İSRAİL, GAZZE VE DÜŞÜNCENİN SINIRLARI

Asef Bayat
20 Aralık 2023
Yazan Abu Salameh, "Vadideki Taşlar", 2021
SATIRBAŞLARI

Sayın Profesör Habermas,

Beni hatırlamayabilirsiniz, fakat Mart 1998’de Mısır’da tanışmıştık. Öğretim üyeleri, öğrenciler ve halkla temas kurmak üzere Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’ne konuk profesör olarak gelmiştiniz. Herkes sizi dinlemek için can atıyordu. Kamusal alan, rasyonel diyalog ve demokratik hayat konusundaki fikirleriniz, Ortadoğu’da İslamcıların ve otokratların “İslam’ı koruma” kisvesi altında ifade özgürlüğünü bastırdığı bir dönemde yeni bir soluk gibiydi. Bir meslektaşımızın evindeki akşam yemeğinde İran ve dini siyaset üzerine yaptığımız hoş bir sohbeti hatırlıyorum. Size İran’da “post-İslamcı” bir toplumun oluşmaya başladığını aktarmaya çalıştım. Bunu bilahare sizin de Avrupa’da “post-seküler” bir toplumdan söz etmeden önce 2002’deki Tahran seyahatinizde deneyimlemiş olduğunuzu anlıyorum. Biz Kahire’de sizin temel kavramlarınızda ulus ötesi bir kamusal alanın ve kültürler arası diyalogların teşvik edilmesi için büyük bir potansiyel gördük. Serbest tartışma yoluyla uzlaşıya – hakikate nasıl ulaşılabileceğine yönelik iletişimsel felsefenizin özüne kulak verdik.

Bildirinizin altını ısrarla çizdiği “insan onuruna saygı yükümlülüğü” sonuçta ne anlama geliyor? Sanki Filistinlilerin acılarından söz etmenin Yahudilerin yaşamlarına olan ahlâki bağlılığınızı azaltacağından korkuyor gibisiniz.

Şimdi, yaklaşık 25 yıl sonra, Berlin’de, Gazze savaşı üzerine ortak kaleme aldığınız “Dayanışma İlkeleri” bildirisini kaygı ve korkuyla okuyorum. Bildirinin ruhu, genel olarak, Almanya’da Hamas’ın 7 Ekim’deki dehşet verici saldırılarına karşılık İsrail’in Gazze’ye yönelik acımasız bombardımanına karşı açıklama ya da protestolar yoluyla sesini yükseltenleri ihtar ediyor. Bildiri, İsrail’e yönelik bu eleştirilerin kabul edilemez olduğunu, çünkü İsrail devletine desteğin “Yahudi yaşamının ve İsrail’in var olma hakkının özel olarak korunmaya değer merkezi unsurları olduğu” Alman siyasal kültürünün temel bir parçası olduğunu ima ediyor. “Özel koruma” ilkesinin kökleri Almanya’nın istisnai tarihine, “Nazi döneminin kitlesel suçlarına” dayanır.

Sizin ve ülkenizin siyasal-entelektüel sınıfının, benzer dehşetlerin Yahudilerin (ve sanıyorum ve umuyorum ki diğer halkların) başına gelmemesi için bu tarihsel dehşetin anısını yaşatma konusundaki kararlılığınız takdire şayan. Ancak Alman özgücülüğü tanımlamanız ve buna saplanıp kalmanız, İsrail’in politikaları ve Filistinlilerin hakları hakkında konuşmaya neredeyse hiç olanak bırakmıyor. “İsrail’in eylemleri”ne yönelik eleştirileri “antisemitik tepkiler” ile karıştırdığınızda, sessizliği teşvik ediyor ve tartışmayı boğuyorsunuz.

Asef Bayat’ın Ortadoğu’da Maduniyet, İslam’ı Demokratikleştirmek (İletişim), Siyaset Olarak Hayat (Metis), Sokak Siyaseti (Phoenix), Post-İslamcılık (Litera) gibi çalışmaları Türkçede yayınlandı.

Bir akademisyen olarak, Alman üniversitelerinde, tartışma ve sorgulama için özgür alanlar olması gereken sınıflarda bile, Filistin konusu gündeme geldiğinde neredeyse herkesin sessiz kaldığını görmek beni dehşete düşürdü. Gazeteler, radyo ve televizyon konuyla ilgili açık ve anlamlı tartışmadan neredeyse tamamen yoksun. Gerçekten de aralarında ateşkes çağrısı yapan Yahudilerin de bulunduğu çok sayıda kişi işlerinden kovuldu, etkinlikleri ve ödülleri iptal edildi ve “antisemitizm” ile suçlandılar. Özgürce konuşmalarına izin verilmezse insanların neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusunda düşünmeleri nasıl beklenebilir? O topluma mâlolmuş “kamusal alan”, “rasyonel diyalog” ve “müzakereci demokrasi” fikirlerinize ne oldu?

Hakikat şu ki, ihtar ettiğiniz eleştiri ve protestoların çoğu Yahudi yaşamının korunması ilkesini asla sorgulamıyor. Ve lütfen İsrail hükümetine yönelik bu rasyonel muhalifleri, şiddetle kınanması ve karşı çıkılması gereken utanç verici aşırı sağcı neo-Naziler ya da diğer antisemitlerle karıştırmayın. Gerçekten de, okuduğum hemen her açıklama hem Hamas’ın İsrail’deki sivillere yönelik acımasızlığını hem de antisemitizmi kınıyor. Bu eleştiriler Yahudi yaşamının korunmasına ya da İsrail’in var olma hakkına itiraz etmiyorlar. Filistinlilerin yaşamlarının ve Filistin’in var olma hakkının inkâr edilmesine itiraz ediyorlar. Ancak bu, bildirinizin trajik bir şekilde sessiz kaldığı bir konu.

Antonio Gramsci’nin sorguladığı gibi, bir entelektüel “anlamadan” nasıl “bilebilir” ve “hissetmeden” nasıl anlayabilir?

Bildiride işgalci bir güç olarak İsrail’e ya da bir açık hava hapishanesi olarak Gazze’ye tek bir atıf dahi bulunmuyor. Bu çarpık eşitsizlik hakkında hiçbir şey yok. İşgal edilmiş Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te Filistin yaşamının gündelik olarak kazınmasından söz etmiyorum. İsrail’in “ilkesel olarak meşru” gördüğünüz “eylemleri” savunmasız bir nüfusun üzerine altı günde 6.000 bomba atılmasına, (yüzde 70’i kadın ve çocuk) 15.000’den fazla can kaybına, 35.000 insanın yaralanmasına, 7.000 kişinin kaybolmasına ve 1,7 milyon kişinin yerinden edilmesine yol açtı –nüfusu yiyecek, su, barınma, güvenlik ve zerre kadar haysiyet kırıntısından mahrum bırakmanın acımasızlığından söz etmiyorum bile. Yaşamın temel altyapıları yok oldu.

Bildirinizden de anlaşılacağı üzere, bunlar teknik olarak “soykırım niyeti” kapsamına girmeyebilse de, Birleşmiş Milletler yetkilileri kesin ifadelerle “savaş suçları”, “zorla yerinden edilme” ve “etnik temizlik”ten söz ediyor. Benim buradaki derdim “İsrail’in eylemleri”ni hukuksal açıdan nasıl değerlendireceğimiz değil, böylesine sarsıcı bir yıkım karşısında sergilediğiniz bu ahlâki soğukluk ve kayıtsızlığı nasıl kavrayacağımız. Dikkat çekmeye değer hale gelmeleri için daha kaç kişinin hayatını kaybetmesi gerekiyor? Bildirinizin altını ısrarla çizdiği “insan onuruna saygı yükümlülüğü” sonuçta ne anlama geliyor? Sanki Filistinlilerin acılarından söz etmenin Yahudilerin yaşamlarına olan ahlâki bağlılığınızı azaltacağından korkuyor gibisiniz. Eğer öyleyse, geçmişte işlenen muazzam bir yanlışın düzeltilmesinin günümüzde başka bir korkunç yanlışın sürdürülmesine bağlı olması ne kadar da trajik.

Frankfurt Okulu’nun en genç üyesi olarak tanınan Jürgen Habermas Eleştirel Kuram’ı iletişimsel eylem kuramı gibi çalışmalarıyla derinleştirdi, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü (İletişim), İnsan Doğasının Geleceği (Everest), “İdeoloji” Olarak Teknik ve Bilim, Bölünmüş Batı (YKY) gibi eserleri sosyal bilimler üzerinde çok etkili oldu.

Korkarım bu çarpık ahlâki pusula, savunduğunuz Alman özgücülüğünün mantığıyla bağlantılı. Çünkü özgücülük, tanımı gereği, tek bir evrensel standarda değil, farklı standartlara olanak tanır. Bazıları daha değerli, bazıları daha az değerli ve bazıları da değersiz insanlar haline gelir. Bu mantık rasyonel diyaloğu engeller ve ahlâki bilinci duyarsızlaştırır; başkalarının acılarını görmemizi engelleyen bilişsel bir blok oluşturarak empati kurmamızı engeller.

Ancak herkes bu bilişsel engele ve ahlâki uyuşukluğa boyun eğmiyor. Anladığım kadarıyla pek çok genç Alman, İsrail-Filistin çatışması konusunda ülkenin siyasal sınıfından epey farklı görüşlere sahip. Hatta bazıları toplumsal protestolara bile katılıyor. Genç kuşak alternatif medya ve bilgi kaynaklarına açık ve yaşlı kuşaktan farklı bilişsel süreçler yaşıyor. Ancak çoğu, misilleme korkusuyla kamusal alanda sessizliğini koruyor.

İronik bir şekilde demokratik Almanya’da, 1989 öncesi Doğu Avrupa’dakilere ya da bugün Ortadoğu’da despotik yönetimler altındakilere benzer bir tür “gizli alan” ortaya çıkıyor gibi görünüyor. Gözdağı kamusal ifadeyi ortadan kaldırdığında, insanlar kamusal alanda resmi olarak onaylanmış görüşlere uysalar bile, önemli toplumsal meseleler hakkında özel alanda kendi alternatif anlatılarını oluşturma eğiliminde olurlar. Böyle gizli bir alan, fırsatını bulduğunda patlayabiliyor.

Bunlar tedirgin edici zamanlar, Profesör Habermas. Sizin gibi düşünürlerin bilgeliğine, birikimine ve hepsinden önemlisi ahlâki cesaretine en çok tam da böyle zamanlarda ihtiyaç duyulur. Hakikat ve iletişimsel eylem, kozmopolitlik, eşit yurttaşlık, müzakereci demokrasi ve insan onuru hakkındaki ufuk açıcı fikirleriniz hâlâ son derece önemli. Ne var ki Avrupa merkezciliğiniz, Alman özgücülüğünüz ve sizin de katkıda bulunduğunuz İsrail ve Filistin hakkındaki özgür tartışmaların engellenmesi, bu fikirlerle çelişir görünmektedir.

Sadece bilgi ve farkındalığın yeterli olmayabileceğinden korkarım. Nihayet, Antonio Gramsci’nin sorguladığı gibi, bir entelektüel “anlamadan” nasıl “bilebilir” ve “hissetmeden” nasıl anlayabilir? Ancak empati yoluyla birbirimizin acılarını “hissettiğimizde” sorunlu dünyamız için bir umut var olabilir.

13. yüzyılda yaşamış İranlı şair Sadi-i Şirazi’nin sözlerini hatırlayalım:

Bir bütünün parçasıdır insanlar
Çıkmışlardır aynı cevher ve özden.
Eğer kedere düşerse biri içlerinden,
Huzur da uçar gider diğerlerinden.
Duymuyorsan hiç insanın acısını,
Taşıyamazsın sen de artık insan adını.

Saygılarımla,
Asef Bayat
8 Aralık 2023

Çeviren: Özgür Gökmen

^