BOĞAZİÇİ PROTESTOLARI, GÖZALTILAR, TUTUKLAMALAR, HUKUKSUZLUKLAR

Söyleşi: Erselan Aktan
14 Şubat 2021
SATIRBAŞLARI

Boğaziçi Üniversitesi’ne eski bir AKP milletvekili aday adayının rektör olarak atanması üzerine üniversite içinden ve dışından yükselen itiraz bir buçuk aydır devam ederken, atamayı protesto eden öğrencilerden yüzlercesi kimi zaman “işkence”ye varan muamelelerle gözaltına alındı, onlarcası tutuklanma talebiyle savcılığa sevk edildi, dokuz öğrenci ise halen tutuklu. Anayasaya aykırılıkları, aleni hukuksuzlukları gözaltına alınan öğrencilerin avukatlığını üstlenen Esin Bozovalı, Arzu Kayaoğlu ve Deniz Yıldız’dan dinliyoruz…
Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyum-rektöre karşı protestolarla birlikte tekrar gündeme gelen meselelerden biri toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını düzenleyen 2911 sayılı kanun maddesi. Yasa toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını nasıl tanımlıyor, uygulamada nasıl işliyor?

Esin Bozovalı: İfade özgürlüğünün uzantısı olan barışçıl toplanma özgürlüğü sadece bu yasada değil, hem Anayasa’da hem de Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde korunuyor. Hatta anayasada daha da geniş bir şekilde düzenleniyor. Bu hakkın sınırlandırılması, ancak yasayla yapılacak bir düzenlemeyle mümkün olabilir. Fakat o durumda bile bu düzenlemenin hakkın özüne dokunmaması, meşru bir amaç taşıması, demokratik toplumda gerekli, ölçülü ve öngörülebilir olması lâzım.

Ama pek çok valilik toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklama kararı çıkarıyor.

Valilik kararıyla barışçıl toplanma özgürlüğü hakkının sınırlandırılması hukuken mümkün değil. Ancak, kolluk protestolara ve eylemlere 2911 sayılı kanunu gerekçe göstererek hukuksuzca müdahale ediyor, kitleleri dağıtıyor, gözaltı işlemleri yapıyor. Bu bir rutin halini almış olsa da 2911’e dayanarak barışçıl bir toplantıya müdahale etmek hem hukuka aykırı hem de bu anayasal hakkın sınırlandırılma ölçütlerine uymuyor.

Anayasa bu konuda ne diyor?

Arzu Kayaoğlu

Arzu Kayaoğlu: Anayasa’nın 34. maddesi “Herkes önceden izin almaksızın, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” diyor. Bu, herhangi bir grup, istediği zaman barışçıl gösteri veya yürüyüş düzenleyebilir demek. Anayasa’daki tarif böyle, uygulama ise farklı: Çoğu konuşma, yürüyüş ya da basın açıklaması “izin başvurusu yapılmadığı ve izin alınmadığı” gerekçesiyle yasaklanıyor ve 2911 sayılı yasaya aykırı olduğu iddia edilerek gözaltı işlemi yapılıyor. Aslında, bu yasaklama kararlarını veren, dağıtma, gözaltına alma işlemlerini yapan kolluk ve amirlerinin çoğu anayasal suç işliyor. Bir yanıyla iktidar bununla her şeyi polis prosedürüne bağlamak istiyor. Oysa, AİHM, AYM ve Yargıtay’ın bir eylemin önceden yasaklanması ya da eyleme kolluk tarafından müdahale edilmesi nedeniyle kişilerin şüpheli olarak görülemeyeceğine, sanık olarak cezalandırılamayacağına, hatta idari para cezasına bile çarptırılamayacağına yönelik kararları var.

2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu Anayasa’daki geniş hakkı sınırlandıran unsurlar mı içeriyor?

Deniz Yıldız: Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi toplantı ve gösterilere müdahale edilebilmesi için eylemin barışçıl olup olmadığına odaklanırken, 2911 sayılı kanun toplantı ve gösterileri “kanuna uygun” veya “kanuna aykırı” olarak ayırıyor. Barışçıl olup olmamasını değerlendirmeye almıyor. Temel sorun da buradan kaynaklanıyor. 2911 sayılı kanun ve beraberindeki mevzuat o kadar fazla durumu “kanuna aykırı” olarak kapsam dışı bırakıyor ki, Anayasa ve AİHS ile öngörülen ilkeler fiilen artık kullanılamaz hale geliyor.

Peki kanundaki bu kısıtlamalar Anayasa Mahkemesi’ne taşındı mı hiç?

Deniz Yıldız

Yıldız: Evet, pek çok kısıtlama yakın zamanda AYM’ye taşınmıştı. Kanundaki “genel yollar” veya “şehirlerarası yollar”da toplantı ve gösteri yapılamayacağı ibareleri AYM tarafından iptal edilmişti. Yine bir AYM kararı sonrası “vatandaşların günlük yaşamını zorlaştırmayacak” ibaresi “aşırı ve katlanılamayacak ölçüde zorlaştırmayacak” olarak değiştirilmişti. 2911 sayılı kanunda hâlâ değiştirilmesi ve düzeltilmesi gereken o kadar fazla husus var ki, kanunun toptan bir reformdan geçirilmesi gerekiyor. Çünkü kanun, bu haliyle, valilik ve kaymakamlıkça yapılacak düzenlemelere ucu açık olarak atıf yaptığı için Anayasa’da tanınan hakkın içini boşaltan bir nitelikte.

Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayıp pek çok şehre yayılan öğrenci protestolarına yapılan müdahaleler ve yüzlerce öğrencinin gözaltına alınması bu kanuna mı dayandırılıyor?

Yıldız: Evet, ama mesele sadece kanunun ihtiva ettiği sorunlar değil, aynı zamanda keyfi uygulanması. Kanun ancak fiili bir saldırı halinde ihtar olmaksızın kolluğun müdahale edebileceğini düzenliyor. Oysa, herhangi bir saldırının gerçekleşmediği hallerde de kolluğun müdahaleye başladığını görüyoruz. Keyfi uygulamaların ötesinde, mantık dışı uygulamalar da mevcut. Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğü önünde yapılan, 51 kişinin gözaltına alındığı protestoda, polis öğrencileri çembere almış ve akabinde okuldan çıkmalarını anons etmişti. Protestocuları çembere alıp çıkış yolunu kapattıktan sonra ihtar yapmak yapılan ihtarı uygulanabilir olmaktan çıkarıyor.

Esin Bozovalı

Bozovalı: Gösteri ve eylemlerin polisin olası müdahalesine ya da polisin keyfine göre planlanması mümkün ve gerekli değildir. Bir gösterinin ne zaman durdurulabileceği, içinde şiddet ya da şiddete çağrı olup olmadığı, ihtarın ne zaman, hangi koşullarda yapılabileceği hukukun güvencesi altındadır. Fakat, Boğaziçi ve destek eylemlerinde barışçıl toplanma hakkını kullananlara kimi yerlerde henüz eylemler başlamadan bile polis müdahale ederek kötü muamele yasağını ihlâl ediyor.

Sorgu makamları toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının içeriğini iyi bildikleri halde, bu tutuklamaya sevkler, adli kontrol tedbirleri nasıl oluyor da yapılabiliyor?

Bozovalı: Açıkçası, barışçıl toplanma hakkı kapsamında gözaltına alınan öğrencilerin tutuklamaya sevk edilmesini beklemiyorduk. Çünkü gördüğümüz dosyalarda suç unsuru teşkil edecek herhangi bir şey yoktu. Öte yandan, o kadar uzun gözaltı yapılması da hukuki değildi. Ancak, ülkede o kadar çok hukuksuz şey oluyor ki, bunun şaşkınlığını ve moral bozuculuğunu bir kenara bırakıp uygulanması gereken yasayı, anayasayı ve çok temel ilkeleri hatırlatmak ve savunmak durumundayız. Çünkü mesele ne kadar siyasileşirse siyasileşsin, hukuku uygulamakla, uygulatmakla yükümlüyüz.

Kayaoğlu: 2911’den tutuklama olmaması gerekir. Çünkü 2911 sayılı yasaya muhalefetten ceza davası açılsa ve hapis cezası kararı çıksa bile Ceza İnfaz Kanunu gereği verilen hapis cezasının infazı söz konusu değil. Ceza verilmesi halinde tutuklanan kişiler bir-iki gün içinde açık cezaevine geçiriliyor, ardından da denetimli serbestlik uygulanıyor. Yani, cezaevinde kalınmasını gerektirmeyen bir “suç” nedeniyle tutuklama kararı verilmesi aynı zamanda infaz kanununa da aykırı. Bir de, bu tür yargılamalar sonucunda beraat kararı verilmesi çok büyük bir ihtimal, Anayasa ve AİHS gibi, AİHM, AYM ve Yargıtay kararları çok açık bu konuda.

Öğrencilerin bir kısmı “sapkın” veya “provokatör” olarak yaftalandı. Bunlar öğrencilerin kolluk tarafından kötü muameleye maruz bırakılmasını kolaylaştırdı. Emniyet mensupları kamu yöneticilerinin açıklamalarından aldıkları cesaretle öğrencilere küfretmekten, hatta onların canını yakmaktan çekinmedi.

İktidarın gösterilere yönelik tutumunu genel olarak nasıl özetleyebilirsiniz?

Yıldız: Gözaltı ve ifade işlemleri sürerken çeşitli basın kuruluşları öğrenciler hakkında kara propaganda üretmeye devam etti. Çok sayıda üst düzey kamu yöneticisi sosyal medya hesaplarından “dine yapılan saldırıları” kınadıklarını açıkladı. Öğrencilerin bir kısmı “sapkın” veya “provokatör” olarak yaftalandı. Tüm bunlar gözaltı süreci devam eden öğrencilerin kolluk tarafından kötü muameleye maruz bırakılmasını kolaylaştırdı. Emniyet mensupları kamu yöneticilerinin açıklamalarından aldıkları cesaretle öğrencilere küfretmekten, hatta onların canını yakmaktan çekinmediler.

Ana muhalefet partisinin tutumunun bu uygulamalar üzerindeki etkisi nasıl oldu?

Yıldız: Muhalif siyasal parti temsilcileri öğrencilerin protestolarını olumluyor gibi görünürken, aslında sürece oldukça zarar veren açıklamalar yaptılar. “Protestolar meşrudur” dedikten sonra, “fakat resmin yere atılması kabul edilemez” dediler örneğin. Üstelik bir gün önce öğrenciler ve avukatlar sulh ceza hakimliği önünde saatlerce “Kabe resminin yere atılmadığını”, yer kalmadığı için sergideki pek çok resmin güney meydana serilerek sergilendiğini anlatmaya çalışmıştı.

 

Öğrencilerin sorgularını beklerken siyasilerin, yöneticilerin açıklamalarını da takip ediyor muydunuz?

Bozovalı: Politikacıların, üst düzey temsilcilerin sivilleri hedef göstermeleri hem masumiyet karinesini ihlâl etme hem de mahkemeyi etkileme niteliği taşıyor. Ayrıca AİHS kapsamındaki haklara getirilen sınırlandırmaların siyasi sebepler taşıdığını da gösteriyor. Bunu sorguda hakimlere de söyledik. Kişinin bir suçu işlediğine karar verilmesi için önce bir soruşturma yürütülür, sonra gerekirse kovuşturma açılır, bağımsız mahkemelerce bir yargılama yapılır ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde delillerle ortaya konduktan sonra hükme bağlanır. Yapılan itirazlardan ve yargı yolları izlendikten sonra ancak kesin bir şekilde birinin bir suçu işleyip işlemediğine karar verilebilir. Politikacıların, yöneticilerin ve bazı valiliklerin “şu kişi şudur, şu suçu işlemiştir” demesi masumiyet karinesini ihlâl etmek ve mahkemeleri etkilemektir. Bu yüzden, dosyalarda suç unsuru olmadığını düşünmemize rağmen, 30 öğrencinin tutuklamaya sevk edilmesi, özellikle final haftasında olan öğrenciler için tedirginlik vericiydi. Gözaltında geçirdikleri sürede bile birçok öğrenci sınavlarını kaçırdı.

Kayaoğlu: Gözaltı işlemlerinin hukuksuzca yapıldığını herkes biliyordu. Buna rağmen gözaltındakileri suçlu ilan eden onlarca açıklama ve paylaşım yapıldı. Düşünün, bu yaftaları okuyor, takip ediyorsunuz ve az sonra birileri tarafından suçlu ilan edilmiş müvekkilinizin sorgusuna giriyorsunuz. Tabii ki müvekkiliniz için endişeleniyorsunuz. Üstüne bir de ana muhalefet partisi başkanının öğrencilerin ailelerine seslenen konuşması… Oysa, Kılıçdaroğlu’nun ailelere değil, İçişleri Bakanlığı’na ve Adalet Bakanlığı’na seslenmesi gerekiyordu. Muhalefet partilerinin en büyük sorumluluklarından biri iktidarı ve karar uygulayıcı mekanizmaları denetlemektir. Muhalefetin yapması gereken, protestoların anayasal hak olduğunu hatırlatmaktı, polis şiddetine ve ayrımcılığa maruz kalan, tutuklanan, gözaltına alınanların hakkını savunmaktı, onlara çocuk muamelesi yapıp ailelerine, velilerine havale etmek değil…

Gözaltı işlemlerinin hukuksuz yapıldığını herkes biliyordu. Muhalefetin yapması gereken, protestoların anayasal hak olduğunu hatırlatmaktı, polis şiddetine ve ayrımcılığa maruz kalan, tutuklanan, gözaltına alınanların hakkını savunmaktı, onlara çocuk muamelesi yapıp ailelerine, velilerine havale etmek değil.

İktidar kanadı baştan beri LGBTİ+’ları hedef almaya ve dini değerlerin aşağılanması söylemini odağa koymaya çalışıyor. Öğrenciler hakkında verilen ilk tutuklama kararları da böyle bir çerçevede verilmişti. Sizce neden protestoları böyle bir yöne çekme ihtiyacı duydular?

Yıldız: Boğaziçi’nde açılan kolektif serginin ardından gözaltına alınan öğrencilerin ifadesi ilk olarak TCK 216/3 uyarınca alındı. Bu madde “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde 6 aydan 1 yıla kadar cezalandırılır” diyor. CMK 100. Madde gereğince ceza üst sınırı iki yıldan fazla olmadığı için, bu suç tutuklamaya elverişli değildi.

Peki buna rağmen nasıl oldu da tutuklamaya sevk kararı alındı?

Yıldız: Çünkü bir anda sevk maddesini bir yıldan üç yıla kadar ceza öngören ve tutuklama yapılabilecek olan 216/1. maddeye döndürdüler.

Ne diyor bu madde?

Yıldız: TCK’nın 216/1. maddesi “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini diğer kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde 1 yıldan 3 yıla kadar cezalandırılır” diyor. Öngörülen ceza iki yılı aştığı için tutuklamaya elverişli hale geldi ve iki öğrenci tutuklandı. Fakat suçun maddi unsurunun oluşup oluşmadığı hiçbir şekilde tartışılmadı. Halkın hangi kesiminden bahsedildiği, bu öğrencilerin hangi kesime konduğu hiçbir şekilde gerekçelendirilmedi. Öte yandan, öğrencilerin “kamu güvenliği açısından tehlike oluşturduğu” söylenmiş oldu. Aksine, kamu güvenliği açısından bir tehlike oluştuysa, bu tehlike bazı medya kuruluşlarının sergiyi çarpıtarak haberleştirmesinden ve bazı üst düzey kamu yöneticilerinin öğrencileri hedef göstermesinden sonra, öğrenciler aleyhine oldu.

Kayaoğlu: 2911 nedeniyle tutuklamanın mümkün olmadığı görülünce, özellikle sosyal medyadaki trol hesaplarla öğrencileri hedef göstererek ve doğru olmayan şeyleri ön plana çıkararak LBGTİ+ bireyler üzerinden ayırımcılık teşkil edecek söylemlere başladılar. Kolektif sergide yer alan ve Kabe olduğu iddia edilen resimde Şahmeran’la yapılmış bir kolaj çalışması var. Resim incelenmeden, bu eylemlere katılanları halk nezdinde din karşıtı göstererek muhtemel desteği kesmek için Kabe fotoğrafı yere atılıp üzerine basılmış gibi algı yaratıldı ve iki kişi tutuklandı.

 

LGBTİ+ları hedef gösterilme veya hakarete uğramaya karşı koruyan yasal bir dayanak yok mu?

Yıldız: LGBTİ+’ları koruyan bir düzenleme yok, Anayasa “herkes eşittir” diyor, ama eşitlik maddesi uygulamada duvara tosluyor. TCK’nın 216. maddesinde etkili bir düzenleme olsaydı, LGBTİ+’ları “sapkın” olarak damgalayan ifadeler suç teşkil ederdi. Elbette kanunun mantığı azınlıkta olan, güçsüz, kırılgan olan grupları korumak. Fakat madde ırk, mezhep, coğrafi kesim gibi tabirleri kullanmasına rağmen cinsel yönelim veya cinsiyet kimliğini açıktan anmıyor. Bu nedenle uygulamada da LGBTİ+’ları kapsama alacak şekilde uygulanmıyor. Dolayısıyla, bu konulara ilişkin şikâyetler takipsizlikle sonuçlanıyor.

Bu konuda İstanbul Sözleşmesinden doğan yükümlülükler yok mu?

Bozovalı: Evet, İstanbul Sözleşmesi devletlere yükümlülükler yüklüyor. İstanbul Sözleşmesi sadece kadınlara değil, LGBTİ+’ları da kapsayacak şekilde, şiddetten zarar gören herkese koruma sağlıyor. Yükümlülüklerden biri de devletlerin bu şiddeti engellemek için, dahası toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmak için politikalar üretmesi yönünde. İstanbul Sözleşmesi dışında Birleşmiş Milletler’in sözleşmeleri ve Türkiye’nin taraf olduğu diğer uluslararası sözleşmelerde de LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılık yasaklanıyor.

Tutuklanan öğrencilerin “kamu güvenliği açısından tehlike oluşturduğu” söylenmiş oldu. Aksine, kamu güvenliği açısından bir tehlike oluştuysa, bu bazı medya kuruluşlarının çarpıtarak verdiği haberlerden ve bazı üst düzey kamu yöneticilerinin öğrencileri hedef göstermesinden sonra, öğrenciler aleyhine doğdu.

Valiliğin ve bakanlığın yaptıkları açıklamalarda gözaltına alınanların büyük bir kısmının Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi olmadığı vurgulandı. Sorgularda öğrencilere neler soruldu, daha çok nelerin üzerinde duruldu? Emniyette ve adliyelerde neler yaşandı?

Bozovalı: İfade ve sorgularda öğrencilere ilk sorulan sorulardan biri, hangi üniversitede okuduğuydu. Bunu Boğaziçi öğrencisi olmadan protestolara destek verenleri marjinalleştirmek, kriminalize etmek için yapıyorlar. O yüzden de protestocu Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden çok eylemlere destek verenlere yöneliyorlar.

Kayaoğlu: Gözaltına alınan müvekkillerimizle emniyette avukat görüşü yapmak, ifade öncesi görüşmek gibi konularda ciddi sıkıntılar yaşadık. Emniyette saatlerce bekletildik ve müvekkillerimizle görüştürülmedik. “İfadeler alınacak, ayrılmayın” denmesine rağmen sabah saatlerine kadar beklemek zorunda kaldık. Üstelik biz emniyetin kapısında beklerken müvekkillerimize “avukatlarınız gelmedi” denmiş. Gözaltındakilere yalnız olduklarını, kimsenin yanlarında durmadığını hissettirmeye çalışmışlar. Hangi saatte adliyeye getirilecekleri de söylenmiyordu. Adliyede de savcılık ve hakimlik sorgularından önce müvekkillerle görüşme konusunda sıkıntılar yaşadık. Müvekkillerimizin büyük kısmı gözaltı kararlarına tepki olarak açlık grevindeydi. Emniyete götürdüğümüz su ve şekerler müvekkillere verilmiyordu, onlara da “avukatlarınız getirmedi” deniyordu.

Deniz Yıldız: Kimi medya kuruluşlarının kaleme aldığı haberlerde öğrencilerin bu protestoları kendi kendilerine yapmadıkları, okula giren bazı “provokatörlerin” olay çıkardıkları vurgusu yapılıyor. Öğrencilerin birilerinin yönlendirmesiyle, teşvikiyle bu protestolara katıldığı algısı yaratılmaya çalışılıyor. Hayali bir müsebbip bulma çabasındalar. Sulh ceza hakimliklerinde “protestoyu hangi sosyal medya hesabından okudun? Telefonuna bir mesaj geldi mi?” şeklinde sorular soruldu. Başka kitlesel protestolarda da benzer şekilde dış mihraklar tarafından yönlendirilme algısı yaratılmaya çalışılmıştı. Protestoların öğrencilerin iradesiyle kendiliğinden başlamış olabileceği ihtimal dışı tutuluyor.

^