Berkay Ustabaş. Bu ismi ezberleyelim. Üniversite öğrencisi. 10 aydır tutuklu. Suçu? Berkin Elvan’ın cenazesine katılmak. Evet, yanlış okumadınız: Berkin Elvan’ın cenazesine katılmak! Başka? Yok. “Terörist” suçlaması var tabii. Kanıt? Yok. Tanık? Yok. İmal edilmiş delil bile yok, iftira bile yok. Aslında, suçlama bile yok. Peki, Berkay Ustabaş niçin 10 aydır hapis? Hukuken hiçbir cevap yok. Siyaseten var: “Solcu olmak”. Bunu söyleyen savcı. Dördüncü duruşma 1 Kasım’da. Berkay Ustabaş’ın annesi Sevim Kolçak ve yakın arkadaşı Leman Meral Ünal’ı dinliyoruz.
Birkaç gün önce açık görüşte görüştünüz Berkay’la, nasıldı, nasıl buldunuz onu?
Sevim Kolçak: Gözlerinden rahatsızlanmış, hastaneye götürmüşler. Hastaneye zaten kelepçeli götürüyorlar, ama muayene olması gereken sırada da kelepçelerini çözmemişler. Oğlum kelepçeye itiraz edince muayene olamamış. Darp etmişler. Hem kelepçeleri çözülmediği için muayene olamıyor, hem darp ediliyor, hem de üstüne üstlük soruşturma açılıyor. Bu açılan ikinci soruşturma. Mektup yazması ve cumartesi günleri yapılan telefon görüşmeleri yasaklandı. Bir ay sonra da açık görüşlere yasak gelecekmiş.
Cezanın gerekçesi neydi?
Sevim: Görevli memura direnmek… Zaten ne yapsan görevli memura direnmiş oluyorsun. 9 Mart’ta açık görüşe gitmiştik. Görüşün bitmesine birkaç dakika kala, baskın yapar gibi bağırarak jandarma geldi, bir kargaşa oldu. Bize “çıkın dışarı” dediler, çıktık. Bir şeyler olacağını hissettim, “biraz oyalanalım” dedim. İçerden gelen seslerden bizim çocukları darp ederek götürdüklerini anladık.
Leman Meral Ünal: Kırıkkale’de Berkay’la yaptığımız ilk görüştü. Morallerimizin yüksek olacağı bir gün olacaktı, olmasın diye yaptılar herhalde. Ayrıntısını sonra Berkay annesine anlatmış. Yan koğuşta 17-18 yaşında çocuklar kalıyor, ilk saldırıyı onlara yapmışlar. 18 yaşındaki çocukla açık görüşe gelen kardeşi kucaklaşmak için birbirlerinin üstüne atlamış. Bunun üzerine gardiyanlar saldırmış. Gardiyanlar sonra, “âdettendir” demiş; ilk açık görüş sonrası saldırmak âdetmiş. Bu âdet lafını ikinci kez işitiyoruz. İlki de şöyleydi: Berkay’ı beraberindeki dokuz tutukluyla birlikte Silivri cezaevinden Kırıkkale F tipine sürgün ettiklerinde kamerasız bir odada dövmüşler. Sonrasında yine “âdettendir” deyip gülüşmüşler. O olay Meclis gündemine de taşındı.
Açık görüş mekânı nasıl bir yer?
Meral: Büyük bir oda. Plastik masalar, sandalyeler. İronik şirinlikler yapmışlar; görüşe gelenler eğlensin diye herhalde, karikatürler asmışlar duvara. Bazen beş, bazen iki tutuklu aynı anda içerde oluyor. İlk açık görüşü çok kalabalık yapmıştık. Bunun moral yükselten bir şey olduğunu farkettiler, artık engelliyorlar.
Her tutuklunun ziyaretçileri teker teker mi içeri giriyor, toplu halde mi görüşülüyor?
Meral: Biz Sevim teyzeyle beraber gidiyoruz. İçeri girerken üç-beş kontrolden geçiyoruz. Önce retina taramasından, sonra bir kez daha göz kontrolünden geçiyoruz. Gözlüklü olduğum için bir kere sorun oldu. O yüzden, göz taramalarında hep çok endişeleniyorum. Oraya kadar gidip görüşememe korkusu çok kötü. Kontrollerden sonra, Sevim teyzeyle içeri giriyoruz. Berkay geliyor, ona sarılıyoruz. Her tutuklunun ayrı ayrı masalarda bir saati var. Gardiyanlar bir köşede oturuyor. Her yer kamera, muhtemelen ses kaydı da yapılıyor.
Berkay’ın cezaevindeki koşulları, sağlığı nasıl?
Sevim: Daha önce midesinde, kulaklarında rahatsızlıkları olmuştu. Doktora gitmemişti. Hastaneye her götürdüklerinde arbede çıktığı için gitmek istemiyordu. Gözlerinde zaten rahatsızlık var, görme sorunu artınca gitme gereği duydu herhalde. Cezaevine girdiğinden beri çok zayıfladı. Zaten zayıf bir çocuktu, altı-yedi kilo verdi. Tutuklandıktan sonra ilk gördüğümde bile farkettim zayıfladığını, kötü oldum çok, ama ona belli etmedim.
Saat 2 gibiydi, güm diye bir ses! Deprem oldu sandım önce. Kapıyı açtım. Baştan aşağı simsiyah giyinmiş, bir tek gözleri görünen bir kalabalık. Kapıyı açar açmaz “yat yere!” dediler. Dizlerimin üstüne çöktüm, ellerimi kaldırdım. Bir tanesi silahının ucunu göğsüme bastırıyordu. Dilek Doğan geldi aklıma. “Ne yapıyorsunuz?” dersem beni vururlar, öldürürler diye korktum.
Yeme-içme konusunda şikâyetçi mi?
Sevim: Cezaevi ne veriyorsa onu yiyeceksin. Şikâyet etmiyor, ama belli ki yenir gibi değil verilenler.
Meral: Çok yağlıymış. Süzüp yemeye çalıştığını söylüyor. “Burada açlık grevinde gibiyiz” diyor. Gardiyanlarınki farklıymış tabii. F tipi olduğu için ocakları, tencereleri yok, bir tek kettle’ları var.
Evinize baskın yaptıkları geceyi anlatır mısınız?
Sevim: Annemle ikimiz yalnızdık. Berkay evde yoktu. Saat 2 gibiydi, tam uyumaya hazırlanmıştım, güm diye bir ses! Deprem oldu sandım. Üstüme bir şey aldım, kapıya fırladım. O anda sesin kapı tarafından geldiğini anladım. Kapıyı açtım. Baştan aşağı simsiyah giyinmiş, bir tek gözleri görünen bir kalabalık. Kapıyı açar açmaz “yat yere!” dediler. Dizlerimin üstüne çöktüm, ellerimi kaldırdım. “Sakin olun, evde kimse yok” dedim. Bir tanesi silahının ucunu göğsüme bastırıyordu sürekli. Kim bunlar? Polis mi, bir çete mi? Başta anlamadım. O anda Dilek Doğan geldi aklıma. “Ne yapıyorsunuz?” dersem beni vururlar, öldürürler diye korktum.
“Oğlun terörist” diyorlar. Yanlış eve geldiler herhalde diye düşündüm. Samimiyetle diyorum ki, “yanlış eve girdiniz”. Üniversitesi öğrencisi oğlum. Okuluna gidip geliyor.
İlk başta kendilerini tanıtmadılar mı?
Sevim: Hayır. İlk gümbürtüde annem de deprem sandı, o da çok korktu. Hep “sakin olun, sakin olun” dedim. Kalabalıktılar, kaç kişi olduklarını anlayamadım. Biri “yere yat” dedi, silahı göğsüme dayadı. Diğerleri evin içine daldı. Sonra “Kimsiniz, nedir, ne oluyor?” diyebildim. O zaman biri “Biz polisiz” dedi. “Niye zile basmadınız?” dedim. “Bir de zile mi basacaktık” diye dalga geçtiler. “Bassaydınız açmayacak mıydık?” dedim. Polis gelir, zile basar, kendini tanıtır, sen de kapıyı açarsın, arama emrini gösterir… Öyle bir şey olmadı. Çok korkunçtu. Tek aklıma gelen, “Beni öldürecekler, Dilek Doğan gibi olacağım”. Birilerini öldürmeye gelmiş gibiydiler. Annem korkudan bembeyaz olmuştu. 80 yaşında, şeker hastası. Sonra kadın polis çağırdılar. Ardından, arama belgesi getirdiler, sonra da kameralar geldi.
“Senin oğlun terörist” diyorlar. Berkay demiyorlar, isim söylemiyorlar, sadece “oğlun terörist” diyorlar. Yanlış eve geldiler herhalde diye düşündüm. Samimiyetle diyorum ki, “yanlış eve girdiniz”. Üniversitesi öğrencisi oğlum. Okuluna gidip geliyor. Çiçeklere çok düşkünüm, evde her yerde canlı çiçekler var. Dedim “Bizden terörist çıkmaz. Gördünüz evi, bu çiçekler mi terörist?” “Oğlun nerde, ne biçim annesin?” diyorlar bana. Dedim “anneliğimi sorgulayamazsınız. Oğlum dayısında. Dayısında kalamaz mı?” “Dayısı nerede, teyzesi nerede?” diye soruyorlar. “Yarın gelir, ifadesini verir. Üniversitede okuyor” dedim. “Hangi üniversitede?” diye soruyorlar, sanki bilmiyorlar. Oğlumdur diye demiyorum, ilkokuldan beri hep takdir, teşekkür, onur belgeleri almıştır. Anadolu lisesini kazandı. Tek tercih yazdı, İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümünü kazandı. Çok başarılı okuyordu. Tek başıma büyüttüm beş yaşından beri. Arkadaşı, kardeşi, her şeyi olduk birbirimizin. Birlikte büyüdük. Her şeyi merak eden, araştıran, çalışan bir çocuktu. Her şeyini arkadaşlarıyla paylaşırdı. Bugüne kadar tek bir sorun yaşamadık. Bir kere bile okuldan şikâyet için çağırmadılar. İki ay daha gözaltına alınmasaydı, haziranda üniversiteyi bitirmiş, belki işe girmiş olacaktı. 26 yıldır aynı yerde oturuyoruz. Berkay orada doğdu, büyüdü. Artvinliyiz, arada beraber memlekete gezmeye giderdik, her şeyi beraber yapardık. İlk kez bu kadar uzun ayrıldık. Çok özlüyorum. Bu kadar hukuksuz bir şey nasıl olur bilmiyorum.
O gecenin devamında neler oldu?
Sevim: Annemle konuşmaya çalıştılar. Dedim “kadın hasta, yaşlı, korktu çok. Anneme dokunmayın”. İlaçlarını da yanına koydum, sakinleştirdim, yatak odasında bıraktım. Evi aradılar, kitaplara baktılar. Kitapsız ev mi olur? Duvarda üzerinde şiir olan bir resim vardı, onu aldılar. Birkaç tane benim kitaplarımdan, birkaç tane Berkay’ın odasından aldılar. Hepsi yasal, kitapçıda satılan kitaplar. Bir de Yolcu gazetesi var, okumak için yeni sayısını almıştım, ona da el koydular.
Size kötü muamelede bulundular mı?
Sevim: Sivil olanlardan biri ikide bir yumruğunu duvara vuruyordu. Benim üstüme üstüme geliyordu. Ben konuşmadım. “Avukat arayacağım” dedim. “Avukatı kim?” diye soruyorlar. “Dayısı avukat zaten” dedim. “Hiç olmazsa dayısını arayayım, kız kardeşimi arayayım.” Telefonu aldılar, hiç kimseyi aratmadılar.
Konu komşu ne yaptı o arada?
Sevim: Alt komşu geldi. Onun da ilk söylediği “siz yanlış eve gelmişsiniz” oldu. “Bu çocuk bizim elimize doğdu. Kaç yıllık komşuyuz, birbirimizin evine giriyoruz çıkıyoruz. Biz bu apartmanda yöneticiyiz. Akıllı bir çocuk, çok seviyoruz onu. Aradığınız terörist burada olamaz” diye tepki gösterdi.
Meral: Bunları söyleyen alt komşu da çok dindar, çarşaflı bir kadın.
Sevim: Çok samimiyetimiz yok, ama ona rağmen dayanamadı komşular. Karşı komşum çok korkmuş. Sonradan söyledi, “siz görmediniz, sokakta TOMA’lar, akrepler, sanki büyük bir çıkarma yapmışlar gibi”.
Evde kırıp dökme oldu mu?
Kapım boydan boya çatladı koçbaşıyla vurdukları için. Her yeri aradılar, her şeyi darmadağın ettiler. Ev zaten küçük, çok düzenli, çok fazla eşya da yok, her şey ortada. Dedim “benim kitaplarımı niye alıyorsunuz?” Kuran da vardı evde, Berkay’ın odasında, kitaplığın üstünde. “Madem bu kitapları alıyorsunuz, bu da kitap, bunu da alın” dedim, koydum diğerlerinin üstüne. Çıldırdılar o anda. Sadece sol yayınları aldılar. Kitap nasıl sakıncalı olur, nasıl yasak olur? Şimdi bir kitap satın alacak oluyorum, “bu kitap yarın öbür gün evime baskın olursa başıma bela olur mu?” diye geçiriyorum artık aklımdan. Kitap sokakta yasak değil, benim evde yasak olacak.
Silivri’deyken, görüş gününden bir gün önce cezaevini aradım. “Berkay Ustabaş’ın annesiyim, yarın görüş var mı?” diye sordum. “Öyle biri yok burada” dediler. Ödüm koptu. Dedim çoğuma bir şey yaptılar. Kırıkkale F tipine götürüldüğünü öğrendik. Hiç kimsenin haberi yok, avukata bile söylenmemiş.
Sonra ne oldu?
Sevim: Kadın polis üstümü de aradı. İki-üç saat kaldılar evde, alacaklarını aldılar. Bir ara biri diğerine “bunu al, gözaltı yap” dedi. Beni de annemin yanına yatak odasına kapadılar. “Bir şey sormak, konuşmak yasak” dediler. Ama olur mu? Benim ne yaptıklarını görmem lâzım. Ya evde olmayan bir şeyi koysalar; içim içimi yiyor. Sonra “beni hapsettiniz bu odaya, evin içinde ne yaptınız bilmiyorum” dedim. “Nasıl konuşuyorsun sen!” diye bağırıyorlar. “Sizi şikâyet edeceğim, dava açacağım” dedim. Polis de diyor ki “devlet benim, sen kimi kime şikâyet edeceksin?” Dedim ki, “devlet sen değilsin. Ben çalışıyorum, benim maaşımdan kesiliyor, oradan sana maaş veriliyor. Sen devlet değilsin”. Sonra aldılar kitapları, şiirleri, gittiler.
İlk andaki o dehşet hali polis gidene kadar sürdü mü?
Sevim: İlk andaki kadar değil, ama silahı hep üzerime doğrulttukları için, bir ters durumda beni vuracaklar diye korkuyordum çok. O yüzden sakin oldum. Onlar gider gitmez oğlumu aradım. Anlattım olayı. Eve ilk geldikleri anda, gürültünün depremden olmadığını anlayınca, çocuğuma bir şey yaptılar da geldiler sandım. “Ne yaptınız oğluma?” diye bağırmışım. Telefonda konuştuktan sonra, oğlum bir tweet atmış. “Anneme bunu yapamazsınız, bunun hesabı sorulur” yazmış. O bile mahkemede sorun oldu.
Meral: Savcının ilk gösterdiği şey bu tweet’miş. “Baskılar bizi yıldıramaz” yazmış, başka bir şey de yok.
Sevim: Sonra, avukat kardeşim, aileden herkes geldi.
Eve Berkay için bir ifadeye çağrı tebligatı ya da başka bir evrak bıraktılar mı?
Hayır. Onlara “çocuğum kaçak değil, bizim terörle işimiz olmaz, oğlum gelir, ifadesini verir” dedim. Hiçbir şey demeden çekip gittiler.
Evde kaldıkları süre boyunca, Berkay’ı üyesi olmakla suçladıkları bir örgüt isminden ya da katıldığını iddia ettikleri bir eylemden söz ettiler mi?
Sevim: Sadece “terörist” dediler. Gayet normal bir şekilde anlattım bunun mümkün olmadığını. Beni tahrik etmeye çalıştılar ama, sonuçta öyle bir şey olmadığını, bizim halimizi kendi gözleriyle gördüler. Üniversitede okuyan çocuk, zaten polis her gün üniversitenin içinde. Sonra, Berkay’la, dayısıyla konuştuk. Berkay’ın babaannesi vefat etmişti, oraya aileyi görmeye gitti. Dayısı ve başka avukatlar araştırdı, polis niye gelmiş, suçlama ne, hangi savcıya ifade verecek… Babaannesinin cenazesinden sonra hep beraber savcıya gittik.
O arada neyle suçlandığını öğrenmiş miydiniz?
Sevim: Berkin Elvan’ın cenazesine katılmak. Evet, biz de oradaydık, oğlumla yan yana yürüdük cenazede. Cenaze bitti, evimize döndük. En kalabalık cenazelerden biriydi, binlerce insan yürüdü. Cenazeye katılmak suç mu? “Slogan attın mı? Hangi sloganları attın?” Dört yıl geçmiş aradan, o zaman gözaltına alsalardı, çocuğum okulundan olmazdı hiç değilse.
İfadeden sonra ne oldu?
Meral: Berkay içeri girmeden önce, kapıda onu beklettiler, iki sivil polis girdi savcıyla görüşmeye. İstanbul Üniversitesi’nden sivillermiş. Bir arkadaşımız tanıyordu. Onlar savcının yanından çıktı, Berkay girdi. On dakika içinde de tutuklandı.
Sevim: İki polis savcıyla görüştü, ne dedilerse, savcı “savunmanızı çok güzel yaptınız, haklı da olabilirsiniz, ama biz ahdettik, tutuklayacağız” dedi. Sonra, “o gün on beş kişiden üçünü tutuklamayı düşünüyorduk, biri de sendin” dediler.
Emekliyim, ama mecburen çalışmaya devam ediyorum. Görüşe gitmek için gece 1’de otobüse biniyorum, 7 gibi Kırıkkale’de oluyorum. Görüşten hemen sonra yine yola düşüyorum, Kırıkkale, oradan Ankara, sonra İstanbul… Sabah dinlenmeden işe gidiyorum. Büyük masraf, büyük eziyet.
Berkay’ın çok yakın arkadaşısın. Baskını öğrendiğinde sen ne düşündün? O aralar böyle bir şey bekliyor muydunuz?
Meral: Beklemiyorduk. Ben Boğaziçi’nde yüksek lisanstayım. Sınavım vardı. Sınava kadar bu durumu düşünmemeye çalıştım. Berkay’ın her gün 24 saat ne yaptığını biliyorum. Gözaltına alınması, tutuklanması için hiçbir sebep yok. Ama, devleti de tanıyorum. Ben de öğrenci hareketi içindeydim. Önceden, bazı eylemlerde fotoğrafını çekerler, ses kaydı alırlar, suçlamayı hukuka uydurmaya çalışırlardı. Bugün buna gerek yok. Savcı diyor ki, “evinde sol kitaplar var”. Solcu olman tutuklanman için yeterli. “Devrim şehitleri ölümsüzdür diye slogan attın mı?” diye soruyor. 1970’lerden bu yana atılan bir slogan bu, binlerce kişi atmıştır bu sloganı. Toplumsal hareketin çok durgun olduğu bir dönemde yapıldı bu operasyon. Çok şaşırdım.
Tutuklanınca önce Metris’e gönderildi, değil mi?
Meral: Bir hafta kadar Metris’te kaldı. Sonra Silivri 9 no’lu cezaevine gönderildi. Orada tecritte kaldı bir süre, sonra üç kişilik koğuşa alındı. Orası özel bir hapishane, sadece aile üyelerinin görüş hakkı var. Bir ay boyunca onu göremedim. Ortada iddianame yoktu. Tutukluluğa itiraz dilekçeleri veriyoruz, reddediliyor.
Sevim: Silivri’deyken, görüş gününden bir gün önce cezaevini aradım. “Berkay Ustabaş’ın annesiyim, yarın görüş var mı?” diye sordum . “Öyle biri yok burada” dediler. Ödüm koptu. Dedim çoğuma bir şey yaptılar. “Daha geçen hafta geldim, gördüm. Çocuğuma ne yaptınız?” diye öyle bir bağırmışım ki, farkında bile değilim. Telefona bakan görevli içeriye sordu, Kırıkkale F tipine götürüldüğünü öğrendik. Hiç kimsenin haberi yok, avukata bile söylenmemiş. Hatta telefonda o anki dehşetten Kırklareli mi, Kırıkkale mi, onu bile tam hatırlayamadım. Neyse, önümdeki kâğıda Kırıkkale yazmışım. Avukatı aradım, hemen biri çocuğu görmeye gitsin diye. Ankara’dan tanıdık bir avukat gitti. Sabahın köründe yataktan kaldırıp öylece götürmüşler, ne üst ne baş, üzerinde mont falan hiçbir şey yok, kışın ortasında götürüyorlar. Yolda ne su ne ihtiyaç molası, işkence gibi… Araçtan indiklerinde, jandarmalar üzerlerine saldırmış. Biri bağırıyormuş: “Şurada kamera yok, buraya getir.” Kamerasız köşelerde dövüyorlar. Bayağı darp ediyorlar. Sonra da diyorlar ki, “üstlerini aratmadılar”. Zaten üstleri başları yok, zaten cezaevinden hücreden alınmışlar… Cezaevi müdürüne çıkmışlar, Berkay “bizim zaten üstümüz başımız yoktu, bizi niye dövdünüz” diye sormuş. “Hoşgeldin dayağı” demiş gardiyanlardan biri. Doktor muayenesine götürüldüklerinde, jandarmanın yanında üstlerini çıkarıp muayene olmak istemiyor tutuklular. Doktor diyor ki, “siz erkek değil misiniz, neden çekiniyorsunuz?” Oğlum dedi ki, “yüzümüze hiç vurmuyorlar. Özellikle kalçamıza, sırtımıza vuruyorlar. Doktor muayene edeceği zaman jandarma dışarı çıkmıyor. Bunun üzerine doktor ‘hiçbir şeyiniz yok’ diyor ve gönderiyor”.
Görüş günleri size nasıl davranıyorlardı?
Sevim: Silivri bambaşka bir şey, daha kapısında morali bozuluyor insanın. Her şey çok sert. Bir aksilik olur, bir hata yaparım da çocuğumla görüşemem diye ödüm kopuyor. Silivri’deyken iki kere görüş yapabildik. Orada tek başına kaldığı zaman hiç uyuyamadım. “Düştü, başını çarptı ya da intihar etti” gibi haberleri yıllarca hep duymuşuz… Anne olarak hep aklından bunlar geçiyor, çok endişe ettim. Gece hücrelere, koğuşlara baskın yapıp arama yapıyorlarmış. Zaten tek başına hücreye koymuşsun, daha ne arıyorsun, anlamadım.
Meral: Silivri’deyken bana bir mektubu gelmişti. Zaman kavramının nasıl değiştiğini, karıştığını anlatıyordu. Tek başınasın, bir günü diğerinden ayıran bir şey yok, saatin yok. Dolayısıyla zaman kavramı silikleşiyor diyordu. Havalandırmaya çıkabiliyordu; üstü açık, ama tellerle kaplı, küp şeklinde bir oda gibiymiş havalandırma.
Bir KHK ile terörle ilgili tutuklu ve hükümlülerin sınavlara girme hakkı ellerinden alındı. OHAL kalktı, ama bu kalıcılaştı. Tutuklu öğrenciler eğitimlerini devam ettiremiyor. Ders notlarının çoğu yasak, yabancı dilde yayın yasak. Sınava giremediği gibi, doğru dürüst ders de çalışamıyor.
Kırıkkale’ye, evinizden bu kadar uzağa gönderilmesinin gerekçesi neymiş?
Sevim: Bir gerekçe göstermediler. Bize tam bir işkence. Emekliyim, ama mecburen çalışmaya devam ediyorum. Görüşe gitmek için gece 1’de otobüse biniyorum, 7 gibi Kırıkkale’de oluyorum. Görüş öğlen 1 buçukta. Görüşten hemen sonra yine yola düşüyorum, Kırıkkale, oradan Ankara, sonra İstanbul… Sabah dinlenmeden işe gidiyorum. Büyük masraf, büyük eziyet.
Meral: Sevim teyze maaşının hepsini çocuğunu görmeye harcıyor.
Sevim: Kırıkkale’de girişteki kontroller biraz daha yumuşak. Daha az kişi var, tutuklu pek yok, genelde hükümlüler. Burada üç kişi beraber kalıyorlar, bu beni rahatlattı. Konuşabileceği, bir şey olursa yanında olacak birileri var.
Meral: Şu an yanında kalanlardan biri 18 yaşında, açık lise öğrencisi. Başka biri vardı, gazetecilik bölümünden yeni mezun, Berkay’la yaşıt, ‘93 doğumlu.
Sevim: Durumunu öğrenmek için haftada iki-üç kere telefonla arıyorum cezaevini. Telefon ettiğimde, onunla konuşamasam da sanki çocuğuma yakınlaşmış gibi hissediyorum.
İçerde istediği kitabı okuyabiliyor mu?
Meral: İlk önce içeri kitap alınmıyordu. Sonra biraz kitap gönderebildik. Doğumgününde, milli ve dini bayramlarda kitap götürebiliyorsunuz. Ders notlarını göndermek istedim, fazla miktarda fotokopi olduğu için almadılar. Metinlerin hepsinin üzerine görüldü damgası vurulması lâzım, hepsini okuyamayınca izin vermiyorlar. Yabancı dilde metinleri de reddediyorlar. Bu nedenle yüksek lisansı bırakmak zorunda kalan çok sayıda öğrenci var.
Kitaplarda kısıtlama kriteri ne?
Kitaplarda bir kıstas bandrollü olması. Polis de, gardiyan ya da jandarma da anlamıyor ki, bakıyor Marx yazıyor, “kesin zararlıdır” diyor. Kapağına göre, olur ya da olmaz diyorlar. Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nı geri gönderdiler mesela.
Cezaevindeki öğrencilerin sınavlara girme hakkı da yok artık, değil mi?
Meral: Bir KHK ile terörle ilgili tutuklu ve hükümlülerin sınavlara girme hakkı ellerinden alındı. OHAL kalktı, ama bu kalıcılaştı. Tutuklu öğrenciler eğitimlerini devam ettiremiyor. Ders notlarının çoğu yasak, yabancı dilde yayın yasak. Sınava giremediği gibi, doğru dürüst ders de çalışamıyor.
Çağlayan’daki duruşmaya Berkay cezaevinden SEGBİS’le bağlanıyor. Önündeki bilgisayarda, cep telefonu ekranı kadar küçük bir görüntü varmış, hiçbir şeyi doğru dürüst görememiş. Ses sık sık kesildiği için salondaki konuşmaları doğru dürüst duyamamış. Hakimin tahliye kararı vermediğini bile gardiyandan öğrenmiş.
İlk duruşma ne zamandı?
Sevim: Tutuklandıktan dört ay sonra, 18 Nisan’da. Avukatlar dahil, hepimiz ilk duruşmada kesin tahliye bekliyorduk. Çünkü dosyada bir suçlama yok. Ama öyle olmadı. Duruşma tiyatro gibiydi. Çağlayan’daki duruşmaya Berkay SEGBİS’le bağlandı. Yanında gardiyanla cezaevinde bir odada, avukatının yüzünü bile göremiyordu.
Meral: Önündeki bilgisayarda, cep telefonu ekranı kadar küçük bir görüntü varmış, hiçbir şeyi doğru dürüst görememiş. Ses sık sık kesildiği için salondaki konuşmaları doğru dürüst duyamamış. Duruşma sonunda hakimin tahliye kararı vermediğini bile gardiyandan öğrenmiş.
Duruşmada savcı neyle suçladı?
Meral: Berkin Elvan’ın cenazesine katılmak. “Slogan attınız mı?” diye soruyorlar. Evden çıkan kitaplardan biri Dev-Genç’le ilgili. “Ne işin var bu kitapla?” diye soruyorlar. “Niye hep yakın geçmişle ilgili kitaplar var?”
Sevim: Oğlum anlattı kendisini. “Beni sadece solcu olduğum için tutuyorsunuz” dedi. Bir şeyi inkâr etmiyoruz ki. Bizim yedi ceddimizden gelen bir geleneğimiz var; aydın düşünen, özgürlükçü, devrimci insanlarız, çocuğum da öyle. Bunu gizlemiyoruz ki.
Meral: “Ben iyi bir solcu olmaya çalışıyorum. Beni düşüncemden ötürü yargılıyorsunuz” diyor zaten.
Sevim: İkinci duruşmada, “Neden tutuklu oğlum? Bu çocuk üniversite öğrencisi, kitap okumak mı yasak?” dedim, ağzımı kapattılar, karga tulumba salondan çıkarttılar. On aydır çocuğum neden orada? Bunun açıklamasını istemek hakkım değil mi? Üç duruşma oldu. Hep aynı tiyatro. Dosyaya eklenen bir şey yok, tanık yok, delil yok… Vicdanlı biri dosyaya baksın, çocuğumu serbest bıraksınlar.
Başına bir şey gelmesini engellemek istiyoruz. Üniversiteye dönebilmesini sağlamak istiyoruz. Olası bir ceza durumunda, üniversite de disiplin cezası işletecek ve okuldan atılacaktır, belki kamuda çalışamayacak. Ömür boyu hiç yoktan ceza çekecek.
Meral: Berkay’la aynı dosyada üç tutuklu var. Diğerlerine de sanırım aynı suçlama yöneltiliyor. O ikisi Silivri’de. Biri 60 yaşın üstünde. Berkay’la aralarında hiçbir bağlantı yok, babasından bile büyükler. İddianamede de bağlantıdan bahsedilmiyor, ama üçü aynı dosyada. Avukatlara “Ne olur, mahkemeden nasıl bir sonuç çıkar?” diye soruyoruz. Onlar da bilmiyor. Çünkü dosyada hukuki bir şey yok. Cenazeden dört yıl sonra, ne oluyor da böyle bir baskınla aranıyor? Hiçbir şey öngöremiyoruz. Cihan Kırmızıgül bir poşu yüzünden on yıldan fazla ceza aldı. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyor Berkay. Bir şey olmaz diyemiyoruz. Onu gündemde tutmaya gayret ediyoruz, ki unutulmasın. Kamuoyuna mâlolan davalarda biraz daha dikkatli davranabiliyorlar. Bir de orada başına bir şey gelmesini engellemek istiyoruz. Üniversiteye dönebilmesini sağlamak istiyoruz. Tahliye olduktan sonra okula aynı şekilde devam edebilecek mi diye korkularımız var. Olası bir ceza durumunda, üniversite de disiplin cezası işletecek ve okuldan atılacaktır, belki kamuda çalışamayacak. Ömür boyu hiç yoktan ceza çekecek.
Cezaevlerindeki öğrenci sayısının 70 bin civarında olduğu biliniyor. Diğer tutuklu öğrencilerin yakınlarıyla bir araya gelmek, dayanışmak, ortak ses çıkarmak gibi bir girişiminiz oldu mu?
Sevim: Her duruşmada “bugün çıkacak” diye düşündüğümüzden hiç böyle bir şeye girişmedim. Uzun soluklu düşünemiyorum. Hapishanede görüyorum aileleri.
Meral: AKP iktidara geldiğinde 59 bin siyasi tutuklu vardı. Bugün 259 bin ve 70 bini öğrenci. Tutukluluk o kadar yaygın ki, insan “tutuklum var” diye yakınmaktan utanır hale geliyor. Halı silkti diye üst kat komşusuna sinirlenen “FETÖ’cü” diye ihbar ediyor. 70 bin öğrenciden bahsediyoruz! Berkay’ı gündeme getirirken biz hep diğer öğrencileri de hatırlatmaya çabalıyoruz.
Sevim: Biz özel bir yargı kararı, bir kayırma beklemiyoruz. Yasa neyse ona göre karar verilsin. Berkin Elvan’ın cenazesine on binlerce insan katıldı. Dört yıl sonra, bir kişiyi seçip “Cenazeye gittin, slogan attın” diye suçlama mı olur?
AKP iktidara geldiğinde 59 bin siyasi tutuklu vardı. Bugün 259 bin ve 70 bini öğrenci. Tutukluluk o kadar yaygın ki, insan “tutuklum var” diye yakınmaktan utanır hale geliyor.
Bu tecrübe senin hayatını nasıl etkiledi?
Meral: Hayatım Berkay’ın tutuklanmasından öncesi ve sonrası diye ikiye ayırıldı. Haftanın planını görüşlere göre yapıyorum. Cuma günü görüş varsa, perşembeden cumartesiye kadar başka bir şey yapmıyorum. On beş günde bir gitmeye çalışıyorum. Yeni zaman kavramları ortaya çıktı. Pazartesi artık benim için Berkay’a mektup atma günü, çünkü pazartesi atarsan cuma günü eline geçiyor. Cumartesi Berkay’ın telefon günü… Zamanımın büyük bir kısmını Berkay’ın durumundan insanları haberdar etmeye çalışmakla geçiriyorum. Günümün bir kısmı “kime ulaşabilirim, nasıl ulaşabilirim”le geçiyor. Sosyal medyada devamlı uğraşıyorum.
Epeydir öğrenciler çok suskun. Bunu şiddetli baskıya mı bağlıyorsun?
Meral: Bir süredir İstanbul Üniversitesi’nin önünde TOMA beklemiyor, eskiden oradan TOMA’lar ayrılmazdı. Okulda bir hareketliliğin olduğunu gösterirdi bu. Sırf TOMA’nın olmaması bile ortamın durgunlaştığını gösteriyor. Baskının, şiddetin yanısıra, bir de lise eğitimini bitirdiler. Düz lise diye bir şey kalmadı, hep İmam-Hatip ya da Anadolu lisesi veya Anadolu İmam-Hatip. Eksik eğitimle lisans düzeyine çıkıyor öğrenciler. Lisans öğrencileri lise öğrencisi gibi. Her bakımdan seviye çok düşük. Gözlerini açtıklarından beri AKP iktidarında yetişmiş gençler. Başka bir iktidar görmedik ki.
Gençliğinizde politikayla ilgili miydiniz?
Sevim: Demokrattık, devrimciydik. 12 Eylül döneminde, Berkay’ın babasıyla sözlüydük. Daha lise öğrencisiydi, tutuklandı, on sene içeride yattı. Bursa Cezaevi’ndeydi. On sene onu bekledim. Sonra, “pardon” dediler, bıraktılar. On yıl geçmişti.
12 Eylül şartlarıyla bugünü kıyasladığınızda, durumu nasıl görüyorsunuz?
Sevim: O zaman da cezaevleri çok kötüydü. İşkenceler, ölümler oluyordu. Ama F tipi yoktu. Koğuşta bir arada kalabiliyor, kendi yemeklerini yapabiliyorlardı. Biz görüşe koğuşa gidiyorduk mesela, çoluk çocuk, bize yemek ikram ediyorlardı. Bugün bana kalırsa, dışarıdaki toplumsal, gündelik hayat şartları daha zor. Baskı çok daha fazla. Sokakta, mahallede, işyerinde özgürce davranamazsın. Karşı düşünüyorsan, yoksun.12 Eylül sonrasında, bir araya gelip ne yaparız ne ederiz diye tartışabiliyorduk. Şimdi iki kişi bir araya getirilmiyor. Ankara Garı patlaması olsun, Suruç olsun… İnsanlar korkuyor. Geçmişe bakıyorum, bu ülke sürekli şiddetten beslenmiş. Eşit, özgür, paylaşımcı, güzel yaşamak varken, sürekli darbeler, operasyonlar… Ama biz hiçbir zaman şiddetten yana olmayacağız. Olamayız. Toplumu düşünen, paylaşımcı, özgürlükçü bir çocuk yetiştirdim. Onunla gurur duyuyorum. Mahkemede verdiği ifadeden sonra, tekrar gurur duydum. Ama haksız, hukuksuz dört duvar arasına koydular. 1 Kasım’da çıksın artık.