NÖBETİN 444. HAFTASINDA HAYDARPAŞA GARI’NIN KISA TARİHİ

Feza Kürkçüoğlu
17 Temmuz 2020
SATIRBAŞLARI

“Haydarpaşa Gardır, Gar Kalacak” nöbetinin 444. haftasına geldik. Kent hafızasında bambaşka bir yeri olan tarihi binanın akıbeti hâlâ meçhul. Ancak Söğütlüçeşme tren istasyonunun yerine yapılmak istenen AVM’nin Haydarpaşa Garı için de alarm verdiği aşikâr. Garımıza sahip çıkarken bu toplum için neler ifade ettiğini bir kez daha hatırlayalım…
1910’lara ait bir kartpostalda Haydarpaşa Garı

Uzun süredir gündem öylesine hızlı değişiyor ki, yetişmek mümkün değil; Covid-19, ekonomi, siyaset, mahkemeler, tutuklamalar… Bir kısırdöngü içindeyiz, ne olduğunu henüz anlamışken yeni bir “gündem” maddesiyle boğuşmaya başlıyoruz. Eskilerin “fikri takip” dediği olayların gelişimini izleme pratiğinden yoksun kalıyoruz. Örneğin Haydarpaşa Garı…  

Söğütlüçeşme tren istasyonunun yerine AVM yapmaya kalkmasalar, Kadıköy Dayanışma Ağı ilçenin merkezine yapılmak istenen bu projeye karşı eylemler düzenlemese, Haydarpaşa Dayanışması 444 haftadır “Haydarpaşa Gardır, Gar Kalacak” nöbeti tutmasa, Şeyda Ayan’ın 1+1’de dayanışmanın temsilcileriyle yaptığı “Israr, inat, sebat” söyleşisini okumasak aklımıza Haydarpaşa Garı gelmeyecek. Oysa çok önemli…

Son tren seferi 19 Haziran 2013 tarihinde yapılan Haydarpaşa Garı’nın akıbeti hâlâ meçhul! Hiç uyumayan bina kalkan bu son banliyö treninin ardından tekinsiz bir sessizliğe gömüldü. Artık tren düdükleri tarihi garın duvarlarında yankılanmıyor. Peronlar arasında koşuşturanlar, ayrılığın hüznünü, kavuşmanın sevincini yaşayanlar yok. Yerli filmlerde İstanbul’a ilk adımların atıldığı gar merdivenlerini inenler veya çıkanlar yok artık! Gelin, bu anıtsal yapının tarihimizde ve toplumsal hafızamızdaki izlerini süreceğimiz kısa bir yolculuğa çıkalım…

Sarayın mesiresi: Hem Bizans’ta hem Osmanlı’da

Haydarpaşa olarak anılan, bir kısmı Kadıköy, bir kısmı da Üsküdar belediyelerinin sınırlarında bulunan alanın isminin nerden geldiği kesin olarak bilinmez. İsmin kaynağı hakkında iki iddia var. İlki, bu bölgede üzüm bağları bulunan, Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Hadım Haydar Paşa’dan geldiğini öne sürer. İkinci iddia ise, bölgeye bir kışla yaptıran, III. Selim’in vezirlerinden Haydar Paşa’ya atfen bu isimle anıldığıdır.

İlk çağdan beri Anadolu’ya giden yolcular, kervanlar ve ordular buradan yolcu edilirdi. İstanbul folklorüne yerleşen törensel vedalar modern zamanlarda da sürdü. Zira İstanbul ile Anadolu’yu bağlayan demiryolunun ilk istasyonu buraya yapıldı.

Bizans döneminde imparatorları ağırlayan bir yazlık sarayın bulunduğu Haydarpaşa, Osmanlı döneminde de hanedanın dinlendiği Haydarpaşa Kasrı’na ev sahipliği yapmıştır. Sarayın mesiresi olma özelliğini asırlarca sürdürdüğü söylenebilir. Bunun sırrı da İstanbul’un yitirilmiş doğa harikalarından Haydarpaşa Çayırı’ndadır.

Adnan Giz, Bir Zamanlar Kadıköy adlı kitabında çayırı şu satırlarla anlatır:
“Sultan Abdülmecid’in ilk oğulları V. Murad ve II. Abdülhamid’in sünnet düğünleri, o zamanki deyimle Haydarpaşa Sahrası’nda yapılmıştı. Yine bu padişah, 19 yaşındaki kız kardeşi Şair Âdile Sultan ile Tophane Müşiri Mehmed Ali Paşa’nın düğünlerini de Haydarpaşa Çayırı’nda yaptırmış, düğün şenlikleri yedi gün, yedi gece sürmüştür. Bu düğünün dünya basınına akseden bir olayı, İtalyan baloncu Comasgi’nin üçüncü ve son uçuşunu bu şenlikler sırasında Haydarpaşa Kasrı önünden havalanarak yapmış olmasıydı.”

Çayırın eteklerinde Bizans’tan kalma ulu çınarların gölgelediği “Hermagoras Membaı” bulunurdu. Bu ad Osmanlı döneminde de korundu, ancak kadim su kaynağına inşa edilen yeni çeşmeye Haydarpaşa Çeşmesi adı verildi. Fakat halk buraya “ayrılık çeşmesi” demeye devam etti. Çünkü ilk çağdan beri Anadolu’ya giden yolcular, kervanlar ve ordular buradan yolcu edilirdi. İstanbul folklorüne yerleşen törensel vedalar modern zamanlarda da sürdü. Zira İstanbul ile Anadolu’yu birbirine bağlayacak demiryolunun ilk istasyonu çeşmenin yanı başına yapıldı…

1872’de Haydarpaşa’ya inşa edien ilk istasyon binası

İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapısı

19. yüzyıl başında hâlâ çayırlık bir bölge olan Haydarpaşa, gerek konumu gerekse topografik özellikleriyle gelişen şehrin ihtiyaçlarını karşılamaya dönük demiryolu projelerinin merkezinde yer alır. 1872’de Haydarpaşa-İzmit demiryolunun ana garı olarak ilk istasyon binası yapılır. Ancak bu iki katlı ahşap bina bir süre sonra yetersiz kalacaktır. II. Abdülhamid döneminde yeni bir gar binası yapma kararı alındığında, Haydarpaşa Bahçesi içinde bulunan Haydarpaşa Çeşmesi ile önündeki tarihi yapılar yıkılacak, deniz doldurularak geniş bir alan yaratılacaktır.

Bağdat demiryolu projesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşmesinin kilometre taşlarından biridir. Deutsche Bank’ın finanse ettiği demiryolu hattı etapları tamamlandığında İstanbul ile Bağdat’ı birleştirecektir. II. Abdülhamid’in imtiyaz vermesinin ardından, 1898 yılında demiryolunun inşasına başlanır. Demiryolu için gereken liman ise Haydarpaşa Limanı olacaktır.

Binanın güney cephesinin çatısındaki barok alınlıkta büyük bir saat yer alır. Saatin kadranı içinde Alman Demiryolları’nın simgesi olarak bilinen tekerlekli kartal kanatlı motif, daha sonra TCDD’nin simgesi olarak kabul edilmiştir.

Limanın 1 Eylül 1900’de yapılan temel atma törenini Demiryol Mecmuası’nın Temmuz-Ekim 1954 tarihli özel sayısındaki Sait Toydemir makalesinden okuyalım:
“Cumartesi günü, Haydarpaşa vapur iskelesinden istasyona kadar iki keçeli bayrak ve yeşillikler ile donatılmış, istasyonda bir tak yapılmış, istasyon bahçesine büyükçe bir çadır kurulmuş, o zaman İstanbul’un meşhur Muzika takımı olan Tepebaşı gazinosunun muzikası da bilhassa getirilmişti. Denizde iskelede bağlı ve alargada demirli bulunan liman vesaiti donatılmıştı. (…) Davetliler, iskelede hazırlanmış istimbot ile, dalgakıran yapılacak mahalde demirli bulunan tarak dubası ve vinçlere gittiler. Burada, bir sal üzerinde kurbanlık koyunlar ve taşlar hazırlanmıştı. Dualar okundu, kurbanlar kesildi ve vince bağlanan büyük bir taş Nafia Nazırı’nın işareti ile denize atıldı.”

İnşaat üç sene sürer. Liman, 24 Mart 1903’de üzerindeki binalar, zahire siloları, vinçler kontrol edildikten sonra teslim alınır ve 14 Nisan 1903, Salı günü hizmete girer. 450 metrelik rıhtım, 600 metrelik dalgakıran ve iki büyük buğday silosu yapılmıştır. Demiryolunun faaliyete girmesiyle birlikte nakliye ve yolcu taşımada artan trafik varolan küçük istasyon binasının yerine yenisinin yapılmasını zorunlu kılar.

Gar binası ve hususiyetleri

Sıra demiryolunun yükünü taşıyacak yeni bir gar binası ve liman inşasına gelir. Tasarımı, plan-projesi ve uygulaması Otto Ritter ve Helmuth Cuno isimli iki Alman mühendis-mimar tarafından yapılan Haydarpaşa Garı’nın inşasına 30 Mayıs 1906’da başlanır. Henüz binanın yapımı tamamlanmadan, 19 Ağustos 1908’de Sultan Reşad’ın katıldığı bir törenle yolcu hizmetlerine açılır. Önce büyük yolcu salonu, sonra diğer bölümler tamamlanarak 4 Kasım 1909’da düzenlenen resmi açılış töreniyle hizmet vermeye başlar.

1920’lerde çekilmiş bir fotoğrafta Haydarpaşa İskelesi ve gar binası

Her biri 21 metre uzunluğunda, 1100 adet meşe kazık üzerine oturtulan Haydarpaşa Garı’nın inşaatında 1500 İtalyan taş ustası, mühendisler ve çok sayıda işçi çalışır. Denizle aynı seviyeye getirilen kazıklar üzerine beton dökülerek inşa edilen yapının temelinde Hereke’den getirilen pembe granit, cephede Lefke civarından getirilen açık nefti, kolay işlenebilen taşlar kullanılır. Toplam 2550 metrekarelik bir alana inşa edilen Haydarpaşa Gar binası sonradan yapılan eklerle toplam 3836 metrekare alana yayılacaktır.

Haydarpaşa Garı, mimarlık tarihimize Alman Rönesansı ve Neo-Klasik üsluptan alınmış öğelerin eklektik bir biçimde kullanıldığı bir yapı olarak geçer. Bir kolu kısa “U planlı”, beş katlı binayı çevreleyen merdivenler ile girilen Haydarpaşa Garı’nın giriş katında, yolcu bekleme salonları ve gişe holleri bulunmaktadır. Binanın ahşap çatısı çok yağışlı Orta Avrupa yapılarında sıkça kullanılan “dik çatı” şeklindedir. Binanın güney cephesinin çatısındaki barok alınlıkta büyük bir saat yer alır. Saatin kadranı içinde Alman Demiryolları’nın simgesi olarak bilinen tekerlekli kartal kanatlı motif, daha sonra TCDD’nin de simgesi olarak kabul edilmiştir. Görkemli iç mekânı ile dikkat çeken Haydarpaşa Garı’nın iç süslemeleri ve vitrayları Alman sanatçılar Linneman’ların imzasını taşır.

“Her zaman ayak basar basmaz gündelik üzüntülerimden sıyrıldığım, yalnız kendimin olduğum Haydarpaşa Garı bana bu sefer büyük ve karanlık bir lahit gibi geldi. Trene aynı ruh haleti içinde bindim.”

Haydarpaşa Garı’nda yapılan ilk grev açılışın hemen ardından gelir. Alman yönetimindeki demiryolu işçi ve memurları 22 Ağustos 1908’de Kadıköy Tiyatrosu’nda bir araya gelerek taleplerini kararlaştırırlar. Ücretlerine zam isteyen demiryolu çalışanları talepleri kabul görmeyince 14 Eylül 1908’de greve çıkarlar. Haydarpaşa Garı’nda tren yolculukları durdurulur. Grev üç gün sürer ve 16 Eylül 1908’de idare çalışanların taleplerini kabul eder.

Peş peşe gelen felaketler

Gar binası tarihsel yolculuğu içinde çeşitli felaketlerle karşı karşıya kalır. Bunların en büyüğü ve binaya en fazla zarar vereni I. Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen mühimmat patlaması olur. 6 Eylül 1917 günü yaşanan olayda haftalar boyunca Yıldırım Orduları’na gönderilmek üzere toplanan tonlarca cephane ve erzak art arda gelen iki büyük patlamayla havaya uçar, bir banliyö treninin yolcuları ile bir tabur asker hayatını kaybeder. Çıkan yangın sonucunda binanın çatısı, kuleleri ile sarsıntıdan etkilenen cam ve vitraylar büyük hasar görecektir. Olayın kaza değil sabotaj olduğu yolundaki iddialar ise yanıtsız kalır. Haydarpaşa Garı yaşanan felaket sonunda uzun yıllar hasarlı kalacak, Cumhuriyet ile birlikte 1931-1932 yılları arasında onarılacaktır. Çatı dışında aslına uygun olarak onarılan binanın çatısı eskisi gibi sivri üçgen kesitli değil, kırıklı olarak inşa edilir.

Hizmete açıldıktan sonra uzun yıllar büyük çaplı onarım geçirmeyen gar binası, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) tarafından 1976-1983 yılları arasında restore edilir. Restorasyon sırasında benzer bir olay tekrarlanır. 15 Kasım 1979’da Haydarpaşa açıklarında akaryakıt yüklü Romen bandıralı İndependenta adlı tankerle Yunan bandıralı Evriali kosteri çarpışır. Saat 5.20’de, henüz gün doğmamışken meydana gelen müthiş patlama gece karanlığını adeta gündüze çevirerek İstanbul’da büyük panik yaratır. Haydarpaşa Garı’nın Linneman’lar tarafından yapılan vitrayları kırılır. Vitraylar daha sonra aslına uygun olarak yenilenir. Son olarak 28 Kasım 2010’da binanın çatısında çıkan şaibeli yangında çatı çöker ve bina yeniden onarılır.

6 Eylül 1917’deki patlamada yanan Haydarpaşa Garı

Haydarpaşa Garı’nın tarihsel yolculuğunda önemli bir yeri olan, Osmanlı döneminin son mimari eserlerinden Haydarpaşa İskelesi’nden birkaç satırla da olsa söz etmeden geçmeyelim. Haydarpaşa Garı’nın önünde küçük bir iskele olarak inşa edilen ilk binanın yapıldığı tarih kesin olarak bilinmemektedir. Günümüze kalan Haydarpaşa İskelesi binası I. Milli Mimari akımının önde gelen isimlerinden mimar Vedat Tek’in eseridir. 1915’te bir dönüştürme çalışması olarak yapılmış, Kütahya çiniciliğinin ünlü ismi Mehmed Emin Bey’in usta işi çinileriyle bezenmiştir. Artık liman ve iskele de tıpkı gar binası gibi sessizliğe bürünmüş, beklemektedir.

Edebiyatta Haydarpaşa Garı

Haydarpaşa Garı edebiyatımızda da çokça yer alan anıtsal yapılardan biridir. Önce İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapısı olarak, ardından kırdan kentte göçün simgesi olarak yer bulur kendine. Edebiyat, İstanbul’u anlatmaya başladığında Haydarpaşa Garı adeta zorunlu durak olacak, kendisini şiir, roman, öykü olarak dile getirecektir. Edebiyat tarihimize geçmiş, hafızalarımıza yer etmiş birkaç örnek verelim…

Nâzım Hikmet’in destansı şiir kitabı Memleketimden İnsan Manzaraları bizzat Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinde açılır. Nâzım’ın 1939’da İstanbul’da yazmaya başladığı, 1941’de Bursa Cezaevi’nde devam ettiği Memleketimden İnsan Manzaraları ancak 1966’da yayınlanabilir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ülke tarihini ve memleketin insanlarını anlatan eser 17 bin mısradan oluşan beş kitaplık uzun bir şiirdir. İlk mısralarını birlikte okuyalım:

Haydarpaşa garında
1941 baharında
                  saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
                                yorgunluk
                                           ve telâş.

Bir adam
      merdivenlerde duruyor
                        bir şeyler düşünerek.
(…)

İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
              kaptırmış kafasını
                    düşüncelerin en tuhafına:
‘Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?’
                                            diye düşünüyor.
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.
Denizde balık kokusuyla
döşemelerde tahtakurularıyla gelir
                              Haydarpaşa garında bahar.
Sepetler ve heybeler
         merdivenlerden inip
                          merdivenleri çıkıp
                                          merdivenleri tutuyorlar.

2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde katledilen aydınlardan şair Behçet Aysan’ın Eylül (1988) kitabındaki “Ansızın” şiiri de Haydarpaşa Garı’nı anlatır:

1970’li yıllardan Haydarpaşa-Ankara Özel Ekspres tren bileti

“ay düşünce denize
seni hatırlarım
ince ince yağan
yağmur, iskeleye
yanaşan vapur
haydarpaşa garı
seni hatırlarım.

ay düşünce denize
kalbim çarpar, telaşlı
bir kuş olur, siyahlar
içinde bir kadın
ve yakasında ipiri
kırmızı bir gül
seni hatırlarım.

ay düşünce denize
söylenmemiş sessiz
bir şarkıydım, tozup
giden bir ilk kar
solgun begonya
kalkmak üzere bir tren
seni hatırlarım.”

Haydarpaşa Garı üzerine şiir örnekleri çok elbette. Tıpkı romanda, öyküde olduğu gibi… Ahmet Hamdi Tanpınar, 1943’te yayımlanan ilk hikâye kitabı Abdullah Efendi’nin Rüyâları’nda Haydarpaşa Garı’ndan söz eder. İstanbullu bir adamın İzmit’ten sonra gördüğü küçük bir yola özlemini anlattığı “Bir Yol” isimli hikâyesinden bir pasaj aktaralım:

“Böyle zamanlarda hayat sanki bütün çeşmelerini kapatır, yalnız bir tanesi, azap ve üzüntünün kaynağı kalır ve ben onun bulanık aynasında bütün ömrün en kötü muhasebesini yapa yapa kendimi seyrederim. Bu sefer de böyle oldu; her zaman ayak basar basmaz gündelik üzüntülerimden sıyrıldığım, yalnız kendimin olduğum Haydarpaşa Garı bana bu sefer büyük ve karanlık bir lahit gibi geldi. Trene aynı ruh haleti içinde bindim. İzmit’e kadar hep aynı ıslak ve rutubetli hava içinde, tıpkı bir olukta seyahat eder gibi geldik. Hiçbir şey düşünmedim, hiç kimseyi görmedim, sadece vagonların üstüne ve pencerelerin camlarına değdikçe yağmurun çıkardığı sesi dinledim.”

“Kocaman kapılarından önüne kırmızı yeşil fenerli, birbirini kesen demiryollu, düdüklü, trenli, meraklı, düşünceli, perişan, aceleci, birbirini bulmaya çalışan bir âlem vardı. Her gün yüzlerce tren, binlerce insan getiriyor: binlerce insan alıp gidiyordu.”

Sırada Sait Faik Abasıyanık’ın röportajlarından biri var. 9 Mayıs 1953’te Resimli İstanbul Haftası’nda yayınlanan “Haydarpaşa” başlıklı röportaj, garı ve yolcuları anlatır. İşte, Sait Faik’in Haydarpaşa izlenimleri:

“Kendimi istasyonun bekleme salonunda buldum. Sessiz sedasız, göz kapakları yorgun ve kırmızı insanlar vardı. (…) İstasyon aynaları meşhurdur: İnsanı perişan gösterir.
Yerimden kalktım. Aynaya doğru ilerledim. Ben perişan bir halde idim. Potinlerim çamur içinde idi. Şapkam ıslaktı; kordelâsında beyaz beyaz lekeler vardı. Yüzüm sarı, gözlerim kırmızı idi. Tam yolcu suratı! Merdivenleri indim. Vapur Kadıköy’ünden kalkmış geliyordu. Arkama dönüp Haydarpaşa istasyonuna bir daha baktım. Kocaman kapılarından önüne kırmızı yeşil fenerli, birbirini kesen demiryollu, düdüklü, trenli, meraklı, düşünceli, perişan, aceleci, birbirini bulmaya çalışan bir âlem vardı. Her gün yüzlerce tren, binlerce insan getiriyor: binlerce insan alıp gidiyordu. İstasyon kapıları durmadan insan alıp insan veri verdi.
Bir yerlere kadar gitmiş, bir yerlerden dönmüş gibiydim. Ölesiye yorgundum. Evim bir çorba güzelliği, ev boyundan uzun soba borusundan poyrazla savrulan bir duman çıkarırken gözümün önüne geldi.
İhtiyarlamışız. İstasyonlar artık gençlik arzuları vermiyor. Evimiz gözümüzde tütmeye başladı; kötü. Haydarpaşa’da denkler üstünde bekleşenlere hayırlı yolculuklar!”

Sinema tarihimizin ilk iç göç filmi olan Gurbet Kuşları (Halit Refiğ, 1964) Haydarpaşa Garı’nda başlar ve gene orada biter

Edebiyat bahsini hem roman hem de sinema filmi olarak iz bırakan bir yapıtla bitirelim. Orhan Kemal’in 1962’de yayınlanan Gurbet Kuşları romanı Haydarpaşa Garı ile başlar. Anadolu’dan İstanbul’a tıpkı diğerleri gibi büyük umutlarla gelen bir aileyi, göç olgusunu ve toplumsal bozulmayı konu edinir. Trenden inen “gurbet kuşları”nın İstanbul’da ilk gördüğü yer gar ve iskeledir. Roman gene Haydarpaşa Garı ile sona erer. İşte, Orhan Kemal’in kaleminden o yılların Haydarpaşa Garı manzarası:

“Taa Kurtalan’dan kalkıp, yolu üzerindeki irili ufaklı istasyonlardan topladığı çeşitli yolcularla tıka basa dolu ‘Kuşluk treni’ Haydarpaşa garına çığlık çığlığa girdi. Ağırlaştı. Sonra da ıslak fışıltılarla rayların üzerine upuzun serildi kaldı.
Koşanlar, koşuşanlar… Koşan, koşuşanlar arasında istasyon görevlilerinden başka gar hamalları, yolcularını karşılamağa gelmiş fötr şapkalılar, mantolu, tayyörlüler. İlk şaşkınlık, ilk heyecandan sonra her şey durur gibi oldu. Vagonlardan, bavul, sepet, heybeleriyle inenler, öteberilerini vagon pencerelerinden hamallara uzatanlar…
‘Gurbet Kuşları’ katarın en arka vagonlarından iniyorlardı, kara kara, kuru kuru. Ne karşılamağa gelenler vardı, ne de çoğunun bavullarıyla sepeti, hattâ yorganı. Yorganı olanlar, yorganlarını birer er kaputu gibi dürmüş, kınnapla çeke çeke bağlamışlardı. Bir beş, on değil, yirmi, otuz, kırk, elli belki de daha çoktular. Anadolu içlerinden kopup gelen her tren, her ‘Kuşluk treni’, her gelişinde gurbet kuşlarını toparlayıp getiriyordu İstanbul’a.”

“Taa Kurtalan’dan kalkıp, yolu üzerindeki irili ufaklı istasyonlardan topladığı çeşitli yolcularla tıka basa dolu ‘Kuşluk treni’ Haydarpaşa garına çığlık çığlığa girdi. Ağırlaştı. Sonra da ıslak fışıltılarla rayların üzerine upuzun serildi kaldı.”

Haydarpaşa Garı ve sinema

Hazır söz açılmışken 1960’ların öne çıkan filmlerinden biri olan Gurbet Kuşları ile devam edelim. Tanju Gürsu, Cüneyt Arkın, Filiz Akın, Sevda Ferdağ, Hüseyin Baradan, Önder Somer, Mümtaz Ener, Pervin Par ve Özden Çelik’in rol aldığı Gurbet Kuşları’nı Halit Refiğ yönetir, filmin senaryosunda Orhan Kemal’in de imzası vardır.

Sinema tarihçisi Ağah Özgüç, Türk Sinemasında İstanbul isimli kitabında filmi şu satırlarla değerlendirir:
Haydarpaşa Garı’nda başlayıp, yine bu tren istasyonunu mekânında noktalanan Halit Refiğ’in 1964 yapımı Gurbet Kuşları Türk Sinema tarihine ‘ilk iç-göç filmi’ olarak geçer. Haydarpaşa Garı çekimleriyle ilgili olarak da ilk akla gelen filmdir Gurbet Kuşları. Sırtlarındaki heybeleriyle, bavullarıyla, sepetleriyle Maraşlı ailenin trenden gara iniş sahneleri hep hatırlanır. Hele trende biletsiz, kaçak olarak seyahat eden Kayserili üçkâğıtçı ‘haybeci’ tiplemesinin (Hüseyin Baradan) garda yakalanışı… Halit Refiğ, filmin en ilginç karakteri olan bu tiplemenin yaratılmasında, diyalogların yazarı Orhan Kemal’in büyük katkısı olduğunu söyler.

Gurbet Kuşları, 1964’te ilk kez düzenlenen Antalya Film Festivali’nde “En İyi Film” ve “En İyi Yönetmen” dallarında Altın Portakal alır. Kırdan kente göçü ve yoksulların kırda da, kentte de değişmeyen “kaderini” anlatan film, romanda olduğu gibi Haydarpaşa Garı’na giren trenle başlar. “Allahın izniyle şah olacağız İstanbul’da şah!” diyerek İstanbul’a adımını atan aile, filmin sonunda bir üyelerini İstanbul’da bırakarak yine Haydarpaşa Garı’ndan geri döner. Onlar trene binerken trenden yeni inen bir aileden şu sözleri duyarız: “Gözünü sevdiğimin İstanbul’u taşına toprağına kurban olayım. Allahın izniyle şah olacağız İstanbul’da şah!..”

Sevmek Seni (Cengiz Tuncer, 1965) filminde Haydarpaşa Garı bu defa şehirden kaçıp kurtulmanın simgesi olarak ortaya çıkar

Haydarpaşa Garı aynı zamanda günümüze dek yüzlerce sinema filmine, bir o kadar da  belgesel filme mekân olmuş, İstanbul’un anıtsal yapılarından biridir. Çekildiği tarih ve yönetmenleriyle sinema filmlerinden birkaçını sıralayalım:
Muhsin Ertuğrul, Şehvet Kurbanı (1940); Mehmet Muhtar, İstanbul Geceleri (1950); Atıf Yılmaz, Hıçkırık (1953); Orhan Elmas, Kanlı Firar (1960); Aydın Arakon, Ver Elini İstanbul (1962); Orhan Aksoy, Afilli Delikanlılar (1964); Halit Refiğ, Gurbet Kuşları (1964); Cengiz Tuncer, Sevmek Seni (1965); Duygu Sağıroğlu, Bitmeyen Yol (1966); Nejat Saydam, Boğaziçi Şarkısı (1966); Ertem Göreç, Eceline Susayanlar (1967); Ömer Lütfü Akad, Gelin (1973); Ertem Eğilmez, Salak Milyoner (1974); Osman Seden, Nereye Bakıyor Bu Adamlar (1976); Cüneyt Arkın, Baba Kartal (1978); Yavuz Özkan, Demir Yol (1979); Yavuz Turgul, Eşkıya (1996); Tayfun Pirselimoğlu, Hiçbiryerde (2001); Ümit Ünal, Kudret Sabancı, Selim Demirdelen, Yücel Yolcu, Ömür Atay, Anlat İstanbul (2004); Abdullah Oğuz, Mutluluk (2007)…

Usta yönetmen ve oyuncularıyla sinema tarihimize geçen bu filmlerden bazılarına yakından bakalım… Haydarpaşa Garı’nın mekân olarak kullanıldığı ilk filmlerden biri olan Şehvet Kurbanı, Muhsin Ertuğrul tarafından çekilir. Muhsin Ertuğrul, Cahide Sonku, ve Ferdi Tayfur’un başrolleri oynadıkları filmin senaryosu Nâzım Hikmet imzasını taşır.

1950’de Mehmet Muhtar’ın yönettiği İstanbul Geceleri filmi de gene trenin Haydarpaşa Garı’na girişiyle başlar. Film sinema ve sahne sanatçıların bir geçit resmidir sanki: Vahi Öz, Sadri Alışık, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Abdullah Yüce, Selahattin Pınar, Rüçhan Çamay, Kadri Şençalar…

“[Gurbet Kuşları’nda] sırtlarındaki heybeleriyle, bavullarıyla, sepetleriyle Maraşlı ailenin trenden gara iniş sahnesi hep hatırlanır. Hele trende biletsiz, kaçak olarak seyahat eden Kayserili üçkâğıtçı ‘haybeci’ tiplemesinin garda yakalanışı…”

Başrollerinde Beklan Algan, Selma Güneri ve Ayfer Feray’ın oynadığı, Cengiz Tuncer’in yönetmenliğini yaptığı 1965 yapımı Sevmek Seni ise diğer filmlerde olduğu gibi yolculuk sahneleri için kullanılmamıştır. Bu defa iki İstanbullunun kendilerinden kaçma, uzaklara gitme duygularını açıkladığı sahneye fon olmuştur Haydarpaşa Garı.

Duygu Sağıroğlu’nun yönetmenliğini yaptığı Bitmeyen Yol da 1965’de çekilir. Sansür nedeniyle ancak iki yıl sonra gösterime girebilen film, Anadolu’dan “taşı toprağı altın” İstanbul’a göçen altı arkadaşın çarpıcı hikâyesidir. Göç, işsizlik ve yoksulluk olgularına bir başka yorum getirir. Fikret Hakan, Selma Güneri, Erol Taş, Tijen Par, Aliye Rona, Senih Orkan, Ayfer Feray, Tuncel Kurtiz gibi usta oyuncular rol almıştır.

70’lerde “Haydarpaşa’ya giren tren” klişesini sürdüren iki önemli filmden Gelin (1973) Ömer Lütfü Akad’ın göç filmleri üçlemesinin başlangıcıdır. Diğeri ise kuşkusuz Osman Seden’in komedi klasiği Nereye Bakıyor Bu Adamlar (1976) filmidir. Tahmin edileceği gibi film iki arkadaşın ellerinde bavullar Haydarpaşa Garı’na inmesiyle başlar, fakat bu defa inenler Zeki Alasya ile Metin Akpınar’dır.

50’li ve 60’lı yıllarda Anadolu’dan İstanbul’a göç hikâyelerinin anlatıldığı filmlerin yerini, 1970’li yıllarda toplumsal değişimi ve işçileri anlatan filmler alacaktır. Yavuz Özkan’ın yönettiği, Fikret Hakan, Tarık Akan ve Sevda Aktolga’nın başrolleri paylaştıkları Demir Yol (1979) politik bir film olarak öne çıkar. Büyük bölümü Haydarpaşa Garı’nda geçen film demiryolu işçilerinin grevini konu edinir.

Edebiyatta, sanatta, tarihte, yazılı, sözlü ve görsel kaynaklarda Haydarpaşa Garı ile ilgili çok sayıda örnek bulmak mümkün. Bu tarihi binanın toplumsal hafızamızda özel bir yeri olduğu şüphe götürmez. Hiç uyumayan bir bina olarak İstanbul siluetini yüzyıldır süsleyen Haydarpaşa Garı, gardır gar kalmalı…

^