FATİH AKIN’LA DUVARA KARŞI VE MÜZİK

Söyleşi: Ogan Güner
22 Ekim 2021
Fatih Akın, Duvara Karşı'yla 54. Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ile ödüllendirildi. (2004) (Fotoğraf: Muhsin Akgün)
SATIRBAŞLARI

Biraz müzikten bahsedelim diye rahatsız ettik…

Fatih Akın: Zaten şu sıralar bir müzik belgeseli hazırlıyorum, Crossing the Bridge, yani “Köprüyü Geçmek”. Doğu ve Batı müziklerini bir araya getiren bir film. Baba Zula, İstanbul Blues Kumpanyası, Burhan Öçal… Selim Sesler, Einstürzende Neubaten’la çalıştı. Takip ettiğim insanlar bunlar, Replikas, Mercan Dede, Okay Temiz, Ceza… Var da var… Bir kaynaşma müziği… Duvara Kar­şı’da da böyle müziklerle uğraştık. Biraz araştırdığında, Batı-Doğu bağlantısı, yeniçerilerin müziğini kullanan Mozart’a kadar gidiyor… Caz zamanlarında Eartha Kitt “Üsküdar’a giderken”i söyledi… Atlantic Records’un sahibi Ahmet Ertegün’ün de büyük etkisi oldu.

Almanya’daki Türk hiphop camiasıyla içli dışlı mısınız?

Ben zaten hiphop piyasasından çıkma­yım. En son Fuat ve Killa Hakan Rapüstad diye bir albüm çıkardılar. Ceza da, Kool Savaş da var albümde…

Yolumu kaybedince Peyote’den gelen müziğe kapıldım, içeri girdim. Türk punk’çıları Selim Sesler’in müziğine headbang yapıyorlardı. Orada bir şey yakaladım.

Hiphop ne ifade ediyor ordaki Türklere?

90’ların başında burdaki Türkler, Ameri­kan zencilerinde kendilerini gördüler. Bir benzerlik, belli bir identification vardı. Identification’ın Türkçesi ne oluyor?

Özdeşleşme.

Zor kelime. (gülüyor) Biz zenciyiz, azınlı­ğız, eziliyoruz: Amerikan hiphop’undaki bu türlü konular, Türklerde de bir sinire vurdu. Alman ve Türk hiphop’unun şöyle bir özelliği var –bu Alman punk’ında da böyle: Amerikan hiphop’unun kopyasını yapmıyor, kendi kişiselliğini getiriyor.

Bir söyleşinizde daha önce DJ’lik yaptı­ğınızı, sinema yapmasanız yine DJ’liğe döneceğinizi söylemişsiniz.

Barlarda, kulüplerde çalardım. Seyirci karışık olur, Alman, Türk… Yerine göre oriental night’lar yapıyoruz. İstanbul müziğini burda tanıtmak istiyoruz. Aynı zamanda hiphop ve siyah müzik çalıyoruz. En fazla dinlediğim müzik siyah müziktir.

Duvara Karşı’da punk rock önemli bir yer tutuyor. Alman punk müziğine ilginiz var mı?

Evvelden pek yoktu. Ama buradaki hiphop piyasası punk piyasasına benziyor. Hiphop bence punk’ın yeni bir dönemi. Die Toten Hosen filan bana müzik olarak yabancı geliyor. Ama Einstürzende Neubaten gibi 80’lerin müziklerini sonradan keşfettim. Benim duyduğum, dinlediğim punk son dönemlerin punk’ı: Hiphop’la punk karışık, örneğin Rage Against The Machine’i seviyorum… Duvara Karşı’nın kahramanı Cahit kırk yaşlarında birisi. Benden on yaş büyük. Başka bir neslin çocuğu. Duvara Karşı’da bunu yakalamaya çalıştım. O yüzden Birthday Party çalıyor filmde. Ama ben Birthday Party’yle büyümedim.

Biz zenciyiz, azınlı­ğız, eziliyoruz: Amerikan hiphop’undaki bu türlü konular, Türklerde de bir sinire vurdu. Alman ve Türk hiphop’unun şöyle bir özelliği var –bu Alman punk’ında da böyle: Amerikan hiphop’unun kopyasını yapmıyor, kendi kişiselliğini getiriyor.

Hastanedeki bir sahnede doktor, The The’nın parçası “Lonely Planet”tan alıntı yapıyor, ama yanılmıyorsak, filmde o parça çalmıyor…

Hayır, The The filmde çalmıyor.

Punk’la Roman müziğinin birbirine benzer karakteri olduğunu söylüyorsunuz bir söyleşide…

Doğru. Filmde beş-altı kere Selim Sesler geçiyor. Ben Selim Sesler’i ilk nerede gördüm, biliyor musunuz? Beyoğlu’nda Peyote diye bir mekân vardı. Bir gece, sabaha karşı saat 4’te, Büyük Londra oteline giderken yolumu kaybettim ve Peyote’yi buldum. (gülüyor)

Sibel Kekili, Birol Ünel

Siz de filmdeki Cahit gibi Büyük Londra’da mı kalıyordunuz?

Tabii. Ucuzdur orası. Tam bize göre. Sadece ticari bakımdan değil, çok rahat bir hotel, temiz, insanı rahat bırakırlar. Ne bileyim, sanatçılar orada kendilerini rahat hisseder… Neyse, yolumu kaybedince Peyote’den gelen müziğe kapıldım, içeri girdim. Selim Sesler vardı sahnede. Mekânı ve insanları sevdim. Benim gibi insanlardı, biraz alternatif takılıyorlardı. Bunlar genellikle Türk punk’çılarıydı ve Selim Sesler’in müziğine headbang yapıyorlardı. Ben orada bir şey yakaladım… Punk’ın sözleri nedir: Mutsuzluk, intihar, arabayı duvara sürmek… (gülüyor) Bunlar Türk klasik müziğinde de, arabeskte de var. Bunu o akşam gördüm ve bir kenara yazdım. Sonra Duvara Karşı’da kullandım.

Oyuncu Birol Ünel 2020’de yaşamını yitirdi…

Bir hatıra da biz anlatalım: Bir yılbaşı gecesi yine Peyote’de Replikas çalıyordu. Saat tam 12’de bir dansöz sahneye çıktı ve Replikas müziğiyle oynamaya başladı. Herkes çok yeni ve güzel bir şeye tanıklık ediyor gibiydi. Dansöz dahil herkes büyülenmişti…

Çok ilginç. Bakın, işte böyle şeyler Almanya’da pek yok. Kendi kültürümüze sahip çıkmak ve bir Batı kültürüyle karıştırmak… Bavyera oyun havaları veya Hamburg oyun havaları gibi şey burda yok. Ama Türkiye’de bu kültürü kullanıyoruz, koruyoruz.

Duvara Karşı’nın kahramanı Cahit kırk yaşlarında birisi. Benden on yaş büyük. Başka bir neslin çocuğu. Duvara Karşı’da bunu yakalamaya çalıştım. O yüzden Birthday Party çalıyor filmde.

Üstelik hiç korumadığımızı zannederken koruyoruz.

Valla, evet. Aynen öyle.

Filmde, Selim Sesler’in fasıl heyetinin çaldığı Haliç manzaralı bölümler çok önemli geldi bize. Brecht’yen yabancılaştırma efektleri gibi, farklı bir yorum fırsatı yaratıyordu. Onlar olmasa filmde bir şey eksik kalacak gibiydi. Bu sahneleri koyarken siz ne düşündünüz?

Montajda bir kere o sahneleri çıkarıp denedim, bakalım film n’oluyor diye. Hakikaten çok şey kaybetmişti. Film çok hızlı oluyordu. Seyirciye sanki bir nefes bırakmıyordu… Bir de, ben filmlerde anlatım tarzı değiştirmeye meraklıyım. Filmlerde üç tane bölüm olur: Birinci, ikinci, üçüncü act… Senaryo derslerinde bunu öğretirler. Biz bu çerçeveleri kırmak istiyoruz. Üçe değil, beşe kırmak mesela. Bir tiyatro tarzı bulsak, bir Brecht tarzı bulsak dedik… Aynı zamanda bir filtre oldu. Filmin bir gerçeklik havası var. Gerçeklik de bir tarzdır, gerçekliği de yaratabiliyorsun. Nasıl Temmuzda gibi bir filmde bir masal tarzı yaratabiliyorsak, bir gerçek tarzı da yaratabiliriz. Bu filmde o gerçeği kırmak, seyirciye filtre vermek lâzımdı. “Bu sadece bir film” demek için o sahneleri kullandık. Gene de bazıları filmi çok gerçek buldular.

Müzikler genellikle filmlerinizin ayrılmaz bir parçası halindeler. Adeta, bir sinema adamı olduğunuz kadar, bir müzik adamısınız.

Maalesef bir müzik sanatçısı değilim. Maalesef.

Bu açıdan Wim Wenders’i andırıyorsunuz. Ondan etkilendiniz mi?

Belli bir sinemacının etkisi yok müzik kullanımımda. Özel hayatımda çok müzik dinlerim. Her tür müzik. Müzik, her insanın ruhunun ilacıdır, veyahut da ne bileyim, ruhunun yemeğidir. Sinema iki dimension’lu bir olay. Buna müziği katarsan üçüncü veya dördüncü bir dimension açılıyor. Dimension’un Türkçesi ne oluyor?

Boyut.

Yeni bir ruh boyutu katılıyor müzikle birlikte sinemaya.

Video-klip düşünür müsünüz?

Yaptım zaten. Genellikle Alman hiphop piyasasında yaptım. Haziran ayında Mercan Dede’nin klibini çekeceğim herhalde.

Siz seçecek olsanız, kimin videosunu çekmek istersiniz?

Sezen Aksu ve Prince. Mutlaka Prince.

Her filminizde bir Sezen Aksu parçası var.

Duvara Karşı’da da dolma pişirme sahnesinde Sezen Aksu’nun “Deliveren” albümünden bir şarkı var, ama bir erkek söylüyor. Filmlerimde Sezen Aksu şarkısı kullanmak bana uğur getiriyor.

İlk satın aldığınız plağı hatırlıyor musunuz?

AC/DC’nin TNT albümüydü. 12 yaşındaydım. Yok yok, 10 ya­şındaydım. (gülüyor)

Roll, sayı 85, Nisan 2004

^