AGORA MİNÖR İLE REBETİKONUN BEŞERİ COĞRAFYASI

Söyleşi: Diyar Saraçoğlu
26 Nisan 2022
Soldan sağa Agora Minör: Doğukan Yurt, Serap Çiğdem Şahin, İlker Şahin, Ratip Ozan Akdeniz, Murat Küçükarslan / Fotoğraf: Mahmut Koyaş
SATIRBAŞLARI

Rebetikoyla nasıl tanıştınız? İlk duyduğunuz şarkılar hangileriydi?

Ratip Ozan Akdeniz: Küçükken ailemle Ankara’dan Ege kıyılarına tatile geldiğimiz zamanlar arabanın radyosunda her daim “Yunan müziği” çalardı. O zamanlar son derece samimi ve tanıdık gelen, içinde Türkçe kelimeler de geçen bu şarkıların bir ortak kültürün ürünü olduğunu anlamam uzun yıllar aldı. İnsan teorik açıdan “doğru” yerde dursa da, pratikte yerleşik kabulleri kırmak ancak bir meseleyle doğrudan ilgilenmekle oluyor.

Murat Küçükarslan: Ankara’da yaşadığım dönemde rebetiko da icra ettiğimiz Doğu-Batı adlı grubumuzda bas gitar çalıyordum. Repertuarımızda İstanbullu Kostas Karipis’in (1880-1952) “Mangiko Mou”su ya da “To Erinaki” gibi geleneksel şarkılar vardı. O dönem kulağıma tanıdık gelen ezgilerden, ritmik yapılardan ve makamlardan oluşan, hüzünle neşenin iç içe geçtiği şarkılar olarak görüyordum rebetikoyu. İzmir’e taşındığımda rebetikonun köklendiği coğrafyaya geldiğim için araştırmaya başladım. Yaşadığım yerin çağrısını duydum sanki. Bir yılbaşı akşamı rebetikoyla yakından ilgilenen bir ahbabımla uzun sohbetlere, dinlemelere daldık. İlk dinlediğimde oldukça karmaşık gelen zeibekiko ritmlerinin yapısını o gece öğrenince tarifsiz bir heyecan yaşadım. Rebetikonun çalkantılı serüveninde, pek çok yorumcuya göre bu müziği yeniden dirilten, güncelleyen Vasilis Tsitsanis’in (1915-1984) hapishane günlerindeki üretkenliğinden çok etkilendim. Esaret düşüncelerinin özgürlüğüne engel olamamış, bilâkis yaratıcılığını artırmış.

Serap Çiğdem Şahin: İlk duyduğum şarkılar Türkçeye de çevrilen “Pente Xronia Dikasmenos” (Yedikule), “Aman Katerina Mou” (Aman Cevriye Hanım) gibi ülkemiz insanlarının hemen tanıdığı, eşlik ettiği şarkılardı. Dili farklı olsa da bu şarkıların duygusuna, neşesine, hüznüne niye bu kadar aşina olduğumuza kafa yormaya başladım. Ardından, Yunan bir arkadaşımın tavsiyesiyle rebetiko efsanesi Sotiria Bellou’yu (1921-1997) dinlemeye başladım.

Anadolu’dan Amerika’ya göç eden Rumlar rebetikoyu ve halk ezgilerini de götürmüş. Amerika’daki müzik yapımcıları bu müthiş birikimi kayıt altına alımış. Anadolu’da ud, keman, santur gibi sazlarla çalınan şarkıların kayıtları Amerika’da gitar, cimbalom gibi çalgılarla yapılmış.

İlker Şahin: Aslında hep rebetikonun içindeymişim, ama ne anlama geldiğinin farkında değilmişim. Dört yıl önce, Adnan Bostancıoğlu’nun Ege’nin İki Yakası adlı radyo programına denk gelince rebetikoyu araştırmaya başladım. Daha işin başında Çiğdem sayesinde Murat ve Ozan’la tanıştım. Spiros Peristeris’in (1900-1966) bestelediği “To Minore Tis Avgis” (Şafak Vakti) kulağımda yer eden ilk şarkıydı. Beni en çok şaşırtan şey ise rebetiko kültürünün köklerini Ege’nin de dışına taşan çok geniş bir coğrafyadan almasıydı.

Doğukan Yurt: Rebetikoyu araştırırken en çok Markos Vamvakaris’in buzuki çalmaya başlama hikâyesinden etkilendim. Vamvakaris, genç yaşta mezbahada çalışırken mübadeleyle Atina’ya gelmiş Ayvalıklı Nikos’un buzukisini dinlemiş ve kendi kendine eğer buzuki çalmayı öğrenemezse ellerini et baltasıyla kesmeye yemin etmiş. Altı ay sonra, Ayvalıklı yaşlı Nikos Vamvakaris’i dinlemeye gitmiş.

İzmir, İstanbul günlerinde farklı dil ve dinlerden filizlenen kökler, Pire varoşlarında kesişen yollar, Nazi işgali döneminin yeraltı “faaliyetleri”, savaş sonrasının “pop” dönemi derken rebetikonun heybesi hayli yüklü. Siz onun yolcuğunu nasıl görüyorsunuz?

Serap Çiğdem Şahin: Müzik sürgün, savaş gibi ağır toplumsal olaylardan çok etkilenmiş. Sansürle tınılar ve konular değişmiş. Sansüre karşı koyabilmek için üstü kapalı ifadelerle, daha Batılı armonilerle yola devam etmek zorunda kalmış. Ardından, “Batılı Yunan” kimliğinin temsili haline getirilmeye çalışılmış. Yeraltından çıkıp popüler kültüre geçince varlıklı insanların eğlencesi haline gelmiş. Öte yandan, Mikis Theodorakis’in çalışmalarıyla sol harekete yaklaşmış. Neredeyse her on yılda bir dönüşmüş ve başka temsiliyetler ortaya çıkmış. Bu seyir bir yandan halkların geçmişini anlamak için alternatif bir tarih okumasına da imkânı veriyor.

İlker Şahin: Bana göre rebetikonun en önemli kırılma noktalarından biri 1914-1922 yılları arasındaki savaş dönemi. Zaten zor şartlarda varolan rebetler ve rebetisalar yaşamdan koparılmış. Göç ve mübadeleyle Yunanistan’a gitmeleri yeni yeni tavırlar doğursa da, İzmir tavrı yarım kalmış.

Küçükarslan: ABD yolculuğu da önemli dönemeçlerden biri. Anadolu’dan göç eden Rum müzisyenler rebetikoyu ve halk ezgilerini oraya götürmüş. Amerika’daki müzik yapımcıları bu müthiş birikimi kayıt altına almış. Anadolu’da ud, keman, santur gibi sazlarla çalınan şarkıların kayıtları Amerika’da gitar, cimbalom gibi çalgılarla yapılmış. Bu durum müziksel üslûpta birtakım farklılıklar ortaya çıkarsa da, müzisyenlerin heybelerindeki şarkıların kaybolup gitmeden bugünlere kadar ulaşmasını sağlamış.

O dönemde de eğlence dünyasında kadın olarak çalışmak zor. İstanbullu Roza Eskenazi en meşhurlardan biri ama, İzmirli müzisyenler Rita Abatzi, Sofia Karivali, Aggela Papazoglou da Anadolu tavırlı icralarıyla seslerini duyuruyordu. Onlar da Roza Eskenazi gibi geride bırakmak zorunda kaldıklarının hüznüyle, sansürün, savaşın gölgesinde ailelerine bakmaya çalıştı.

Bir konserinizde arkeolog Mesut Alp’ten “Bu coğrafyanın kültürü bir ebru” alıntısını yapıyorsunuz. Rebetiko mübadele mağdurlarının geleneğinden de eskilere uzanıyor. Bir liman kenti ve Bedreddin geleneğinin yeşerdiği bir coğrafya olarak İzmir rebetikonun doğuşunda nasıl bir rol oynamış?

Serap Çiğdem Şahin: Müzik kültürü de tüm kültür gibi biriken bir şey. Örneğin halk dilinde ağıt, Osmanlı’da gazel denen tür rebetikoda karşımıza amane ismiyle çıkıyor. Minör farklılıklar olsa da duyguları ve konuları aynı. Bir anda sadece bir topluluğun bir söyleyiş türünü bulması ve yayması mümkün değil. Topluluklar tek bir halk, din ya da dilden oluşmuyor. O dönemin müzisyenleri Anadolu’nun binlerce yıllık müzik geleneğini bilinçli ya da farkında olmadan aktarmış. Mübadele mağdurlarının ve onları yetiştiren kültürün de bir parçası bu gelenek.

Yunanistan’a gidildikten sonra müzik piyasasında önemli görevlere gelen müzisyenlerin çoğu İzmir kökenli. Dediğiniz gibi, çok-kültürlü bir liman kenti olan İzmir’in hem yerlisini hem de gezginlerini ağırlıyorlarmış. Hem Doğu hem Batı müziğine hâkim, geniş repertuarlı müzisyenlermiş. Buradan oraya smyrneika’nın (İzmir kökenli şarkılar) yayılmasının yanısıra rebetikonun yükselmesi için de çok emek vermişler. Usta çırak geleneğini sürdüren, deneyimli müzisyenlerin yanında genç ses ve enstrüman icracılarını yetiştiren, Anadolu’dan gelen müzisyenlerle dayanışan Panogiotis Tountas (1886-1942) İzmirli müzisyenlerin en önemli simalarından. Tountas Avrupalı plak şirketlerinin Yunanistan’daki yöneticiliğini yapmış. Anadolu ve İzmir tavrı sansüre uğrayınca Pire tavrının gelişmesine destek vermiş. “Yedikule” (Haber uçtu devlete de beş yıl yattım hapiste / Yedi düvel zindanından beterdir Yedikule) diye bildiğimiz “Pende Hronia Dhikasmenos” şarkısının bestecisi İzmir Torbalılı Vaggelis Papazoglou (1896-1943) ise sansüre ve II. Dünya Savaşı sırasındaki fırsatçılara isyan edip müziği bırakmış. İzmirli olmak bu müziği ne kadar etkilemiştir, onu tam kestiremiyorum. Anadolu gibi iç içe geçmiş kültürlerden gelen insanlar tek tip bir halk yaratmaya çalışan yönetimlerle karşılaşınca kültürlerine sahip çıkmaya çalışmış, müziklerine yapılan müdahaleye karşı başkaldırmış, sansüre karşı çareler üretmeye ve dayanışmaya gayret etmiş.

Saat yönünde: Rosa Eskenazi ve saz arkadaşları, Vasilis Tsitsanis, Rita Abatzi, Markos Vamvakaris, Sotiria Bellou

Uzunca süre işçi sınıfının müziği olarak görülen rebetiko İoannis Metaksas (1936-1941) dikta yönetimi sırasında yasaklanınca marjinalleşmiş. Nazi işgali altındaki Yunanistan’da “kaybedecek hiçbir şeyi olmayan” rebetlerin en direngen gruplar arasında yer almasıyla başka bir anlam kazanmış. Rebetikoyu blues, tango, fado ya da arabesk gibi türlere benzetiyor musunuz?

Küçükarslan: Rebetiko İzmir, İstanbul, Atina gibi liman şehirlerinin kültürel çeşitliliğinin, toplumsal koşulların ve coğrafyaya ait müzik mirasının harmanlanmasıyla doğan ve gelişen bir müzik. Liman kentlerinin bu çok-kültürlülüğünü, hareketliliğini, geçişgenliğini ve göç olgusunu hem müziksel hem de sözel olarak içinde taşıyor. İzmir’de, Atina’da ilkin alt sınıfların yaşadığı varoşlarda yankılanmış. Tangonun doğuşunda da 1800’lerin sonunda Avrupa’dan Güney Amerika’ya yine bir işçi göçü hikâyesiyle karşılaşıyoruz. Ortaya çıktığı Buenos Aires de bir liman şehri. Yine göçmenlik ve alt sınıf hikâyesi, yine bir kültürel çeşitliliğin müzikte ifadesini bulması söz konusu. Benzerlik bu tarihsel arka planla da bitmiyor. Gerek tangoda, gerekse rebetikoda doğaçlama dansların çok önemli bir yeri var.

Rebetiko sürgünden, savaştan çok etkilenmiş. Sansüre karşı koyabilmek için üstü kapalı ifadelerle, daha Batılı armonilerle yola devam etmek zorunda kalmış. “Batılı Yunan” kimliğinin temsili haline getirilmeye çalışılmış. Popüler kültüre geçince varlıklıların eğlencesi haline gelmiş. Theodorakis’le sola yaklaşmış.

Portekiz’deyse kadınlar liman işçisi kocalarının ardından ağıtlar yakıyor, bir gün geri dönmeleri umuduyla şarkılar söylüyor ve böylece fado doğuyor. Rebetiko ve tangoya benzer şekilde işçi sınıfının aşklarını, acılarını, hüznünü, özlemini anlatıyor. Bu müzikler kendine özgü yerel dinamiklere de sahip.  Ama hepsi liman kentlerinin kültürel çeşitliliğinden beslenmiş, savaşın ve sömürünün yarattığı açlık, yoksulluk, göçmen olma durumu gibi toplumsal koşullarda yoğrularak aşağı yukarı aynı zaman diliminde kimliklerini kazanmış.

Akdeniz: Amerika’da insan sayılmayan siyahların acılı türkülerini şehirlerde bol doğaçlamalı müziklerle dillendirmesi de benzer bir durum. Öte yandan, epey farklı bir dönemde ortaya çıkan arabeskle de hikâyeleri epey örtüşüyor. İki müzik türünün de ortaya çıkışında köyden şehre göç belirleyici olmuş. İnsanlar kendilerini şehrin çeşitliliği ve büyüklüğü karşısında kısıtlı bir alana hapsolmuş buluyor. Hem sürekli ekmek derdindeler hem de ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar asla ulaşamayacakları bir şatafatla karşı karşıyalar. Kapatılmış olmanın verdiği bu his şehirde yankılanan müzikal tınılarla birleşip hem farklılığın hem de acıların anlatıldığı bir müzik türünün çıkmasına vesile oluyor. Aşk acısı boşuna dünyayı yakmıyor. Rebetiko da, arabesk de kabul görmüş kamusallığın dışına itilmiş insanlar tarafından benimseniyor. Önceleri şehirli orta ve üst sınıflarca dışlanan bu iki müzik türü zamanla popülerleşiyor ve toplumun farklı katmanları tarafından sahipleniliyor, tabii bu arada biçim de değiştiriyor. 

Markos Vamvakaris, İzmirli Lefteris Menemennis gibi rebetiko müzisyenlerinin hayat hikâyeleri de oldukça ilginç. Vamvakaris mesela madenlerde, mezbahalarda çalışmış, müziği işçi sınıfı tavernalarında öğrenmiş. Sizde yer eden rebetiko karakterleri kimler?

Yurt: İzmirli Anestis Delias (1912-1944) çok trajik bir karakter. Buzuki çalıp beste yapıyor, şarkı söylüyor. Diktatörlük döneminde sansür uygulamasına karşı çıkmış ve hiç kayıt yapmamış. Daha sonra uyuşturucuyla tanışmış. Bu nedenle sürgün bile edilmiş. Kendi bestesinde (O ponos tou prezakia) “bu dünyada yapacak hiçbir şeyim kalmadı” ve “iptila yüzünden sokak ortasında öleceğim” diyor. Gerçekten de 1944’te aşırı dozdan hayatını kaybetmiş.

Çiğdem Şahin: İzmir Torbalı doğumlu Vaggelis Papazoglou ve eşi Aggela Papazoglou (1899-1983) mübadeleden önce İzmir’de önemli müzisyenlerdenmiş. Yunanistan’da da müziğe devam etmişler. Sansür memuru Vaggelis’ten Mpatiris” (Züğürt) şarkısında geçen “Hür olmak var mıdır kaderimde?” sözlerini “Şen olmak var mıdır kaderimde?” diye değiştirmesini istemiş. Vaggelis memura “Hür olmayan insan şen de olamaz” diye cevap vermiş. Sansüre karşı birçok başka rebetiko müzisyeni gibi o da müziği bırakmış. Sadece özel günlerde, panayırlarda arkadaşlarıyla, ahbaplarıyla çalmaya başlamış. Naziler Yunanistan’ı işgal ettiğinde “fırsatçılara ve kalpazanlara müzik yapmayacağım” diyerek müziği tamamen bırakıp eskicilik yapmaya başlamış. Yoksulluk içinde veremden ölmüş.

Rebetiko çoğu zaman işçi sınıfı erkeğinin dünyasını yine bir erkeğin gözünden anlatan bir kültür olarak algılanıyor. Bu anlatıyı kıran Roza Eskenazi gibi kadınlar da var.

Çiğdem Şahin: Rebetiko şarkılarındaki kadınlar, şarkı söyleyen, içki içen, çalışan, eğlenen, erkeklerin aklını başından alıp onlarla alay eden karakterler. Bu türden kadınlar erkeklerin hayalini süslüyor. Kadın müzisyenler bu tasvire kısmen uyar gibi gözükse de, aslında çok zor hayatlar yaşamışlar. O dönemlerde de bugünkü gibi eğlence dünyasında kadın olarak çalışmak çok zor. İstanbullu Roza Eskenazi (1890-1980) en meşhurlardan biri, ama İzmirli müzisyenler Rita Abatzi (1914-1969), Sofia Karivali (1918- ?), Aggela Papazoglou (1899-1983) gibi İzmirli kadınlar Anadolu tavırlı icralarıyla seslerini duyuruyordu. Onlar da Roza Eskenazi gibi geride bırakmak zorunda kaldıklarının hüznüyle, sansürün, savaşın gölgesinde ailelerine bakmaya ve şarkı söylemeye çalıştı. Daha ilerideki dönemlerde parlayan Sotiria Bellou, Marika Ninou (1922-1957) gibi isimler de çok zor hayatlar yaşamış. Sotiria Bellou kalın, sert sesi ve ciddiyetiyle bilinirmiş, cinsel yöneliminden dolayı çok ayrımcılığa uğramış.

Sizce rebetikoyu yaşatan nostalji duygusu mu? Bugün yeni rebetiko şarkıları besteleniyor mu?

Küçükarslan: Nostaljiyi geçmişe duyulan aşırı sevgi ve özlem diye tanımlarsak, ister geleneksel, ister deneysel olsun, rebetiko çalmak ya da dinlemek nostaljik bir eylem değil. Rebetiko ortaya çıktığı zaman dilimine hapsolmuş bir müzik değil. Farklı dillerde, çeşitli yorumlama biçimleriyle varlığını sürdürüyor. Dünyanın pek çok yerinde binlerce müzisyen ve müzik topluluğu tarafından çalınıp söyleniyor. Bir yandan geleneksel sazları ve üslûbuyla yorumlanıyor, diğer yandan Imam Baildi grubunun elektro-fusion çalışmaları, Arabetiko grubunun Arapça sözlerle, udla yaptığı yorumlar, Trio Tekke’nin Rebetiko-rock-reggae harmanı, gypsy-caz gitarıyla sentezlenmiş kayıtlar gibi farklı deneysel arayışlar müziği zenginleştiriyor. Gelenek farklı kuşaklardan farklı müzik türlerine yakınlık duyan müzikseverlere hitap ederek yoluna devam ediyor. Kırıka grubunun besteleri arasında rebetiko ve zeibekiko tarzında eserler var. Hem bu müzik türlerinden besleniyor hem de onları besliyorlar.

Nostaljiyi geçmişe duyulan aşırı sevgi ve özlem diye tanımlarsak, ister geleneksel ister deneysel olsun, rebetiko çalmak ya da dinlemek nostaljik bir eylem değil. Rebetiko ortaya çıktığı zaman dilimine hapsolmuş bir müzik değil.

Çiğdem Şahin: Belki şarkıları nostaljik kılan bestecilerinin, icracılarının artık hayatta olmayışı, şarkılarda geçen kişi ve yer isimlerinin değişmiş olması olabilir. Ama şarkıların konuları güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Hâlâ adaletsizliğe isyan ediyor, sansürle mücadele ediyoruz, sınıfsal ayrımlara karşı çıkıyor, eğleniyor, sarhoş ve âşık oluyoruz. Dolayısıyla, rebetikonun nostaljiyle geçmişe hapsedilmesi gerekmiyor. Hem günümüzde hem geçmişte çok zekice yazılmış sözler ve keyifli düzenlemeler var. Aklıma ilk gelen genç bestekâr Semeli Papavasileiou’nun çalışmaları. Muammer Ketencoğlu’nun rebetiko tarzında Türkçe besteleri var. Kosmokrators grubu da rebetiko şarkılarını İngilizce, Fransızca ve Almancaya çeviriyor. Rebetiko Carnival, Plastikes Karekles gibi çok faal gruplar var. Theodora Athanassiou’nun çok kıymetli rebetiko gitar çalışmalarını da analım.

Yunanca/Rumca bilenlerin sayısının oldukça az olduğu Türkiye coğrafyasında oldukça kıymetli bir iş yapıyor, konserlerinizde şarkıların hikâyelerini de anlatıyorsunuz. Hikâyesi sizi özellikle etkileyen şarkılar hangileri?

Yurt: Konserlerde şarkıların yanısıra bestecilerin, icracıların, bölgenin, rebetiko kültürünün hikâyelerini de anlatmaya çalışıyoruz. Sadece icra etmek değil, aynı zamanda araştırıp, öğrenip öğrendiklerimizi aktarma gayretindeyiz.

Markos Vamvakaris’in “Fragosiriani” şarkısının hikâyesi çok hoştur. Vamvakaris sahnede hep önüne, buzukisine bakar, dinleyicilere hiç bakamazmış, bunu “başımı kaldırıp insanlara baksam mutlaka elim ayağım titrer, dilim dolaşır” diye açıklarmış. Bir gün memleketi Siros adasında konser verirken bir anlığına dinleyicilere bakmış ve bakışları kapkara gözlü güzel bir kadına ilişmiş. Başını yine önüne eğmiş ve bir daha hiç kaldırmamış, kadını bir daha görememiş. “Fragosiriani”yi işte o kara gözlü kadın için bestelemiş.

Çiğdem Şahin: İnsanlar hikâyesini bildikleri şarkıları daha ilgiyle dinliyor. Ayrıca, rebetikoyu taverna müziğinden, sirtaki gibi kalıplaşmış yargılardan ayırmak için de onun engin tarihini anlatmamız lâzım. Halklar arasındaki sınırları ancak müzikleri ve hikâyeleriyle samimi paylaştığımız anlarda kaldırabiliyoruz. Dinleyicilerin anladıkları sözler ve hikâyelerle dans ettiklerini, bizimle gülümseyerek göz göze geldiklerini görüyoruz. Birkaç saatliğine de olsa başka bir dünya tahayyülüyle güzel vakit geçiriyoruz.  Rebetiko bizim icra ettiğimiz, dinleyicinin dinlediği bir şey olmaktan çıkıp duyguda yoğunlaştığımız bir paylaşıma dönüşüyor.

Yıllar önce Sotiria Mpellou’dan dinlediğim ilk Vasilis Tsitsanis şarkısı “Kane Ligaki İpomoni”ydi (Birazcık Sabret). Melodisini çok beğendim. Şarkı kaybedilen bir sevgilinin ardından yaşanan bir teselliyi anlatıyor. Panos Charalampidis’e geçen yıl özgürlük temalı bir şarkı aradığımdan bahsetmiştim. O da bana “Kane Ligaki İpomoni”nin aslında özgürlükten bahsettiğini söyledi. Tsitsanis “Umutsuzlanma, geç kalmayacak / Şafağa kadar sana gelecek / Bulutları kalbinden uzaklaştır / Gözyaşlarıyla uykunu kaçırma / Tatlı bir şafakta seni uyandıracak / Ve aşkın yeniden dirilecek” diyor. Tsitsanis sansürü atlamak için “aşk”ı barışçıl bir yaşam ve özgürlük yerine kullanmış. “Şafak” ise köleliğin karanlığının dağıldığı sabahı kastediyor. Tsitsanis müziği bırakmak yerine umudunu canlı tutmayı tercih etmiş.

Rebetiko pek çok filme konu oluyor ya da filmlerin fonunda kendisine yer buluyor. Beğendiğiniz rebetikolu filmler var mı?

Küçükarslan: Metin Erksan’ın yönettiği Susuz Yaz’ın (1963) özgün müziklerini yapan ve Yunanistan’da rebetikonun canlanışında önemli rol oynayan Atina doğumlu Manos Hatzidakis Stella (1955) ve Never on Sunday (Pazarları Asla, 1960) filmleri için özgün besteler yapmış. Rebetiko üzerine verdiği derslerle bu müziğin toplumun farklı kesimlerinde kabul görmesine katkıda bulunmuş. Never on Sunday filmi için bestelediği Ta paidia tou Peiraia (Pire’nin Çocukları) şarkısıyla Oscar da kazanmış.

Çiğdem Şahin: Hepimizin aklına herhalde ilk Kostas Ferris’in Rembetiko filmi geliyordur. Orada tüm besteler çok iyi. Kostas Ferris, Nikos Gatsos, Stavros Ksarhakos rebetiko melodilerinden ve geleneksel şarkılardan esinlenerek ortaya smirneikodan rebetikoya, Doğu nağmelerinden Batılı armonilere uzanan güzel bir yelpaze çıkarmış. Filmde Anadolu tavrından Pire tavrına uzanan, ardından popüler müziğe yaklaşan rebetiko örneklerini duyuyoruz. Bir müzik türünü bu denli doğru aktarmak müthiş bir iş.

Yeni Türkü gibi bazı gruplar rebetiko ezgilerine söz yazarak şarkıları Türkçeleştirdiler. Bu akımı nasıl buluyorsunuz?

Küçükarslan: Rebetiko şarkıların hem Türkçesini hem Rumcasını çalıp söyleyebilmek çok keyifli. Sahnedeki esnekliğimizi de artırıyor. Dil bariyerini kaldırıp toplumlar arasındaki sınırları silikleştiriyor. Ama Türkçe sözler yazma işi şarkının orijinal dili ve kaynağıyla bağını koparmadan yapılmalı. Diğer türlüsü rebetiko şarkılardan ezgi devşirme riski taşıyor. Türkçe rebetiko şarkılarını bestelendiği dili, coğrafyayı ve taşıdığı anlamı içerdiği ölçüde başarılı buluyorum.

Yurt: Yeni Türkü rebetikoyu doğduğu topraklara yeniden getirdi. Bu akımın devam etmesini umuyoruz. Umarım biz de bir gün parçası haline geliriz.

^