MEYDAN OKUMALARI: BEYAZIT’IN KADİM TARİHİNDEN TAKSİM’İN MAZİSİNE –II

Emre Yalçın
30 Mayıs 2020
SATIRBAŞLARI

Taksim Meydanı’nın kısa mazisi uzun vadeli sonuçlara yol açan tarihi vakalarla yüklü: 31 Mart, ’77 1 Mayıs’ı ve Gezi… Üçünün de bir öncesi ve sonrası var elbette. Ve hepsi birlikte bugünün Taksim’ini siyasetin meydanı kılıyor. Meydanın geçmişi kısa, ama görünen o ki, geleceği uzun. Gezi Direnişi’nin yıldönümünde Taksim’in tarihine kuşbakışı. 
1928’de tamamlanan Taksim Cumhuriyet Anıtı’ndaki ilk törenlerden biri; arka plandaki Talimhane’de yapılaşma henüz başlamamış

İstanbul’un iki meydanını karşılaştırırsak, Beyazıt’ın 1600 yıl önce pagan mezarlığından foruma çevrilmesiyle başlayan uzun tarihi yanında Taksim’inki epey kısadır. Meydan olarak Cumhuriyet döneminde tasarlanmışsa da kentsel mekân olarak tarihi 18. yüzyıl başlarına dek geri gider; bir başka deyişle, tam anlamıyla modern çağın bir ürünüdür. 18. yüzyılda kendi modernleşmesini yaşayan Osmanlı payitahtında büyük bir kentsel patlama doruğa ulaşmış, surlar dışında yeni yerleşim alanları iskâna açılmış ya da Tatavla (Kurtuluş) gibi küçük yerleşimler ve Boğaziçi’nin köyleri büyük semtlere dönüşme yoluna girmişti.

Belgrad ormanlarından Beyoğlu çevresinde Galata’nın dışında ve Boğaziçi kıyısı boyunca gelişen yeni mahallelere su getirtildi. Taksim Meydanı adını işte bu su sisteminin dağıtım, yani taksim noktası olmasından dolayı almıştı.

18. yüzyıl başında Taksim civarında, aşağı yukarı bugünkü Cumhuriyet Caddesi’nin boğaz yönündeki kaldırımından Gümüşsuyu boyunca Dolmabahçe yamaçlarına dek uzanan geniş alanda Büyük Kabristan adıyla anılan dev bir mezarlık vardı. Büyük Kabristan hem Hıristiyanlığın hem Müslümanlığın farklı mezheplerine ait mezarlıklardan oluşuyordu. Meydan ve Gezi civarı Latin Katolik, Gezi’nin bitişiğindeki Taksim Parkı’ndan Harbiye yönünde Ermeni, yamaçlarda ise Müslüman mezarları yer alırdı. İstanbul’daki tüm büyük mezarlıklar gibi, burası aynı zamanda bir rekreasyon alanıydı. Batılı ziyaretçileri hayrete düşüren biçimde piknikler, halk eğlenceleri, karnavallar bu ölüler şehrinde yapılırdı.

18. yüzyılın artan nüfusu ve kentsel gelişimi I. Mahmut’un yeni bir su şebekesi kurdurtmasına yol açtı. Belgrad ormanlarından Beyoğlu çevresinde Galata’nın dışında ve Boğaziçi kıyısı boyunca gelişen yeni mahallelere su getirtildi. Taksim Meydanı adını işte bu su sisteminin dağıtım, yani taksim noktası olmasından dolayı almıştı. 1732’de hizmete giren İstiklal Caddesi girişindeki sekizgen Maksem (taksim yeri) o zamanlar Doğru Yol diye anılan Cadde-i Kebir’in ve o zamanki Beyoğlu’nun bittiği yeri işaretliyordu. Buradan kuzeye doğru dağınık köyler halinde yerleşimler vardı.

Osmanlı modernleşmesinin cisimleştiği bir mekân

Meydan civarındaki ikinci büyük inşaat I. Abdülhamit döneminde yapıldı. Sonradan Taksim kışlasına dönüşecek olan ilk askeri binalar inşa edildi. 1803’teyse III. Selim, muhtemelen Selimiye ile başlayan askeri imar faaliyetlerinin bir parçası olarak, burada topçu birlikleri için bir kışla inşaatı başlattı. Latin cemaatiyle anlaşılarak inşaatın yapılacağı alandaki mezarlık Feriköy’deki bugünkü yerine nakledildi. Ancak, yeni binanın başı dertten kurtulmadı. Açıldıktan bir yıl sonra, 1807’de Kabakçı Mustafa isyanında harap oldu, onarımı beş yıl sürdü.

Nizam-ı Cedit’le askeriyede başlayan modernleşmenin ivme kazanmasıyla, bu yeni kurumun barınma, eğitim ve talim gereksinimlerini karşılayacak yeni bina ihtiyacı da büyüyordu. Abdülmecit’in 1840’larda bölgede yaptırdığı askeri binalar bu yapı faaliyetinin bir parçasıydı: 1840 yılı civarında, Gümüşsuyu Kışlası, 1846’da Gümüşsuyu Askeri Hastanesi açıldı. O zamanlar Küçük Taksim diye anılan Pangaltı’daki Harbiye Mektebi 1847’de tamamlandı. 1846-52 arasında –yine mezarlıktan devşirilen bir alana– Taşkışla inşa edildi.

Meydan 1909’da 31 Mart olayının en sıcak çatışmalarına sahne oldu. Kışlada üslenen Meşrutiyet karşıtı isyancı askerlerle Rumeli’den gelen Hareket Ordusu çatışmaya girdi. Hareket Ordusu kışlayı topa tuttu ve bina bir kez daha harabeye döndü.

Tam bu sıralarda bir yangın geçiren Taksim kışlasına da el atıldı; 1847’de esaslı bir onarıma alındı, cephesi elden geçirildi. Osmanlı mimarlığıyla neredeyse hiç ilgisi olmayan Hint-Rus esintili bezemeli oryantalist bir cephe giydirildi binaya. İstanbulluların Taksim kışlasında tanıdığı bu mimari tarz giderek popülerleşti, 1866-71 döneminde bu tarzda bir dizi anıtsal bina yapıldı: Beyazıt’taki Seraskerlik kapısı (günümüzde İÜ cümle kapısı), Kasımpaşa’daki Bahriye Divanhanesi, Çırağan Sarayı, Çemberlitaş’taki Keçecizade Fuat Paşa külliyesi, Aksaray Valide Camisi… Sirkeci Garı ve Düyûn-ı Umumiye (İstanbul Erkek Lisesi) binalarıyla zirve yapan bu moda 20. yüzyılla birlikte tarihe karıştı. Ama talihsizlik sürüyordu, yenilendikten kısa süre sonra bir yangınla kışlanın büyük bölümü harap oldu, onarım on yıldan fazla sürdü. İlerleyen yirmi yılda iki onarım daha gerektirdi bina.

1940’lı yıllarda havadan Taksim; kışla ve avlusundaki stadyum henüz yerinde, anıtın karşısında elitin uğrak yeri Kristal Gazinosu

Hiç hâkim unsurla diğerleri bir olur mu?

1880’de Cadde-i Kebir ve Sıraselviler caddelerinin köşesindeki geniş arsada, İstanbul Rum cemaatinin en görkemli kiliselerinden Aya Triada’nın inşaatı tamamlandı. Bu arsa da büyük olasılıkla o devasa mezarlıktan arta kalan son parsellerden biriydi. Burası aslında bir külliyeydi: İki caddeye bakan cephede sıra dükkânlar ve idari binalar, iki caddeyi bağlayan Meşelik Sokağı üzerindeyse Zapyon Kız Lisesi inşa edilmişti. Aya Triada, fetihten sonra kubbeli kilise yapma hakkını kaybeden Ortodoks cemaatinin Tanzimat sonrası dönemde kazandığı hukuki eşitliğin adeta bir manifestosu gibi, devasa bir kubbe ve iki dev çan kulesiyle tasarlanmıştı. O dönemde meydan civarında kışladan sonraki en büyük yapıydı. Dahası 20. yüzyılda başlayan ve şehrin bu önemli meydanında neden bir cami olmadığına dair bitmeyen tartışmaların zımni sebebi oldu. 

Kurtuluş Savaşı sırasında kışla hem işgal kuvvetlerince kullanıldı, hem de iç avlusu spor müsabakaları için kiralandı. Fenerbahçe’nin Haziran 1923’te işgal kuvvetleri karma takımına karşı aldığı galibiyet İstanbullular için büyük moral oldu.

Meydan 1909’da 31 Mart olayının en sıcak çatışmalarına sahne oldu. Kışlada üslenen Meşrutiyet karşıtı isyancı askerlerle Rumeli’den gelen Hareket Ordusu çatışmaya girdi. Hareket Ordusu kışlayı topa tuttu ve bina bir kez daha harabeye döndü. Kışla Timur’un filleri gibi atsan atılmaz, satsan satılmaz, baksan bakılmaz bir haldeydi. 

Kışlayı arsa eylemek

Bu haldeki kışlanın ne yapılacağı büyük bir tartışma konusu oldu. Dönemin yöneticileri ödenek yokluğundan onarılamayan binayı, gelişen kentin göbeğinde kaldığı gerekçesiyle satarak ordunun başka ihtiyaçlarını kapatma konusunda sonunda uzlaştı. Kışla ile karşısındaki Talimhane arazisi çeşitli Avrupa devletlerinin tebalarından ve Osmanlılardan oluşan Sanayi ve Ticaret Şirket-i Milliye-i Osmaniye’ye satıldı. Lorans Tanatar Baruh’un Toplumsal Tarih’in Mayıs 2013 tarihli sayısında yayımladığı Osmanlı arşivinden çıkma planlarla belgelerden hem Talimhane hem kışla arazisinde blok apartmanlardan oluşan dev bir mahallenin kurulmasının tasarlandığını öğreniyoruz. Ancak, araya savaşların girmesiyle proje yarım kaldı. Kışlaya dokunulmamakla birlikte daha sonra Talimhane’de parselasyon yapılıp arsalar satıldı. 1910’lu yıllarda kışlayla bugünkü Divan Oteli arasında kalan küçük alanda Beyoğlu’nun ilk parklarından biri olan Taksim Bahçesi ile gazinosu açıldı.  

Kurtuluş Savaşı sırasında kışla hem işgal kuvvetlerince kullanıldı, hem de iç avlusu spor müsabakaları için kiralandı. Fenerbahçe’nin Haziran 1923’te işgal kuvvetleri karma takımına karşı aldığı galibiyet İstanbullular için büyük moral oldu. Bir şekilde bina geri satın alındı.

Cumhuriyet döneminde kışla hepten terk edildi, ama avlusu 8 bin kişilik bir stadyum olarak kullanılmaya devam etti. Bugün AKM ile anıt arasında kalan yer kışlanın ahırları ve başka parazit binalarla doluydu. Anıtın bulunduğu yer Cadde-i Kebir ile Sıraselviler’in Büyükdere Caddesi’ne kavuştuğu noktaydı ve muhtemelen bir kavşak noktası olacağı öngörülmüştü. Cumhuriyet döneminde buraya milli mücadeleyi ve cumhuriyetin kuruluşunu simgeleyen bir anıt dikilmesine karar verildi. 1925’te sipariş edilen Cumhuriyet Anıtı 1928’de açıldı. Anıtın bir yabancıya yaptırılması, bu iş için ödenen bedel, meydan için yapılan istimlâklar de uzun zaman tartışma konusu oldu.

Cumhuriyet döneminde buraya milli mücadeleyi ve cumhuriyetin kuruluşunu simgeleyen bir anıt dikilmesine karar verildi. 1925’te sipariş edilen Cumhuriyet Anıtı 1928’de açıldı. Anıtın bir yabancıya yaptırılması, bu iş için ödenen bedel, meydan için yapılan istimlâklar de uzun zaman tartışma konusu oldu.

Anıt açıldıktan kısa süre sonra, ahırların bulunduğu blokun anıta bakan yüzü meydanın daireselliğini vurgulayacak biçimde tıraşlandı. Buralarda özellikle bisiklet, otomobil, fırın, beyaz eşya gibi ithal mallar satan mağazalar açıldı. Bir süre sonra, Elmadağ yönünde bu çemberi tamamlayan Kristal gazinosu inşa edildi. 

Gezi’nin ilk açıldığı dönemde Harbiye yönüne bakış: Taksim Bahçesi’nin gazinosu kavisli cephesiyle parktaki yerini almış, arkasındaki Harbiye Mektebi’ne (şimdiki Askeri Müze) kadar uzanan büyük boşluk Elmadağ Ermeni Kabristanı

Projeler, engeller, arsaya dönüşen mezarlıklar, parklar

Bir zamanlar Beyoğlu’nun bittiği yer olan bu çiçeği burnunda meydan 19. yüzyılın ikinci yarısında Taksim-Şişli hattında hızla gelişen yepyeni mahallelerin Beyoğlu’yla buluşma noktasıydı artık. Büyük Kabristan’dan arta kalan Ayaspaşa Müslüman Mezarlığı da tıpkı Talimhane gibi 1920’lerin ortalarında parsellenerek satıldı ve 1930’lu yıllarda Gümüşsuyu apartmanları burada inşa edildi. Mezarlık bugün AKM’nin ve ona komşu apartmanların bulunduğu dev yapı adasını kaplıyordu.

Cumhuriyet idaresi meydanı adına yaraşır hale getirmek için İkinci Dünya Savaşı sırasında ahırların bulunduğu yapı adasını ortadan kaldırdı. Genişleyen meydanın bir ucunda İstanbul’a yaraşır neoklasik bir opera binası yapılmasına karar verildi. Ancak, binanın temeli savaş bittikten sonra, 1946’da atılabildi.

1933’te İstanbul’un imar planını yapmak üzere Türkiye’ye davet edilerek görevlendirilen Henri Prost Taksim bölgesine ayrı bir özen göstermişti; kendisi de burada oturuyordu. Taksim, Harbiye ve Maçka arasında imara açılmamış arazileri büyük bir şehir parkı olarak öngörmüş, İki Numaralı Park olarak adlandırılan bu dev yeşilliğin içinde bir açıkhava tiyatrosu bir de spor ve sergi sarayı öngörmüştü. Kışla yıkılarak yerine bir promenad –yani Gezi– yapılacak, buradan köprüyle Harbiye’ye kavuşan büyük bir parka geçilecek, oradan da günümüzdeki Demokrasi Parkı’na ulaşılacaktı. Parkın denize kavuşan kısmına zamanın yöneticilerinin zoruyla –şehircilik bakımından taşıdığı tüm sakıncalara rağmen– stadyum inşa edildi.

19. yüzyılın ikinci yarısında gömüye kapatılan Elmadağ’daki kadim Ermeni mezarlığındaki son yapı faaliyeti 1915’te Beyazıt’ta ya da başka yerlerde idam edilenler ve tehcirde hayatını kaybedenler için dikilen bir anıttı. Ancak bu anıt bir süre sonra sessizce ortadan kaldırıldı.

Prost’un projesinin önünde “ufak” bir engel vardı: Elmadağ’daki eski Ermeni Mezarlığı. 19. yüzyılın ikinci yarısında gömüye kapatılan bu kadim mezarlıktaki son yapı faaliyeti 1915’te Beyazıt’ta ya da başka yerlerde idam edilenler ve tehcirde hayatını kaybedenler için dikilen bir anıttı. Ancak bu anıt bir süre sonra sessizce ortadan kaldırıldı. 1940’larda Belediye mezarlığı kamulaştırmak ya da bir zamanlar Latin Mezarlığı’na yapıldığı gibi cemaatle uzlaşarak yeni bir yer göstermek yerine fiili bir durum yaratarak mezarlığı parka dönüştürme yoluna gitti.

1924 doğumlu İstanbullu Liji Pulcu Çizmeciyan, İstanbul’da Kayıp Zamanlar kitabında bakın nasıl anlatıyor mezarlığın hikâyesini:

Cadde [Harbiye Mektebi’nin bittiği yerde başlayan] uzun eski bir duvarla Divan Oteli’ne kadar uzanırdı: Bu kendi haline bırakılmış Ermeni Mezarlığı’nın duvarıydı. Anlaşılan, bir zamanlar Taksim’den sonrası kırlıkmış ve mezarlık yapılmış, ama artık evlerin arasında kalmıştı. Eski taşlar olduğu gibi durur, Divan Oteli’nin yanından mezarlığa girilebilirdi. Hatta orada bir küçük şapel ve önünde gömülü mucizeler yapan bir yatır vardı: ‘Hokevor Der’ derler, yani dindar, duayı seven rahip. Tabii mezarlık kalktığında bu mezarı başka bir kiliseye [Üç Horan’a] naklettiler. Bu mezarlık galiba 1948’lere doğru kalktı. Mezarlığın caddeye bakan bölümü parsellenip satıldı, kalanı park oldu. Önce Radyoevi, sonra Kervansaray apartmanı inşa edildi. […] Rivayetler dolaşmaya başladı, gece sesler işitiliyormuş, halılar dörde bölünüyormuş. Ama oturanlardan çıt çıkmadı. Sonradan Hilton Oteli inşa edildi. Otel Belvü Bahçesi’nin yerindedir, bahçesi mezarlık sahasıdır.”

1950’li yılların sonunda havadan Taksim; Kristal Gazinosu yıkılarak meydan genişletilmiş, Opera binası inşaatı tamamlanacağı günleri bekliyor, Talimhane ve Gümüşsuyu apartmanlarının hepsi inşa edilmiş

Gezi’yi ve mezarlığın yerine bakan parkın müteahhitliğini dönemin muhafazakâr/İslâmi entelijansiyasının yıldız isimlerinden Ekrem Hakkı Ayverdi yapmıştı. Şuyuu vukuundan beter misali, Ermeni cemaati arasında Ayverdi’nin mezarlığı bir taş ocağı gibi kullandığı söylentisi yerleşip kaldı. Parkla Taşkışla arasında yer alan Park ve Bahçeler Müdürlüğü’ne ait fidanlığın içinde, yazıları seçilen kırık mezar taşlarından yapılı basamaklar yakın zamana dek görülebiliyordu…

İki Numaralı Park çeşitli tarihlerde yağmalandı: Demokrat Parti hükümeti 1952’de İstanbul’daki ilk uluslararası oteli inşa etmek isteyen yatırımcılara, parkın büyük ve merkezi bir bölümünü peşkeş çekmekte bir sakınca görmedi. Otel 1955’te açıldı. Hiç olmazsa binası kamu malı olarak Emekli Sandığı’na tapulanmıştı. 1980’lerdeyse bahçesine yeşili katlederek bir kongre merkezi ve yeraltı otoparkı yapıldı. Özelleştirme furyasında hepsi birden Aydın Doğan’a satıldı. Taşkışla’nın karşısına yine 1950’lerde Tenis Eskrim Dağcılık Kulübü yerleşti, yıllar içinde giderek yayılarak parkı incecik bir şerit halinde bıraktı. Dalan döneminde yerine Hyatt Oteli inşa edildi. Kongre Vadisi adı altında Spor Sergi Sarayı çevresinde yeraltına inen kongre binaları, otoparklar ve tüneller inşa edildi; İstanbul’un bu ilk ve anıtsal kapalı spor salonu kongre merkezine dönüştürüldü. (Bir de bu parkın ‘Bir Numaralı’sı vardı, Vatan Caddesi’nin iki yanında, buradaki dereyi koruyarak inşa edilecekti. Orası da tümüyle kamu yağmasına kurban gitti DP zamanında.)

İki Numaralı Park çeşitli tarihlerde yağmalandı: DP hükümeti 1952’de İstanbul’daki ilk uluslararası oteli inşa etmek isteyen yatırımcılara, parkın büyük ve merkezi bir bölümünü peşkeş çekmekte sakınca görmedi. Otel 1955’te açıldı. 1980’lerdeyse bahçesine yeşili katlederek bir kongre merkezi ve yeraltı otoparkı yapıldı.

Gezi, Prost’un projesine göre inşa edildiyse de, girişine tasarlanan İnönü heykeli hiçbir zaman dikilmedi (şimdi Taşlık’ta, İnönü evinin önündeki parkta, bir başka kamu yağmasının eseri olan Swissotel’i seyrediyor). 1950 seçimlerinde İsmet İnönü dikilmemiş heykelinin kaidesi dibinde meydanı dolduran kalabalığa konuşurken, “İşte Paşam, İstanbul” diyordu çevresindekiler. Ama İstanbul sandıkta farklı davrandı.

Gezi’nin caddeye bakan yamaçları Belediye’nin iştahını kabartınca burası da arsaya çevrilip bir dizi dükkânla dolduruldu. (Gezi protestolarının ardından dükkânların yıkımı alelacele tamamlanarak burası tekrar yeşil alana dönüştürüldü!) 1960’lı yıllarda iki büyük gökdelenin (bugünkü The Marmara ve Ceylan Intercontinental otelleri) temelleri atıldı. Aynı sıralarda opera binası inşaatı ciddi bir tadilattan geçirilip genişletilerek İstanbul Kültür Sarayı inşa edildi. 1969’da açılıp 1971’de yandı, tamiri 1977’de bittikten sonra Atatürk Kültür Merkezi adıyla yeniden açıldı. İlk projesi Willy Zündt adlı İsviçreli bir mimara ait olan binayı 1946’da Rüknettin Güney, ondan sonra da çok daha radikal biçimde Hayati Tabanlıoğlu tadil ederek 1956-1969 döneminde tamamladı. 1970’teki yangından sonraki tamirat ve tadilat işlerini de  Tabanlıoğlu üstlendi.

1960’ların sonunda yaşanan nüfus patlamasını karşılamaya çalışan toplu taşıma seferberliği, meydanın otobüs duraklarıyla kaplanmasına yol açtı; benzer bir gelişme eşzamanlı olarak Eminönü ve Kadıköy’de de yaşandı (Meydanın bu duraklardan tümüyle kurtulması 2013’ü buldu). Otobüslerin ve dolmuşların yarattığı trafik sıkışıklığına çözüm olarak 1957-58’de Kristal Gazinosu’nun yıktırılmasıyla açılan boşluğa dolmuş durakları yerleştirildi. Meydan –Beyoğlu’nun 1990’da yayalaştırılarak nezihleştirilmesini saymazsak– ‘70’lerden 2011’e dek köklü değişiklikler görmedi.

1 Mayıs 1978: Katliamın birinci yıldönümünde Taksim Meydanı artık “1 Mayıs Meydanı” olarak anılıyordu

1 Mayıs

1960 darbesinden sonra, meydanın ortasına, AKM yönüne doğru dev bir defneli süngü dikildi. Bunu kaldırmak İstanbul’un ilk solcu belediye başkanı Ahmet İsvan’a düşecekti. DİSK öncülüğünde düzenlenen 1976’daki 1 Mayıs kutlamalarına katılım rekor düzeydeydi (200 bin kişi). Ertesi yıl, dönemin başbakanı Demirel’in provokasyon istihbaratı aldığını duyurmaktan başka ciddi bir önlem aldırmaması yüzünden, meydandaki kalabalığa açılan ateş sonucu 34 kişi öldü, 150’den fazla kişi de yaralandı. Failler asla bulunamadı. 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenler 30 küsur yıl boyunca çeşitli bahanelerle ve güç kullanarak meydana sokulmadı. 

Neoliberalizm Taksim’de

1980 sonrasında ekonomisini dünyaya eklemlemeye girişen Türkiye’deki ilk McDonalds restoranı 1986’da Gezi’nin yamacındaki dükkânlarda açıldı; aslında caddenin hemen karşısındaki Kristal Büfe hamburgeri İstanbullularla daha 1950’lerde tanıştırmıştı. Yine 1986’da, dönemin ANAP’lı büyükşehir belediye başkanı Bedrettin Dalan Haliç kıyılarında giriştiği yıkımın bir benzerini Tarlabaşı’nda başlattı. Taksim’i Suriçi’ne bağlayan 19. yüzyılın son çeyreğinde planlanmış iki şeritli cadde altı şeritli bir bulvara dönüştürüldü. Meydanın kuzeybatı köşesindeki yapı adaları tümüyle ortadan kalktı.

Ekonomisini dünyaya eklemlemeye girişen Türkiye’deki ilk McDonalds 1986’da Gezi’nin yamacındaki dükkânlarda açıldı; aslında caddenin karşısındaki Kristal Büfe hamburgeri İstanbullularla 1950’lerde tanıştırmıştı. Yine 1986’da, dönemin ANAP’lı belediye başkanı Bedrettin Dalan Haliç kıyılarında giriştiği yıkımın benzerini Tarlabaşı’nda başlattı.

Dalan’ın Taksim’deki icraatı bu kadarla kalmadı: Biri tamamlanan, diğeriyse hukuki sürecin her nasılsa işlemesi sonucunda durdurulan iki spekülatif projenin sonuna dek arkasında durdu. Bunlardan biri Dolmabahçe stadının arkasında, tapuda üzerine inşaat yapılamaz şerhi düşülmüş büyük bir alana imar izni çıkararak önce on katın altında, arkasından da gökdelen inşaatı izni verilmesiyle yapılan Gökkafes’ti. Diğeriyse 1930’da açılan ve 1979’da kapanan Park otelinin, Ağa Çırağı sokağının diğer yanındaki yapı adasıyla –bu sokağı da benzeri görülmemiş biçimde yutarak– birleştirilmesiyle doğan devasa arsada başlayan, projesine dair inşaat sahiplerinin dışında kimsenin en ufak bir bilgisi olmadığı iki gökdelen bloklu dev bir otel inşaatıydı. Her iki binaya karşı davalar açıldı, bu davaların açılmasından önce iktidardaki ANAP bir dizi hukuki oyunla inşaatların durdurulmasının önüne geçmeye çalıştı. Bu yapılanlar Gökkafes için işe yaradıysa da Park otelinin inşaatı mahkeme ve koruma kurulu kararlarıyla durduruldu, hakkında kısmi yıkım kararı çıktı. Kimsenin uygulanmasını beklemediği yıkım kararını 1989’da SHP’den büyükşehir belediye başkanı seçilen Nurettin Sözen 1993’te uyguladı. Sahibi yapıyı yirmi yıla yakın bir iskelet olarak şehrin ortasında bıraktı. 

Taksim’de biber gazı bulutları; 2013’ün mayıs ayında başlayan Gezi direnişi tarihe irkiltici devlet terörü manzaraları da bıraktı

Plansız yıkımlara ve imar işlerine imza atan Dalan beklenmedik bir kararla Taksim, Beyazıt ve Üsküdar meydanlarının gelişen şehrin ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi için 1987’de uluslararası bir proje yarışması açtı. Taksim için Vedat ve Hakan Dalokay’ın projesi birinci seçildi. Dalokay’ın projesi bugün kısmen uygulanan trafiğin yer altına alınmasını da içeriyordu. Bu proje de, diğerleri de Dalan’ın seçimi kaybetmesiyle rafa kaldırıldı. Projede meydan trafiğe kapatılıyor, trafik yer altına alınıyor, Gezi’nin yerine dev bir havuz, sarnıcın arkasına yeni bir gökdelen inşa ediliyor, Sıraselviler girişindeki binalar yıkılarak yerlerine denize bakan setli bir park açılıyordu. Proje unutulup gittiyse de, önemli bir bileşeni 2011’de yeniden gündeme gelecekti: Trafiğin yer altına alınması.

2007’de meydandan çok da uzak olmayan bir noktada, neoliberalizmin şehircilik literatürüne –yeni bir anlam yükleyerek soktuğu– kentsel rehabilitasyon kavramı bakımından önemli bir projenin temeli altıldı. 19. yüzyılın son çeyreğinde İstanbullu orta ve alt sınıf “tatlı su Frenklerinin” (yani Avrupalı göçmenlerin) kurduğu Tarlabaşı bir yüzyıl sonra kentsel bir yağma ve çöküntü mekânına dön(üştürül)müş durumdaydı. Büyük ölçüde Doğu ve Güneydoğu illerinden yeni göçmüş alt gelir düzeyinden Tarlabaşı sakinleri kibar bir deyişle “tahliye edildi”. Sonra da dekor niyetine bırakılan bazı cepheler dışında yenileme alanındaki neredeyse tüm binalar yerle bir edilerek yeni Tarlabaşı’nın inşaatına başlandı. Bu projenin sağlıklılığı ve insaniliği o zamandan beri tartışılıyor.

İBB Mart 2020 başlarında, çoktandır terk edilmiş bir usûlü canlandırarak, Taksim için iki aşamalı bir kentsel tasarım yarışması ilan etti. Taksim’in bu süreçte yerel ve merkezi yönetimlerin güreş tutacağı bir meydana dönüşeceğini tahmin etmek için de kâhin olmaya gerek yok.

2011’de, Gezi protestolarını başlatan olaylara yol açacak bir projenin temeli atıldı: Meydandaki trafiğin yer altına alınması. Projeye göre, Gümüşsuyu ve Tarlabaşı’ndan gelen yollar yer altında devam ederek Elmadağ’a bağlanacaktı. Tarlabaşı kısmı inşa edilerek 2013’te kullanıma açıldı, ama önce çeşitli davalar, sonra da Gezi direnişi dolayısıyla Gümüşsuyu tünelinin yapımına başlanmadı. Gezi olayları görünürde, Elmadağ’daki bu yeni kavşak projesinin düzgün yapılmaması yüzünden kimi ağaçların kesileceğinin duyulmasıyla protestocuların kurduğu çadırları belediye zabıtalarının yakmasıyla başladı.

Halbuki 2011’de iktidarın 30 küsur yıldan sonra meydanı tekrar 1 Mayıs’lara açmasının yarattığı şaşkınlıkla karışık sevinci ve bunun sonrasını da unutmamak gerek. Zira 2013’te önce, “Meydanda inşaat var, can güvenliği sağlanamaz” (bkz. Beyazıt konulu ilk yazıdaki “Cumhuriyet idaresinin meydan tasavvuru: Ortası boş kalsın” bölümü) bahanesiyle yeniden getirilen yasak, sonra da “Kutlama devletin göstereceği yerde yapılır” diye basitleştirilecek tavır, sonunda 31 Mayıs gecesi bardağı taşırdı.

Gezi’den sonra Taksim

Gezi direnişinden sonra kışla ihya projesi hiç olmazsa bir süreliğine rafa kaldırılmışa benziyor. Başta açıklanan ve araç trafiğini tümüyle yer altına alan projenin sadece bir bölümü inşa edildi. Gezi olayları sırasında meydanda yarım kalan kimi inşaat işleri bitirildi –çukurlar kapatıldı, zemin döşemeleriyle yağmur kanallarının eksikleri tamamlandı. 2015 sonlarında, ne gibi ilkeler ışığında tasarlandığı açıklanmayan bir projenin uygulamasına geçildiği duyuruldu. Bu çerçevede, granit döşeli dev bir çöle dönüşen meydana çiçek tarhları, saksılar ve küçük havuzlar eklenmesi babında kısıtlı bir estetik operasyon yapıldı. Eskiden Cumhuriyet Caddesi’nin girişi olan kısım fuar ve açık pazar kurulabilecek şekilde düzenlendi.

Aynı dönemde İstiklal Caddesi’nde de altyapı yenilemeleri ve zemin ıslahı çalışmaları başlatıldı. Çeşitli ekonomik, sosyal sebeplerle ticari işletme çeşitliliğini kaybeden Beyoğlu çekiciliğini de giderek kaybetmeye başladı. Çalışmaların tamamlanmasından sonra da bu yapısal değişim henüz belirsiz bir yönde sürüyor.

8 Mart 2017: Taksim’de toplanan onbinlerce kadının gerçekleştiridiği Feminist Gece Yürüyüşü

30 yıldan fazla süredir şehrin kültür hayatının kalbi olduktan sonra onarıma giren, ancak sonra göstermelik bir davayla onarımı askıya alınan, derken Sabancı sponsorluğunda tekrar onarımına başlanan AKM Gezi’nin ardından iskeletine dek soyulmuş halde bir süre çürüdükten sonra, onarım ihalesini alan firmanın yeniden yapımının çok daha az masraflı olacağı iddiasını bir dizi teknik raporla desteklemesi üzerine yıktırıldı. Yerine eksisinin dış görünüşünü koruyan, daha geniş bir alana oturan ve farklı bir iç kurguya sahip bir kültür merkezinin yapılacağı duyuruldu. Bu yeni proje yıkılan binanın son müellifi Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu ve meslektaşı Murat Tabanlıoğlu’na sipariş verildi. Binanın temeli 10 Şubat 2019’da atıldı, inşaatı yavaş yavaş ilerliyor.

Yerel ve merkezi yöneticilerin kışlayı hortlatarak –kendi deyimleriyle ihya ederek– meydana vurmayı düşündükleri damga, bu plan askıya alındıktan sonra büyük bir dönüşüm geçirdi. 1960’lı yıllardan beri üzerinde konuşulan cami projesi ilk fikir babalarının hayal bile edemeyeceği bir boyutla hayata geçti. 17 Şubat 2017’de Maksem ve sarnıcın arkasındaki arsada temeli atılan caminin 2020 yılı içinde açılacağı duyruldu. Caminin aynı zamanda iş ortağı olan iki tasarımcısı Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin de mimarları: Şefik Birkiye ve Selim Dalaman. Bu devasa projeden önce de canlandırmacı-seçmeci (revivalist-eklektik) mimari tarzında eserler veren Birkiye, bu camide canlandırmacılığa da yeni tanımlar getirmiş görünüyor. Cami devasa boyutuyla meydanın heykelli kısmının yüz yıla yakındır pek de değişmeyen boyutlarıyla oranlarını altüst ederek, çevresindeki hemen her unsuru görsel olarak geri plana ya da ihmal edilebilir düzleme itiyor.

18., 19., 20. ve 21. yüzyıl başlarında hem önemli toplumsal olaylara hem de ciddi mekânsal dönüşümlere sahne olan bu önemli kent merkezi, hiç şüphesiz sancıları hâlâ süren, ama ne olduğu net biçimde kestirilemeyen yeni değişimlerin arifesinde. Meydanı çevreleyek onu tanımlayan binalar yapılır veya yıkılıp yenilenirken, meydana şimdilik ancak makyaj düzeyinde müdahaleler yapılabiliyor.

1920’li yıllardan beri plansız denebilecek biçimde, büyük ölçüde yamalı bohça gibi parça parça kararlarla büyüyen ve şekillenen meydanla ilgili İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Beyazıt’ta yaptığına benzer şaşırtıcı bir adım attı: Mart 2020 başlarında –çoktandır terk edilmiş bir usûlü canlandırarak– Taksim meydanı için iki aşamalı bir kentsel tasarım yarışması ilan etti. Bu yöntem zamanımızın hâkim siyasi kültürüne epeyce aykırı. Öte yandan, böyle bir iş için bundan daha sağlıklı bir yöntem söz konusu değil. Taksim’in bu süreçte yerel ve merkezi yönetimlerin güreş tutacağı bir meydana dönüşeceğini tahmin etmek için de kâhin olmaya gerek yok.

Yarışmayı düzenleyenlere şu anda söylenebilecek en anlamlı şeylerden biri, 60 yıl önce Beyazıt’ta benzer bir sancılı sürecin sonunda yarışmayla ortaya çıkan bir projenin bürokrasinin örtülü ayak oyunlarına nasıl yenik düştüğünü hatırlayarak yol almaları. Belki de İBB başkanı Ekrem İmamoğlu Beyazıt Meydanı’nda Turgut Cansever’in 1960’taki projesinin revize edilerek hayata geçirileceğini sadece o projenin hatrına duyurmamıştır, kim bilir?

Evet, eminim hep beraber bu yarışmayı ve arkasından neler geleceğini hep birlikte merakla takip edeceğiz.

^