Savaşlar ile gıda güvenliği ilişkisine dair geçmiş deneyimler bize ne anlatıyor?
Hilal Elver: İç ve dış savaşların gıda güvencesine olan korkunç etkileri üzerine çok örnek var. Savaşlar sırasında, savaş alanındakinden daha çok insan cephe gerisinde kaybediliyor. Özellikle kadın ve çocuklar arasında açlık ve yoksullukla beraber ölüm ve hastalıklar hızla artıyor. II. Dünya Savaşı sırasında ve savaş sonrasında yaşanan kıtlık bunun en bilinen örneği. Ayrıca, tıpkı İrlanda örneğinde (1922-1923) olduğu gibi iç savaşlar da ciddi gıda güvencesizliğine yol açıyor.
Şu an dört ülkede, Sudan, Yemen, Kuzey Doğu Nijerya ve onlara yeni eklenen Etiyopya’da savaşlar yüzünden büyük kıtlık yaşanıyor. Etiyopya’nın Tigrey bölgesindeki savaş nedeniyle milyonlarca kişi açlıkla mücadele ediyor. Afganistan’daysa savaş sonrası kıtlık hüküm sürüyor. Günümüzde 50 milyondan fazla kişi savaşlarla ortaya çıkan kıtlık nedeniyle yaşam mücadelesi veriyor. Bu ölçüde bir kıtlığı II. Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez yaşıyoruz. Şimdi de Ukrayna savaşıyla beraber 10 milyon civarında bir nüfus evlerini terk etmek zorunda kaldı. Dört milyon Ukraynalı ise sığınmacı olarak komşu ülkelere göçtü.
Mustafa Koç: Tüm savaşlar ölüm, yıkım getiriyor, ama 21. yüzyılın küresel ekonomisinde savaşlar sadece savaşın doğrudan yıkımını yaşayanların değil, dünyanın başka yerlerindeki yoksulların da ekmeğini, aşını çalıyor. İç içe girmiş bağımlılıklar zincirinin en zayıf halkaları en ağır bedeli ödüyor. Kaddafi sonrası Libya’da petrol yatakları emperyalist ülkeler arasında paylaşılırken, Libya’da geçimini temin edip Çad, Mali ve Nijer’deki ailelerini beslemeye çalışan siyah evraksız göçmenler işsiz kaldı. Libya’da iş bulamayınca Avrupa’ya ulaşma hayaliyle binlercesi Akdeniz’de boğularak öldü.
Savaş teknolojileri ne kadar gelişirse gelişsin gıda hâlâ bir silah olarak kullanılıyor. Irak’ta 1990-2003 döneminde ambargo nedeniyle bir milyona yakın çocuk yetersiz beslenme ve temiz suya erişemedikleri için ölürken dünyanın kılı kıpırdamadı. 1996’da başlayan savaşta altı milyona yakın insanın açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle öldüğü Kongo’da, ülkenin zengin kaynakları, bakırı, kobaltı, altını, elması ve koltanı silah almak için ucuza satıldı. Bu savaşlarda ölenleri dünya basını görmedi. Her yıl Dünya Açlık Haritası yayınlayan Dünya Gıda Örgütü’nün (FAO) haritalarında Suriye, Yemen, Libya, Nijer, Somali, Güney Sudan, Kongo, Zambiya, Zimbabve veri yokluğu bahanesiyle gri renkte veriliyor.
Şimdi de 40 milyonluk bir ülke emperyalist stratejilere kurban edilirken Batı basını seçici hümanizmini faş ediyor. Akdeniz’de, Ege’de boğulan Afgan, Suriyeli ve Afrikalı göçmenlere kapalı olan kapılarını Avrupa Ukraynalı mültecilere sonuna kadar açtığı için kendini avutuyor. Kimin acısına yanıp, kimininkini göz ardı etmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Güney ve kuzeyden ateş çemberiyle sarıldığımız Türkiye’de de faturayı yine en yoksul, en çaresizler ödüyor. Gıda fiyatları el yakarken, bir anda yeniden 2008-2011 gıda krizi dönemine dönüş tehlikesi beliriyor. Hatta durum şimdi çok daha vahim.
Uluslararası örgütler açlıkla karşı karşıya kalan insanlara nasıl yardım ediyor?
Elver: Savaşlar ve acil hallerde gıda tedarikinden sorumlu Dünya Gıda Programı (WFP) pandemi sırasında temel gıda maddeleri ve petroldeki fahiş fiyat artışı nedeniyle yardımları azaltmak, hatta kimi zaman kesmek zorunda kaldı. Ukrayna savaşı başlar başlamaz temel gıda fiyatları iki kat arttı. Bunun nedeni fırsattan istifade spekülasyonun başlaması. Yapılan hesaplara göre, WFP’nin aylık 25 milyon dolarlık bir ek bütçeye ihtiyacı var. Bu para verilmezse, kurumlar açlık ve kıtlık yaşayan halklar ve bölgeler arasında seçim yapmak zorunda kalacak. Jeopolitik şartlar ve öncelikler dikkate alındığında, Ortadoğu ve Afrika’da gıda yardımlarıyla yaşayanların çok büyük zarar göreceği aşikâr.
Gıda güvencesi olmayan ya da net gıda ithalatçısı ülkeler, küresel enflasyondan ve Amerikan dolarının aşırı değer kazanmasından dolayı zaten yükselen fiyatlardan olumsuz etkileniyordu. Bir de Ukrayna ve Rusya gibi tahıl ve gübre pazarında çok önemli rolü olan iki ülkenin savaş yüzünden gıda ticaretine ara vermesi, limanların ve yolların kapanması, gıda ticaret zincirinin kırılmasıyla işler daha da kötüleşecek. Rusya ve Belarus’a uygulanan ambargo da bu tabloya eklenince, başta bu ülkelerden gıda temin eden ithalatçı ülkeler, hep beraber şimdiye kadar görülmemiş bir gıda krizine doğru dolu dizgin gidiyoruz.
Savaş teknolojileri ne kadar gelişirse gelişsin su ve gıdaya erişim bir silah olarak kullanılıyor. Güney ve kuzeyden ateş çemberiyle sarıldığımız Türkiye’de de faturayı en yoksullar ödüyor. Eğer savaş devam ederse tahmin dahi edemeyeceğimiz sorunlarla karşılaşacağız.
Savaşlar genelde kendi coğrafyalarına ciddi zarar verir. Komşu ülkeler de yıkımdan nasibini alır. İlk etapta bu ülkelerde yaşayanlar gıda güvenliğini kaybeder, eğitim, sağlık, sosyal hizmetler alanlarında ciddi sorunlar yaşar. Çiftçiler, tarımla uğraşanlar normal hayatlarına dönmekte zorluk çeker, hatta insani yardımlar uzun dönemde iç pazarın dengelerini bozabilir. Ama Ukrayna savaşı maalesef sadece doğrudan taraflarına ya da komşularına değil, daha geniş coğrafyalara, gıda sorunu yaşayan ülkelere çok büyük zarar verecek. Eğer savaş devam ederse tahmin dahi edemeyeceğimiz sorunlarla karşılaşacağız. Bir de, su ve gıdaya erişim savaş zamanlarında ne yazık ki silah olarak kullanılır. Maalesef gıdaya erişimin engellenmesi insanlık suçu sayılması gerekirken şimdiye kadar hiçbir ülke veya silahlı güç bundan dolayı yargılanmadı.
Afrika’daki 45 ülke tahıl ihtiyacının en az üçte birini karşılamakta Ukrayna ve Rusya’ya bağımlı. Bu iki ülke küresel gıda güvencesi açısından nasıl bir rol oynuyor?
Koç: Daha savaş başlamadan, FAO’nun şubat ayı Gıda Fiyat Endeksi’ne göre, gıda fiyatları 2008-2011’deki kriz döneminden ve hatta 1974’teki küresel krizden bile daha yüksek bir seviyeye zaten tırmanmıştı. Özellikle bitkisel yağlar, tahıllar ve süt fiyatlarındaki artış çok fazlaydı. Savaşla fiyatların daha da artacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Geçen yıl itibariyle Rusya ve Ukrayna buğday, darı, kolza, ayçiçeği, ayçiçeği yağı ihracatında dünyada ilk üçe giriyordu. FAO kaynakları savaşın, ambargoların ve ihraç yasaklarının tarımsal ürün ve enerji fiyatlarına yansımasını endişeyle karşılıyor. İlk tahminler savaşın Asya-Pasifik, Sahra-altı Afrika, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da 8-11 milyon insanın daha gıda yetersizliği çeken nüfusa katılacağı yönünde.
Rusya ve Ukrayna dünya tarımsal ürün ticaretinde büyük ağırlığa sahip. 2021’de 32,9 milyon tonla Rusya buğday ihracatında dünya birincisi, Ukrayna ise 20 milyon tonla dünya altıncısıydı. Arpada Ukrayna üçüncü, Rusya dördüncü, darıda Rusya yedinci, Ukrayna üçüncüydü. Ayçiçeği yağında ise Ukrayna 5,1 milyon tonla birinci konumdaydı. Rusya 3,1 milyon tonla onu takip ediyordu. Durumun tarım ithalatlarını büyük ölçüde bu iki ülkeden yapan ülkeler için çok daha vahim olduğu aşikâr.
Peki bu durumdan Türkiye nasıl etkilenecek?
Koç: Sadece Tarımsal ithalatının yüzde 85’e yakınını Rusya ve Ukrayna’dan yapan Türkiye değil, gıda fiyatları konusunda kırılgan Mısır, Lübnan, Somali ve Kongo gibi ülkelerin acilen uygun fiyatlı alternatif kaynaklar bulması gerekiyor. Küresel pazarlarda alternatifler var, ama petrol fiyatlarındaki artış Avustralya, Arjantin, Kanada ve ABD gibi okyanus ötesi kaynaklardan gelecek tahılın navlun ücretini artıyor. Dolara karşı yerel para birimlerinin değer kaybetmesiyle maliyet katlanıyor. 2011’deki gıda krizinin Arap Baharı ayaklanmalarına neden olduğu söylenir. Yeni bir gıda krizi ekmekle karın doyurmaya çalışan toplumlarda nasıl bir tepkiye neden olur? Onu zaman gösterecek.
Tahılların ve yağlı tohumların fiyatındaki artış yem, süt ve et fiyatlarını da olumsuz etkiliyor. Petrol fiyatlarındaki artış gübre fiyatlarına yansıyor. Modern endüstriyel tarım tarladan sofraya her aşamada fosil yakıtlara bağımlı. Rusya dünya gübre ihracatında çok önemli bir konuma sahip. Azotlu gübrelerde birinci, potasyumlu gübrelerde ikici ve fosforlu gübrelerde üçüncü sırada. Gübre imalatında, özellikle azotlu gübrelerde doğal gaz bir hammaddedir. Şimdiden üre ve doğal gaz fiyatlarında ciddi bir artış gözleniyor.
Böyle krizler yanlışlarımızı görebilmemiz için bir fırsat olabilir. Bu savaşın en olumlu yanı yıllarca kırsal ve tarımsal kalkınmayı ihmal eden, kentleşme ve betonlaşmayı kalkınma ve büyüme sanan, ucuz ithalatla tüketiciyi memnun edip günü kurtarmayı yeğleyen politikaların yanlışlığını görmemiz olacak. Ama seçimler öncesinde iktidarlar bir an önce gıda fiyatlarını düşürmeyi amaçlayan kısa vadeli çözümleri tercih eder. Gıda egemenliği olmadan gıda güvencesi sağlanamayacağını anlamak için daha kaç kriz gerekiyor?
Savaşlarda silahlar ve tahribatla yayılan (uranyum, asbest gibi) toksik maddeler tarımsal üretimde ne gibi sorunlar doğuruyor, insan sağlığına ne gibi etkileri oluyor?
Bülent Şık: Rusya ve Ukrayna tahıl ve bitkisel yağ üretimi ve ihracatı açısından dünyanın en önde gelen ülkelerinden olduğu için yaşanan savaşın gıda üretiminde bir daralmaya yol açacağı kesin. Savaş söz konusu olduğunda yaşanacak problemlerin yerelle sınırlı kalmadığını, gıda güvencesi ve güvenliği açısından kalıcı sorunlara yol açabileceğini vurgulamak şart. Gıda üretimi sınırlarla ayrılmış ülkelerde yapılsa da toprak, su, hava akışkan varlıklardır. Savaşın yol açtığı toksik kirlilik çok büyük bir tehlike.
Savaşın hemen bitmesini diliyorum, ancak, bitince bile sona ermeyecek savaş kaynaklı sorunlar var. Modern savaşlar eskiye kıyasla olağanüstü boyutlarda tahribat yaratıyor. Tüm bir coğrafya çeşitli toksik maddelerle kalıcı ya da temizlenmesi çok güç bir şekilde kirletiliyor. Bunun ilk örneklerinden biri Vietnam Savaşı’ydı. ABD’nin sık orman örtüsünü yok etmek için kullandığı dioksin esaslı bileşikler öyle kalıcı bir kirliliğe yol açtı ki, üzerinden neredeyse 50 yıl geçmiş olmasına rağmen, dioksinin yol açtığı hastalıklar Vietnam’da hâlâ bir numaralı halk sağlığı sorunu.
Küresel pazarlarda alternatifler var, ama petrol fiyatlarındaki artış ve dolara karşı yerel para birimlerinin değer kaybetmesi okyanus ötesi kaynaklardan gelecek tahılın maliyetini katlıyor. 2011’deki gıda krizinin Arap Baharı ayaklanmalarına neden olduğu söylenir. Yeni bir gıda krizi ekmekle karın doyurmaya çalışan toplumlarda nasıl bir tepkiye neden olacak? Zaman gösterecek.
Dioksin bilinen en toksik ve toksik etkisini çok uzun yıllar koruyabilen kimyasal. Başta kanser ve doğumsal anomaliler, çeşitli hastalıklara yol açıyor. Vietnam’dan günümüze doğru geldiğimizde silahlardan kaynaklanan ve sivil yerleşim alanları ve tesislerin yıkımıyla açığa çıkan toksik kirliliğin ürkütücü boyutlara ulaştığını söyleyebiliriz. Kullanılan silahlar ağır metaller, PCB’ler (polychlorinated biphenyl), seyreltilmiş uranyum esaslı radyoaktif kimyasallar gibi son derece ciddi toksik maddeler içeriyor.
Bir başka kritik mesele de yerleşim yerlerinde, bina ve tesislerde, altyapıda gerçekleşen yıkımlar. Bu yıkımların genel karakteristiğini parçalanma, dağılma ve yanma şeklinde açıklayabiliriz. Yıkıma uğratılan her nesnenin, yapının ya da malzemenin bünyesinde bulunan toksik kimyasallar kısa sürede çevreye saçılır. Açığa çıkan toksik kimyasallar toprağı, suyu, havayı kalıcı bir şekilde kirletme potansiyeline sahiptir. Barışın ardından orada üretilecek gıdalar, su varlıkları ve solunan hava yaşanan yıkımın toksik izini bünyelerinde taşır.
Bu meselenin henüz yeterince kavrandığını sanmıyorum; çünkü günümüz savaşlarının nokta atışı yürütüldüğü, ileri teknoloji kullanıldığı için yıkımın ve zayiatın minimize edildiği müdahaleler olduğuna dair yaygın bir yanlış söylem var. Ukrayna-Rusya savaşında bir ara nükleer silah kullanımı olasılığından korkuldu. Elbette nükleer savaş bir felakettir, ama konvansiyonel savaşların da toksik kirlilik açısından ondan geri kalmayabileceğini bir an önce idrak etmemiz gerekiyor.
Donbas bölgesi ülkenin ağır sanayisinin kalbi durumunda. Bölgede uzun süredir yaşanan savaş hali çevreye ve tarımsal üretime nasıl zarar veriyor?
Şık: Bölgede 200 yıldır madencilik yapılıyor. Madenlerin çoğu ekonomik ömrünü tamamladığı için terk edildi. Boş madenler zamanla suyla dolar ve bu su başta maden yatağındaki ağır metaller, çeşitli toksik kimyasal maddelerle kirlenir. Kirli suyun temiz su kaynaklarını kirletmesini önlemek için dışarı pompalanması ve arıtılıp temizlendikten sonra çevreye salınması gerekir.
Donbas bölgesindeki bütün madenler yeraltı tünelleriyle birbirine bağlı. Bölgede 2014’ten beri süren çatışmalı durum ve şimdi de savaş madenlerdeki suların temizlenmesini aksatıyor. Uydu gözlemleri madenlerdeki kirli suyun seviyesinin sürekli yükseldiğini gösteriyor. Üstelik, 1979’da SSCB döneminde, bölgedeki Yunkom kömür madeninde bir yeraltı nükleer bombası patlatılmış, dolayısıyla suların bir kısmı radyoaktif bileşiklerle kirletilmişti. Eğer savaşın önü alınamaz ve kirli su çevreye yayılırsa çok büyük, etkileri uzun süreye yayılacak bir ekolojik felaket yaşanacak.
“Savaş binlerce kilometre ötede, bize bir şey olmaz” diye düşünmemeliyiz. Ukrayna’da ağır metallerle kirlenmiş toprakta, ağır metallerle kirlenmiş suyla üretilmiş tahıllar, ihracatla dünyanın dört bir tarafına dağılacak. Buradan çıkan sonuç basit: Başkalarının sağlığı ve esenliği bizim de sağlığımız ve esenliğimiz anlamına geliyor. Ülkelerin sınırları bulunsa, milliyetler, din, dil farklı da olsa yeryüzünün ekolojik koşulları bizi birbirimize yakınlaştırır, yazgımızı ortak kılar. Birbirimizden sorumluyuz. Savaşta kullanılan silahlardan kaynaklanan toksik kirliliğin yıkıcı etkileri savaş bittikten sonra da yıllarca devam edecek.
Ukrayna’da ağır metallerle kirlenmiş toprakta, ağır metallerle kirlenmiş suyla üretilmiş tahıllar dünyanın dört bir tarafına dağılacak. Ülkelerin sınırları bulunsa, milliyetler, din, dil farklı da olsa ekolojik koşullar yazgımızı ortak kılar. Kullanılan silahlardan kaynaklanan toksik kirliliğin yıkıcı etkileri savaştan sonra da yıllarca devam edecek.
Silahlarda kullanılan seyreltilmiş uranyumun etkileri neler?
Şık: Seyreltilmiş uranyum esaslı silahların yol açtığı radyoaktif kirlilik barış döneminde de büyük bir sorun. Seyreltilmiş uranyum Kosova’da NATO tarafından, Afganistan’da, I. Körfez Savaşında ve daha sonra Irak işgalinde ABD tarafından kullanıldı. Libya ve Suriye’deki savaşlarda da kullanıldığı düşünülüyor. Kayıtlara girmeyen ya da tespit yapılamayan savaş ve çatışma bölgelerini de atlamamalıyız.
Körfez Savaşı’nda ve ardından Irak işgalinde Basra ve Felluce’de 2 bin ton seyreltilmiş uranyum içeren silah kullanıldığı tahmin ediliyor. Günümüzde bölgede hâlâ korkunç halk sağlığı sorunları yaşanıyor. Savaştan bu yana bölgede kanser, çocukluk çağı kanserleri ve doğumsal anomali hastalıklarında 17 kat artış var.
Filistin’de altyapısı, binaları ve tesisleri sürekli yıkıma uğratılan Gazze, suda en çok nitrat bulunan kent haline geldi. Nitrat en fazla beş yaş altındaki çocuklara zarar veriyor. Çocukların metabolizması nitratın yol açtığı solunum sıkıntısı sorununu çözemiyor. Kandaki alyuvarların oksijen taşıma yeteneğini kaybetmesiyle ortaya çıkan mavi bebek sendromunda Gazze dünyada birinci.
Üstelik savaşlar söz konusu olunca sadece birkaç kirlilik etmeninden de söz etmiyoruz. Savaş binlerce kirlilik etmeni açığa çıkarıyor. Günümüz savaşlarının vahim sonuçları coğrafya bilgimizi gözden geçirmemize yol açacak nitelikte. Coğrafyaya hâlâ ülke sınırları, bölgeler ya da kentler üzerinden bakabiliriz elbette. Ama yakında başka bir “sınır” anlayışı çok keskin şekilde kendini dayatacak: Yaşama elverişli, daha az elverişli ve elverişsiz bölgeler. Savaşlar tam da bu türden sınırları yaratıyor. O nedenle barış talebinden vazgeçmemek çok önemli. Biyoloji açısından milliyet ya da ırk hiçbir şey ifade etmez, yeryüzündeki her şey ve her canlı birbirine bağlıdır.