Ağustos başında global medyada geçmişe yolculuktan geçilmiyor. Hegel’den Sylvia Plath’a, George Harrison’dan 70’lerin film müziklerine… Yarından pek beklenti olmayınca geçmişle uğraşmak kaçınılmaz galiba. Buyurun küresel medyada kısa bir gezintiye…
Hiç kuşku yok ki Covid-19 çok şeyi değiştirdi. Günlük hayatımızı, bakış açımızı, çalışma koşullarını, hatta geçmişle ilişkimizi bile…
Salgın ilk başgösterdiğinde Camus’nün Veba’sı gündeme gelmişti. Sonra 1918-20 İspanyol gribi hakkında kitaplar, makaleler yayınlandı. Çünkü birçok tıp ve toplumbilim uzmanı, koronavirüsle mücadele edebilmek için geçmiş salgınlar konusunda tecrübemizin ve belleğimizin zengin olması gerektiğini hatırlatmıştı.
Şimdilerde okuduğum gazetelerde neredeyse her konu dönüp dolaşıyor, bir şekilde salgına, tedaviye, doktorlara ve hemşirelere, karantinaya, sokağa çıkma yasağına bağlanıyor.
Mesela, Le Monde’da (6 Ağustos) “Koleranın altında kalan Hegel” başlıklı yazıda, Alman filozofun 10 Kasım 1831 günü Berlin Üniversitesi’nde bir konferans verdikten sadece dört gün sonra koleraya yenik düştüğü anlatılıyor. “Salgın Dönemlerinde Filozoflar” dizisinin bu bölümünde, Mısır piramitlerinin hiyerogliflerini çözen Champollion ile “termodinamiğin babası” olarak tanınan Fransız askeri mühendis Sadi Carnot’nun (ki aynı ismi taşıyan yeğeni III. Cumhuriyet döneminde cumhurbaşkanı olmuştu) da kolera nedeniyle öldüğü belirtiliyor.
Hegel Berlin’de duvar yıkılmadan önce Türk mahallesi, bugün ise artık çokuluslu kültür ve eğlence semti haline gelen Kreuzberg’de yaşarmış. 1818’den sonra ünü yayılmış, hatta rektör bile olmuş. Hegel, Karl Marx’ın eğitiminde de önemli bir şahsiyet. Tanrı ile tarihi, akıl ile dünyayı, rasyonel ile hakikati “imkânsız kavramlar” üreterek birleştirmeye çalışan adam.
Oligarşi-demokrasi çelişkisi
Hegel’in üzerine kafa yorduğuna dair bir bilgi yok, ama “İşçi sınıfı neden kendi ekonomik çıkarlarına zıt bir şekilde oy kullanır?” henüz tam olarak yanıtlanamamış bir soru. New York Times (31 Temmuz) bu başlık altında yeni çıkan iki kitabı tanıtıyor: Robert B. Reich’ın Sistem –Kim hile yaptı ve nasıl düzeltebiliriz? başlıklı çalışmasıyla, Zephyr Teachout’un Parçala Onları –Özgürlüklerimizi büyük şirketlerden, büyük teknoloji holdinglerinden ve büyük sermayeden nasıl geri alabiliriz?
Her iki yazar da, Batı dünyasında egemenlik kuran neoliberal sistemi inceleyip ayıklarken yarın için önerilerde de bulunuyor. Yoksulların, emekçilerin mevcut sistem altında ezilmeye, sömürülmeye devam ettiğini saptayan yazarlar, tekellerin zihniyet dünyasını oluşturma ve yönlendirme yeteneği sayesinde, özellikle ABD’de ciddi bir alternatifin doğmasına, gelişmesine izin vermediğini hatırlatıyorlar. Sistemin sürekli olarak mevcut oligarşik tekelci iktidarı güçlendirdiğini, sağ/sol, beyaz/siyah, proleter/burjuva çelişkilerinin artık açık bir şekilde oligarşi/demokrasi çelişkisine dönüştüğünü savunuyorlar.
New York Times yeni çıkan iki kitabı tanıtıyor: “Sistem –Kim hile yaptı ve nasıl düzeltebiliriz?” ve “Parçala Onları –Özgürlüklerimizi büyük şirketlerden, büyük teknoloji holdinglerinden ve büyük sermayeden nasıl geri alabiliriz?”
Patron, George, Midnight Express, Sylvia
Açık hava konserlerinin mevsimi neredeyse bitmek üzere, müzisyenler 2020’yi büyük ölçüde işsiz geçirdi.
Müzik hayranları da bu yılı konsersiz geçirince çare eski konserler ve müzisyen kitapları. Le Monde (7Ağustos), “Bruce Springsteen Brötanyalılara geldi” başlıklı yazıda, Patron’un 16 Temmuz 2009 Brötanya’da Vieilles Charrues festivalinde 230 bin izleyicinin dinlediği konsere dönmüş. İlk kez 1991’de birkaç yerel derneğin bir araya gelerek gerçekleştirdiği bu festival şimdiye kadar çeşitli yıllarda Lou Reed, Sting, Bob Dylan, Neil Young, Elton John, Manu Chao (heeeyt!), James Brown, Iggy Pop, Massive Attack, Cesaria Evora, Joe Cocker, The Cure, R.E.M. ve Depeche Mode’u ağırladı. Konserlerin çoğunda bağımsızlık yanlıları Brötanya bayrağı açıyor. Ve geçen yıl bu devasa müzik festivali 250 büyük sponsorla gerçekleşiyor.
Washington Post (6 Ağustos), “George Harrison’u Kendi Sözleriyle İle Tanımak” başlıklı yazıda Ashley Kahn’ın kitabını tanıtıyor. Kitabın özelliği şimdiye kadar sadece Harrison’ın değil, bütün Beatles üyeleri hakkında 1963’ten bu yana yayınlanmış bütün kitap, söyleşi ve haberleri taramış olması. George’un Lennon kadar derin olmadığını saptayan yazar, birçok söyleşide kendini tekrar ettiğini belirtiyor. Harrison’ın içine kapanık, az konuşan, ama bir yandan da sert, hatta maço eğilimli olduğunu öne sürüyor. Eski Beatle’ın söyleşi ve demeçlerinde Hinduizm felsefesinin net bir şekilde belirdiğini yazan Kahn,1943-2001 arasında yaşamış Harrison’ın Lennon’la çok iyi anlaştığını da belirtiyor.
Aradan tam tamına 42 yıl geçmiş, ama “kahpe gâvur matbuat” Midnight Express’i unutmamış. Le Monde (5 Ağustos) “Yaz Dizisi: En Sevdiğimiz Plaklar” serisinde film müzikleri listesi yayınlamış. Alan Parker’ın 1978’de çektiği Gece Yarısı Ekspresi’nin Giorgio Moroder tarafından bestelenen film müziği gazetenin köşe yazarlarınca bir numaraya oturtulmuş.
Le Monde “En Sevdiğimiz Plaklar” serisinde film müzikleri listesi yayınlamış. Alan Parker’ın 1978’de çektiği “Geceyarısı Ekspresi”nin Giorgio Moroder tarafından bestelenen film müziği bir numaraya oturtulmuş.
Film Amerikalı genç bir turistin Türkiye’de üzerinde uyuşturucuyla yakalanmasını ve hapishaneye düşmesini anlatıyordu. Başrol oyuncusu Brad Davis 1991’de vefat etmişti.
Klasmanda ikinci sırayı Stanley Kubrick’in Otomatik Portakal’ının, üçüncü sırayı da Martin Scorsese’nin Taksi Şoförü’nün müzikleri aldı. Bu üç filmin piyasaya çıkma tarihleri göz önüne alındığında, son zamanlarda iz bırakan film müziği bestelenmediği sonucu ortaya çıkıyor. Pek ikna edici değil!
Şimdi biraz edebiyat, daha doğrusu şiir ve sahnede Slyvia Plath. Charlie Hebdo’nun 5 Ağustos sayısında “Babada bir delik” başlıklı yazıda Boston doğumlu, Amerikalı Nilgün Marmara’nın hayatı anlatılıyor. Musevi ailenin kızı, erken yaşta ölen babanın bıraktığı derin iz, anneyle hiç dinmeyen çatışma, II. Dünya savaşı, Hitler, Holokost, Freud, eşi şair Ted Hughes’la çalkantılı ilişkisi ve yazdıkları… Sylvia Plath şiirleri, günlüğü ve tek romanı Sırça Fanus ile su yüzüne çıkıyor. 1963’te intiharla sona eren pastel ve koyu renkli bir hayat. Yırtıcı ve umutsuz bir mizah.
Ağustosun ilk haftasında geçmişe yolculuk revaçtaydı. Covid-19 sürdükçe öyle olacak gibi. Yarından pek beklenti olmayınca geçmişle uğraşmak kaçınılmaz galiba.