SURİYELİ KADINLARIN ÇALIŞMA DENEYİMLERİ VE TOPLUMSAL CİNSİYET İLİŞKİLERİ

Söyleşi: Tuba Çameli
29 Ocak 2021
SATIRBAŞLARI
Türkiye’de geçici koruma statüsünde yaklaşık 3,6 milyon Suriyeli göçmen var. Bu nüfusun yüzde 46,1’ini oluşturan kadınlar ne halde, nelere maruz bırakılıyorlar, nasıl ayakta kalmaya çalışıyorlar, nasıl desteklenebilirler? Göç Araştırmaları Derneği’nin “Mecburiyet, Müzakere, Değişim: Suriyeli Kadınların Çalışma Deneyimleri ve Toplumsal Cinsiyet İlişkileri Raporu” bu sorulara cevap arıyor. Mersin, Gaziantep ve İzmir’de yaşayan 18-45 yaş aralığındaki 48 Suriyeli göçmen kadınla görüşen Lülüfer Körükmez, İlhan Zeynep Karakılıç ve Didem Danış’ı dinliyoruz.
Oroubah Dieb, Göç

Mecburiyet araştırmanızın ilk anahtar kelimesi, Suriyeli göçmen kadınlar kendilerini nelere mecbur hissediyorlar?

Lülüfer Körükmez: Her kadının göç etme biçimi, koşulları, sınıfsal pozisyonları birbirinden farklı olduğu için göç ve sonrasına ilişkin deneyimi ve anlatısı da farklı. Ancak, üç ilde, Mersin, Gaziantep ve İzmir’de görüştüğümüz 48 kadının tamamına yakını geçim sıkıntısı sebebiyle ve mecburiyetten çalışmaya başladıklarını ifade etti. Öte yandan, mecburiyet kadınların hayatları boyu yaşadıkları pek çok zorluğu da kesen bir ifade. Ev işlerini kotarma, çocukların, eşin, yaşlıların bakımı, savaşla birlikte göç etme ve yeniden yerleşme gibi birçok zorlu süreç içinde bile yine hanenin hem duygusal/psikolojik olarak hem de ekonomik olarak kısıtlı kaynaklarla geçinmesini sağlamanın mecburiyetine referans veriyor. Araştırmamızda, mecburiyeti toplumsal mecburiyetler ve bunların neticesinde değişen ilişkileri ve dinamikleri toplumsal cinsiyet çerçevesinde ele aldık.

Görüştüğünüz kadınlar Suriye’de çalışma mecburiyeti hissetmemişler mi?

İlhan Zeynep Karakılıç: Suriye’de kente ve ailelere göre kadınların çalışma durumu değişiyor. Suriye’de genellikle kadınların çalışmadığını ifade edenler oldu, bunu da çoğu zaman tek maaşın yetmesiyle açıkladılar. Bazıları sadece kadın ve çocukların müşteri olduğu işlerde çalışmışlar. Türkiye’de durum tam tersi kadının çalışması tercih değil, zorunluluk.

Nasıl iş buluyorlar?

Bazıları eğitimli oldukları için göçmen dernekleri ve projeler vasıtasıyla bulabiliyor. Kimisi kapı kapı dolaşarak iş arıyor. Komşuluk, mahallelilik, hemşerilik, akrabalık üzerinden sosyal ağlar geliştirip iş bulabiliyorlar.

Hangi sektörlerde çalışıyorlar genellikle?

Körükmez: Geniş bir yelpazeye yayılıyor. Evde parça başı iş yapanlardan devlet kurumlarında çalışanlara kadar çeşitlilik gösteriyor sektör dağılımı. STK’larda çalışanlar, hizmet sektöründe, tekstilde çalışanlar, esnaf olarak çalışan ve iş edindirme programları kapsamında iş bulanlar vardı. Eğitimini aldıkları alanda veya kültürel sermayeleriyle uyumlu iş bulabilenler de var. Ancak, bunlar çok istisnai durumlar. Genellikle çok düşük ücretlerle, kısa dönemli işlerde ve güvencesiz koşullarda iş bulabiliyorlar. İş koşulları ve çalışma rejimi, kadınların günlük ihtiyaçlarını karşılamakla sınırlı.

Evde parça başı iş yapanlardan, terliklerin tabanıyla üstünün birleştirilmesi işini örnek verebiliriz. 600 çift terliğin birleştirilmesi iki gün alıyor. Karşılığı 25 lira. Üstelik bu tek kişilik bir iş değil, 600 çift terlik ancak evdeki herkesin dahil olmasıyla iki günde yapılabiliyor. Yani 25 lira evdeki herkesin işgücünün karşılığı.

Nasıl ücretler alıyorlar?

Körükmez: Evde parça başı iş yapanlardan, terliklerin tabanıyla üstünün birleştirilmesi işini örnek verebiliriz. 600 çift terliğin birleştirilmesi iki gün alıyor. Karşılığı 25 lira. Üstelik bu tek kişilik bir iş değil, 600 çift terlik ancak evdeki herkesin işe dahil olmasıyla iki günde birleştirilebiliyor. Yani 25 lira tek kişinin değil evdeki herkesin işgücünün karşılığı. Tekstil atölyelerinde çalışanların, kuaförlük, bulaşıkçılık yapanların kazançları genellikle asgari ücretin altında. Sadece sivil toplum kuruluşlarında tam zamanlı veya yarı zamanlı çalışabilenler belki bir miktar görece daha düzgün maaş alabiliyor. Bunlar da proje bazlı işler oldukları için sürekli bir gelir değil. Devlet kurumlarında, resmi kurumlarda sözleşmeli olarak çalışanlar var, mesela göçmen sağlık merkezlerinde doktor olarak veya hastanelerde çevirmen olarak. Ancak, bunlar da sözleşmeli ve öngörülemez işler. Ücretler sektörlere göre farklılık gösteriyor, ama her durumda aynı işi yapan Türkiyeli çalışanlardan daha düşük ücret alıyorlar.

Kadınların Türkçeyi erkeklere oranla dahi iyi konuştukları yönünde bir gözlem var, ne dersiniz?

Didem Danış: Kadınlar çocuklarının eğitimleriyle de ilgilendikleri için kamusal alanda Türkçe kullanma imkânları daha fazla. TV dizilerini izleyerek Türkçe öğrendiklerini söyleyenler de oldu. Erkekler işe gittikleri için dil öğrenmede daha şanslı oldukları düşünülebilir, ama işyerlerindeki ayrımcılık nedeniyle daha sınırlı bir iletişim içinde oluyorlar, bu da Türkçe öğrenmelerini engelliyor.

Körükmez: Bazı kadınlar da dil öğrenmek ya da başka beceriler geliştirmek elbette istiyor, ama çocuklarını bırakabilecekleri bir yer yok. Örneğin, İzmir’de görüştüğümüz genç kadın, küçük yaştaki iki çocuğunu bırakabileceği bir yer olmadığı için, yaşadığı mahalledeki dil kursuna dahi gidemediğini anlattı. Öte yandan, eş ya da ailenin izin vermemesi sebebiyle evden çıkamayan kadınlar var, onlar da dil öğrenmekte zorluk yaşıyor.

Didem Danış, İlhan Zeynep Karakılıç, Lülüfer Körükmez

Kendilerini Türkmen olarak tanıtan, Suriyeli olduğunu söylemeyen kadınlara rastlanıyor. Sizin de böyle gözlemleriniz oldu mu?

Suriyelilere yönelik ırkçı ve ayrımcı pratiklerin yaygınlığı sebebiyle, Suriye yerine örneğin Lübnan, Cezayir gibi ülkelerden olduklarını söyleyenlerle karşılaştık. İzmir’de görüştüğümüz bir kadın restoranda çalıştığı dönemde, işverenin müşterilerle konuşmamasını, konuşursa da kesinlikle Suriyeli olduğunu söylememesini tembihlediğini anlattı. Bu örnek Suriyelilerin maruz bırakıldığı ayrımcılığın ve ırkçılığın yaygınlığının herkesin farkında olduğunu da gösteriyor.

Kamuoyunda birden çok yerden yardım aldıkları inanılmasına karşın, gerçekte kıt kanaat geçiniyorlar. Sizin gözlemleriniz neler?

Danış: Kuşkusuz bir kesim için ağır bir yoksulluk söz konusu. Aralarında daha küçük bir kesim orta sınıf. Ama genel olarak tüm kesimlerde göçle beraber ciddi bir yoksullaşma var. Mesela Mersin’de, devlet okulunda, Suriyeli çocukların uyumu için AB projesi kapsamında rehber öğretmen olarak çalışan Emel Suriye’de fizik öğretmenliği yapmış. Eşi ziraat mühendisi, Yunanistan’da yüksek lisans yaptığı halde başka iş bulamadığı için Adana-Mersin arası bölgede günlük tarım işçisi olarak çalışıyordu. İki çocuk ve kayınvalideyle beraber bu beş kişilik hanenin tek düzenli geliri Emel’in 2 bin lira maaşıydı. Ve bu aile gördüklerimiz arasında en iyi durumdakilerden biriydi. Engelli ya da yaşlı nüfusu olan aileler var. Bazı hanelerde öyle derin bir yoksulluk var ki…

Yoksullukla baş etmek için nasıl çarelere başvuruyorlar?

Yöntemlerden biri aynı evde birden fazla ailenin beraber yaşaması. Bu tabii ki hane içi mahremiyeti ve komşularla ilişkileri zorlaştıran bir durum. Hemen her yerde, Suriyeli mültecilere yönelik şikâyetlerden biri çok gürültü yaptıkları. Kira masrafını azaltabilmek için kalabalık nüfuslar halinde yaşamak zorunda kalınca bu kaçınılmaz. Bir diğer yoksullukla baş etme yöntemi, maddi yardımlar. AB’nin desteğiyle gelen ve Kızılay Kart üzerinden dağıtılan yardım çok önemli. Fakat bu da herkese verilmiyor, oldukça ağır kriterleri var: En az üç çocuk sahibi ya da dul olmak veya hanede bir engelli olması lâzım. Bu kriterleri tutturabilen ailelere kişi başı 120 lira yardım yapılıyor. Bunun dışında, yine STK’ların oldukça düzensiz bazı aynî yardımları olabiliyor, erzak yardımı gibi. Ama bunların hepsi, hanelerin çok büyük bir kısmının bıçak sırtı yaşamlar sürdürmesine engel olamıyor. Yarınının ne olacağını bilemeyen yaşamlar çoğu.

Suriyelilere yönelik ırkçı pratiklerin yaygınlığı sebebiyle, Suriye yerine Lübnan, Cezayir gibi ülkelerden olduklarını söyleyenlerle karşılaştık. İzmir’de görüştüğümüz bir kadın restoranda çalıştığı dönemde, işverenin müşterilerle konuşmamasını, konuşursa da Suriyeli olduğunu söylememesini tembihlediğini anlattı.

Pandemiden nasıl etkilendiler?

Karakılıç: Pandemi öncesi tüm belirsizliklere ve düzensiz gelire karşın bir düzen kurmaya çalışıyordu bu aileler. Pandemiyle her şey tepetaklak oldu. Çok yaygın işsizlikle beraber, zor bela kurmaya çalıştıkları asgari yaşam standardı bile kayboldu. Dolayısıyla, şu anda bir-iki düzensiz yardım dışında destek alamadıkları için çok zor durumdalar. Mültecilerin çoğunlukla görmezden gelinen çok ağır koşullarda yaşadığının altını çizmemiz gerekiyor. Bu tür durumlarda iç dayanışma mekanizmaları öne çıkıyor, akrabalık bağları, yurtdışında olanların desteği ve çok nadiren, bazı STK’ların çevresindeki yardım ağları. Bu destekler bu dönemde hayati önem kazanıyor.

Suriye’ye dönmek, Türkiye’de kalmak, Avrupa’ya gitmek… Genel eğilim neydi?

Körükmez: Kadınların önemli bir bölümü toplumsal cinsiyet ilişkilerinde yaşanan dönüşümden duydukları memnuniyeti anlatırken bu değişimi Türkiye’de yaşamakla ilişkilendiriyor. Suriye’ye dönmenin yaşanan değişimin kaybına neden olacağından endişe duyuyorlar. Tıpkı Emine’nin söylediği gibi: “Öncelikle, savaş bitmedi. İkincisi, eski âdetlere, geleneklere, göreneklere dönmek istemiyorum. Suriye’ye dönersem çalışmayacağım. Çalışmayı sevdim ve çalışacağım.” Erkekler ise eski norm ve ilişkileri korumak istemeleri nedeniyle Suriye’ye dönmek istediklerini belirtiyor. Pek çok kadın eşlerinin kendilerine “senin başın büyüdü”, “savaş bittiğinde Suriye’ye döneceğiz!” diyerek kadınlardaki değişim ve yeni ilişki dinamiklerinden rahatsızlıklarını dile getirdiklerini anlattı.

Karakılıç: Önemli bir kesim Türkiye’de kalacaklarını düşünüyor. Avrupa’ya gitmeyi isteyenler gençler daha çok. Ayrıca, gençlerin burada yaşayıp Suriye ile iş yapma arzuları da var.

Danış: Türkiye’de yapılan araştırmaların çok büyük bir bölümü Suriyeli mültecilerin dönmek gibi bir niyetleri olmadığını gösteriyor. Bizim araştırmamızda da böyleydi, en yoksul olan da, görece durumu iyi olan da dönmek fikrine sıcak bakmıyor. Ama burada, benim gözlemim en azından, özellikle çok daha yoksulluk içinde yaşayan hanelerde, Avrupa’ya gitme hayalinin taze olduğu. Hayatı idame ettirebilme yöntemi olarak “rüya ülkesi” diye anlatılan Almanya’ya gitmek hayallerini süslüyor, bunun artık çok zor olduğunun farkında olsalar da.

Oroubah Dieb, Göç

Söz hayallerden açılmışken, araştırmanızda kadınların hayallerinin çocuklarının geleceği üzerine kurulu olduğunu söylüyorsunuz.

Göçmenlerle ilgili başka ülkelerde yapılan çalışmalarda da bu görülüyor. Birinci kuşak çilekeştir. Hayatı idame ettirebilme çabası içinde bütün hayallerini çocuklarına yükler. Geçenlerde The New Yorker’da yayınlanan bir yazıda, kendisi de göçmen çocuğu olan Karla Cornejo Villavicencio göçmen anne babaların bu insanüstü çabasının çocuklar üzerinde yarattığı borçluluk duygusunu ve vicdan yükünü anlatıyordu. Bizim araştırmada da özellikle eğitimli ailelerin çocuklarının eğitimlerine muazzam önem verdiğini gördük. Çocuklara yapılan ısrarlı bir yatırım var. Ne kadar zor durumda olsalar da, bazı aileler çocukların okulda başarılı olabilmesi için özel ders aldırıyor mesela. Mersin’de tanıştığımız 49 yaşındaki Hülya, iki çocuğunun eğitimi için el işi ürünler yapıp kermeslerde satıyordu. Suriye’deyken tasarım eğitimi almış, eşi elektronik mühendisi, Suriye’de oldukça varlıklı bir yaşam süren bu çift göç sonrası Mersin’de denedikleri bir-iki iş batınca süs eşyaları yapmaya başlamış. Düzenli bir gelirleri olmamasına rağmen, Avrupa’daki kardeşlerinden gelen desteğin önemli bir kısmını çocuklarının eğitimine ayırıyorlardı. Gelecek hayallerini sorduğumuzda, kızının tıp okumasını istediğini söyleyen Hülya Büyüdükçe hayallerimiz küçülüyor. Benim hayalim sadece çocuklarımı büyütüp, ayaklarının üzerlerinde durmaları” demişti.

Karakılıç: Antep’te iki kadın vardı, ikisi de kızlarının okumasını istiyordu. Biri bunun için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Mesela kızına görücü gelmişti ve görücüyü reddetmişti. Diğeri ise kızını nasıl okutacağını bilmiyordu, ancak kızının kendisi gibi olmasını da istemiyordu. İlk anlattığım kadın mahalledeki ayakkabı yapım işlerini diğer kadınlara dağıtan kadındı, diğeri ondan iş alandı.

Türkiye’de Suriyelilere ilişkin birtakım inançlar var. Örneğin, kadınların, kız çocukların okutulmadığı, kadınların çalıştırılmadığı gibi… Bu bakımdan, kır, kent ve kentler arası farklılıklar, hatta kırsal arasında bile fark var. Sınıf burada temel belirleyenlerden biri. Suriye’de hayat normal devam edebilseydi, eğitimini tamamlayabilecek ve çalışabilecekken, savaş ve göç sebebiyle, bundan geri düşmüş kadınlar var. Öte yandan, üniversite eğitimi için ısrar etmiş, aileyle çatışmış, eğitimini tek başına ayakta kalarak tamamlamış kadınlar var.

AB’nin desteğiyle gelen ve Kızılay Kart üzerinden dağıtılan yardım çok önemli. Fakat bu da herkese verilmiyor, oldukça ağır kriterleri var: En az üç çocuk sahibi ya da dul olmak veya hanede bir engelli olması lâzım. Bu kriterleri tutturabilen ailelere kişi başı 120 lira yardım yapılıyor.

Kadınların bunca sorunla baş ederken belli bir dayanıklılık geliştirdiklerini söyleyebilir miyiz?

Körükmez: Evet ama, dayanıklılık dediğimizde uzun soluklu bir süreçten bahsediyoruz. Bir anda olup biten bir şey değil. Hele ki göç bağlamında, zaman ve koşullarla çok yakın ilişkili. Bizim çalışmamızda tanıştığımız kadınların dayanıklılık geliştirmek için bir patikaya girmiş durumda olduklarını söyleyebiliriz. Toplumsal cinsiyet rollerinin ve aynı zamanda, evin fiziksel sınırlarının dışına çıkarak, iş yaşamına girme, para kazanma ve bunun beraberinde getirdiği pek çok şeyle birlikte bu patikaya giriyorlar. Ancak, bu patika dış koşullarla o kadar bağlantılı ki. Örneğin, göç politikaları, verilen veya eksik bırakılan destekler, birlikte yaşama pratikleri… Öte yandan, pandemi gibi herkesi derinden etkileyen faktörler de var. Bugün o kadınlarla yeniden görüşsek, pandemi koşulları altında kadınların dayanıklılıklarında gerileme yaşanmış olması muhtemeldir. Ancak, dayanıklılık sürecinin koptuğu anlamına gelmez bu. Zaten, bu lineer bir süreç değil. İleri geri, ileri geri giderek, kırıklarla, iyileşmelerle gerçekleşiyor.

Bu patikalar, ileri gidiş geriye düşmek raporunuzdaki diğer bir anahtar kelimeye ulaştırıyor: Müzakere…

Müzakere potansiyel olarak toplumsal cinsiyet rolleri ve sınırlarının dışına çıkacağı durumlarda, yani bu çalışmada, kadınların ücretli işe girişi ve ev dışına çıkışında yaşanan sürece referans ediyor. Geçimi sağlamak için çalışmaya karar veren kadınlar iş yerinin güvenliği, çalışma saatleri, ev içi işlerin aksamayacağı veya bütün bunları yaparken “kendisini koruyacağı”nın garantisini vererek çalışabiliyor. Kadınların sokak ve işyerlerinde yaygın olarak tacize maruz kaldığını biliyoruz. Öte yandan, toplumsal değerler ve ilişki biçimlerinin de farklılığı söz konusu. Dolayısıyla, müzakere pek çok dinamiği içinde barındırıyor. Örneğin, erkek kardeşle aynı iş yerinde çalışmak, böylece hem iş yerinde hem sokakta güvenliği garanti etmek bu tür müzakerelerle ortaya çıkan stratejilerden biri. Bu süreç pürüzsüz gerçekleşmiyor elbette. Gerginlik ve tartışmaları, taviz verme, uzlaşma veya uzlaşmaya mecbur kalmayı barındırıyor içinde.

Müzakerenin tarafları kimler?

Tamamen toplumsal cinsiyetin dayattığı sınır ve ilişkilerde gerçekleşen bir tür pazarlık. Müzakere tam da orada eş, baba, abi, ya da evdeki diğer söz sahibi kadınlarla yapılıyor. Kadınlar çoğu zaman müzakereden yeni sorumluluklar alarak çıkıyor. “Düzeni bozmadan” para kazanmak ve iş gücüne katılmak ve bu parayı da tekrar ev içinde var olan ilişkileri, dengeleri “bozmadan” – bozulmadığı anlamına gelmiyor bu – kullanmak için çaba harcanması demek. 

Oroubah Dieb, Ülkemin Kadınları

Mecburiyet müzakereyi getiriyor, müzakere de dayanıklılığı veya zaman zaman geriye düşmeyi. Ve üçüncü anahtar kelimeye geliyoruz: Değişim…

Danış: Mecburiyet ve müzakere, ister istemez bir dönüşüme sebep oluyor. İlkay tüm süreci kendi cephesinden şöyle anlatmıştı: “Biz (Suriye’deyken) evde otururduk, rahattık. Burada mecbur kaldık. Mecburen çalışıyoruz. İhtiyaçlar, çaresizlik bizi mecbur bıraktı. Başlangıçta, çalışıyor olmak akrabalarımızın önünde bizi utandırıyordu, ‘Ya kadın çalışır mı!’ Ama artık bizim için de onlar için de bu normalleşmeye başladı. Hepsi artık kızlarını çalıştırmaya başladı. Başlangıçta akraba gelir ve ‘Sen kadın olarak çalışıyorsun, kocan evde oturuyor!’ derdi. Şimdi artık her şey normalleşti. Artık kimse kimseye laf çıkarmıyor.” Değişimin olmaması mümkün değil. Elbette bu süreç hane içinde gerilimlere çok açık. Kadınlar ve çocuklar iş gücü piyasalarında daha düşük ücretle ve esnek koşullarda çalıştırılabildikleri için erkeklere göre daha kolay iş bulabiliyorlar. Erkeklerin düzenli iş bulamamalarına, kendilerine atfedilen ve görev bildikleri ailenin geçimini sağlama rolünü yerine getirememelerine ek olarak, eşlerinin, kız kardeşlerinin ücretli işe girmesi ve onlara atfedilen rollere ortak olması beraberinde gerilimleri getiriyor. Bir taraf “erkeklikten düşme” hissi yaşarken diğer taraf ev ve toplumsal cinsiyet sınırlarını aşarak güçleniyor.

Bu arada, kadınlar için sürekli yeni görevler, yeni mecburiyetler ortaya çıkıyor. Bazen geriye çekilerek, bazen evdeki tüm işleri sırtlayarak bu süreçle baş ediyorlar. Örneğin, mülakat yaptığımız kadınlardan biri devlet hastanesinde çevirmen olarak çalışıyordu ve bizimle şunları paylaştı: “Çok yoruluyorum. Eskiden eşimin kahvesini yapardım. Onun mutsuzluğunu görüyorum, yorgunluğuma rağmen yine kahvesini yapmaya devam ediyorum.” Kadın erkeğin mutsuzluğunu da toparlamak durumunda. Erkeklerin yaşadığı duygusal kırılmayı tamir etmek için kadınları sarf ettiği duygusal emekten de söz etmek gerekiyor. Bu durum kendisini ev içi şiddet olarak da gösterebiliyor. Kadınların iş gücüne katılımı evdeki şiddeti artırabiliyor. Kadınların yaşadığı bir başka gerilim ise kendilerine görev bildikleri rolleri yerine getirememek; iş sebebiyle ev içi sorumlulukları aksatmak ve çocuklara yeterli zamanı ayıramamak endişesi. Elbette bu da bir başka duygusal emek.

Dolayısıyla, değişime giden patikalar böyle bir süreçte ortaya çıkıyor. Değişim uzun erimli bir süreç. Bu nedenle de kadınlar tüm beklenti ve arzularını çocuklarına projekte ediyor ve bütün umutlar çocukların geleceğine bağlanmış, onlarla dillendiriliyor. Bugün ipuçlarını gördüğümüz değişimin etkilerini ikinci ve üçüncü kuşaklarda daha çok göreceğiz. Şu anda bu sürecin taşlarının dizildiği görebiliyoruz.

Karakılıç: İşle birlikte fiziksel yükü artıyor kadının, çünkü hem dışarının hem de içerinin işini yapması gerekiyor. Çünkü evin içindeki işi o kadar mükemmel yapması gerekiyor ki, müzakereye devam edebilsin. Bunun duygusal yükünü, çok karmaşık bir şekilde müzakere etmesi gerekiyor. Aslında müzakere dediğimiz şeyin önemli bir kısmı bu. Mersin’de görüştüğümüz Dalal sırtladığı yükü şöyle anlatmıştı: “Sabah 6’da uyanıyorum. Çocukları hazırlıyorum, okula gönderiyorum. Sonra kendim hazırlanıyorum, işe gidiyorum. Dönüşte alışveriş yapıyorum. Eve gelince yemek yapıyorum, evi topluyorum. Akşam geç saatte hep beraber yemek ve sonra uyku. Kocam ve oğlanlar ev işlerine hiç yardım etmiyor. Bütün ev işleri bende. Bizde erkek bey!” Kadınlar karşılaştıkları sorunları mahalledeki, ev içindeki dayanışmayla, yani diğer kadınlarla dayanışarak aşıyor.

Suriye’ye dönmenin yaşanan değişimin kaybına neden olacağından endişe duyuyorlar. Emine’nin söylediği gibi: “Öncelikle, savaş bitmedi. İkincisi, eski âdetlere, geleneklere, göreneklere dönmek istemiyorum. Suriye’ye dönersem çalışmayacağım. Çalışmayı sevdim ve çalışacağım.”

Türkiyeli kadınlar bu ağlara dahil oluyor mu?

Danış :Mülteci kadınlar ve Türkiyeli kadınlar arasında bir gerginlik var. Birbirlerine ve Türkiyelilere karşı güven tesisine ihtiyaç duyuyorlar öncelikle.

Ayrımcılık, taciz ve tecavüze çok sık maruz kalıyorlar mı?

Karakılıç: Irkçılık, ayrımcılık ve tacizin, sektör veya çalışma rejimi fark etmeksizin her yerde çeşitli biçimlerde gerçekleştiğini söylemek mümkün. Güvencesiz çalışılan ortamlarda ırkçılık da, taciz de, ayrımcılık da çok daha fazla görülüyor. STK’ların içinde de bu tür ırkçı pratiklere çok rastlıyoruz maalesef. Suriyeli oldukları için çok uzun saatler çalıştırılmalarına rağmen diğer çalışanlarla aynı ücreti alamama gibi sorunlar yaşıyorlar. Tecavüze değil, ama bir-iki taciz anlatısına rastladık. Özellikle sormadık travmatize etmemek için. Beni en çarpan hikâyelerden biri şuydu: Türkçe tacize uğruyorlar, o sözleri Türkçe duyuyorlar, ama cevap veremiyorlar. Türkçe öğrenmek ve Türkçe cevap verebilmek bu çeşit tacizin önünü kesebiliyor. Türkçe öğrenmek bir güçlenme pratiği de oluyor onlar için.

Sözlü ayrımcı tacizle nasıl baş ediyorlar?

Körükmez: Geriye çekilme, sessiz kalma biçiminde olabiliyor; tacize, ırkçılığa, ayrımcılığa ses çıkarmamak. Bu durumla karşılaşmamak için bütün hayatını bu riske karşı düzenlemeye çalışıyor. Aile üyeleri veya tanıdıklarla aynı işyerinde çalışma çok yaygın stratejilerden biri. Ya da iş saatlerini ayarlamaya çalışıyor, herkesle birlikte gidip geliyor. Ya da aşırı performans gösterebiliyor, yüzleşme ihtimallerini bertaraf etmeye çalışabiliyorlar.

Karakılıç: Aslında bu da bir duygusal yük. Çünkü tacize maruz kalsa ve bu duyulsa ya da bir şekilde kamusal hale gelse, ona göre “onur, haysiyet, şeref” yerle bir olacak. Bu çok önemli kadınlar için.

Sepideh Salehi, Görünmez Anılar

Göçmen kadınların yaşadığı değişim, dönüşüm nasıl desteklenebilir?

Danış: Göçmen kadınların dönüşümüne Türkiye’deki kadın hareketinin anlamlı bir destek vermesi gerekiyor. Bizi sahada en çok etkileyen şeylerden biri bu kopukluktu. Suriyeli kadınlar ellerindeki tüm imkânlarla hem hayatta kalmak hem de haysiyetli bir hayat kurmak için mücadele ediyor. Ancak maalesef, Türkiyeli feministler Suriyeli kadınlara ciddi anlamda mesafeli ve onların sorunlarına ilgisiz. Bazı Suriyeli kadınlar Türkiye’deki kadın hareketinin gücü, mücadelesi ve geldiği noktayı hayranlıkla takip ediyor. Kadın mücadelesinin önünde çok sayıda mesele olsa da, göçmen kadınlarla dayanışmayı da güçlendirmemiz lâzım.

Körükmez: Kız kardeşlik denen şey, statülerle, sınırlarla, etnisitelerle, vatandaşlıkla sınırlanan bir şey değil. Sivil toplum örgütlerinin haklar konusunda bilgilendirici aktiviteleri çok önemli. Ayrıca, birlikte çalışan, okula giden, mahalleyi paylaşan diğer kadınların, kadın hakları ve mücadelesi etrafında örülen politik hareketle ilgili de bilgi ve deneyim paylaşması çok önemli. İzmir’de mülakatlarımızın birinde, İzmir’e yerleştikten sonra kötü muameleme sebebiyle eşinden ayrılmak isteyen bir kadın Türkçe öğrendiği kurumdaki öğretmeninin desteği sayesinde bütün bu boşanma işlemlerini gerçekleştirebilmişti. Yani, hem haklara ilişkin bilgi, hem hukuki, mücadelenin politikası ve hem de birlikte yapmak ve destek olmak gerekiyor. Elbette, burada da feminist harekete ciddi görev düşüyor.

Danış: Söylediklerimi feminist hareketten uzak biri olarak söylemiyorum, biz de içindeyiz. Türkiyeli feministlerin bu konuya bu kadar ilgisiz olması bizi şaşırtıyor.

Sizce bu ilgisizliğin sebebi ne olabilir?

Danış: Cumhuriyet ideolojisinin bize zerk ettiği, feminizmin de yer yer içine sinmiş bazı kalıp yargılar var: Suriyeliler, Araplar, Ortadoğulular geri kalmıştır, cahildir, haindir… İdeolojik bir mesafelenme var Suriyelilere karşı, tıpkı Türkiye solunda olduğu gibi. Türkiye’deki sol hareket de Suriyeli mülteciler konusunda açık ve net, kucaklayıcı tavır alamadı.

Bu süreçte feminist araştırmacılar olarak neler deneyimlediniz, neler hissetiniz?

Karakılıç: Benim de göçmenlik deneyimim var, ben de hiç tahmin etmeyeceğim işlerde çalıştım. Doktoramı yazarken bir restoranda çalıştım. Evi idare etmeye çalışmak, işi idare etmek, sokağı keşfetmek, o ülkeyi anlamaya çalışmak. Farklı başlangıçlar olsa da kadınlık ve göçmenlik deneyimleri çok benzer.

Danış: Bu araştırma benim için hem teorik hem de politik soruları tetikledi. Son beş yılda çok ağır koşullarda yaşadık. Arkadaşlarımız arasında Türkiye’yi terk etmek zorunda kalanlar oldu. Dolayısıyla, zorunlu göç etmenin aslında ne kadar yakın ve bunun hepimiz için geçerli olduğunu bir kere daha gördüm. Bir diğer deneyimim, çalışan kadınlar olarak, görüşme yaptığımız Suriyeli kadınların patriarkal yapı içindeki çabalarıyla bizimkilerin benzerliğiydi. Çalışan kadınlar olarak evde, ev dışında, çalışma yaşamında hep bizim omuzlarımızda kalan görevlerle, kendimizi devam ettirme arasındaki gerilimli ilişkiyi belli bir dengede yürütmeye çalıştığımızı, bunun nasıl yorucu olduğunu, o açıdan aramızda büyük bir fark olmadığını hissettim. Haksızlık, eşitsizlik ve ayrımcılıklarla mücadele etmek için dayanışmak ve bu meselelere beraber kafa yormaktan başka bir çaremiz yok.

Göçmen kadınlara Türkiye’deki kadın hareketinin destek vermesi gerekiyor. Sahada en çok etkileyen şeylerden biri bu kopukluktu. Suriyeli kadınlar hem hayatta kalmak hem de haysiyetli bir hayat kurmak için mücadele ediyor. Ancak maalesef, Türkiyeli feministler Suriyeli kadınlara karşı mesafeli ve onların sorunlarına ilgisiz.

Karakılıç: Hepimiz prekaryayız aslında, özellikle iş piyasasındaki eğretilik açısından. Türkiyeli kadınlar örgütlenebiliyor, onlar örgütlenemiyor veya tek tük bazı oluşumlar var. Yerleşik kadınlar kadın olarak ayrımcılığa maruz kalırken göçmen kadınlar hem kadın hem göçmen oldukları için ayrımcılığa maruz kalıyor. İş piyasalarındaki eğretiliği eğitim seviyeleri ve dil bilgileri etkiliyor. Bu bizim için araştırmanın en umut verici yanıydı. Sonraki kuşaklarda eğitim ve dile hakimiyetleri artıkça ilerleme sağlanabilir.

Körükmez: Ben de annemin hikâyesini ve kendi hikâyemi düşündüm. Türkiye’de kadınlar olarak bütün bu literatür ve kendi deneyimimiz arasında çok gidip geldim. Sık sık şu soruyu sordum kendime: “Biz Suriyeli kadınlarla veya başka mülteci kadınlarla nasıl ilişkileniyoruz ve birlikte hayatı kuracağımız kız kardeşlerimiz ne yaşıyor, biz ne yaşadık?” Birlikte yaşamı kuracağımız kız kardeşlerimiz göçmen kadınlar. Bundan ötesi yok, dolayısıyla, bir an önce oraya doğru hareket etmek lâzım.

Birlikte bir yaşamı kurmak için hemen yapılması gerekenler neler?

Karakılıç: Bunlardan ilki, politikaların “Suriyeliler” gibi genel bir kategori yerine mülteciler arasındaki farkları gözeterek oluşturulması. Öte yandan, duruma ve yerele özgü ihtiyaçların tespit edilmesi ve koşulların gözetilmesi de elzem. Yapılması gereken en önemli şey de, onlar için her ne yapılıyorsa onlara da sorulması, onların karar mekanizmalarına dahil edilmesi.

Danış: Daha iyi bir diyalog için hızlı bir biçimde Türkçe öğrenmelerini sağlamak gerekiyor. Türkçe öğrenmeleri Suriyeli mültecilerin burada kalacaklarını ve beraber yaşayacağımızı anlamamızı da kolaylaştıracak.

Körükmez: Suriyelilerle ve bütün mültecilerle eşit kişiler olarak ilişkilenmenin Türkiye toplumu için bir ödev olduğunu görmemiz gerekiyor.

^