Grubun ismini nasıl koydunuz? Kendi halinde gibi görünmekle birlikte, iddialı bir isim.
Ömür Kılıçaslan: Ara Güler’in meşhur fotoğrafından esinlendik: 60’lı yılların başı, sahnede kadınlı erkekli birileri çalıyor, duvarda “hariçten gazel söylemek zabıta amirliğince yasaklanmıştır” gibi bir ibare asılı. Tabii grup ismi olarak Hariçten Gazelciler’in farklı bir durumu var. Normalde, sahnede birileri varken aşağıdan hariçten gazel okunur. Biz sahneye çıkıp “hariçten gazel okuyacağız” dersek bu nasıl olacak? Bir çelişki var ortada. Bu çelişki hoşumuza gidiyor. Biz müzikal olarak dışarıda duranlarız, dışlanmışlarız gibi bir anlam ifade ediyor. Veya o gün biri rahatsızlanmış da, fırsat bu fırsat, sahneye biz çıkmışız gibi. (gülüyor)
Belki de Türkiye müzik sahnesinde hariçten gazel atıyorsunuzdur.
Bu çok iddialı olur. Ama farklı bir şey yaptığımıza eminiz. Albümü dinleyen biri beğenebilir veya beğenmeyebilir. Beğenmedim diyene darılmam. Ama “çok sıradan, çok alışıldık” derse, “lütfen bir daha dinle, bir daha düşün” derim.
Müziğimizi buralı yapmaya çalışmamıza rağmen buralı rock’çılar tarafından dışlanıyor olmak çok garip bir hissiyat. Onlar rocker, onlar asi, biz türkücü!
Sizin müziğinize bir nevi Anadolu-reggae diyebilir miyiz?
Reggae sahnelerine çıkmışlığımız var, mesela Beyoğlu’ndaki Nayah’ta çaldık, iyi karşılandık. Siyahi insanlar da vardı ve dans ediyorlardı. Ama ertesi gün Maçka parkındaki bir etkinlikte çaldığımızda, parka çay içmeye gelmiş İstanbullu ahali veya kenarda şarap içen abi de bizi dinledi. Hatta abinin adı da Hasan’mış, “Debreli Hasan”ı çaldığımızda kendinden geçti, şov yaptı. Reggae ritmi dediğin 2/4’lük hissiyatındadır, benzer vurgular bizim halk müziğimizde de mevcut. İbrahim Erkal’ın da arkasında reggae ritmi var, “Hatasız Kul Olmaz”ın arkasında da… Bizimki, ondan bunu aldık, bundan da bunu aldık gibi acayip bir durum değil.
Selekta Firuzaga’yla konuştuğumuzda ilk Türkçe reggae örneği olarak “Sultân-ı Yegâh”ı vermişti.
Çok severim, “Mihrimah”ı da çok severim. Ergüder Yoldaş önemli biridir ve doğru, bir reggae bestekârı olarak da düşünülebilir… Reggae’yle tanışmamda Hakan Özboz’un etkisi vardır. Siya Siyabend’le de çalan Kadıköylü bir gitarist. Benim şarkılara gitarla ritm attığımda dolu dolu olurdu, ama kulak tırmalardı. Aynı şarkıları sakin sakin, reggae ritmiyle çaldığımda, güçlendiğini ve apayrı bir yere gittiğini farkettim. Reggae çalmak tembel işi, adamı yormuyor. (gülüyor) Böylece reggae bize sirayet etti. Yoksa, “Bob Marley dinledim, dünyam değişti” gibi bir durumum yok.
Dinlediğinde dünyanı değiştiren başka birileri oldu mu?
Yok. Mesela Hendrix’i can kulağıyla ilk dinlediğimde çok etkilenmişimdir. Ama hayatımı değiştirdi diye bir-iki isim versem, diğerlerine haksızlık olur. Veya hayatım o kadar çok değişmiş ki, birilerini dinledikçe hep başka biri olmuşum. (gülüyor)
Bir şarkıda ustalardan bahsediyorsunuz.
“Yollar” şarkısı “bir ustamızın havasıdır, ustalarımızın havasıdır” diye başlıyor. Bu şarkıyı dinlerken bir marangoz çırağının aklına kendi ustası gelsin isterim. Ama tabii ki ben kendi ustalarımdan bahsettim. O şarkı bir Ankara havası. Erkin Koray’ın “e bu mendili icad edenin” dediği “Ankara Rüzgârı” şarkısından mutlaka etkilendik. Erkin Koray’dan önce Ankara havası çalan başka ustalar da var. Ayrıca ‘80 öncesi Anadolu pop kuşağındaki herkes benim ustam sayılır. Kişisel olarak tanışıp etkilendiğim birini soruyorsan, o da Çağlayan Örge’dir.
Ne yaptın Çağlayan Örge’yle?
Onunla çaldık, Galaturka projesinde bir dönem beraberdik. Çağlayan Kelt müziğe merak salmıştı ve deneysel aletler yapan biriydi tanıştığımızda. Kendisine, beni derinden sarstığı için “sen benim ustamsın” dediğimde, “ben böyle şeylerden hazzetmem” dedi ve böylece usta tarafından reddedilmiş oldum.
Çağlamayı onun verdiği cesaretle mi yaptın?
Tabii. Çağlayan’la tanışmış olmasaydım, böyle bir aletim olmazdı.
İsim olarak da Çağlayan’a göz kırpıyor çağlama…
Tesadüf diyelim. Çünkü bundan da çok hoşlanmıyor.
Çağlama bağlamaya mı daha çok benziyor, gitara mı?
Çağlamayı kurgularken, içinde Doğu sesleri de olan bir gitar hayal etmiştim. Çaldıkça, bir gitarist olarak bağlamaya girebilmemin yolunu açtı. Bağlama gibi üç çift tel var, ama teller gitar teli. Boyu uzun saplı bir bağlama kadar, bas gitardan biraz daha kısa. Gitardaki aynı notaları aynı frekanstan almaya çalıştığınızda teli çok fazla germek zorundasınız; bir bağlama bunu taşıyamaz, ama içinden demir geçtiği için çağlama taşıyabiliyor.
Müzisyenliğin dışında elinden böyle işler geliyor mu?
Atölyede Çağlayan “burayı böyle yap, şurayı şöyle yont” gibilerinden gösteriyordu, sonra çayını içmeye gidiyordu, ben devam ediyordum. Lisede maket uçakla uğraştım, belki oradan bir el alışkanlığı vardır.
Ekşi Sözlük’te, senin küçükken bilimadamı olmak istediğin yazılı.
Müzikle tanışmasaydım, olabilirdim. Akademik ortamlar beni bunaltıp kaçırabilirdi, ama bir şeyle gerçekten severek uğraşan insanların önü bu memlekette açık olsa, bilimadamı olurdum.
Bilimadamlığına yüklediğin anlam nedir?
Yeni bir şeyler keşfetme isteği. Kafayı zorlamak.
Kâğıt üstünde mi kafayı zorluyordun, yoksa Zihni Sinir durumun var mıydı?
Evde sigortayı çok attırdım. Böyle ufak çaplı patlamalar yaratırdım. Annem misafirliğe gittiğinde, mutfakta sülfirik asit üretmek isteyip başaramamışlığım da var. İlkokul yıllarında da çamın iğnelerini söküp kolonya yapmayı hayal ediyordum. Olmuyordu, ama uğraşıyordum işte. Ama böyle böyle bir şey yaptım diye sınıftakileri kandırıyordum. (gülüyor)
Nerde oluyor bunlar? İstanbul’da mı?
Babam ormancıdır. İlkokulu Bolu’nun Mudurnu ilçesinde bitirdim, ortaokul ve lise İstanbul Erkek’te yatılı geçti. Kütüphaneye çok girer çıkardım, müzikle tanışmadığım için vaktim de vardı. Liseden sonra üniversite yürümedi. Artık müziği ve dayımın deyişiyle “harâbâtî bir hayat”ı tercih etmem sebebiyle üniversiteden vazgeçmek zorunda kaldım. Aşık olma durumum olunca, lisede alkol de başlamıştı. Yatakhanede gizlice içerdim, çalardım, içerdim, çalardım. Sonra alışkanlık oldu, içip içip çaldık yıllarca. (gülüyor)
İlk defa ne zaman gitar çalmaya başladın?
Bir dönem Kırklareli’nin Vize ilçesindeydi ailem. Yazın oralarda bir aktivite olmadığı için kendi kendime flüt çalmaya başladım. “Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın”ı çalıyordum, çünkü Kırklareli’ne Ilgaz’dan gelmiştik. Rocky Balboa’nın müziklerini de flütle üflüyordum. (gülüyor) Ortaokulun son günlerinde bir arkadaşım kendine gitar aldı. Türkiye’ye o dönem çok ucuz Bulgar gitarları girmişti. Limon sandığından yapılmış gövdeleri vardı. (gülüyor) Arkadaşın sınıfa getirdiği o gitarın mekaniğini hemen çözdüm, birkaç melodi çaldım, ben de almaya karar verdim. Yabancı dille eğitim yapan okulların kitapları pahalıdır. Okulun önünde pazar oluşur, üst sınıflar alt sınıflara kitap satar. Hayatımdaki ilk ticari operasyonu yapıp parayı denkleştirerek Tünel’den aldım ilk gitarımı.
Şarkılara gitarla ritm attığımda dolu dolu olurdu, ama kulak tırmalardı. Aynı şarkıları reggae ritmiyle çaldığımda güçlendiğini farkettim. Reggae tembel işi, adamı yormuyor.
Gitarla neler yaptın?
Flamenko sarmıştı önce beni. Flamenko mu, yoksa blues mu öğreneyim diye düşünüyordum. Abim Pink Floyd dinliyordu, ama rock bana hemen dokunmamıştı. Elektrik mevzulara karşıydım galiba. Sonra elektrik gitarla haşır neşir olunca, önce rock’un yabancı örnekleriyle tanıştım, sanki hiç yapılmamış gibi, türküleri elektrik gitarla karıştırmaya çalıştım, ama Anadolu popla tanışınca zaten her şeyin benden önce yapıldığını anladım.
Sahneye çıkmaya İzmit’te mi başladın?
Evet. İzmit’te boş geziyordum. Birileri “gel, bizim barda çal” dedi. “İyi, çalalım bakalım” dedim. İçkiyi önüne koyuyorlar, çalıyorsun, alkışlıyorlar, akşam çıkarken para da veriyorlar. “Süper iş, daha ne istiyorsun” dedim kendi kendime. İlk başladığımda, eskiden siyasi sebeplerle hapse girip çıkmış bir abinin devraldığı bir barda çalıyordum. “Dam üstüne çul serer”den “Aldırma Gönül”e türküler, Livaneli şarkıları, normal bir türkü-bar repertuarım vardı. Ahmet Kaya’dan pek hazzetmiyordum, çünkü arabesk geliyordu bana. Ama yıllar zarfında kafam açıldıkça Ahmet Kaya’nın güzelliklerinden anlamaya başladım. Barda, biraz sol kulaktan vurarak damardan türküler çalıyordum, bir bar dolusu erkek sarhoş oldukça bağırıp çağırıyordu…
Gitar çaldığın halde neden türküler ilgini çekiyordu lisede?
Ailece arabayla giderken icabında Zeki Müren dinliyorduk veyahut da türkü dinliyorduk. Kibariye de dinlerdik, çocukken en sevdiğim şarkı “Kimbilir”di. Doktor amcamız Mehmet Birgören’in rakı sofrasında söylediği “Akşam oldu hüzünlendim ben yine” de favori şarkımdı. “Bizim özümüz budur efendim” demek istemiyorum, ama bunlar içimize işledi. Lisede çok iyi bir müzik hocamız vardı, Fethi Cönk isminde. Müdürle bir sorunları oldu ve okuldan uzaklaştırıldı. Onun yerine, bağlama çalan yeni bir müzik hocası geldi. Yemekhanede iki kişinin şöyle söylediğini hatırlıyorum: “Yani şimdi biz kıro gibi bağlama mı çalacağız?” Başka bir arkadaşımız da şöyle demişti: “Bu adam bağlama çalıyor, oysa Fethi hocanın elinde çoksesliliğin sembolü keman vardı!”
İzmit’te rock grupları kurmaya ne zaman başladın?
Önce Şah Tahmasp diye bir grup kurduk. Kimse adını söyleyemiyordu, grup bu yüzden dağıldı. (gülüyor) Bu adı rüyamda duymuştum, grubun adını da böyle koyalım dedik. Yanılmıyorsam, Şah İsmail’in babası oluyor… Bizim çaldığımız barda, rock yapma yolunda bazı Sakaryalı çocuklar çalışmaya başladı, meğer onlar Çamur’muş. Barın sahibi o gruba beni basçı olarak, Turgay’ı (Çetin) da davulcu olarak getirdi, biz böylece Turgay’la sahnede tanıştık. O zamanki bol türkülü bir repertuardı, ama fena müzik yapmıyorduk. Çamur bir süre sonra dağıldı, Roxy yarışması için 2004’te bir daha toparlandı…
Şimdi Çamur ne âlemde?
Biz yollarımızı ayırdık. Bildiğimiz kadarıyla Murat (Ak) ve Çağatay (Kadı) da yollarını ayırdı.
Çok yazık olmuş.
Bence de. Bizim o projede olup olmamamız önemli değil, Çamur gelecekte daha da güzel şeyler yapmaya aday bir gruptu. Şimdi Zerrin Özer, son albümünde Çamur şarkılarını okumuş… 2004’te Çamur Roxy için yeniden toparlandığında, biz zaten Turgay’la Hariçten Gazelciler’i kurmuştuk. O dönem İzmit’te bar performanslarında bayağı iyiydik. Haftada yedi gün sahnedeydik. Kendi barımızı işletiyorduk. İki yaz Murat (Bolat) olmadan, başka basçıyla çaldık.
Seyircileriniz kimlerdi?
Öğrenci kesimi gelirdi. O dönemki basçımız Evren yabancı şarkılar söylediği için, rock dinleyicisi de oradaydı. Sahnede bir saatlik elektro bağlamalı bir bölümümüz de vardı, Hakan Aydın bağlamayı Hendrix gibi çalıyordu, rock gitaristleri onu hayretle izlerdi. Reggae etkisi de o sıralarda belirmeye başladı.
Bugün kaç türkü var repertuarda?
Fazla yok. Gitarla çaldığımız “Anan var midur” var, “Yangın olur biz yangına gideriz” var. Biraz da Karadeniz havaları çalıyoruz. Kemal Sunal’ın Çöpçüler Kralı’nda söylediği “Hele yar hain yar zalim yar”ı da denemeyi düşünüyoruz… Kemal Sunal filmde birilerinden kaçarken birden sahneye atlıyor. Bir anlamda hariçten gazelci kıvamında… Kemal Sunal’ın şarkı söylemesini çok seviyorum. Metin Akpınar veya Müjdat Gezen ciddi anlamda şarkı söyler, isteseler Türk sanat müziği albümü doldurabilirler. Ama ben Kemal Sunal’ın iyi söyleyemeyişini tercih ediyorum. Çünkü bana dokunuyor. Bu da müziğin farklı bir gücü.
Metin Akpınar veya Müjdat Gezen ciddi anlamda şarkı söyler. Ben Kemal Sunal’ın iyi söyleyemeyişini yeğlerim. Çünkü bana dokunuyor. Bu da müziğin farklı bir gücü.
Sahnede “Oye Como Va”yı da söylüyorsunuz. Nereden aklınıza geldi?
Santana’yı severim. Ondan bir şey çalmak istedik. Vurgular çok güzel o parçada. Ayrıca Big Lebowski’de geçtiği sahne beni çok etkilemiştir. Önce gitarla çalmak istedik, nedense kıvıramadık. Bir akşam evde çağlama çalarken, birdenbire çıktı. “Ritme gel” hesabı kısacık sözleri var zaten. “Jingo”yu da yapmak isteriz, ama üç kişiyle yapılacak iş değil.
Santana da 60’ların sonunda rock dünyasına girerken hariçten gazel okuyordu. Latin müziğini Anglosakson geleneğin içine sokmak kolay değildi.
Muhtemelen kendi memleketinde rock çalarken de hariçten gazel okuyordu.
Bob Marley de bir hariçten gazelciydi.
Hariçten Gazelciler’i Bob Marley ve Santana’yla aynı cümle içinde kullandığın için ancak teşekkür edebilirim. Aramızda bir paralellik görülmesi bile bizim için yeterli.
Demin “ahali” vurgusu yapmıştın. Sizinki klasik anlamıyla rocker müziği değil, dar bir çevreye hitap etmiyor…
Bu müziği Türkiye’nin, hatta dünyanın her yerinde çalabilmek isterim. Bizimki uzaydan gelmiş, apayrı bir müzik değil. Değişik olduğu kadar alışıldık, alışıldık olduğu kadar değişik.
Peki neden “dışlanmış” olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Genelde memleket gruplarında, reklamcı kafasıyla “hedef kitleyi belirleyelim abi” durumu var. Nerede çalacaklarsa, “burada bu iyi gider” diyerek giriyorlar işe. Biz buna bakmıyoruz, hiçbir zaman hedef kitlelere müzik yapmadık. Biz çalarken o mekânda rock’çısı da olsun, türkü dinleyicisi de olsun isteriz. Çamur bunu iyi becerdi… Hariçten Gazelciler olarak İzmit döneminde sahnede Suat Sayın bestesi “Kalbimde gizli bir sevgili arar”ı çalıyorduk, millet burun kıvırıyordu… Müziğimizi buralı yapmaya çalışmamıza rağmen buralı rock’çılar tarafından dışlanıyor olmak çok garip bir hissiyat. Yan barda “Born To Be Wild”ın aynısını yapan adamı tercih ediyorlardı. Onlar rocker, onlar asi, biz türkücü! Biz de “Born To Be Wild” çalmasını biliyoruz, hem de çağlamayla gayet acayip oluyor. Ama birilerinin gölgesi olarak yaşamak çok zor olsa gerek… Diğer yandan direkt Türk müziği dinleyicileri için de gürültülü müzik yapıyorduk. Ablaların, teyzelerin pek dinleyecekleri müzik değildi.
Ahmet Kaya’yı arabesk bulduğun için dışladığını, ama sonradan sevdiğini anlatmıştın demin.
Evet, teknik anlamda ses örgüsünü ve müziğini sevmem Ahmet Kaya’nın. Ama zaman içinde “boşver ses örgüsünü, hadisenin bütünlüğüne bakalım” olgunluğuna geldiğim noktada çok derinden yakaladı beni. Mesela “Kum Gibi”yi çok severim; sahnede çalardık ve o şarkı bitince biraya daha bir keyifle asılırdım. Liseden beri sol görüşlere yakınım, ama Ahmet Kaya benim yaşadığım hayat koşullarını anlatıyor değil. “Mülteci kederim” lafı beni etkilemez, bir memur çocuğu olarak… Onun şarkılarında daha ziyade bir delikanlı raconu, bir ezilmişlik durumu var.
Delikanlı raconu ve ezilmişlik Hariçten Gazelciler müziğinin de bir parçası mı?
Valla, galiba değil. Ucundan biraz olabilir, ama önemli bir parçası değil. Kadıköy’de bizim stüdyonun sokağına çıktığım zaman, sağdan soldan kimse “Ömür abi, saygılar” demiyor. Ben kendi halinde bir insanım, kavga dövüş konularında özel teknik sahibi değilim. (gülüyor)
Eren Kâzım Akay, Duman ve Çamur, biraz “dayı” gibi şarkı söyleyerek yeni bir rock yarattılar. Sense normal konuşma vurgunu şarkılara yeterince yansıtmamışsın sanki.
Bu albümle ilk kez bir belge bıraktığımız için biraz çekinmişimdir belki… Her zaman daha halim selim bir insan olma niyetim olduğu için, bari onu önce müzikte yapayım diye düşünmüş de olabilirim.
Niye halim selim bir insan olmak istiyorsun?
Yaşlanıyorum. (gülüyor) Yaşanmış bir olay: Kayınvalideyle tanıştım, konuştum, sonra ortamdan çıktım. Ertesi gün bizim hatuna “durum ne, ne diyor?” diye sordum. “Delikanlı çocuk” dememiş, “çok efendi çocuk” demiş. Bu tanımlama daha çok hoşuma gitti. (gülüyor)
Özellikle Baba Zula’dan sonra, şarkı besteleyeceğiz diye diretmeyen, doğaçlamaya ağırlık veren, Anadolu ve arabesk unsurlarını komplekssizce kullanan grupların sayısı arttı. Sizse şarkı oluşturmaya çalışıyorsunuz…
Mazimizde doğaçlamalar var. Zaten albümde “+1” olarak yer alan “Hariçten Gazel” adlı eski kayıt buna bir örnektir. Diğerleri girişi, bitişi belli şarkılar. Şarkıların ortasındaki soloları bile, artık iyice oturduğu için, aynen çalıyoruz sahnede. Bunun önemli bir sebebi Turgay’dır, davulda derli toplu, başı sonu belli şeyleri çalmayı seviyor. Provada doğaçlamaya yanaşabiliyor ama, sahnede istemiyor. Bunu sahnede başarabilenler de var: Siya Siyabend bazen çok etkileyici oluyor. Barışarock’ta onları seyrederken bana da esti, sahneye çıktım, çağlamamla onlara katıldım… Bahsettiğin gruplarla ilgili bir eleştiri değil ama, bir tespit yapayım: Çoğu İstanbul çocukları. Ürettikleri müzikte Doğululuk var, ama karikatürize… İster istemez şartlar onları buraya getirdi, birçoğu Doğulu müzikle Erkin Koray’la birlikte tanıştı. Ben bunu yaşamak istemezdim. Zaten öyle büyümedim. Liseyi burada okudum, en fazla Sultanahmet’e gidip çimlerin üzerinde uyurdum, ama yazları, Kırklareli’nde, Bilecik’te, Çankırı’daydım…
Anadolulu bir müzik yapmak için daha uygun koşullara sahip olduğunu mu düşünüyorsun?
Evet, öyle diyebiliriz.
Peki diğerleri ne yapsalardı? Anadolu müziğini ellerinin tersiyle itseler daha kötü olmaz mıydı?
Tabii ki, onları anlayabiliyorum. Ayrıca yaptıkları müziği beğenmeyen biri değilim. Ama onlarla aynı kulvarda değiliz.
Siz de Peyote’de çaldınız.
Çaldık, çalıyoruz. Orası bu bahsettiğimiz grupların ortamıdır. Bizim için “Hariçten Gazelciler Peyote’nin gruplarından biridir” dense, hiç itiraz etmeyiz. İlişkilerimiz çok iyi, değişik şeyler dinlemeyi seven, kulakları açık insanlara çalmak ayrı bir zevk. O gruplar Peyote’de bir atmosfer yarattılar, dinleyicinin müziğe daha açık bakabilmesini sağladılar. Bu sayede biz de anlaşılabiliyoruz.
Çamur’cular demişti ki: “Türk rock gruplarında Doğu motifleri artık çok kullanılıyor, ama biz Doğudan Batıya baktığımızı düşünüyoruz, diğer arkadaşlarsa Batıdan Doğuya bakıyor.”
Ben burada direkt Erkin Koray’ın cevabını çalayım: Biz yukarıdan bakıyoruz. Derdimi nasıl ifade ediyorsam, öyle ederim. Doğuyu Batıyı bu işe karıştırmam.
Şarkı sözlerinizde dünyayla, âlemle bir hesaplaşma hali var. Gündelik hayatın sosyal ilişkiler ağından ziyade, insan varlığının temeline dair bir şey söylemek istiyor gibisiniz.
Buna gelenek diyebiliriz. Âşık Veysel’de, Neşet Ertaş’ta da bu durum var. Aşk şarkısı yazmayı pek kıvıramıyorum, ama bu konuları da düşünüyorum: Biz neyiz, n’apıyoruz?.. Kendimize sorduğumuz soruları, yine soru şekliyle koyuyoruz şarkılara. En azından bir sorulmuş olsun diyoruz.
Şarkılarda hikâyeler anlatmak istemez miydiniz?
Maalesef yapamıyorum, karakteri kurgulayamıyorum. Böyle şarkılar gündelik hayatta bir soruna dokunmalı. Mesela “Tamirci Çırağı” bir sosyalizm durumunu ifade ediyor. O anlamda bir sorunu ifade etmeye çok uygun bulmuyorum kendimi. “Tamirci Çırağı” başlı başına bir senaryodur. Hâlâ nasıl akıl edip onun üzerinden bir dizi çekmediler, anlamıyorum. İyi çekilirse üç sezon sürer. (gülüyor)
Roll, sayı 126, Şubat 2008