CALIFORNIA'NIN KORONA DENEYİMİ VE “KISSADAN HİSSE”LER

Söyleşi: Yiğit Atılgan
24 Mart 2020
SATIRBAŞLARI

Covid-19’un sert vurduğu yerlerden biri de California eyaleti. Orada olanlar ve açığa çıkardıkları burada ve her yerde “kıssadan hisse” misali. Oakland’a, moleküler biyolog ve genetik tespit uzmanı Ali Bektaş’a bağlanıyoruz.
California’ya korona salgını Grand Princess adlı eğlence gemisiyle geldi

ABD’de, özel olarak da yaşadığınız Oakland ve San Francisco bölgesinde salgın nasıl gelişti? California tecrit uygulamasının devreye sokulduğu ilk eyaletti, bu koşullar nasıl oluştu?

Ali Bektaş: ABD’nin batı yakası burada salgının ilk belirdiği yer. İlk tespit edilen vaka 15 Ocak’ta Wuhan’dan Washington eyaletine gelen bir yolcu. Virüs başlarda tek tük tespit ediliyordu, fakat 28 Şubat’ta hastalığın yine Washington’da bulunan bir huzur evinde yayılması, çalışanların da içinde bulunduğu 125 kişide SARS-CoV2 virüsünün bulunması ve 35 kişinin ölümü durumun ciddiyetini gözler önüne serdi.
California açısından Covid-19’un gündemimize hâkim olması Grand Princess isimli eğlence gemisinin San Francisco açıklarına demir atmasıyla başladı. Nitekim California’daki ilk ölüm vakası da bu geminin bir önceki seyahatine katılan yolcularından biriydi. Eğlence gemileri zaten binlerce kişinin haftalar boyu iç içe yaşadığı bir ortam olmasından ötürü salgınların sıkça vuku bulduğu yerler. Dolayısıyla, SARS-CoV2 gibi bulaşıcı bir virüsün yayılması için ideal bir ortam. Grand Princess’ten önce, Japonya açıklarına demirleyen bir başka eğlence gemisi de karantinaya alınmıştı. O gemideki ABD vatandaşları da 17 Şubat’ta California’daki Travis Hava Kuvvetleri Üssü’ne getirildi. ABD’deki halk sağlığı sisteminin bocalayışı da burada iyice aşikâr bir hal aldı. Askeri üsse getirilen yolcuların bakımını yapacak personel, salgın karşısında alınacak tedbirler hakkında hiçbir eğitimin verilmediğini, maske ve eldiven gibi kişisel korunma teçhizatlarının sağlanmadığını kamuoyuna sızdırdı. ABD’deki ilk topluluk içi yayılma ve California’daki ilk vaka da zaten askeri üssün bulunduğu Solano şehrinde 19 Şubat’ta ortaya çıktı.

Öncelikle bazı terimleri açıklığa kavuşturalım. Virüsün ismi SARS-CoV2. Yol açtığı hastalığın ismi ise Covid-19. Koronavirüs ise Coronoviridae adlı virüs ailesinde bulunan virüslere verilen isim. O yüzden çoğu yerde “yeni koronavirüs” olarak geçiyor. 2002-2003’ten tanıdığımız SARS daha ölümcül olmasına rağmen, daha az bulaşıcı olmasından ötürü pandemik tehlikesi daha az olan bir koronavirüs.

Mart ayının ikinci haftası, ABD’de ve genel olarak batılı ülkelerde salgının ciddiyetinin anlaşıldığı hafta. Zaten 4 Şubat’tan beri Çin’den gelen yolculara yasak koyan Trump, 29 Şubat’ta bu yasağın kapsamına Güney Kore, İran ve İtalya’yı da ekledi. Son olarak da Avrupa’dan, Schengen ülkelerinden gelecek yolculara 11 Mart’ta yasak getirildi. Ancak, ABD hükümeti burada da bocaladı ve yasak sonrası Avrupa’dan ABD’ye gelen yolculara iki gün boyunca gümrük kapılarında hiçbir tarama yapılmadı, ateşlerinin olup olmadığı bile kontrol edilmedi. ABD Hastalık Kontrol Merkezi (CDC) durumu daha da beter hale getirmek istercesine, tarama niyetiyle havaalanlarını kilitleyip yurtdışından dönen binlerce insanı çeşitli havalimanlarında saatler boyunca balık istifi bir şekilde bekletti.

İnsanların havalimanlarında iki gün boyunca balık istifi gibi bekletilmesi salgının yayılmasını hızlandırdı

Ulusal ölçekte durum beceriksizce idare edilmeye çalışılırken California’daki vaka sayısı da giderek artmaya devam etti. Körfez bölgesinde en fazla vaka Silikon Vadisi’nde, yani Santa Clara’da artarak devam etti. Şu esnada 263 vaka ve 8 ölüm var. Yine aynı bölgede bulunan Stanford Üniversitesi, 7 Mart’ta, bir öğrencinin test sonucunun pozitif çıkması sonrasında derslere internet üzerinden devam edeceğini açıkladı. Bu uygulamayı nispeten yakında bulunan UC Berkeley 10 Mart’ta takip etti. Artık iş işten geçmişti. 17 Mart’ta Körfez bölgesindeki eyalet valisi Gavin Newsom “Evinizde korunun” telkininde bulundu. Buna göre, market, restoran, eczane, kenevir dükkânları, devlet ve lojistik kurumları dışındaki bütün işletmeler kapatılacak ve insanlar olabildiğince dışarı çıkmayacak. Eğer çıkarlarsa da kendi ev ahalisi dışındaki insanlardan en az iki metre uzakta duracaklar. 19 Mart’ta bu karar tüm California’yı kapsayacak bir düzenleme niteliğinde genişletildi.

Günlük hayattaki belli başlı değişiklikler neler? Laboratuvarda çalışan biri olarak hayatınıza nasıl devam ediyorsunuz? Herkesin kendi derdine düştüğü bir panik havası mı, yoksa müşterek bir direnç hali mi var?

En belirgin değişiklik birçok insanın artık işine gidemiyor olması. Özellikle birçok arkadaşım bar, kafe ve restoran gibi hizmet sektöründe çalışıyor. Çoğu ya işlerini kaybetti ya da ücretsiz “izne” çıkarıldı. Normal şartlar altında günde 2 bin kişinin başvurduğu işsizlik sigortasına geçen salı günü 80 bin kişi başvurdu. Tabii bunlar sadece kayıtlı iş ve meslek sahipleri. İşine devam edebilenler, evden çalışabilen kesim, yani beyaz yaka ya da teknoloji şirketi çalışanları. Sendikalı çalışanlardan bir kesim veya kâr oranı yüksek şirketlerin işçileri ücretli izne çıkarıldı, ama bunun da ne kadar süreceği belirsiz.

“Evimizde korunduğumuz” için sosyal hayat dibe vurmuş durumda. Bu kültürel, politik, sanatsal ve gece hayatı çok canlı olan Körfez bölgesi ve özellikle benim yaşadığım Oakland şehri için büyük bir şok. Gözlemim, durumun ciddiyetinin, daha en az bir aylık ve muhtemelen aylarca sürecek bir sürecin başında olduğumuzdan çok da iyi kavranamamış olduğu. İnsanlar sanki birazdan bitecek bir tatil havasında ya da inkâr içinde. Benim bir biyolog olarak, özellikle de bu günlerde virüsün tespit yöntemleri üzerine çalışan bir moleküler biyolog olarak, laboratuvara gitmeme halen izin var. Ancak, son iki hafta içinde İspanya’da bulunduğum için kendimi iki haftalığına evde karantinaya almam gerekti. Mecburen laboratuvarımı geçici olarak bu iki haftalık sürecin sonuna kadar evimin bodrumuna taşıdım.

Test kiti konusu iki aşamadan oluşan bir durum. İlki “örnek alma kiti”. Yani, burun ve boğazdan örnek almaya ve onu daha sonraki genetik analiz için muhafaza etmeye yarayan, ucu pamukla kaplanmış bir çubuk ve test tüpü. Alınan örneğin analizi ise laboratuvarda yapılıyor. Burada “kit” denen şey iki parçadan oluşuyor. Önce, alınan örnekten RNA’nın izole edilmesi gerekiyor, sonra da RT-PCR reaksiyonu.

Körfez bölgesi ve özellikle Oakland, ABD’de radikal politik akımların en dişli olduğu bölge. ABD’nin en son genel grevi olan 1946 Oakland genel grevinden, Kara Panterler’in 1966 yılındaki kuruluşuna, militan liman işçilerinin sendikası ILWU’dan, kuşak kuşak doğan öğrenci hareketlerine, polis karşıtı ayaklanmalardan, Occupy hareketinin en radikal komününe, buradaki aktivistler ülkenin kalanına kıyasla daha örgütlü. Tabii ki boş durmuyorlar. En başta, dayanışma çalışmalarına, mahalle ve sokak örgütlenmelerine odaklanmış vaziyetteler. Covid-19, bilindiği gibi, yaşlı ve hastalar için çok daha ölümcül, bu nüfusun ihtiyaçlarının karşılanması için dayanışma ağları kurulmaya başlandı. Körfez bölgesi Silikon Vadisi’nde çalışmaya gelen yüksek gelirli işçilerin akınına uğradığı için ABD’de kiraların en hızlı tırmandığı ve soylulaşmanın en sert yaşandığı yer aynı zamanda. Bu da fahiş kira seviyeleri ve dev bir evsiz nüfus demek. Şehirdeki çoğu otobanın altı çadır kentlere dönmüş vaziyette. Hem evsiz halk ile dayanışma hem de kiraların askıya alınması amacıyla çalışan bazı inisiyatifler var.

Kara Panterler’den (yukarıda) bugüne her dönemde radikal hareketler çıkaran California’nın aktivistleri kenetlenmiş durumda

Uzmanlık alanınız laboratuvar testleri. Koronavirüs testlerinin dünya genelinde uygulanmasına dair gözlemleriniz neler?

Öncelikle bazı terimleri açıklığa kavuşturalım. Virüsün ismi SARS-CoV2. Virüsün yol açtığı hastalığın ismi ise Covid-19. Tıpkı HIV isimli virüsün AIDS hastalığına yol açması gibi. Koronavirüs ise Coronoviridae adlı virüs ailesinde bulunan virüslere verilen isim. O yüzden çoğu yerde “yeni koronavirüs” olarak geçiyor. Mesela 2002-2003 senelerinden tanıdığımız SARS (Severe Acute Respiratory Syndrome) daha ölümcül olmasına rağmen, daha az bulaşıcı olmasından ötürü pandemik tehlikesi daha az olan başka bir koronavirüs.
Test konusuna gelince… Bu tür virüslerin tespitinin yapılabilmesinin en etkin ve en kesin yolu genetik analiz, yani insan vücudu içinde virüse özel genetik sekansların aranması. Çok detaya girmeden anlatmaya çalışayım. Genetik deyince, insanların aklına genellikle DNA ile bu bağlamda ve çoğu virüs için geçerli olmak üzere, DNA’nın atası olan RNA gelir. DNA/RNA analizi yapmanın farklı yöntemleri var, ama en yaygın ve geçerli olan yöntem, neredeyse 35 senedir moleküler biyolojinin belkemiğini oluşturan Zincirleme Polimeraz Reaksiyonu (PCR) ve bunun üzerine geliştirilen farklı türevler. Örneğin, RNA için geçerli olan ve SARS-CoV2 teşhisi için de kullanılan RT-PCR. Şunu belirtmekte fayda var: Her moleküler biyoloji yüksek lisans öğrencisi bu testi yapabilecek kapasitede.

Halk sağlığı ve moleküler analiz alanı bir paradigmanın iflasının eşiğinde: Merkezi test paradigması. Salgının boyutu günümüzün test ve analiz sisteminin yetersizliğine işaret ediyor. Herkesin, merkezi bir laboratuvara muhtaç kalmadan bünyesindeki mikroorganizmaların moleküler analizini yapabilmesinin yöntemleri aslında mevcut. Ama bu, şirketlerin laboratuvarlarını gereksiz kılacağından, tam anlamıyla geliştirilmedi.

Test kiti konusuna geleyim. Bu, aslında iki aşamadan oluşan bir durum. İlki “örnek alma kiti”. Yani, burun ve boğazdan örnek almaya ve onu daha sonraki genetik analiz için muhafaza etmeye yarayan, ucu pamukla kaplanmış bir çubuk ve test tüpü. Testin kendisi, yani alınan örneğin analizi ise laboratuvarda yapılıyor. Burada “kit” denen şey iki parçadan oluşuyor. Önce, alınan örnekten RNA’nın izole edilmesi gerekiyor, sonra da RT-PCR reaksiyonu. Bir RT-PCR’yi bir başkasından farklı kılan ise aradığınız genetik sekansa özel, bu çerçevede SARS-CoV virüsüne özel, küçük DNA parçaları yani “primer”ler. Kısacası, bir virüs testini bir diğerinden farklı kılan, virüs RNA’sını izole etmenin yöntemlerinin ötesinde, bu primerlerin kendine has sekansları.
“Primer” denen bu DNA parçaları moleküler biyolojinin standart malzemesi ve birçok ülkede üretiliyor, reaksiyonu katalize eden enzimler de. Bu sebepten, test kapasitesinin artırılmaması için bir sebep göremiyorum. Ama ne yazık ki, birçok ülke, en başta da biyo-teknolojinin beşiği ABD, bu konuda çok fena tökezledi. Burada testlerin yapılması en az üç hafta kadar gecikti ve hâlâ da her semptom gösterene ya da isteyene yapılamıyor. ABD Hastalık Kontrol Merkezi (CDC), önce Dünya Sağlık Örgütü’nün geliştirdiği testi kullanmak istemedi ve kendi testini geliştirdi. Her deneyde ve o deneyin farklı aşamalarında negatif ve pozitif kontrollerin kullanılması elzem. Ancak bu testler üretilip ülke çapındaki laboratuvarlara yollandıktan sonra test içine eklenen negatif kontrollerin hatalı olduğu ortaya çıktı. Bu da birkaç haftalık bir aksamaya yol açtı. Bu fiyaskolardan öte, halk sağlığı ve moleküler analiz alanı bir paradigma iflasının eşiğinde: Merkezi test paradigması. Salgının boyutu günümüzün test ve analiz sisteminin yetersizliğine işaret ediyor. Herkesin, merkezi bir laboratuvara muhtaç kalmadan kendi kendine, bünyesindeki mikroorganizmaların moleküler analizini yapabilmesinin yöntemleri aslında mevcut, ama şimdiye kadar ciddi bir ihtiyaç doğmadığından ve daha da ötesinde, bu durum şirketlerin kurulu laboratuvarlarını gereksiz kılacağından, tam anlamıyla geliştirilmedi. Umuyorum ki, içinde bulunduğumuz durum bu yönde adımların atılmasına vesile olur. Biz de bu konu üzerinde çalışıyoruz.


Türkiye’deki yetkililerin, örneğin Bilim Kurulu üyesi Alpay Azap’ın uygulanan testlere dair açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Alpay Azap’ın çeşitli gazetelerdeki demeçlerini okudum ve şaşırdım. Bilgisizlik mi, kendini beğenmiş bir milliyetçilik anlayışı mı, tam kavrayamadım. Mesela az önce bahsettiğim “primer”lere dair “Dünyada biz de dahil dört ülkede üretiliyordemiş. Tekrarlıyorum, “primer” denen şey moleküler biyolojinin belkemiği ve onlarca ülkede üretiliyor. Bizzat kendim, bir moleküler biyolog olarak beş farklı ülkede çalışırken bu ülkelerde üretilen “primer”leri kullandım. Türkiye’nin “Haftada 2 bin primer üretme kapasitesi var” gibi bir söz bilimsellikten uzak ve anlam ifade etmiyor. Bir defa “primer” tane ile üretilen bir şey değil. Test başına düşen primer yoğunluğundan bahsedilebilir, ama yine de tuhaf. En son Türkiye’de bir proje için yurtiçinden “primer” ısmarladığımda bir haftadan kısa bir sürede elime ulaşmıştı ve yaklaşık 8 bin analiz yapmama yetiyordu. Belki nispeten daha pahalı olan ve uzun süren bir süreç gerektiren enzimleri kastetti, ama artık düzeltmek kendisine kalmış.

Bilim Kurulu üyesi Alpay Azap’ın demeçlerini okudum ve şaşırdım. Bilgisizlik mi, kendini beğenmiş bir milliyetçilik anlayışı mı, tam kavrayamadım. Mesela “primer”lere dair “Dünyada biz de dahil dört ülkede üretiliyor” demiş. Tekrarlıyorum, “primer” denen şey moleküler biyolojinin belkemiği ve onlarca ülkede üretiliyor.

Erkenden, olabildiği kadar çok testin yapılması ve buna uygun karantina kararlarının alınması bu pandemiyle başedebilmenin tek yolu. Mesela, umreden dönenlere neden hemen test yapılmadı? Bütün kitleyi bir öğrenci yurduna belirsiz bir şekilde kapamak yerine, hemen testlere başlansa ve ona uygun kararlar alınsa belki de önümüzdeki günlerde Türkiye’yi bekleyen felaket farklı gelişecekti. Kitlesel ve geniş bir test sisteminin uygulamaya konması, çıkan sonuçların halka aktarılması, buna göre izolasyon ve karantina gibi önlemlerin alınması son derece mühim.

ABD’li Pfizer ve Alman BioNTec şirketlerinin deneysel bir aşıya dair işbirliği yaptığına, Trump’ın olası bir aşının tekeline sahip olmak için Alman şirket CureVac ile temasa geçtiğine, dünyanın birçok yerinde çeşitli ekiplerin birbirlerinden bağımsız çalışmalar yürüttüğüne dair haberler okuduk. Rekabet olgusunun ve kâr güdüsünün bu tür salgınlar üstündeki etkisi ne?

Aşı geliştirme ve immünoloji uzmanlık alanımın dışında, ama eninde sonunda biyo-teknolojinin merkezlerinin birinde, kuzey California’dayım. Burada bulunan biyo-teknoloji endüstrisi aslında iki aşamadan geçti ve geçiyor. İlki 1970’lerde ve ‘80’lerde kendisini iyice oturtan devler, örneğin Genentech ve PCR’ın keşfedildiği Cetus. Ardından gelen ve bugün çokça görülen olgu ise girişim sermayesi (venture capital) peşinde koşuşturan start-up firmaları. Bu firmaların amacı çoğunlukla buluşlarını patentlerle çitleyip daha büyük şirketler tarafından satın alınmak. Yani, bu tür atılımlar için rekabet, gizlilik ve kâr payı öncelik teşkil ediyor, halk sağlığı değil.
Kâr güdüsünün bu tür salgınların ortaya çıkmasındaki ve yayılmasındaki rolünü değerlendireceksek, önce virüsün kaynağını irdelememiz gerekiyor. Bilindiği üzere, şu anda ağırlık kazanan hipotez SARS-Cov2 virüsünün ilk olarak Çin’in Wuhan kentinde bulunan, gıda amaçlı canlı hayvanların satıldığı bir pazarda belirdiği ve oradaki hayvanlara da bir yarasadan bulaştığı. Şehirlerin ve onları besleyecek endüstriyel tarım arazilerinin genişlemesi için ekosistemlerin katledildiği küresel nizam bu tür virüslerin evrilmesi için ideal koşulları yaratıyor. Kapitalizmin merkezinde arsız büyümeden türetilen kâr yattığı için salgınların kökünde de kâr güdüsünü görebiliriz. Kâr güdümlü ilaç, tıp ve biyo-teknoloji sektörlerine bakacak olursak, bu sektörlerin demin vurguladığım radikal bir sistem analizi yapmayacakları, yapmalarının kendi varoluşlarına bir tehdit teşkil edeceği de malûm. Şu noktada, dünya halklarının ihtiyaç duyduğu şey, gerçekten halk sağlığını ön plana çıkaracak, kâr ve devletten özerk, bilim insanlarının toplumun ihtiyaçlarına göre yönlendirdiği otonom araştırma enstitüleri.

Olabildiği kadar çok testin yapılması ve buna uygun karantina kararlarının alınması bu pandemiyle başedebilmenin tek yolu. Umreden dönenlere neden hemen test yapılmadı? Bütün kitleyi bir öğrenci yurduna belirsiz bir şekilde kapamak yerine, hemen testlere başlansa ve ona uygun kararlar alınsa belki de önümüzdeki günlerde Türkiye’yi bekleyen felaket farklı gelişecekti.

Çevrenizdeki birçok kişi, “gig ekonomisi” tabir edilen, geçici ve kısa dönemli işlerde çalışarak hayatını idame ettiriyor. Salgının bu bağlamdaki etkisi ne oldu?

Gig ekonomisi haliyle genel ekonomiye bağlı. İnsanlar işe gitmiyorsa, onları işe götüren Über şoförleri de boşta kalıyor. Eğer scooter’lar kullanılmıyorsa geceleri bu vasıtaları toplayıp fişlere takanlara da ihtiyaç duyulmuyor. Gig ekonomisinde çalışanların ve birçok farklı proleterin var oluşunu etkileyen ortak nokta ise kira. Çoğu insan zaten ay başından ay başına kira yetiştirmek için çalışıyor ve şu anda o döngü paramparça durumda. İnsanlar çalışamadığı için kiralarını da ödeyemeyecek. Bu durum Körfez bölgesi gibi fahiş kiraların olduğu bir yer için daha da can yakıcı. Burada çok ciddi bir evsiz nüfus mevcut, bu sayı Körfez bölgesinde 30 binin üzerinde. California valisi Gavin Newsom’ın “Evinizde korunun” emri bu açıdan abesle iştigal. İnsanların ev bir yana, virüse karşı korunabilmek için ellerini yıkayabilecekleri bir muslukları bile yok.

Grand Princess eğlence gemisi karantinada

Yaşadığınız bölgedeki taban hareketleriyle de ilişkilisiniz. Bu hareketler nasıl bir mücadele yürütüyor, ne tür taleplerle yola çıkıyor?

Açıkçası yeni başlıyoruz, ne kadar başarılı olabileceğimizi göreceğiz. İlk iş hayatta kalabilmeye yönelik dayanışma ağlarını yerine oturtmak. Bu bağlamda İtalyan yoldaşlarımızla temas içindeyiz, onların deneyimlerinden ders çıkarmaya çalışıyoruz. Zor durumda olanlara gıda ve ilaç yardımı bunun büyük bir parçası. Hapishanedeki mahpusların ve göçmenlerin salınmasına yönelik çalışmalar da mevcut. Salgının hapishanelerde yayılmaya başladığını düşünmek dehşet verici. Hatta bu yönde adımlar da atılıyor, az cezası olan ya da hasta olan hükümlüler serbest bırakılmaya başlandı. Kira konusuna dönersek, 1 Nisan’da kira ödememek üzere gittikçe ivme kazanan bir hareket var. Nasıl gelişeceğini göreceğiz, ama zaten mantıken çoğu insanın bu koşullarda kira ödemesi imkânsız, o açıdan fiili bir kira grevi söz konusu. Kira kavramının iptali için mücadele eden birçok kiracı sendikası, virüsün yarattığı pandemiyle kendini genel bir kira grevinin içinde buluverdi.
Salgın her sektörü etkilemiş vaziyette. En son, ABD’nin beşinci büyük limanı ve daha radikal ILWU sendikasının merkezlerinden olan Oakland’daki liman işçilerinin yetersiz korunma ekipmanı yüzünden greve gidebileceği haberi geldi. Sonuçta, Grand Princess gemisi de onların limanına demir atmıştı. Buradaki otonom, komünist ve anarşist gurupların bir diğer çalışması ise evsiz halkla dayanışmaya yönelik. Hem genel olarak onların hijyen ihtiyaçlarını sağlamak, hem de daha da ötesinde, boş ve ama içinde yaşamaya hazır olan evlerin kapılarını kırıp açarak, barınacakları, California valisinin deyişiyle, “evde kalarak korunacakları” alanlar sağlamak.
Bu tür inisiyatifleri ön plana çıkararak çok da pembe bir portre çizmek istemiyorum. Eninde sonunda Amerika burası. Ordunun sokağa inmesi an meselesi. Sağlık sisteminin devasa eksiklikleri ve gelire göre sağlanması, vahşi kapitalizmin perçinlediği bencillik ve yalnızlık, geniş coğrafya ve bir o kadar da yoğun şehirleşme Covid-19 salgınının burada çok sert geçeceğinin işareti. Özellikle de New York gibi, insanların çok yoğun yaşadığı ve gereken tedbirlerin çok geç alındığı, Florida gibi yaşlı nüfusun çok yoğun olduğu yerleri maalesef felaket bekliyor.

^