AB’yi en çok zorlayan konulardan biri ortak bir göçmen politikası oluşturmak. Son dönemde Avrupa Parlamentosu’nda sayıları iki kattan fazla artan aşırı sağ parti vekilleri bu konuda kilit rol üstleniyor. Brüksel Kent Üniversitesi’nde yaptığı yüksek lisans tezinde aşırı sağ vekillerin göçmenler, sığınmacılar ve AB’nin dış sınırlarının güvenliği konularındaki oy verme davranışlarını inceleyen araştırmacı Kayıhan Kesbiç’ten AB’de aşırı sağın göç meselesine bakışını dinliyoruz.
1990’lardan itibaren göç ve siyaset arasındaki mesafe oldukça kısaldı. Özellikle Avrupa’da ve ABD’de göçmenler siyasetin önemli başlıklarından biri haline geldi. 2015’te bazı Avrupalı muhalif ve eleştirel akademisyenlerin “uzun göç yazı” dedikleri dönem sonrasında Avrupa’da göçmen karşıtlığı ciddi bir yükselişe geçti. Yüksek lisans tezinizde son beş yıla odaklanarak Avrupa Parlamentosu’ndaki (AP) aşırı sağ milletvekillerinin “mülteci krizi” diye ifade ettikleri olaya nasıl baktıklarını incelediniz. AP’deki aşırı sağ partilerin vekilleri göç olgusuna karşı son yıllarda nasıl bir tavır aldı?
Kayıhan Kesbiç: Öncelikle, AP’de aşırı sağ diye tanımladığımız vekillerin sayısında, üzerinde çalıştığım sekizinci dönemde (2014-2019) ciddi bir artış olduğunu söyleyerek başlamam gerekiyor. Bir önceki dönemde 50 civarı olan aşırı sağ vekil sayısı 110’un üstüne çıktı. Fransa ve İngiltere’deki sert yükseliş, Macaristan ve Polonya’daki iktidar partilerinin bu dönemle birlikte aşırı sağ olarak sınıflandırılmaya başlanması bu artışın arkasında yatan önemli sebepler. Soruya dönersek, tüm aşırı sağ vekiller için tek bir davranış biçiminden söz etmek pek mümkün değil. Ama tabii benzeştikleri noktalar var. Benzerlikleri ve farklılıkları anlamak için aşırı sağ partilere mensup vekillerin göçmenler ve sığınmacılarla ilgili oylamalarda nasıl davrandıklarına baktım. Genel olarak ulaştığım sonuç şu oldu: Göçmenler ve sığınmacılar için olumlu bir öneride bulunan bir yasa teklifi geliyorsa, aşırı sağ buna net bir şekilde hayır oyu veriyor. Yoğunlaştığım 114 vekil, parti ve/ya ülke fark etmeksizin, ağırlıkla hayır oyu vermişler olumlu içeriğe sahip yasa tekliflerine. Aslında bu gayet beklenen bir sonuç. Ama göçmenler için olumsuz ve kısıtlayıcı bir yasanın oylamasında aşırı sağın net bir şekilde ve bir bütün olarak destek vermediklerini gördüm. Verilen tepki partiden partiye değişiyordu. Bu farklılaşma ilgimi çeken nokta oldu ve salt göçmen karşıtlığıyla açıklanamayacak bir yerdeydi.
Nasıl açıklıyorsunuz bu farklılaşmayı?
Benim argümanım, bunun Euroseptiklik (AB karşıtlığı) seviyesiyle açıklanabilecek bir farklılaşma olduğu. Aşırı sağ göçmen karşıtı olduğu kadar, Avrupa Birliği’ne (AB) ve onun kurumlarına da karşı. Ama her aşırı sağ partinin Euroseptiklik seviyesi aynı değil. Örneğin, Orban’ın Fidesz Partisi (Macar Yurttaşlar Birliği) AP’de Hıristiyan demokratların baskın olduğu Avrupa Halk Partisi’nin üyesi ve bu yüzden bu tür oylamalarda daha çok AB’yi destekliyor. Fidesz gibi partiler göçmenlerin aleyhine olacak oylamalarda hemen evet oyu verip AB’yi destekliyor. Ama mesela daha uçta olan, sistemin en başından beri hep dışında bırakılmış partilerden Front National (Milliyetçi Cephe, Fransa) ya da United Kingdom Independence Party (Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi) gibi partiler çoğunlukla olumsuz oy veren tarafta kalıyorlar. Yani, oylamanın göçmenler ya da sığınmacılar için olumlu ya da olumsuz bir içerik sunmasından bağımsız olarak bu partiler AB karşıtlıklarıyla oy veriyorlar. Bu gruplar için AB, ülkelerin politikalarını tektipleştirmeye çalışan bir kurum. Bunu kendi ulusal egemenliklerini ve karar alma mekanizmalarını engelleyen bir şey olarak görüyorlar ve o yüzden genellikle reddediyorlar yasa tekliflerini. Mesela bir Fransız Milliyetçi Cephe vekili, sığınma başvurusu reddedilen ve/ya yasal oturum süresi sona eren üçüncü ülke vatandaşlarının geri dönüşleri için şu anki sistemin işlevsiz olduğunu vurguluyor. Ama bunu hızlandırmayı amaçlayan yasa teklifi için de şöyle bir cevap veriyor. “Biz bu teklifi reddediyoruz, çünkü bu ortak bir sığınma ve göç politikası kurmayı amaçlayan bir belge. Sadece (ulusal) devletler bu formattaki gerekli dökümanları belirleme hakkına sahip olmalı.”
Ancak, her aşırı sağ parti, bu şekilde şiddetli bir AB karşıtlığı üzerinden göçmen politikasını belirlemiyor. Bazıları gelen teklifin içeriğine göre bir karar veriyor. Mesela, Avusturya Özgürlük Partisi, teklifin içeriğine bağlı olarak pozisyonunu revize ediyor. Bazı tekliflerde, AB’nin bürokratik yapısını eleştirerek teklifin göçmenlerin “yarattığı” sorunları çözmeyeceğini belirtirken, bazı tekliflere daha sıcak yaklaşıp parti olarak destekleyebiliyorlar. Bir de AB’ye daha pozitif baktığını iddia ettiğim üçüncü grup var. Bu partiler, göçmenler ve sığınmacılar için olumsuz içeriğe sahip tekliflere destek veriyorlar ve AB’nin kuracağı o ortak yapının “sorunları” çözebileceğini düşünüyorlar. Özetle, aşırı sağ partiler göçmenler için olumlu bir yasa teklifi önlerine gelince ortak bir şekilde karşı koyabiliyorlar. Ama tam tersi bir teklif, yani göçmen ve sığınmacılar için olumsuz bir teklif geldiğinde, beklentilerin tersine, tektip cevap vermiyorlar. Tezde, bu farklı cevapların AB ve ulusal egemenlik çatışmasına nasıl baktıklarıyla açıklanabileceğini iddia ediyorum.
Aşırı sağ partiler göçmenler için olumlu bir yasa teklifi önlerine gelince ortak bir şekilde karşı koyabiliyorlar. Ama tam tersi bir teklif, yani göçmen ve sığınmacılar için olumsuz bir teklif geldiğinde, beklentilerin tersine, tektip cevap vermiyorlar. Burada AB karşıtlığı derecesi de önemli bir rol oynuyor.
Burada tezinizde altı çizilen bir çelişki ortaya çıkıyor. AP’deki aşırı sağ milletvekilleri hem AB’ye muhalif Euroseptik gruptalar, hem de mülteci ve göçmen karşıtı bir tavırları var. Ama konu mülteci meselesi olunca bu iki pozisyon birbiriyle çelişebiliyor.
Evet. Bazen göçmenlere karşı AB’nin ortak politika uygulaması gerektiğini söyleyebiliyorlar. Bazen de daha ulusalcı bir tepkiyle Avrupa karşıtlığı ağır basıyor ve AB nezdinde girişilecek ortak eylemlere –göçmen karşıtı olsa bile– karşı çıkıyorlar. Burada hangisinin daha ön planda olduğu sorusuna verilebilecek tek bir cevap yok. Az önce bahsettiğim gibi, Macaristan’da Orban’ın partisi AB’ye daha olumlu bir yerden bakıyor ve biraz AB’yle ortak bir çerçeve içinde göçmenlerin engellenmesini, geri gönderilmesini istiyor. Ama Front National, UK Independence Party veya Hollanda’daki Özgürlük Partisi çok sert bir şekilde Avrupa karşıtı tavır alıyorlar ve bu yüzden bazen göçmenlerin aleyhine olabilecek kararlarda bile karşı oy kullanıyorlar.
Örneğin, giriş-çıkış sistemiyle ilgili bir oylama var 2017’de. Bu, kabaca, AB sınırlarına giren ve çıkan herkesi takip etmek ve sığınmacıların üye devletlerdeki ikincil hareketlerini engellemek amacıyla getirilen ve halen yürürlükte olan uygulamayı sıkılaştırmayı amaçlayan bir öneriydi. Ama aşırı sağ vekiller, Euroseptiklik seviyeleri sebebiyle, göçmen ve sığınmacı karşıtı bu gibi önerilere farklı tavırlar alabiliyorlar. Örneğin, Hollanda Özgürlük Partisi vekillerinden biri “üye devletler dış sınırlarını kontrol etme özgürlüklerini yitirecek” diyerek karşı çıkıyor teklife. Kısacası, aşırı sağ partiler için AB’ye bakış göçmenler konusundaki oy verme davranışlarını etkiliyor.
Göçmen karşıtı söylemler açısından bakarsak, Front National (Milliyetçi Cephe) partisi Avrupa’daki aşırı sağ partilerin ilk örneklerinden biri. Tezinizde bu gibi partilerin kendilerini geleneksel ırkçı söylemlerden ayrıştırmaya çalıştıklarını söylüyorsunuz. Klasik dönemin ırkçılığı yerine “etnokrasi” kavramını kullanıyorlar. Nedir bu etnokrasi?
Yeni nesil aşırı sağ partiler farklı kavramlarla siyasi pozisyonlarını yeniden tanımlayarak geçmişin ırkçı ve faşist partilerinden farklı olduklarını göstermeye çabalıyorlar. Etnik çoğulculuk (ethnopluralism) ve etnokrasi bu kavramlardan bazıları. Farklı milliyetlerin var olduğunu kabul eden, ama özünde kendi milletini ön plana çıkaran ve koruyan bir anlayış bu. Her ulus-devletin tektip bir kültür ve milletten oluşması gerektiğini savunuyor, bunun sonucunda da her bir ulus-devlette etnokrasi diye adlandırılan bir anlayışı savunuyorlar. Bu anlayış her ne kadar dikkati o noktadan uzaklaştırmaya çalışıyor olsa da, çok-kültürlülüğü ve dolayısıyla da uluslararası göçü hedef alıyor. Tek bir kültüre ve millete ait ulus-devletlerin göçle veya çok-kültürlülükle bozulmamasını savunuyor. Hatta bazı partiler, farklı kültürlerin bir arada varlığını kültürler için bir soykırım olarak niteleyecek şekilde radikal bir yerden bakıyorlar meseleye.
Etnokrasi meselesi, Avrupa’da “biz” ve “öteki”nin de nasıl kurulduğunu gösteriyor. Tezinizde de Avrupalı olan ve olmayan ötekiler ayrımından bahsediliyor. Yani bir Makedon muhtemelen o etnokrasinin bir parçası olabilecekken, bir Afgan, Iraklı veya Türk mülteci o ahalinin dışında kalmış oluyor, “biz”in dışında bir öteki olarak. Burada islamofobinin Avrupa aşırı sağındaki etkisinden bahsedilebilir mi?
Euroseptiklik literatürünü düşündüğümüzde, dediğiniz yaklaşım var. Literatürde genel olarak bahsedilen şey, ne kadar AB karşıtı olursa olsunlar, aşırı sağ partilerin Avrupalılık kültüründe ortaklaştıkları. Bu Avrupalılık kültürünün en önemli ortaklığı Hristiyanlık, o sebeple “Avrupalı öteki” ve “Avrupalı olmayan öteki” ayrımı literatürde yoğunca üzerinde durulan bir husus. Ve “Avrupa dışı öteki” genellikle Müslüman ülkelerden gelen göçmenler ve sığınmacılardan oluşuyor.
Tezinizde aşırı sağa odaklanıyorsunuz, ama Avrupa’da son dönemde göçmen karşıtlığına bakıldığında, sağ ve sol partiler arasında ciddi bir benzeşme olduğu görülüyor. En çarpıcı örneklerden biri, Danimarka’da uzun süredir seçimleri kazanamayan Danimarka Sosyal Demokrat Partisi. Haziran 2019’da yüzde 25,9 oyla birinci geldi, fakat kampanyasındaki göçmen karşıtı vaatleriyle sağ partilerden pek farklı değildi. Bir örnek de Fransa’dan verilebilir; Sosyalist Parti’nin genel sekreteri Olivier Faure, 2018’de katıldığı bir radyo programında, “siyahların ve göçmenlerin ağırlıkta olduğu gettolaşmış mekânlarda beyazlar ırkçılığa uğruyor” minvalinde sıkıştırıcı bir soruya cevaben “nesilden nesile oluşmuş gruplaşmaların olduğu ve tersine sömürgeleşme yaşadığımızı hissettiren yerler var Fransa’da” diyor. “Tersine sömürgeleşme” kavramını kullanarak, banliyölerde göçmen kökenli olmayanların kendilerini dışlanmış hissettiği yerlerin olduğunu söylüyor. Tam da bu etnokrasi meselesi, bir Sosyalist Partili siyasetçinin ağzından dökülüyor. Sonra “tabii öyle demek istemedim, yanlış anlaşıldı” falan diyor. Biraz uzun bir örnek oldu, ama göçmen karşıtlığı konusunda Avrupa’daki sağ ve sol partilerin yakınlaşmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Tezde toplam on yasa teklifi oylamasında aşırı sağ nasıl davranmış diye bakmıştım, bunlara bakarken AP siyasi grupları bu oylamalarda nasıl oy vermiş diye de ayrıca yoğunlaştım. AP içinde sosyal demokratları temsil eden parti grubu (Sosyalistler ve Demokratlar) oylama içeriğinden neredeyse bağımsız bir şekilde bu on oylamanın tamanında olumlu oy kullanmıştı. Şöyle bir örnek vereyim, insani vize (humanitarian visa) için gelen yasa teklifini –ki çok ilerici bir teklif mülteci hakkının genişletilmesi için– sosyal demokratlar ciddi bir şekilde desteklemiş. Bu beklenen bir şey. Ama diğer yandan, geri dönüşü hızlandırmayı amaçlayan ve sığınmacıların haklarını kısıtlayan bir oylamada yine benzer oranlarla destek vermişler. O sebeple, sosyal demokratların tavırları AB nezdinde ortak bir göç ve sığınmacı politikası oluşturmak ve bunu desteklemekten ibaret. Oy verme davranışları da yasa tasarısının içeriğiyle değil, bu ortak göç ve sığınmacı politikası oluşturma motivasyonuyla şekilleniyor gibi gözüküyor. Solda tanımlayabileceğimiz iki grup daha var AP’de: Yeşiller ve İskandinav Yeşil Solu (Nordic Green Left). Bu iki grup, gelen teklifin içeriğine göre belirliyor oy verme pozisyonunu, o sebeple de sosyal demokratların tektip davranışlarından net bir şekilde ayrışıyorlar.
Yeni nesil aşırı sağ partiler farklı kavramlarla siyasi pozisyonlarını yeniden tanımlayarak geçmişin ırkçı ve faşist partilerinden farklı olduklarını göstermeye çabalıyor. Etnik çoğulculuk ve etnokrasi bu kavramlardan bazıları. Etnokrasi çok-kültürlülüğü ve dolayısıyla da uluslararası göçü hedef alıyor.
Sosyal demokratların parlamentodaki diğer sol partilerdense, merkez sağ partilere daha yakın bir oy davranışı sergilediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ama bu benzeşmeyi sağa kaymak olarak mı adlandırmak gerekir, ya da başka sebepleri var mıdır, bu soruya net bir cevap vermek için göç dışındaki diğer meselelerdeki pozisyonlarını da karşılaştırmak gerekir. Az önce bahsettiğim ortak bir AB politikası kurma hedefi, merkez sağ ile merkez sol arasındaki yakınlaşmanın önemli bir sebebi olabilir. Ama yine de bu yakınlaşma, aşırı sağı –en azından AB içinde– dışarıda bırakan bir yakınlaşma olmuş, orası açık.
AP’nin ana fikrine ters düşen, onunla çelişen bu aşırı sağ Avrupa-karşıtı partilerin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Göçmen karşıtı söylem önümüzdeki dönemde de ana silahları olacak mı?
O konuda Almanya için Alternatif (AfD) partisinin durumu dikkat çekici. Onlar göçmen karşıtı, ama radikal bir AB karşıtı yerden kurmuyorlardı argümanlarını. AfD 2014’te AP’ye girdikten sonra bir dönüşüm geçirmiş. Parti başkanı görevden ayrılmış, daha göçmen karşıtı, Euroseptiklik seviyesi daha yüksek bir grup gelmiş. Şu an hem Avrupa, hem de göçmen karşıtlığında daha sert bir politika güdüyorlar. Yani bu dönüşüm parti seviyesinde de yaşanabiliyor. Aynı zamanda, dikkat kesildiğimiz olaylar da çok hızlı gelişiyor. 2015 yaz aylarında sadece göçmenler ve sığınmacılar konuşulurken şu an neredeyse tek gündemimiz pandemi ve sonrasında geleceğin nasıl şekilleneceği. Aşırı sağ bu sorunlara bir alternatif sunabilecek mi, yoksa yine göçmen karşıtlığı üzerinden mi devam edecekler, bunu zaman gösterecek. AB karşıtlığı konusunda da Brexit’in tam olarak nasıl tamamlanacağını takip etmek gerekecek gibi duruyor; Britanya için bir şey vadetmeyecek şekilde sonuçlanırsa, bu diğer aşırı sağ partilerin AB’ye bakışını dönüştürecek bir şey de olabilir.