimlerinden bu yana desteklediği bir parti HDP. Çiçek HDP’nin konuyla ilgili özeleştirisini veriyor vermesine ama, konuştuğumuz düzenleme komitesindeki diğer temsilciler gibi o da bu seneki 1 Mayıs’a kitlesel katılımın önemini vurguluyor:
“Dolgu alanlarda ve çevre tahribatının olduğu herhangi bir alanda miting düzenlenmesi, hem paradigmamız gereği hem de bütün ezilenler açısından baktığımızda kabul edilemez bir durum. Dolayısıyla, bu karara bizim bir şerhimiz oldu. Dolgu alanda miting düzenlenmesinin doğru olmadığı vurguladık. Hatta kendi içimizde ekoloji komisyonuyla bunu tartıştık, eleştirilerini de aldık. Ama siz de kabul edersiniz ki, orada onlarca kurum var. Sonuç itibariyle bu şerhimizle birlikte, AKP saray rejimine, tek adam diktatörlüğüne ve OHAL rejimine karşı bütün muhalif örgütlerin, bireylerin, çevrelerin 2018 1 Mayıs’ında yan yana gelmesi, toplu bir demokratik direniş fotoğrafı vermesi gereğinden dolayı kabul etmek zorunda kaldık diyelim. Yoksa biz o tartışmalarda Maltepe dışında başka alanlar önerdik. Partimiz açısından, alan itibariyle bizim için boynu bükük 1 Mayıs olacak.”
1 Mayıs çalışmalarının kendisi bile sokakta çalışan, evlerinde oturan herkese yansıyor. İstanbul’un her yerinde bildirilerimiz dağıtılıyor. Bu muhalefet tarzını, yani sokak muhalefeti tarzını, emekçilerle, kadınlarla, bir bütün olarak toplumun farklı kesimleriyle bir başlıkta buluşturmak bizler için çok önemli. –CENGİZ ÇİÇEK
Valilik tarafından İstanbul’da gösterilen sekiz miting alanının hepsini tek tek değerlendirdiklerini, ancak bu seneki kitlesel 1 Mayıs buluşması hedefleri göz önüne alındığında, önerilen alanların bir kısmının çok küçük, diğerlerinin de kentten çok uzak olduğunu açıklayan Arzu Çerkezoğlu alınan kararı şöyle savunuyor:
“Dolgu alan olması ve benzeri nedenler yüzünden o alan bir kent suçu. Bunların hepsi bildiğimiz ve ortak mücadele yürüttüğümüz alanlar. Bu noktada arkadaşlarımızın hassasiyetinin hepimizin hassasiyeti olduğunun altını çizmek istiyorum. Fakat, kentteki sahil alanlarının hemen tamamı zaten dolgu. Şu anda İstanbul’da 3. Köprü’den Marmaray’a kadar bir dizi kent suçu var. Ama bizim de 1 Mayıs’ı yapmak gibi bir sorumluluğumuz var. Bunun dışında başka bir alternatif üretemediğimiz noktada, açıkçası bu çekinceleri söyleyerek 1 Mayıs’ı o alanda yapmak dışında başka bir seçeneğimiz yok. Şu anda bu kararın arkasında duruyoruz. Maltepe’de olmasın dediğimiz zaman başka bir seçenek üretmemiz lâzım. Maltepe’de olmasın demek sorunu çözmüyor. Bir ihtiyacı ortadan kaldırmıyor.”
Kitlesellik ve ilkesellik arasında
Anlaşılan o ki, bu seneki 1 Mayıs mekânı için kitlesellik kaygısı diğer tüm kaygıların ve ilkelerin önüne geçmiş. 1 Mayıs’ların İstanbul’da nerede kutlanacağı ya da kutlanabileceği her yıl bir tartışma ve merak konusudur. 1977’de yüz binleri Taksim’de buluşturan ve 33 kişinin katledilmesiyle son bulan kanlı 1 Mayıs’tan bu yana Türkiye’de 1 Mayıs’ın kalbi Taksim Meydanı’nda atar. Gelgelelim, tam da bu nedenle, işçi ve emekçinin değil, patronların ve düzenin dostu olan tüm iktidarlar emekçilerin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamasını yasaklar. Emek mücadelesi verenlerin o yılki fiili gücüne bağlı olarak kimi yıllar Taksim meydanı zorlanır, yani sendikaların ve sol örgütlerin kortejleri valilik izni olmadan Taksim’e çıkmaya çalışır. Kimi yıllar da kent içindeki başka meydanlarda bir araya gelinir. Ama neredeyse her sene tüm sol örgütler ve muhalif bireyler için 1 Mayıs’ı yüz binlerle Taksim’de kutlama hayali, umudu, iddiası bakidir. 1 Mayıs’ın valilik izniyle Taksim meydanında büyük bir coşkuyla kutlandığı 2010-2012 arasındaki üç sene haricinde bu hep böyledir. Yani Taksim’e çıkamamak zaten bir yara. Ama Taksim yerine, Maltepe dolgu alanı gibi kentten ve halktan kopuk bir kent suçu alanında 1 Mayıs kutlamayı seçmek… İşte birçokları için bu seçim o yaranın kangren olması riski demek:
“Evet, sert bir dönemden, OHAL sürecinden geçiyoruz, ‘Taksim’deyiz’ söylemi ağır yükümlülük getiriyor. Ama Taksim yerine seçilen mekân tam da sistemin sana empoze ettiği, senin yıllardır eleştirdiğin hususların hepsini yutmak zorunda kaldığın bir yer mi olmalıydı? Maltepe dolgu alanını kabul etmek yerine, mesela ‘bu sene 1 Mayıs’ı Soma’da yapıyoruz’ denemez miydi? 1 Mayıs bu sene daha adem-i merkezi bir şekilde örgütlense daha iyi olmaz mıydı? Bu yola girdiğin, kitlesellik adına bu alanları meşrulaştırmaya başladığın zaman bu işin sonu yok. Bir süre sonra iktidarın bize empoze ettiği başka şeyleri de yapmayı kabul edebileceğimiz bir noktaya gidebilecek bir çizgi bu. Kitlesellik adına bu alanları meşrulaştırmaya başladığında kitlesellik mi, ilkesellik mi tartışmasındaki ilkesellik tamamen gümbürtüye gidiyor ve popülist bir söyleme bulanıyor. Bundan sonraki süreçte Taksim diyenlere karşı ‘Arkadaşım bak, geçen sene sendikalar, örgütler, herkes Maltepe alanında kutladı 1 Mayıs’ı, artık 1 Mayıs alanı burasıdır’ söylemini meşrulaştırıyorsun. Ayrıca hiç değilse beş senedir demokrasi mücadelesinde yan yana durduğun kent ve ekoloji yapılarını, beraber yürüdüğün insanları da sadece yol ortasında bırakmıyor, aynı zamanda marjinalize etmiş oluyorsun.”
Efe Baysal gibi İmre Azem de kitlesellikle ilkesellik arasında bir seçim yapmak gerektiğini kabul etmiyor ve her zaman başka bir seçenek bulunabileceğini düşünüyor:
“Bu durum bugün hem sosyalist muhalefetin hem de geniş anlamda muhalefetin –CHP’yi de içine katarak söylüyorum– sanki her şey normalmiş gibi siyaset yapmasının bir tezahürü aslında. İçinde bulunduğumuz baskı rejimini normalleştiren şeyler bunlar. Normal şartlarda yaşamıyoruz, normal zamanlardan geçmiyoruz. Bu sene de siz bir irade koyup bu durumu ifşa edebilirsiniz. İktidarın her alandaki dayatmalarına karşı topyekûn bir direniş göstermek gerekiyor. Bu tahakküme boyun eğmeden 1 Mayıs’ı kutlamanın bir yolu mutlaka vardır, olmalı. Eğer yoksa, o zaman oldu olacak, iyi ki yapmış bu alanı Tayyip Erdoğan, yoksa kutlayamayacakmışız 1 Mayıs’ı diyelim.”
Kent ve konut hakkı savunucusu Cihan Uzunçarşılı Baysal da bu alternatifsizlik iddiasını reddediyor:
“Yani illa ki çok büyük bir kitlesellik mi olmak zorunda? Gaziosmanpaşalı bugün kentsel dönüşüme karşı ayakta, değil mi? Gaziosmanpaşa’yı ayaklandırıp meydanına topla. Sarıyer mahalleleri keza. Dönüşüm mahalleleri dışında, Validebağ ayakta, Üsküdar mahalleleri ayakta. Yani biz bu tepkiler üzerinden her yerde bir kitlesellik inşa edemez miydik? Yenikapı da Maltepe de kent dışında, kentten kopuk alanlar. Oradaki kitleselliği kime nasıl duyuracaksın? Kusura bakmasınlar, ben buna kitlesellik diyemeyeceğim. Taksim’deki 1 Mayıs’larda o kitlesellik akardı, ama akarken içinde olmayanı da içine katardı. Niye? Kentin bütün caddelerinden, sokaklarından akar, pencereden bakanı, sokaktan geçeni de içine alırdı. Orada bir hareket, canlılık vardı. Mekânla birlikte varolan bir kitlesellikten mekândan kopuk başka bir kitleselliğe doğru gidiyoruz. Bunun yerine her küçük alanı, her mahalle meydanını 1 Mayıs alanına çevirerek kendini inşa eden başka tür bir kitlesellik düşünülemez miydi? Bilmiyorum, belki çok ütopik, pratikte zor bir şey bu söylediğim. Ama mücadele dediğimiz şeyi bu şekilde öremezsek, kafamızda ütopyalar, pencereler açamazsak, hep dikte edilenin içinde kalırsak, o zaman mücadele ediyor olmayız, tepişiyor oluruz. İktidarın da istediği bu zaten.”
Taksim’deki 1 Mayıs’larda o kitlesellik akardı, ama akarken içinde olmayanı da içine katardı. Niye? Kentin bütün caddelerinden, sokaklarından akar, pencereden bakanı, sokaktan geçeni de içine alırdı. Orada bir hareket, canlılık vardı. Mekânla birlikte varolan bir kitlesellikten mekândan kopuk başka bir kitleselliğe doğru gidiyoruz. –CİHAN UZUNÇARŞILI BAYSAL
Kent dışında toplanmak, kent içinde örgütlenmek
Sadece bir günlüğüne, kentten ve halktan kopuk bir alana milyonlar doldurmuşsun, neye yarar? Hem de anaakım medyanın bu kitleselliği hemen hiç yansıtmayacağını bile bile. Maltepe dolgu alanında yapılan Adalet Mitingi’nin arkasında derin bir iz, güçlü bir toplumsal hareket bırakmadan sönümlenip gittiğini de anımsayabiliriz. Cengiz Çiçek akla gelen bu soruları yanıtlamaya 1 Mayıs’ı tek bir günden ibaret görmediklerini söyleyerek başlıyor:
“1 Mayıs’ın öncesi ve sonrası bizler için çok önemli. O yüzden ‘Newroz’dan 1 Mayıs’a’ diyalektiğini kurduk ve aylar öncesinden Newroz çalışmaları yaparken aynı zamanda 1 Mayıs çalışmaları da yaptık. Kürt halkının özgürlük ve kimlik hakları mücadelesiyle Türkiye’deki demokrasi ve emek mücadelesinin tarihsel olarak buluşması gereğinden yola çıktık. 1 Mayıs çalışmalarının kendisi bile sokakta çalışan, evlerinde oturan herkese yansıyor. Gerek partimiz, gerek partimizin içinde olduğu merkezi koordinasyon yüzlerce komisyon halinde çalışıyor. İstanbul’un her yerinde bildirilerimiz dağıtılıyor. Bu muhalefet tarzını, yani sokak muhalefeti tarzını, emekçilerle, kadınlarla, bir bütün olarak toplumun farklı kesimleriyle bir başlıkta buluşturmak bizler için çok önemli. Ayrıca 1 Mayıs çalışmalarımız bundan sonra seçim çalışmaları da olacak. 24 Haziran’daki seçim Türkiye’deki bütün ötekilerin de seçimi olacak. 1 Mayıs’ta AKP saray rejimine sarı kart, 24 Haziran’da da kırmızı kart göstereceğiz. Kartları eline alan herkes 1 Mayıs alanına ve seçim çalışmalarına katılmalı.”
Ekmek ve Onur hareketi, beş yıldan bu yana çıkardıkları gazeteyle birlikte fabrikalarda, atölyelerde, ağırlıklı olarak işçilerin yaşadığı semtlerde emek mücadelesi veren genç bir oluşum. Hareketin sözcüsü Pelin Kahiloğulları, kent hakkı konusunda çalışmalar yapmalarına rağmen 1 Mayıs’ta Maltepe’ye gideceklerini ve kutlamanın kentten ve halktan kopuk geçmemesi için neler yaptıklarını anlatıyor:
“İktidar işçileri kent merkezinden çevreye sürmeye çalışıyor, kentsel dönüşümü bu amaçla kullanıyor. İktidarın özellikle son 15 yılda hayatın her alanını ranta dönüştürdüğünün de farkındayız. Maltepe dolgu alanı bu rant alanlarının en büyüklerinden. Elbette, böylesi bir kent suçunun işlendiği bir alandansa, emekçilerin ulaşımının daha kolay olacağı, daha merkezi bir alanda 1 Mayıs’ın yapılmasını tercih ederdik. Ama sunulan miting alanlarının sınırlı olması ve milyonlarca işçinin, emekçinin, kadının, gencin bir alanda toplanması ihtiyacından dolayı açıkçası biz de 1 Mayıs çağrımızı Maltepe’ye yapıyoruz. Ekonomik krizin giderek derinleştiği ve milyonları etkilediği bir durum var. En temel ihtiyaçların giderilmesinde bile bir sıkıntı yaşıyoruz. Açlık sınırının altında asgari ücret alıyoruz. İşsizliğin yüzde 21’e ulaştığı bir süreçteyiz. Patronlar ve iktidarın el ele yürüttüğü bu politikalara karşı somut talepler etrafında yüksek bir ses çıkartmak gerekiyor. Bizler açısından 1 Mayıs bu somut taleplerin hayata geçirilmeye başlandığı bir gün olabilir. Bu nedenle 1 Mayıs’ın kentten ve halktan kopuk gerçekleşmemesi için yoğun çabalar var. 1 Mayıs’ı örgütleme biçimimiz asıl belirleyici olacak. Sadece belli alanlardan kalkış yapıp araçlarla miting alanına ulaştığımız bir 1 Mayıs değil örgütlediğimiz. İstanbul’un her noktasına ulaşmaya çalıştığımız, şantiyelerde, yoksul mahallelerde ve atölyelerde 1 Mayıs çağrısı yaptığımız, İstanbul’un en yoksul semtlerine gittiğimiz, bütün metrobüs duraklarında çağrı yaptığımız, Esenyurt’tan Maltepe’ye, Avcılar’dan Beylikdüzü’ne kadar birebir her işçiye temas etmeye çalıştığımız bir süreç var.”
Basın emekçisi ve DİSK üyesi Umar Karatepe’nin kişisel tercihi Taksim’den yana, ama DİSK’in tercihinin arkasında duruyor:
“Milyonların itirazını yükseltmek yerine az sayıda, kararlı, örgütlü kişilerin bu rejime karşı meydana çıkarak bir kıvılcım yakışını Taksim’e giderek sergilemeliydik denebilirdi belki. Ya da ‘Her yer Taksim, her yer 1 Mayıs’ da diyebilirdik. Ama bunun dışında başka bir yerde yapılsaydı itirazını çok haklı bulmuyorum. Sonuçta, insanlar her tür bedel ödemeyi göze alarak fiili bir mücadele sergilemeyi Taksim dışında hiçbir yer için kabul etmez. Fiili olarak Taksim dışında zorlanacak bir meydan yoktur. Mesele 1 Mayıs’ı iktidarın gösterdiği alanda yapıp yapmamak değil, Taksim’de yapıp yapmamak. Hem DİSK hem de solun tamamı açısından 1 Mayıs’ı Taksim dışında bir yerde kutlamak tarihi, vicdani ve hukuki olarak kabul edilebilir bir şey değil. Taksim dışındaki tüm alternatifler hemen hiç kimsenin içine sinmeyen tercihlerdir. Ama bazen tarihin öyle anları geliyor ki, her şey tam içimize sindiği gibi olmuyor. Bu 1 Mayıs belki tarihin gördüğü en kritik 1 Mayıs olacak. Bu 1 Mayıs doğayı, kentleri, emeği, kadını, her şeyi doğrudan doğruya kendi yağma alanı olarak gören, tarihin en arsız sermaye iktidarına karşı nüfusun emeğiyle geçinen dörtte üçüne ve bu rejimden rahatsız olan herkese hitap eden bir 1 Mayıs olacak. Bu derece kritik bir döneme girerken, tarih sahnesine bir özneyi çıkararak müdahale edecek miyiz, etmeyecek miyiz? Basitçe bir mitingin yerini tartışmıyoruz. Bu noktada her karar mutlaka eksik, sorunlu, kusurlu olacak. Ama şu anda yapmamız gereken iktidarın karşısına olabilecek en geniş toplamı ve emeği çıkarmak.”
Arzu Çerkezoğlu’na göre DİSK ve düzenleme komitesindeki diğer tüm örgütler bu yılın ihtiyacını göz önüne alarak bu zor kararı vermişler:
“Geçtiğimiz üç yıl boyunca Taksim yasaklandığında dedik ki, ‘her yer 1 Mayıs’tır’. Ama sabah daha kapıdan çıkar çıkmaz insanların tepesine gaz bombaları yağdırıldı. Böylesi bir durumda fiili bir sokağa çıkma yasağı uygulanıyor İstanbul’da. Bu da tercih edilebilir, böyle yapılırsa yanlış olur demiyorum. Üç yıl bunu yaptık zaten. Ama bugünün ihtiyacının bütün bir kentin sokağa çıkma yasağıyla sıkıyönetime çevrildiği bir 1 Mayıs değil, herkesin çoluğu çocuğuyla gelip kendini ifade edeceği bir 1 Mayıs olduğuna çok geniş bir kesimde bir ortak akılla karar verdik. Ama tabii ki mutlak doğru diye bir şey yok. ‘Taksim’de yapıyoruz’ veya ‘Her yeri 1 Mayıs meydanına çeviriyoruz’ dediğimiz durumlar da politik olarak risktir, bu da bir risktir. Siyaset böyle bir şey. Tarihsel, toplumsal olaylarda birtakım kararlar, iradeler belirler süreci, tarih böyle yazılır.”
Bir alan nasıl kamusal olur?
Kent ve doğa mücadelesi verenler ise bu politik riskin bedelinin sadece kent mücadelesi verenler için değil, emek mücadelesi verenler için de çok ağır olabileceğini, meselenin bir miting mekânına itiraz etmekten ibaret olmadığını savunuyor. Cihan Uzunçarşılı Baysal’a göre bu süreçte, emekçiler, meslek odaları ve kent mücadelesi yürütenler kentsel kamusal alanlar meselesinde ciddi bir sınavdan geçmekte:
“Bir defa Yenikapı ve Maltepe gibi dolgu alanlar bize dikte edilen kentsel mekânlar. Bunlar gerçek kamusal alan değil. Biri çıkıp ‘gidin orayı kullanın’ dediği zaman bir yer kamusal alan olmuyor. Bir yerin kamusallaşması için oranın bir hafıza mekânı olması, kentin oraya ait bir belleğinin olması, orada bir yaşanmışlık olması gerekiyor. Deniz kenarındaki iki eko-kırım alanının üzerinde kamusallık olmaz. Gitgide kentin kamusal alanlarının daraldığı ve antidemokratik gidişata paralel olarak antidemokratik bir kentin inşa edildiği bir süreçteyken bir meydandan vazgeçmek ve kalkıp da iktidarın bize tepeden inme buyurduğu bir yere gitmeyi kabul etmek gelecek açısından çok vahim. Bir de şunu söyleyeyim: Sendikaların kenti ve emekçiyi iyi okuyamadıklarını, gene hâlâ eski kafada kaldıklarını, meseleye işte bir yer olsun da toplaşalım, orada protesto yapalım diye baktıklarını düşünüyorum. Ama tam da o protestonun yapıldığı meydan çok önemli. Antidemokratik olarak inşa edilen bir sistemin ve bir kentin meydanına gidiyorsun, mutabakatı orada yapıyorsun. Tarık Şengül hocamızın dediği gibi, bugün kent fabrikanın söküldüğü, emekçilerin dışarı püskürtüldüğü bir yer. Bu yüzden biz emek mücadelesini üretim alanlarında değil, yeniden üretim alanlarında yapmalıyız. Yani nerelerde? Mahallelerde ve kent meydanlarında.”
Maltepe dolgu alanının 1 Mayıs alanı olarak seçilmesine tepki gösteren sivil inisiyatiflerden biri olan Maltepe Forumu’nun üyesi Esin Köymen de mekân tartışmasının tali bir mesele gibi görülmesine tepkili:
“Kent mekânları üzerinde yürütülen mücadelelerin ciddi bir siyasi boyutu vardır, çünkü demokratik toplumlar kamusal alanlarını daha sağlıklı kullanır, kent meydanlarına önem verir. Bizde bunun tam tersi oluyor: Bütün kent meydanları kapatılıyor, kamusal alanlarımız satılıyor, ormanlar satılıyor. Ortak kullanım alanı diye tarif ettiğimiz bütün alanlar satılıp tüketilmeye başlanıyor. Bu ne demektir? Ortak mülkiyet, kamusal mülkiyet kavramını yitiriyoruz. Siyaseten baskıcı bir rejime doğru yönlendirmenin etaplarından biri bu. Dolayısıyla bu konuda daha temkinli davranmak gerekiyor. Maltepe dolgu alanının sorunlarından biri de budur. Diğer tüm sorunların ötesinde direniş ve dayanışmayla özdeş olan bir mekândan kopartılmamız, mekânla hafıza arasındaki ilişkinin kopartılması demek. Alanın geniş olması bu dayanışma gününün yaygın kutlanması anlamına gelmiyor, sadece niceliğe bakarak gösterileri, eylemlilikleri değerlendirmek doğru değil. Sayısal azlık çokluk meselesi değil, görünür olmak önemli. Katılımcı sayısı değildir gücün göstergesi.”
Mücadeleleri buluşturmak
Yani, bütün mesele kitlesellik ya da ilkesellik arasındaki bölünme. Nasıl bir kitlesellik, nerede kitleselleşiliyor gibi soruları da sormak gerekiyor. Ne de olsa faşizm de kitleselliği, kitlesel kutlamaları, stadyumlara doldurduğu yüz binleri hep bir ağızdan haykırtmayı çok sever. Kent ve yaşam savunucuları için esas sorunlardan biri birçok sol örgütün halen bu gibi hususları düşünmek istememesi ya da ezber bozmak istiyoruz demelerine rağmen ilk zorlukta yine bilinen ezberlere dönmeleri. İmre Azem konunun bu boyutuna dikkat çekiyor:
“Uzun süredir, bu dolgu alanların bir kent suçu olduğunu, iktidarın kent ve mekân üzerinden nasıl bir tahakküm kurduğunu, bu tahakkümü bilime, etiğe, insanlığa aykırı hukuksuz mekânlarda nasıl meşrulaştırdığını anlatmaya çalışıyoruz. Kent meselesinin ne kadar kritik olduğunu, emek, kadın, eşitlik, özgürlük, demokrasi gibi diğer kritik meselelerle iç içe olduğunu da senelerdir anlatmaya çalışıyoruz. Toplumda varolan ekonomik adaletsizlik kent üzerinden her gün yeniden üretiliyor ve daha da derinleşiyor. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan kentsel politikalarla karşı karşıyayız. Dünyaca ünlü Marksist profesör David Harvey diyor ki, emek mücadelesiyle kent mücadelesini birleştirmeden işçilerin ve emekçilerin haklarıyla ilgili yol alamayız. Çünkü sadece fabrikalarda değil, yaşam alanlarında da baskı uygulanıyor. Harvey bunu şöyle örneklendiriyor: ‘Çok başarılı bir grev örgütleyip işçiler için maaş artışı kazanabilirsiniz, ama diğer tarafta o işçinin evi yıkılır, kirada yaşamaya mecbur kalır, yaşam maliyetleri artar ve sistem o maaş artışını aynen geri alır.’ Anlatamamışız, böyle bir hassasiyetin beraber mücadele ettiğimiz insanlara geçmesini sağlayamamışız. Bu bağlantıları kurmaya Gezi bile yeterli olmamış.”
Efe Baysal ise kent ve ekoloji mücadelesinin temelinde demokrasi mücadelesi olduğunu görmek gerektiğini vurguluyor:
“Arhavi’de ‘Arkadaşım, sen geldin tepeden inme bir biçimde suyumu kesiyorsun ve buraya baraj kuruyorsun’ diyen köylü kadınla ‘Sen bu parkın üzerinde neden AVM dikmeye çalışıyorsun? Bana sordun mu?’ diyen bir kentlinin mücadelesi ve yaşadıkları dinamikler birebir aynı olmasa da, bütün bu mücadeleler temelde karar alma mekanizmalarına nasıl etki edebileceğimizle ilgili. Tam da bu yüzden kent ve ekoloji mücadelesi demokrasi mücadelesinin çok önemli bir paydaşı. İçinden geçtiğimiz inşaat odaklı beton rejimi hem orta sınıfın sahip çıkmaya çalıştığı Maçka Parkı’nın üzerinden geçiyor, hem ‘Benim atalarım buraya mübadeleyle Selanik’ten göç etmiş gelmiş, ben tarımımı yaparken getirdiniz buraya üçüncü havaalanını diktiniz’ diyen köylüyü, mahalleleri yıkılan işçileri etkiliyor. Sınıfsal boyutu olan, ama sınıfları da aşan bir mevzu bu. Kaderleri ortaklaştıran bir tarafı da var.”
Kent ve yaşam savunucularının ısrarla vurguladığı şey şu: Karşısında mücadele ettiğimiz şeye dönüşmemek için kitlesellikle ilkesellik arasında uzlaşmaz gibi görünen çelişkiyi uzlaştırmanın bir yolunu bulmak gerek. Ama belki tam da bu nedenle “anlatamamak” kaygısı yerine “anlamak” kaygısına odaklanmamız gereken bir zamandayız.
“Taksim’de 1 Mayıs kutlanamamasının sembolik anlamı çok kuvvetli. Kent ve doğa mücadelesi yürütenler açısından 1 Mayıs’ın emekçilerin yıkılmış evleriyle yapılmış kent suçu olan bir alanda kutlanmasının sembolik anlamı çok önemli. Taksim’den Bakırköy Halk Pazarı’na gitmemizin de sembolik bir anlamı var. Eğri oturup doğru konuşalım: O bir geri çekilmedir. Oraya sürülmeyi kabul etmemizin sembolik anlamının ne kadar yıkıcı olduğunu herkes biliyor. Bakırköy’den Maltepe’ye geçmemizi bir kısım arkadaşımız geri çekilme olarak hissederken milyonlarca kişi sembolik dünyalarında şunu soruyor: ‘İnanamıyorum, o alanı doldurabilir miyiz acaba?’ Onlar bunu ileri bir politik adım olarak algılıyor. O noktada kendi sembolik dünyamızı toplumun genelinin sembolik dünyası olarak algılamamızı bir eksiklik olarak görüyorum.”
Umar Karatepe, kent ve yaşam savunucularının sembolik dünyasının bir gün toplumun genelinin sembolik dünyası olacağına inanmakla birlikte, bugün için o noktadan çok uzak olduğumuzu düşünüyor. Dahası, kent suçu mekânlarına bireysel olarak gitmemek dışında örgütlü bir seçenek oluşturamayışımızı da önemli bir sorun olarak görüyor:
“Emeğin İstanbul’unda kent suçu olan dolgu alanları ne yapacağız? Kaldıracak mıyız o alanları? Yoksa ömür boyu boykot mu edeceğiz? Örneğin, İzmir’deki kentsel dolgu alanları gibi alanlara hiç gitmemek mi gerekiyor? Bir kavgayı toplumsallaştırmak, özneleriyle buluşturmak gerek. Biz bunu halen başaramadık. Emekçilerin yıkılmış evleriyle yapılmış dolgu alanlarına dair emeğin kolektif sözünün bilincini ve eylem planını oluşturamadık. Bireysel olarak biz bu alanları kullanmasak da bisikletçiler gidiyor orada bisiklet sürüyor veya çocuklar gidip orada oynuyor. Oralara gitmeyelim demek dışında, doğayla barışık, rantı artırmayacak, kamusal alanları önceleyen bir projemizin olması gerekiyor.”
1 Mayıs’ı Taksim dışında bir yerde kutlamak tarihi, vicdani ve hukuki olarak kabul edilebilir bir şey değil. Ama bazen tarihin öyle anları geliyor ki, her şey tam içimize sindiği gibi olmuyor. Bu 1 Mayıs belki tarihin gördüğü en kritik 1 Mayıs olacak. Bu derece kritik bir döneme girerken, tarih sahnesine bir özneyi çıkararak müdahale edecek miyiz, etmeyecek miyiz? Basitçe bir mitingin yerini tartışmıyoruz. Bu noktada her karar mutlaka eksik, sorunlu, kusurlu olacak. Ama şu anda yapmamız gereken iktidarın karşısına olabilecek en geniş toplamı ve emeği çıkarmak. –UMAR KARATEPE
En korkunç kâbuslarımızdan çıkıp gelmiş bir zebani gibi üzerimize çullanıyor tek adam rejimi. Bir yanda, o zebaniye karşı 1 Mayıs’ın rengarenk kalabalığının içinde olmak, faşizme karşı omuz omuza durmak isteği… Öte yanda, ilkelerimizden ödün vermemek, iktidarın tecridine direnmek, kent suçuna ortak olmamak arzusu. Böyle bir tercihe zorlanmak, böylesi bir Sophie’nin Seçimi durumuyla karşı karşıya bırakılmak büyük bir haksızlık. Görünen o ki, iktidar sadece mahallelerimizi, kentlerimizi, işimizi ve özgürlüğümüzü değil, ilkelerimizi de elimizden almaya çalışıyor. Milyonlarla dolsa da bu seneki 1 Mayıs Taksim’i özleyerek ve yeni tartışmalarla geçecek.