Altı ay doldu, yedinci aya girildi. İzmir’in göbeğinde, Konak meydanında bir işçi direnişi var; aralarından biri, Mahir Kılıç açlık grevinde. Bugün 181. gün. Dile kolay, yüz seksen bir gün. Talep çok net, çok haklı: Kadrolu olmak istedikleri için işten çıkarılmışlardı, işlerini istiyorlar, kadro istiyorlar. İşten çıkaran, CHP yönetimindeki İzmir Büyükşehir belediyesi. Seçimlerde “Taşeron işçiliği kaldıracağız” vaadiyle oy isteyen de CHP. Direnişteki işçiler DİSK üyesi, DİSK genel başkanı Kani Beko CHP’nin milletvekili aday adayı. Peki, ne yapıyor? Açlık grevindeki Mahir Kılıç’ı yumruklamaya kalkıyor. Niçin? Kendisine sitem ettiği için. Peki DİSK, üyesi olan bu işçiler için ne yapıyor? Şimdiye dek hiç mertebesinde. Konak meydanına bağlanıyoruz, direnişçi işçilerin sözcüsü Barış Kaya’yı dinliyoruz.
Yaklaşık bir buçuk ay önce, Express’in nisan sayısı için yaptığımız söyleşiden bu yana neler oldu?
Barış Kaya: İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin önünde altı işçi, altı aydır işimiz için direniyoruz, üçüncü mevsime girdik. Mahir Kılıç arkadaşımız da açlık grevinde. En son 10 Mayıs’ta CHP’nin görevlendirdiği Alaattin Yüksel, Aziz Kocaoğlu ile görüştü ve direnen yedi işçinin Karşıyaka Belediyesi’nde işe alınacağı haberi geldi. İki engelli çocuğuna bakmak için çalışmak zorunda olan işten atılmış bir arkadaşımız daha var, birkaç kez alana geldi, ona da işe alınacağı sözü verildi. Bu, Beyza Üstün’ün büyük çabaları sonucunda, Özgür Özel’in ve Veli Ağbaba’nın araya girmesiyle mümkün oldu. Daha önceki sendika görüşmelerinde Kocaoğlu, Mahir’in kıdem ve ihbar tazminatı verilmediyse veririz demişti. Eşi doğum yapacak yakında, ağır maddi sorunları var, işsizlik maaşı da almadı, bu sorun çözülmeden direnişi bırakmayacağız. Genel-İş Sendikası’ysa 105. günde “bu iş benim sorunumdur” demişti, tam 51 gün sonra İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile görüşmüşlerdi. 51 gün iki aya tekabül eder, bir işçinin açlıkta oyalanması demek hayati riskinin iki katına çıkması demek. DİSK Genel-İş Genel Başkanı şöyle demişti: “Biz başkanla görüştük, attığım işçiyi mahkeme kararıyla dönseler bile asla geri almam, kötü niyet tazminatı ödemeyi kabul ederim, ama attığım işçiyi hiçbir ilçe belediyesi işe alamaz diyor.” Bildiğiniz saltanat makamı. O ölüyormuş, bu kalıyormuş, haksızlığa uğramış, mahkeme onları haklı bulmuş, hiç önemi yok. Bunları dinleyip gelip bize söyleyen bir sendikamız var. Sendika o postacılığı yaptıktan sonra kenara çekildi. Patron böyle söylüyor dediler, olayı kapattılar.
Siz sendikadan ne bekliyorsunuz?
250’ye yakın işçi işten atıldı, bunun yarısı senin üyen, hiçbir şey yapmadın. Bugün “beraber direnelim” dediğimizde, İzmir’de 20 bin üyemiz var, bunun karşısında “bir şey yapamayız” diyor. Bu şu anlama geliyor: “Patronumuz bu, biz de patronumuzun dediğine göre hareket edeceğiz.” En büyük kaygımız arkadaşımıza bir şey olması. Bu konuyu herkese anlattık. Mustafa Balbay ve CHP vekilleri biraz önümüzde, OHAL’e karşı hak, hukuk, adalet mitingi yaptılar. Bize soruyorlar, “bir gelişme var mı” diye, vekillerin bilmesi lâzım. “Haklısınız, sizden yanayım” diyor, ama bu sorunu çözmüyor ki, elinizde hesap sorma yetkisi var. Böyle bir çıkmaz içindeyiz. Herkesin geçim derdi var, bedel ödüyoruz direnerek. Asıl mesele bu, herkesin direnmesi lâzım. Sendikanın genel başkanı, “Güneydoğu’da beş bin üyemiz işten atıldı” diyor, onun yerinde olsam gider Diyarbakır’ın ortasında açlık grevi yaparım. Tüm işçileri gerici sendikalara kaydırdılar, elinle götürüp teslim ettin AKP iktidarına orayı. Direnmek lâzım, her şeyi mi vereceğiz? Güneydoğu’da AKP, İzmir’de CHP maskesi var bunun. Biz eylem delisi değiliz, altı aydır sokaktayız, çoluğumuz çocuğumuz var. İşimize döndüğümüz zaman bu eylem bitecek. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu kötülüğe nasıl göz yumduğunu anlamak mümkün değil. Ne verecekler o zaman bu ülkenin emekçilerine, hangi vaatlerine inanalım.
Mahir, “169 gündür direniyorum, beni ailemle açlığa mahkûm ettiniz, sana yıllarca aidat ödedim, bunları helâl etmiyorum, senin ve çocuklarının burnundan gelsin, bir gün olsun yanımıza gelip hakkımızı savunmadın, şimdi burada seçim çalışması yapıyorsun” diyor. Bunun üzerine Kani Bey de öfkeyle kalkıp yumruk sallıyor Mahir’e.
Açlık grevindeki Mahir Kılıç’ın durumu nasıl?
Süreç ilerledikçe nörolojik rahatsızlıktan dolayı ayağını sürümeye başladı, kaldıramıyor. Uzun evrede kalıcı olabilir. Mahir’in okula giden bir kızı var, eşi hamile, iki ay sonra doğum yapacak, evi kira, geçim sıkıntıları var. Kızının psikolojisi bozulduğu için İnsan Hakları Vakfı bir hekim ayarladı. Mahir’in doktorları hayati risk taşıdığını açıkladı, şimdi evden çıkamaz durumda, iki gün önce sendikanın önüne geldi, fenalaştı, mecburen eve götürdük.
Kani Beko’yla Mahir Kılıç’ın arasında ne geçti?
Kani Beko DİSK Genel-İş sendikasında milletvekilliği adaylığı için bir çalışma yürütüyormuş, bir sürü insan çağırmış dışarıdan. Kimden oy alacaklarını, nasıl bir strateji belirleyeceklerini tartışıyorlarmış. Burası sendika binası, DİSK’in Ege Bölge Başkanlığı, CHP seçim bürosu değil. Mahir, sürekli orada bulunan arkadaşımız Elif Esen’den Kani Beko’nun orada olduğunu öğrenince gitmiş, önce biraz dinlemişler, Güneydoğu’da işçilerden oy almaktan bahsediyormuş, Elif’le Mahir, Güneydoğu’da 5000 üyenin işten atılmasıyla ilgili hiç açıklama yapmadan nasıl oy alacak diye düşünmüşler. Toplantı bitince de Mahir, “169 gündür direniyorum, beni ailemle açlığa mahkûm ettiniz, sana yıllarca aidat ödedim, bunları helâl etmiyorum, senin ve çocuklarının burnundan gelsin, bir gün olsun yanımıza gelip hakkımızı savunmadın, şimdi burada seçim çalışması yapıyorsun” diyor. Bunun üzerine Kani Bey de öfkeyle kalkıp yumruk sallıyor Mahir’e. Elif arkadaş araya girip Mahir’i korumaya çalışıyor. Mahir de, “Bırak gelsin, açlık grevinin 169. günündeki adama mı vuracaksın, hadi vur,” diyor. Diğer arkadaşların haberi yok bu durumdan. Hakaret yok, küfür yok, Beko saldırarak karşılık veriyor. İki gün sonra beni aradı, “Ankara’dayım, bütün yetkililerle görüştüm, bu işi çözdük, en kısa sürede de yanınıza geleceğim, birlikte açıklama yapacağız” dedi. Biz de, arkadaşımızın ölmesini istemiyoruz, zaman daralıyor, ölebilir, sakat kalabilir, bu iş çözülsün istiyoruz, “çözersen eyvallah deriz” dedik. Şimdi, “böyle bir şey demedim” diyor. Bunu tek bize de söylemedi, milletvekillerine de söyledi. Her şey şahitli. Açlık grevinin 169. gününde bir adama saldıracak kadar gözünü karartmak nasıl bir anlayıştır, bilmiyorum. Emekçileri, halkı nasıl savunacaksınız?
Bu işin arkasında dursalardı yaklaşık 10 bin işçi İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde kadrolu olabilirdi. Çünkü Büyükşehir belediyesinde 10 bin boş kadro var, bunu işçilere vermiyor. İşçiler bunu, kendi öz örgütlülükleriyle, komiteler kurarak aşacaklar. Kıpırdanma var, çünkü sıkışma var.
Bu süreçte belediyeye yeni işçi alındı mı?
Yüzlerce işçi aldılar. İş Mahkemesi’nde davam görülürken, hâkim işveren vekiline “Bu adamı niye işten attınız, disiplin cezası yok, hakkında suçlama yok” dedi. “Ona verecek iş yoktu” dediler. Bu aslında şu anlama geliyor: İş vardı, ama beni politik görüşüm nedeniyle, kadro davası açtığım için ve mahkeme bana kadro verdiği için attılar. Geriye kalan 20 bin insanın iradesi rehin alındı. DİSK’in adı Devrimci İşçi Sendikası, bir partinin arka bahçesi olamaz. CHP’ye birlikte iş tutamaz, HDP’yle de AKP’yle de iş tutmasın, sınıf sendikası olsun.
Artvin’de maden işçileri direniyor, Soma’da işçiler işbirlikçi sendikalara karşı yeni bir sendika kurma çalışması yürütüyor, Beşiktaş’ta ve başka belediyelerde bir sürü işçi, bazen bir kişi olsa da, çıkıp direnmeye başladı. Ülkenin her yanında küçük küçük sınıf hareketleri var, çünkü bir ihtiyaç var.
Bir yandan Türkiye’nin dört yanından direniş hikâyeleri duyuyoruz. Konak perspektifiyle bakınca siz nasıl görüyorsunuz manzarayı?
Bugün Artvin’de maden işçileri direniyor, Soma’da işçiler işbirlikçi sendikalara karşı yeni bir sendika kurma çalışması yürütüyor, Beşiktaş’ta ve başka belediyelerde bir sürü işçi, bazen bir kişi olsa da, çıkıp direnmeye başladı. Ülkenin her yanında küçük küçük sınıf hareketleri var, çünkü bir ihtiyaç var. Burada ayakkabıcılar büyük eylem yaptı, üstelik yarı fiyatına çalışan Suriyeliler de katıldı. Ben teknisyendim, iyi ücret de alıyordum. Ama başka işçilerin hak kazanımına emsal olsun diye dava açtık, kazandık. Bu işin arkasında dursalardı yaklaşık 10 bin işçi İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde kadrolu olabilirdi. Çünkü Büyükşehir belediyesinde 10 bin boş kadro var, bunu işçilere vermiyor. İşçiler bunu, kendi öz örgütlülükleriyle, komiteler kurarak aşacaklar. Kıpırdanma var, çünkü sıkışma var. Hayvanı da sıkıştırsan ya seni ısırır ya da elini tırmalar. Bir gün bu çaresizliğin başka bir şeye dönüşeceğine dair umudumuz var, bu dirençle de sokaktayız. İzmir’de iktidarın taklidi bir ceberut var, küçük Erdoğan prototipi. “Ben yaptım oldu, hukuku hakkı tanımıyorum, size bir şey vermeyeceğim, sizi açlığa mahkûm ediyorum” diyen anlayışa karşı biz de “seni tanımıyoruz, karşında dikiliyoruz, haksız hukuksuz adaletsiz olduğunu anlatmaya devam edeceğiz” diyoruz. Bize bu karar söylendiğinde ertesi gün daha erken kalktık, daha kararlı ve daha öfkeli geldik meydana. Çünkü haklı olan biziz, ceberutluğun da bir sonu var. CHP hak hukuk adalet diyor, ama kendinden başkasına hak görmüyor. Biraz ötemizde “Nuriye ve Semih’i bu olağanüstü hal öldürmeye çalıştı” diyor, arkada bir kara tabela var, 157. gün yazıyor. Onu dediği an, insan bir döner bakar, utanır. İşine yarayanı sahipleniyorsun, ama kendi adaletsizliğini örtbas ediyorsun. Bir arkadaşımız canını ortaya koydu, zarar görsün istemiyoruz, ama sonuna kadar yanındayız. Bizim direnişimiz İzmir’de en uzun sürmüş direnişlerden biri, daha sürecek gibi görünüyor, bir örnek olacağını düşünüyoruz, kararlılıkla devam edeceğiz.